istanbul'da Yetişen Büyük Velîlerden. İsmiabdülehad Nûrî Bin Muslîhuddîn Mustafa Safâî Bin İsmâil Bin Ebü'l-berekât, Künyesi Ebü'l-mekârim'dir. 1594 (h.1003) Veya 1604 (h.1013) Senesinde Sivas'ta Doğdu. Annesi Şemseddîn-i Sivâsî'nin Büyük Kardeşi Muharrem Efendinin Kızı Safâ Hâtundur. Abdülehad Nûrî Efendi İlim Tahsîline Sivas'ta Başladı. İstanbul'da Tamamlayıp Zâhirî Ve Bâtınî İlimlerde Yüksek Derecelere Ulaştı. 1651 (h.1061) Senesi Safer Ayının İlk Cumâ Günü İkindi Vaktine Yakın Vefât Etti. Cenâze Namazı Azîzzâde Şeyh Abdülbâkî Efendi Tarafından Kıldırılıp Eyüp Nişancası'nda, Mürşidi Abdülmecîd Sivâsî Hazretlerinin Türbeleri Karşısına Defnedildi. Sevenlerinden Yûsuf Ağazâde Mustafa Efendi, Kabrinin Üzerine Bir Türbe Yaptırdı.
abdülehad Nûrî Efendi, Daha Üç Yaşında İken Annesinin Amcası Büyük Âlim Şemseddîn Sivâsî'nin Nazar Ve Feyzine Kavuştu. Şemseddîn Sivâsî Hazretleri Vefâtına Yakın; "abdülehad'ı Bana Getirin!" Buyurdu. Abdülehad'ı Getirip Şemseddîn Sivâsî'nin Kucağına Verdiler. Şemseddîn Hazretleri Abdülehad'ı İlâhî Sırlarla Dolu Göğsüne Bastırdı Ve Tam Bir Teveccüh İle Teveccühte Bulundu. Sonra Anne Hâtuna Teslim Etti. Emirleri Üzerine, Mahremleri Olan Hanımlar Dışarı Çıktılar. Onlardan Sonra İçeriye, Dışarda Bekleyen Halîfeleri Ve Talebeleri Girdiler. Şemseddîn Sivâsî Onlarla Birlikte, Bir Saat Kadar Allahü Teâlânın Zikri İle Meşgûl Oldular. Daha Sonra Bir Duâ Okumaya Başladılar Ve Duânın Bitiminde Rûhunu Teslim Ettiler. Oradakilerden Bâzısı, Vefât Etti, Bâzısı Da Vefât Etmedi Diye Tereddüd Ettiler. En Sonunda İçlerinden Birisi, Şemseddîn Sivâsî'nin Yanına Varıp, Vefatını Gördü, Mahzûn Ve Kederli Bir Şekilde Diğerlerine Bildirdi.
abdülehad Nûrî Efendi Henüz Küçük Yaşta Babasız Kaldı. Dayısı Abdülmecîd Sivâsî Yeğenini Himâyesine Alarak Tahsîl Ve Terbiyesiyle Meşgûl Oldu.
halvetiyye Yolunun Büyüklerinden Şeyh Şemseddîn-i Sivâsî'nin Halîfesi Olan Abdülmecîd Efendi, Devrin Pâdişâhı Sultan Üçüncü Mehmed Han Tarafından Dâvet Edilince Yeğeni Abdülehad Nûrî'yi De Berâberinde İstanbul'a Getirdi. Abdülehad Nûrî Bir Yandan Medrese Tahsîline Devâm Ederken Bir Yandan Da Dayısından Tasavvuf Terbiyesi Gördü. Kırk Erbaîn Yâni Bin Altı Yüz Gün Devamlı Yalnız Olarak Bir Yerde Îtikâf Edip İbâdetle Meşgûl Oldu. Mânevî Derecelere Kavuştu. Mürşidi Hocası Abdülmecîd Sivâsî'den İcâzet, Diploma Alarak Halîfesi Oldu.hocası Tarafından İnsanları Doğru Yola Ulaştırmaya Memur Edildi. Yirmi Yaşlarında Kitap Yazmaya Başladı.
abdülehad Efendi, Resûlullah Efendimizin Sallallahü Aleyhi Ve Sellem Mübârek İşâretleri İle Midilli'ye Gönderildi. Giderken En Kısa Zamanda Tekrar İstanbul'a Döneceğini Bildirdi. Abdülehad Efendi Midilli'yi Teşrif Ettiklerinde, Yetmiş Gayri Müslim, Onun Vâsıtasıyla İslâmiyeti Kabûl Etti. Midilli Halkı Abdülehad Efendiyi Çok Sevdi Ve Hemen Hepsi Ona Talebe Oldu. Dayısı Ve Hocası Olan Abdülmecîd Sivâsî Bu Durumu Duyunca; "âferin Abdülehad'a! Umduğumuzdan Fazla Tasarruf Kuvvetine Sâhipmiş." Buyurdu. O Sırada, Donanma Komutanlarından Hayır Sâhibi Bir Zât Olan Bâlî-zâde Hasan Bey, Midilli'ye Gelişinde; Câmi, Dergâh Ve Pekçok Odalar Ve Yemekhâneden Meydana Gelen Bir Külliye Yaptırdı. Burayı Abdülehad Efendi Ve Ondan Sonra Gelecek Talebelerine Tahsîs Etti.
zamânın Şeyhülislâmı Yahyâ Efendi, Midilli'de Abdülehad Efendinin Verdiği Vâzları, Dersleri Ve Hizmetleri Çok Beğenerek, Kalbten Bir Sevgi Beslemeye Başladı. Bir Gün Abdülmecîd Sivâsî'nin Ziyâretine Giden Yahyâ Efendi Ona; "abdülehad Çelebi'yi Dâvet Edin De, Mehmed Ağa Dergâhını Ona Verelim. İnşâallah O, İstanbul'da Vâzları Ve Halkı Doğru Yola Götürmesi İle, Zamânının Bir Tânesi Olacaktır." Dedi. Abdülmecîd Sivâsî Bu Teklifi Kabûl Etti. Bir Mektup Yazıp, Abdülehad Efendiyi Çağırınca, Derhal İstanbul'a Geldi. Doğruca Dayısı Ve Hocası Abdülmecîd Sivâsî'nin Huzûruna Girdi. Dayısı; "oğul, Şeyhülislâm Yahyâ Efendi Seni İster. Varın Ziyâret Edin. Murâd-ı Şerîfleri Nedir? Bir Görün." Buyurdu. Yahyâ Efendinin Huzûruna Varınca, Şeyhülislâm; "abdülehad Çelebi! Sana Merhûm Mehmed Ağa Dergâhını Verdik. Burası Şerefli Bir Dergâhtır." Dedi. Abdülehad Efendi, Şeyhülislâm Yahyâ Efendi'nin Bu Teklifini Kabûl Etti Ve Duâ Buyurdu. Oradan Ayrılıp, Hocası Abdülmecîd Sivâsî'nin Yanına Gitti Ve Durumu Arz Etti. Dayısı Da; "allah Mübârek Eylesin. Midilli'yi, Feth İle Gönülleri İhyâ Ettin. İnşâallah İstanbul'da Da Çok Kimsenin Ebedî Saâdetine Vesîle Olursun. Hiç Durma, Yerine Bir Talebeni Tâyin Edip, Vâlideni Ve Talebelerinden Gelmek İsteyenleri Alıp Gel! Dergâhında Talebelerini Terbiye İle Meşgûl Ol." Dedi. Abdülehad Dayısı Ve Hocası Sivâsî'nin Emrine Uyup, Talebelerinden Fıkıh Ve Tasavvuf Yolunu İyi Bilen, Alîmî Efendiyi Yerine Bıraktı. Vâlidesini Ve Talebelerinden Birkaçını Alıp, İstanbul'daki Mehmed Ağa Dergâhına Yerleşti. Burada Yirmisekiz Sene Vâz Ve Nasîhatla Meşgûl Oldu. 1635 Senesi Rabî'ul-âhir Ayından Îtibâren; Ayasofya, Fâtih Ve Sultan Ahmed Câmilerinde Vâz Vermeye Başladı.
abdülehad Efendi, Cumâ Günü Hangi Mevzûda Vâz Verecekse, Onunla Alâkalı Âyet-i Kerîme Ve Hadîs-i Şerîflerin Meâllerini Güzelce Beyân Eder, Ayrıca Mevzû İle Alâkalı Bir Hikâye Anlatır, Söylenmesi Lâzım Olan Hususları Söyleyerek, Faydalı Nasîhatler Yapardı. Müşkilleri Ve Suâlleri Olanlar, Vâzdan Sonra, Anlayamadıkları Yerleri Sorarlar, O Da Cevap Verirdi. Bir Gün Sultanahmed Câmiinde Vâz Verirken Şu Şiiri Söyledi:
semâdan Sırr-ı Tevhîdi Duyan, Gelsin Bu Meydâna.
derûn İçre Bugün, Allah Diyen Gelsin Bu Meydâna
duyanlar Sırr-ı Settârı, Görenler Nûr-i Gaffârı
cihânda Şîşe-i Ârı, Kıran Gelsin Bu Meydâna
sezâdır Ehl-i İrfâna Getirsin Cânı Meydâna
fedâ Kılmaya Ol Cânı Duyan Gelsin Bu Meydâna
gönül Maksûdunu Buldu, Cihan Envâr İle Doldu.
bugün İklim-i Oldu, Duyan Gelsin Bu Meydâna
süleymâniye Câmiinde Vâz Ettiği Bir Gün, Kürsüye Bir Kâğıt Kondu. Vâzdan Sonra, Bu Şekilde Konan Kâğıtları Okurlardı. Kâğıdı Okuyunca; "sizin Gavs Olduğunuz Söyleniyor. Gavs Olan, Allahü Teâlânın İzni İle İstediğini Yaparmış. Eğer Gavs İseniz, Beni Bu Mecliste Öldürün Bakalım." Yazıyordu.
abdülehad Efendi Bu Yazıyı Okuyunca; "taassub İnsanı Nelere Götürürmüş. Sübhânallah, Biz Âciz Ve Fakîr Bir Kuluz. Halk Bizi Gavs Ve Kutb Bilir. Hak Teâlâ Onları Tasdik Eyleye. Kutb Olanlar Nefis Ehli Olanlar Gibi, Ben Bunu Yapamaz Mıyım Diye Elinden Geleni Yapmaya Kalkışmaz. Onlara Sıkıntı Ve Cefâ Verilse Bile Onlar Affederler. Onun İçin Yüksek Mertebelere Eriştiler. Fakat Evliyâ, Kınından Çekilmiş Bir Kılıçtır. Bir Kimse Kendini Kılıca Vursa, Kabahat Kılıcın Mıdır, Yoksa Kendini Kılıca Vuranın Mı?" Buyurduklarında, Câminin İçinde; "aman, Eyvah, Eyvah." Diye Bir Çığlık Koptu. O Kâğıdı Yazan Kişi O Anda Vefât Etti.
kudüs Ve Kâhire'de Kâdılık Yapmış Olan İsmâilzâde Efendi, Abdülehad Efendinin Dergâhına Yakın Bir Yerde Oturuyordu. Abdülehad Efendiye Gider Gelirdi. Yine Bir Gün Dergâha Acele İle Gelerek; "efendim! Mâlumunuz, Bir Oğlumuz Kaldı. O Da Tâûn Hastalığına Yakalandı. Ölmek Üzeredir. Duâ Ve Himmetlerinizi İstemeye Geldim." Dedi. Abdülehad Efendinin, Yapacak Bir Şeyi Olmadığını Bildirmesi Üzerine, Kâdı İsmâilzâde Efendi; "sizden Murâdım Nâil Olmadıkça, Buradan Ayrılmam Mümkün Değildir." Diye ısrar Etti. Duâ Ve Himmet Etmeleri İçin Çok Yalvardı. Bunun Üzerine Abdülehad Efendi; "bakalım Hak Teâlâdan Ne İşâret Buyurulur?" Deyip Dışarı Çıktı. İki Rekat Namaz Kılıp Murâkabeye Vardı. Bir Müddet O Hâlde Kaldı. Sonra Bulunduğu Yerden Çıkıp; "ismâil Efendi, Oğlun Tâûndan Kurtuldu. Sıhhate Kavuştu. Elbisesini Giymiş Bir Hâlde Odasında Dolaşmaktadır." Diye Müjde Verdi. Buna Çok Sevinen İsmâil Efendi, Allahü Teâlâya Hamd Ve Senâda Bulunup, Abdülehad Nûrî'ye Çok Teşekkür Etti. Evine Vardığında Oğlunu, Abdülehad Nûrî Efendinin Haber Verdiği Şekilde, Odada Elbisesini Giymiş Ve Dolaşır Buldu.
abdülehad Nûrî Efendi'ye; "sultânım, Böyle Bir Hastanın Şifâya Kavuşmasına Vesîle Olmak Büyük Bir İş, Güç Ve Kuvvettir." Denildiğinde Şöyle Cevap Verdi:
evet Öyledir. Fakat Allahü Teâlânın Dilediği Şey Elbette Olur. Allahü Teâlâya, Bu Hastalığı O Çocuktan Defetmesi İçin Teveccüh Edip Yalvardığım Zaman, Tâûn Askerinden Ellerinde Bir Defter İle Dört Kimse Göründü. "siz Kutbu Âzam, Gavs-ı Âlem Ve Allahü Teâlânın Sevdiği Bir Kul Olduğunuz Hâlde, Niçin Allahü Teâlânın Kazâ Ve Kaderine Karşı Gelirsiniz. Bizim Defterimizde İsmi Ve Resmi İle Vefâtı Yazılı Olan Kimsenin Yaşamasını Niçin İstersiniz?" Dediklerinde, Onlara; "benim Allahü Teâlâya Teveccüh Etmem, Yalvarıp Yakarmam Da, Allahü Teâlânın Rızâsı, Kazâ Ve Kaderi İle Değil Midir?" Dedim. O Dört Şahıs Susarak Kaybolup Gitti.
vezirlerden Birisi, Abdülehad Efendiye Bir Kese Altın Hediye Gönderdi. Sonradan O Vezir, Abdülehad Efendinin Sohbetinde Bulunduğu Bir Gün; "bu Derece Hediyede Bulunmak Herkesin Kârı Değildir." Mânâsında Sözler Sarf Ederek Övündü Ve Yaptığı İyiliği Başa Kakar Bir Duruma Düştü. Bunun Üzerine Ebdülehad Efendi; "behey Paşa! Fakîrlerin Ve Halkın Gözü, Ciğeri Ve Kanı İle Bana Minnet Mi Edersin?" Dedi. Ellerini Yanlarında Bulundurdukları Keseye Soktuğunda Kesedeki Altınlar Herkesin Gözü Önünde Kan Olup Ortaya Doğru Akmaya Başladı. Bu Durumu Gören Paşa Hemen Tövbe Ederek, Abdülehad Efendiden Af Diledi.
abdülehad Efendinin, Doğruluğu, Sadâkat Ve Bağlılığı İle Bilinen Ve Kâdılık Yapan Bir Talebesi Vardı. Çoluk-çocuğunu Bir Gemiye Bindirerek, Kâdı Tâyin Olduğu Yere Gidiyordu. Bir Ara Büyük Bir Fırtına Çıktı. Geminin Yelkenleri Ve Direkleri Parçalandı. Gemide Bulunanların Hayattan Ümitlerini Kestikleri, Ağlayarak Kelime-i Şehâdet Getirdikleri Ve Allahü Teâlânın Rahmetini Diledikleri Bir Sırada, Allahü Teâlânın İzni İle Abdülehad Nûrî Efendi Onlara Göründü. "niçin Feryâd Edersiniz? Deniz De Bir Mahlûk, Emredileni Yapan Bir Memurdur." Buyurup, Denize; "ey Deniz! Allahü Teâlânın İzni İle Sâkin Ol!" Dediğinde Deniz Sâkinleşerek Durulup Gitti. Bunu Görenler Allahü Teâlâya Hamd Ü Senâda Bulundular.
körükçüzâde Efendi İsminde Bir Âlim, Bir Gün Süleymâniyecâmiinde Vâz Eder, Altı Gün De Umûmi Ders Verirdi. Abdülehad Nûrî Efendiye Ve Talebelerine Gerek Vâzında, Gerekse Derslerinde Dil Uzatır, Aleyhinde Konuşurdu. Abdülehad Efendinin Halîfeleri Ve Talebeleri, O Zâtın Bu Sözlerini Duyunca Çok Üzüldüler, Onu Hocalarına Şikâyet Edip, Vâzına Ve Derslerine Mâni Olmasını İstediler. Abdülehad Efendi De Onlara; "birkaç Gün Tahammül Edin. Onun Bizi İnkârı Ve Düşmanlığı, Bize Bağlılığa Dönüşecek. Bizim Talebelerimiz Arasına Girecek. Vefâtımızdan Sonra Otuz Sene Tasavvuf Yolunun Doğruluğunu Müdâfaa Edecek." Dedi.
çok Geçmeden Bir Gün, Abdülehad Efendi Talebeleri İle Berâber Sohbet Ederken; "işte Dostunuz Körükçüzâde Efendi Geliyor." Dedi. Herkes Hayretle Onun Gelişini Bekledi. Ansızın Huzûra Girdi. Abdülehad Efendinin Ellerine Kapandı. Hıçkırarak Ağladı. Abdülehad Efendi; "gördüğünüz Rüyâdan Haberimiz Var. Murâdınız Ne İse Onu Söyleyin." Dedi. Körükçüzâde Efendi; "saâdetli Sultânım! Bu Köleniz Kırk Seneden Beri, Medresede Müderrislik Yapmaktayım. Bütün Vakitlerim Ders Okutmak, Vâz Vermek, Resûlullah Efendimizin Sünnet-i Seniyyesi İle Amel Etmekle Geçtiği Hâlde, Niçin Rüyâmda Resûlullah Efendimizin Mübârek Cemâlini Göremediğimi, Yüksek Ve Bereketli Sohbetleri İle Şereflenemediğimi, Niçin Mahrûm Olduğumu Düşünerek Uykuya Daldım. Gördüğüm Rüyâ İle Bu Derdime Derman Ve Merhemin Sizin Olduğunuzu Anladım. Aman Ne Olur, Benim Bu Derdime Derman Olun." Diye Ağlayıp İnledi. Bunun Üzerine Abdülehad Efendi, Onun Kulağına Bir Şeyler Söyledi. Körükçüzâde Efendi Kalkıp Gitti. O Gün Öğleden Sonra Tekrar Gelip Ağlayarak; "bu Ne Büyüklüktür Ki, Kırk Yıldır İlim Ve Amel İle, Nefsi ıslâh Ve Takvâ İle Müşerref Olamadım. Fakat Sizin Bir Himmet Ve İşâretiniz İle, O Sultân-ı Enbiyânın Mübârek Cemâlini Görmekle Şereflendim." Deyip Abdülehad Efendi'ye Talebe Oldu. Şiir:
mürşid-i Kâmil, Mürîdi, Evvel Ehl-i Hâl İder,
sonra, Fahr-i Kâinâtın Bezmine İdhâl İder,
nice Yıllar Sa'y İle Eremediği Menzillere,
bir Nefesle Mürşid-i Kâmil Onu Îsâl İder.
abdülehad Efendinin Halîfelerinden Birisi Şöyle Anlatır:
pâdişâh Beni Dâvûdpaşa Câmiinde Vâz Etmem İçin Dâvet Etmişlerdi. Câmiye Girdiğimde Bende Biraz Pişmanlık Hâli Meydana Geldi. Kürsîye Çıktığımda, Hatırıma Hiçbir Kelime Gelmedi. Yakın Olduğu Hâlde Önümdeki Yazıyı Okuyacak Hâlim Kalmamıştı. Bu Durumdan Kurtulmak İçin Abdülehad Efendinin Rûhâniyetine Teveccüh Etmek Hatırıma Geldi. Abdülehad Efendinin Rûhâniyetine Kalpten Teveccüh Ettiğimde O Anda Görünüp, Sanki Bana; "nedir Bu Perişanlık, Yapacağın Vâz, Uzun Zamandan Beri Yaptığın Vâzlar Değil Midir?" Buyuruyordu. O Sırada Bende, Tam Bir Rahatlık Ve Zindelik Meydana Geldi. Öyle Bir Vâz Ettim Ki, Beni Tanıyanlar; "hayâtımızda Böyle Bir Vâz Dinlemedik." Dediler.
talebelerinden Karabaş Mahmûd Efendi Şöyle Anlatır:
abdülehad Efendi, Bu Fakîri Ankara'ya Gönderdikten Bir Müddet Sonra, İstanbul'a Dâvet Etti. Bunun Üzerine İstanbul'a Gittim, Bir Müddet Hizmetlerinde Bulundum. Sonra Çoluk-çocuğumu İstanbul'a Getirmemi Emrettiler. Bir Kese Akçe Harçlık Verip; "sakın Sayma, Bu Size Ömrünüzün Sonuna Kadar Yeter." Buyurdular. Üç Akçe İle Çoluk-çocuğumu İstanbul'a Naklettim. Yedi Sene O Akçeler İle Geçimimi Sağladım, Hiç Eksilmediler. İçimden Dâimâ, Akçeleri Saymak Geçerdi. Fakat Sabredip Saymazdım. Akçeleri Sayma Arzusu Bir Gün Bana Gâlip Geldi Ve Saydım. Beşyüz Akçe Vardı. Bir Kaç Gün Geçmeden Eksilmeye Başladı Ve Sonunda Bitti.
kastamonulu Şâbân Efendinin Talebelerinden Üsküdarlı Karabaş Ali Efendi Şöyle Anlatır:
1647 Senesinde İstanbul'a Gittim. Abdülehad Efendi O Zaman Bâyezîd Câmiinde Ders Veriyordu. Bir Vâzında Bulundum. Vâzdan Sonra Herkes Elini Öptü. Ben, Kimse Kalmayınca Elini Öptüm. Geceleyin Gördüğüm Bir Rüyânın Tâbirini Soracağım Sırada; "ali Efendi! Dergâha Gelin." Buyurdular. Üç Ay Geçtikten Sonra, Bir Gece Dergâhlarındaki Sohbette Hazır Bulundum. Mübârek Ellerini Öpeyim Diye Yanlarına Vardım. Âdet-i Şerîfleri Olarak Gözlerini Açmazlarmış. Fakat Ben Huzûrlarına Varınca, Gözlerini Açtılar; "ali Efendi! Ne Garip, Geç Geldiniz!" Buyurduktan Sonra Rüyâmı Anlatmadan Tâbir Ettiler Ve; "yirmi Sene Sonra İstanbul'a Gelirsiniz, Üsküdar'da İkâmet Ediniz. Dergâhınız Üsküdar'dadır." Buyurdular. Aynen Abdülehad Efendinin Dediği Gibi Oldu.
abdülehad Efendi 1650 Senesinde, Talebeleri İle Rumelihisârı'na Gitmişti. Orada Birkaç Gün Kalmışlardı. Bir Ara Sohbet Ederken Orada Bulunanlardan Biri; "efendim! Evliyâullah, Allahü Teâlânın İzni İle Toprağı Altın Yapar. Sizden Böyle Şey İsterim." Dedi. Bunun Üzerine Abdülehad Efendi Besmele Çekip Yerden Bir Avuç Toprak Aldı Ve Dervişin Avucuna Döktü. Dervişin Avucunda Birkaç Adet Hâlis Altın Meydana Geldi. Bir Tânesi Yere Düştü. Ali Dede İsminde Bir Talebe O Altını Alıp, Koynuna Koydu. Teberrüken O Altını Muhâfaza Etti. Vefâtına Yakın, O Altını Ne Yaptığı Sorulunca; "onu Canım Gibi Muhâfaza Ediyorum. Efendimin Yâdigârıdır. Bu Kadar Zengin Olmama Bu Altın Vesîle Oldu." Dedi.
abdülehad Efendi, Kandilli Taraflarında Bir Yere Talebeleri İle Berâber Gitmişti. Orada Talebeler Denize Girmek İçin İzin İstediler. Abdülehad Efendi De İzin Verdi. Herkes Denize Girdi. Fakat Talebelerden Birisi Denize Girmemişti. Abdülehad Efendi O Talebeye Niçin Denize Girmediğini Sorunca; "efendim! Vücûdum Zayıftır. Soğuk Suya Tahammülü Yoktur." Diye Cevap Verdi. Bunun Üzerine Abdülehad Efendi; "deniz Suyu Hamam Suyu Gibi Sıcak Olabilir. Hem Sıhhat Ve Kuvvete Vesîle Olur." Buyurdular. Emre Uyarak Denize Girdi. Deniz Suyunun, Hamam Suyu Gibi Sıcak Olduğunu Gördü.
abdülehad Efendiye Bağlı En Samîmi Talebelerinden Olan Hassa-ı Hümâyûndan Gürcübaşı Mûsâ Ağa Şöyle Anlattı:
abdülehad Efendi Hiç Sebep Yokken Ve Bir Münâsebet De Geçmeden Bana; "mûsâ Ağa! Mısır'dan Dönüşte, Kalyona Binmeyip, Sayıkaya Veya Firkateyne Bininiz." Buyurdu. Buna Çok Taaccüb Ettim. Çünkü, Mısır'a Gitmek Hiç Hatırımdan Geçmemişti. Fakat Abdülehad Efendinin Bunu Söylemekten Bir Murâdları Olmalı Deyip, Merakla Bekliyordum. Bu Sözün Mânâsını Bir Türlü Anlayamıyordum.
abdülehad Efendinin Vefâtlarından Birkaç Sene Sonra Mısır'a Gitmem İcâb Etti. Mısır'a Gittim. Dönüşte Yol Arkadaşım Hacı Hasan İle, Eşyâlarımı İskenderiye'ye Gönderdim. Hacı Hasan İskenderiye'ye Vardığında Eşyâlarımı Hazır Bir Kalyona Yüklemiş. Oraya Varıp, Eşyâlarımın Kalyona Yüklenmiş Olduğunu Görünce, Abdülehad Efendinin Bana Yaptığı Tenbihler Hatırıma Geldi. Bu Yüzden Eşyâlarımı O Kalyonla Götürmemek İçin Çok Gayret Ettim. Fakat Bütün Gayretlerim Boşa Çıktı. Bunun Üzerine Kazâya Rızâ Gösterip, Allahü Teâlâya Tevekkül Ederek Kalyonla Yola Çıktık. Yelkenler Açıldı, Uygun Bir Rüzgâr İle Bir Gün Bir Gece Yol Aldık. Sonra Büyük Bir Fırtına Çıktı. Çok Tehlikeli Durumlarda Karşı Karşıya Kaldık. Bir Sâhile Yanaşmak İmkânı Yoktu. Kalyon Su Almaya Başladı. Suyu Tulumbalarla Dışarıya Atmak Mümkün Olmadı. Yetmiş Kadar Kişi, Kurtulmak İçin Sandallarla Denize İndiler. Fakat Alabora Oldular. Kayıktakiler Yardım Çığlıkları İle Bağırıyorlardı. Kalyon Da Batmak Üzereydi Ki, Abdülehad Efendi Denizin Üzerinde Görünüp; "korkma, Kurtulacaksın." Dedi. Benden Başka Üç Kişiye De Böyle Göründü. İki Gün İki Gece Deniz Üzerinde Hocamın Rûhâniyeti Bizimle Berâber Bulundu Ve Bizi Teselli Etti. Bu Şekilde Suriye'nin Trablus'una Ulaştık. Bu Sırada Abdülehad Efendi; "mûsâ Ağa, Bundan Sonrası Selâmettir." Deyip Kayboldu. Fakat Yanımızda Hiç Harçlığımız Yoktu. Bu Sırada Tanıdıklarımızdan Birisi Hâlimizi Öğrenip, İstanbul'a Gittiğimizde Ödemek Üzere, Bize Harçlık Ve Elbise Verdi. Hattâ Bir Müddet Evinde Misâfir Etti. Böylece Abdülehad Efendinin Kerâmetleri İle Memleketimize Ulaştık.
muhammed Nâzır Efendi Şöyle Anlatır:
rüyamda Büyük Bir Sahradaydım. Büyük Bir Ağacın Etrâfında Yedi Kişi Oturmuştu. Önlerinde Birer Tane Buğday Döğecek Tokmak Vardı. İçlerinden Birisi, Beni Öldürmek Kastıyla; "azîz'in Mezrâsında Ne Gezersin?" Diyerek Üzerime Hücum Etti. Ben De Ondan Kendimi Kurtarmak İçin; "ben, Azîz'in Talebelerindenim." Dedim. O Sırada Uyandım. Hemen Rüyâmı Tâbir Etsin Diye, Abdülehad Efendinin Yanına Gittim. Huzûruna Varınca; "hoş Geldin Efendi. Rüyândakiler Bizim Hizmetçilerimizdir. Kılıçları Ve Diğer Silâhları Mükemmeldir. Size Tokmak İle Görünmeleri Merhametlerindendir." Buyurdu. Bu Kerâmetini Görünce, Bütün Varlığım İle Ona Bağlandım.
meşhûr Talebelerinden Karabâşî Hacı Sâdık Efendi Şöyle Anlattı:
hacca Giderken, Korkulu Ve Kimsesiz Yerlerde, Abdülehad Efendiyi Bizzat Bu Gözlerim İle Görürdüm. Kendi Kendime, Ona Olan Fazla Sevgimden Dolayı Onu Gördüğümü, Bir Hayal Olduğunu Düşündüm. Fakat Mekke-i Mükerremeye Vardığımda, Tavâf Ederken Hocamı Yanımda Gördüm. Hattâ Bana Selâm Verdi. Ben De Elini Öptüm. Sonra Kayboldu. Ben Tavâfımı Bitirdiğimde, Hocam Makâm-ı İbrâhim Denilen Yerden Ayrılıyordu. Bana; "ey Sâdık Dede! Arafat'ta Görüşürüz." Deyip Tekrar Kayboldu. Arafat'ta, Hocam Abdülehad Efendi İle Birlikte Vakfeye Durduk. Sonra Bana Vedâ Ederek Ayrıldı.
abdülehad Nûrî Efendi, Bir Vâz Esnâsında, Vefâtının Yaklaştığına İşâret Etti. 1650 Senesinde Bütün Derslerine Son Vererek Vâz Verme İşini De Talebelerine Bıraktı. Kendisini Tamâmen İbâdet Ve Tâata Verdi. Aynı Senenin Muharrem Ayının Sonunda Biraz Rahatsız Oldu. Hastalıkları Artınca, Sultan Dördüncü Mehmed Han, Vâlide Sultan, Vezîr-i Âzam, Şeyhülislâm Ve Diğer Sevenleri Tarafından Gönderilen Tabibler Bir Olup, İlaç Vermek İstediler, Fakat Kabûl Etmedi. Zamânın Lokmanhekîmi Diye Meşhûr Olan Fergânîzâde Süleymân Ağa; "sultânım, İlâcı Bıraktık. Bâri Mübârek, Başınıza Sarığınızı Giyin. İnşâallah İlâca Muhtaç Olmazsınız." Deyince,abdülehad Efendi; "süleymân Ağa! Siz Bizim Ahvâlimize Vâkıfsınız. Biz Dâvet Olunduk. Bizi Bekliyorlar. Biz Âlemlerin Rabbinin Huzûrunu Tercih Ettik." Dedi. Hastalığının Yedinci Günü İkindi Vakti Vefât Etti. Gaslini, Dergâhının Câmi İmâmı Tatarali Efendi Yaptı. Aliefendi Ne Tarafa Çevirmek İstediyse Abdülehad Efendinin Bedeni Kendiliğinden O Tarafa Döndü.
abdülehad Nûrî Efendinin Dünyâya Hiç Rağbet Etmediğine Dâir Bir Kasidesindeki Beytler Şöyledir:
fakr İle Fahra (övünmeye) Vâris Olduk
zenginliğin Son Derecesine Mâlikiz Biz
fâniyi (gelip Geçeni) Bekâya Verdik Elhak
bâkî'de Bekâya Mâlikiz Biz.
abdülehad Efendi Buyurdu Ki:
"talebeyi Celâl Ve Kahr İle Terbiye, Talebenin Kemâline Sebeptir. Fakat Her Talebenin Buna Tahammülü Olmadığından, Nasîbsiz Kalmasınlar Diye Lütf Ve Cemâl İle Terbiye Ederiz. Çoğunlukla Talebe, İstidat Ve Kâbiliyetine Göre Terbiye Olunur."
"kelime-i Tevhîdle Lâ İlâhe İllallâh Muhammedün Resûlullah Diyerek Kudret Miktarınca Meşgûl Olmak Lâzımdır."
"iki Kalbin Yok Ki, Biri İle Allahü Teâlâya, Diğeri İleallahü Teâlâdan Başkalarına Yönelesin."
"ilimde Mâhir, Dînî Meselelere Gereği Gibi Vâkıf Olmayan, Fakat Âlim Sıfatını Taşıyan Câhil; Ehl-i Sünnet Vel Cemâat Îtikâdı İle Diğer Dalâlet Ve Bozuk Îtikâdları Birbirinden Ayırmaya Gücü Yetmeyen, İhtilaflı Meselelerin Sâdece Bir Tarafını Bilip, Diğer Tarafından Haberi Olmayan Ve Yanlış Düşüncesinde Direten, İlmi İle Amel Etmiyen Münâfık Sıfatlı Kimseler, Âhireti Taleb Edenleri Bid'at Ve Dalâlete Düşürerek Dinden Ederler. Onun İçin; Allahü Teâlânın Emirlerine Uyan, Yaratıklarına Şefkat Eden, Sırf Allah İçin Doğru Yolu Gösteren Mürşid-i Kâmillere Uyup, Nâkıs Olanlardan Çok Sakınmalıdır."
abdülehad Nûrî Efendinin Yazdığı Eserlerden Bâzıları Şunlardır:
1) Şerhu Erbeîniyyât, 2) Riyâz-ül-ezkâr, 3) Te'dib-ül Mütemerridîn, 4) Risâlet-ün Fî Hayât-il Hızır Ve İlyas, 5) Risâlet-ün Fî Tevfîkı Tearrüd-ül Âyât, 6) Risâletü'n Meret-ül-vücûdî Fil Merâtib-il-külliyeti Vel Hazırât, 7) Risâlet-ün Fî Nef'i Mesâi'l-ahyâi Lil-emvât.
kerâmet Ve Menkîbeleri
senin İsmin Defterden Silinmiştir
hacı Hızıroğlu Mehmed Ağa, Üsküdar'ın İleri Gelenlerinden Ve Sipâhilerindendi. Büyük Zâtların Sohbetlerinde Çok Bulunurdu. Tarîkat Âdâbından Nasîbini Almış, Edeb Sâhibi Bir Zât İdi. Bir Gün Kötülük Ve Zulüm Yapmak İsteyen Kimselerin Kendisini Aradıkları Haberini Aldı Ve Dostlarından Birisinin Evinde Saklandı. Gece Allahü Teâlâya, Kendisini Bu Belâ Ve Musîbetten Muhâfaza Buyurması İçin Yalvarırken, Çevresinde Bulunan Velî Zâtlardan Yardım Ve Duâ İstemek Hatırına Geldi. Evinin Çevresinde Oturan Velîleri Bir Bir Hatırına Getirdi. O Anda Hatırına, Bu Belâdan, Abdülehad Nûrî Efendinin Vâsıtasıyla Kurtulabileceği Düşüncesi Geldi. Bunun Üzerine Bütün Kalbiyle Abdülehad Nûrî Efendiye Yönelip; "abdülehad Efendi Hürmetine Beni Bu Belâdan Kurtar." Diye Allahü Teâlâya Yalvardı. O Arada Uyuya Kaldı. Rüyâsında Abdülehad Nûrî Efendiyi Gördü. Ona; "mehmed Ağa, Korkma! Zorbaların Defterinden Senin İsmin Kaybolmuştur. Gönlün Hoş Olsun. Rahat Bir Hâlde Evinde Dostların İle Sohbet Eyle." Dedi. Uyanır Uyanmaz Mehmed Ağa, Abdülehad Nûrî Efendinin Dergâhındaki Talebelere Yedirmek Üzere, Allah İçin Yedi Kurban Adadı. Bir İki Hafta Evinde Dostları İle Sohbette Bulundu. Çarşı, Pazarda Dolaştığı Hâlde, Kötü Bir Haber Almadı.
selâmetle Gidip Gel
abdülehad Efendi Bir Gün, Talebelerinden Birisinin Bir İş İçin Üsküdar'a Gidip Gelmesini İstedi. Fakat O Gün Çok Fırtınalı İdi. Kayık Hiç İşlemiyordu. Bu Yüzden Talebelerden Kimse, Ben Gidip Gelirim, Diyemedi. Nihâyet İçlerinden Biri, Abdülehad Efendinin Emrini Yerine Getirmek İçin Kendisinin Üsküdar'a Gidip Geleceğini Söyledi. O Zaman Abdülehad Efendi O Talebesine; "selâmetle Gidip Gel." Diye Duâ Etti. O Talebe Eminönü'ne Geldiğinde, Yüz Kadar Kayıkçıdan Ancak Birini Üsküdar'a Gidip Gelmeye İknâ Edebildi. Kayıklarından Birisini Denize İndirdiler. Bir Ok Atımı Gitmeden, Fırtına Dindi, Deniz Sâkinleşti, Rüzgâr Uygun Bir Yöne Doğru Esmeye Başladı. Yelken Açıp, Üsküdar'a Kısa Zamanda Gidip Geldiler. Dönüşte Talebe Durumu Abdülehad Efendiye Bütün Tafsîlâtıyla Anlattı. Abdülehad Efendi Talebesine Çok Duâ Etti.
beyitler
önce Sevmezdi Ama
körükçüzâde Diye, Vardı Ki Âlim Bir Zât,
bu Velîye Soğukluk, Duyuyordu O Bizzât.
her Gün Süleymâniye, Câmiinde Ders Ve Vâz,
edip, İslâmiyeti, Ediyordu Halka Arz.
lâkin Onun Hakkında, Hakîkate Mugâyir,
kelâmlar Ediyordu, Kötülüğüne Dâir.
abdülehad Nûri'nin, Talebeleri İse,
bunları İşiterek, Düşerlerdi Yeise.
onun Bu Sözlerinden, Rahatsız Olup Gâyet,
onu, Hocalarına, Eylediler Şikâyet.
dediler Ki: "efendim, Yaptığı Doğru Mudur?
biz Onun Sözlerinden, Oluyoruz Bî-huzur."
buyurdu: "evlâtlarım, Sabrediniz Az Daha,
onun Bu Düşmanlığı, Dönüşecek Dostluğa.
o Dahi Aranıza, Girecek Bu Gün Yarın,
gelip Hizmet Edecek, Bir Dergâhta Bi Hakkın."
fazla Zaman Geçmemiş, İdi Ki Bu Velî Zât,
dergâhta Talebeye, Ediyorken Nasihât,
buyurdu: "biraz Sonra Körükçüzâde Hoca,
bu Dergâhtan İçeri, Girecektir Doğruca."
inanamıyorlardı, Talebeler Buna Hiç,
herbirinin Kalbini, Sardı Büyük Bir Sevinç.
onun Dediği Gibi, Hakîkaten Az Sonra,
körükçüzâde Hoca, Gelip Girdi Huzura.
bu Büyük Evliyânın, Eline Sarılarak,
hürmet İle Öptü Ve, Ağladı Hıçkırarak.
ona Buyurdular Ki: "mâlumudur Rüyânız,
şimdi Lütfen Söyleyin, Ne İse Murâdınız."
körükçüzâde İse, Arz Etti Ki Ona İlk;
"efendim, Kırk Senedir, Yaparım Müderrislik.
bunca Yıl Câmilerde, Ederek Her Gün Vâz,
resûlün Sünnetini, Hep Eyledim Halka Arz.
lâkin Resûlullahın, Mübârek Nûr Cemâli,
görünmedi Rüyâda, Dert Ettim Bu Hâli.
her Gün Onun Dînine, Hizmet Eyledim De Hep,
ne İçin Bu Şereften, Mahrum Oldum Ben Acep?
ben Bunu Düşünerek, Yattığımda Dün Gece,
gâyet Rûhâniyyetli, Rüyâ Gördüm Şöylece:
bana Nida Etti Ki, Rüyâda Bir Münâdi;
"kalk Da Abdülehad'ın, Dergâhına Git Haydi."
bu Derdimin İlâcı, Sizde İmiş Efendim,
bir Himmet Eyleyin De, Hallolsun İşbu Derdim."
abdülehad Efendi, Eğilip Biraz Ona,
bir Şeyler Fısıldadı, Gizlice Kulağına.
körükçüzâde Buna, Sevinmişti Be Gâyet,
gitti Ve Ertesi Gün, Yeniden Etti Avdet.
dedi Ki: "ey Efendim, Sevinçliyim Bir Nice.
zîrâ Bu Devlet İle, Şereflendim Bu Gece.
kırk Yıldır Bu Şerefe, Ermemişken Mâlesef,
sizin Himmetinizle, Bu Gün Oldum Müşerref."
soğukluğun Yerine, Sevgi Doldu O Kalbe,
hattâ O Günden Sonra, Oldu Ona Talebe.
rehber, Talebesini, Önce Eder Ehl-i Hâl,
sonra Resûlullahın, Bezmine Eder İthal.
kaynaklar
1) Sefînet-ül-evliyâ; C.3, S.357
2) Osmanlı Müellifleri; C.1, S.51
3) Hediyyet-ül-ihvân; Vr.73
4) Mu'cem-ül-müellifîn; C.5, S.66
5) Esmâ-ül-müellifîn; C.1, S.93
6) Hülâsât-ül Eser; C.2, S.269
7) Vekâyi-ül-füdelâ; C.1, S.547
8) Sicilli Osmânî; C.3 S.204