hindistan Evliyâsından Ve Hadîs Âlimi. 1551 (h.958) Ocak Ayında Delhi'de Doğdu. Âilesi Moğol İstilâsı Sırasında Türkistan'dan Göç Ederek Bölgeye Yerleşen Bir Türk Boyuna Mensuptu. Babası Seyfeddîn Efendidir. 1642 (h.1052)'de Delhi'de Vefât Etti.
küçük Yaşta İlim Tahsiline Başlayan Abdülhak-ı Dehlevî, Babasından İlim Öğrenmeye Başladı. Babası İhtiyar Ve Zayıf Olmasına Rağmen Gece-gündüz Oğlunun Yetişmesi İçin Çalıştı. Abdülhak-ı Dehlevî Yaratılış Bakımından Büyüklerin Sözlerine Âşıktı. Velîlerin Sözlerini Dinleyince, Kendinden Geçerdi. Akâid İlmi Ve Vahdet-i Vücûd Olmak Üzere Anlayamadığı Bâzı Mevzûlar Üzerinde Şüphe Ve Tereddüdleri Hâsıl Olunca Babası; "bizim De Bu Meselede Böyle Çok Şüphe Ve Tereddüdlerimiz Olurdu. İnşâallah Git Gide Bunlardaki Perde Açılır, Kapalılık Gider, İşin İç Yüzü, Hakîkatı Ortaya Çıkar. Fakat Dâimâ Çalışmak Lazımdır." Derdi.
babasında Okumaya Başladı. Kur'ân-ı Kerîmi İki-üç Ay Gibi Kısa Zamanda Hatmetti Ve Yazı Yazmasını Öğrendi. Çok Kuvvetli Bir Hâfızası Vardı. Kur'ân-ı Kerîmi Öğrenip Ezberledikten Sonra, Sarf, Nahiv, Tefsîr, Fıkıh İlimlerini De Babasından Öğrendi. Babası Ona; "inşâallah Çok Çabuk Âlim Olursun. Allahü Teâlânın Seni Hayâl Ettiğim Kemâle Ulaştıracağını Düşünmek, Benim Neşelenmeme Sebeb Oluyor." Derdi.
abdülhak-ı Dehlevî Tahsil İçin Yaklaşık 4 Km Uzaklıktaki Medreseye Gider Gelirdi. Sabah Namazından Önce Medreseye Giderdi. Gecelerinin Çoğu Mütâlaa, Gündüzleri İse Yazmakla Geçerdi. Mahalle Çocukları Gibi Oynamaz Gece De Belirli Vakitlerde Uyumazdı. Annesi Ona; "arkadaşlarınla Biraz Oyna Rahatına Bak." Dediğinde; "anneciğim. Oyundan Maksat Hâtırı Gönlü Hoş Etmek, Hoş Vakit Geçirmektir. Benim Gönlüm Ya Okumakla Veya Yazı Yazmakla Açılıp Rahatlıyor." Derdi. Annesinin, Gece Yarısından Sonra, O Kitap Okurken; "oğlum Ne Yapıyorsun?" Sesine Karşılık, Yalan Olmaması İçin, Yatar Ve; "yattım Anneciğim! Bir Şey Mi Buyurmuştunuz?" Derdi. Sonra Kalkıp Okumasına Devam Ederdi. Birkaç Defa Saçları Ve Sarığı Mum Ateşi İle Yandı. Bu Azim, Bir De Babasının Duâsı İle On Yedi Yaşında İken İlim Tahsilini Tamamladı. Babasının Teşviki İle Kâdiriyye Tarîkatının Kurucusu Olan Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî'nin Torunlarından Şeyh Mûsâ Kâdirî Geylânî'nin Sohbetlerinde Bulundu.
abdülhak-ı Dehlevî Babasının Vefâtından Sonra, Ekber Şahın Sarayına Girdi. Bir Süre Sonra Bâzı Kimselerin İsmini Sarayda Kendi Kötü Gâyeleri İçin Kullandıklarını Anlayınca, Oradan Ayrılıp Hindistan'ı Terk Etmeye Karar Verdi. Hacca Gitmek Üzere Yola Çıktı. Hac Farîzasını Yerine Getirdikten Sonra Buradaki Âlimlerin Sohbetlerinde Bulundu. Büyük Hadîs Âlimi Abdülvehhâb-ı Müttekî'nin Derslerini Tâkib Etti. Peygamber Efendimizin Mübârek Ravda-i Mutahherasında İkâmet Etti. Burada Pekçok Mânevî Feyz Ve Bereketlere Kavuştu. Bu Konuda Kendisi; "bu Hakîr, Fakîr, Resûlullah'ın İkrâm Ve İhsânlarını Anlatmaya Kalksam Gücüm Yetmez." Buyurdu.
hicaz Dönüşünde, Silsile-i Aliyye İsmi Verilen Altın Halkanın Büyüklerinden Olan Muhammed Bâki-billah Hazretlerinin Talebesi Oldu. Onunla Birlikte Hindistan'da Yayılmış Olan, Dîne Sonradan Giren Bid'atleri Kaldırmaya Çalıştı. Bir Ara İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Yazılarını Beğenmez, Îtiraz Yazıları Yazardı. Fakat, Son Zamanlarda, Allahü Teâlânın İnâyetine Kavuşarak, Yapdıklarına Pişmân Oldu. Tövbe Etti. Hâce Muhammed Bâkî'nin Mezun Ettiği Talebelerinden Mevlânâ Hüsâmeddîn Ahmed'e, Bu Tövbesini Şöyle Yazdı:
"allahü Teâlâ, Ahmed-i Fârûkî'ye Selâmetler İhsân Etsin! Bu Fakîrin Kalbi, Şimdi Ona Karşı Çok Hâlis Oldu. Beşeriyet Perdeleri Kalktı. Nefsin Lekeleri Temizlendi. Yol Birliğini Bir Tarafa Bırakalım, Böyle Bir Din Büyüğüne Karşı Durmamak, Akıl Îcâbı İdi. Ne İnsafsızlık, Ne Câhillik Etmişim. Şimdi Kalbimde Vicdânımda Duyduğum Mahcûbiyeti, Ona Karşı Küçüklüğümü Anlatamam. Kalbleri Çevirmek, Hâlleri Değiştirmek, Allahü Teâlâya Mahsûstur."
abdülhak-ı Dehlevî, Kendi Çocuklarına Da Mektup Yazarak:
"ahmed-i Fârûkî'nin Sözlerine Karşı Îtirâzlarımın Müsveddelerini Yırtınız! Kalbimde Ona Karşı Hiç Bir Bulanıklık Kalmamıştır. Kalbim Ona Karşı Hâlis Olmuştur." Dedi.
abdülhak-ı Dehlevî'nin Tövbesinin Sebebi İyi Bilinmiyor. Bu Hususta Bâzıları Rüyâsında Sevgili Peygamberimizin Azarladığını, Bâzıları Da; Yaptığı Bu Îtirazların Düşmanlarca Gönderilen Uydurma Bir Mektup Yüzünden Olduğunu, Gerçeği Anlayınca Pişman Olup Tövbe Ettiğini Söylemişlerdir. Ayrıca Kur'ân-ı Kerîmi, Bu Niyetle Birkaç Defâ Açtığını Ve; "yalancı İse, Zararı Onadır. Doğru Söylüyorsa, Allahü Teâlâ Vâd Ettiklerinden Bâzısını Başınıza Getirir!" ve; "onlar Allahü Teâlânın Sevgili Kullarıdır. Alış-verişte Bile Allahü Teâlâyı Kalplerinden Çıkarmazlar." meâlindeki Âyet-i Kerîmelerin Tesiri Üzerine Olduğunu Haber Vermişlerdir.
imâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Sohbetleriyle Şereflendi. Onun Sâdık Talebelerinden Oldu. Teveccühlerine Kavuşarak, Feyz Ve Bereketlerinden İstifâde Etti. İmâm-ı Rabbânî, Ona Zaman Zaman Mektuplar Yazarak Nasîhatlarda Bulunurdu.
abdülhak-ı Dehlevî, Çeşitli Kademedeki Devlet Büyükleri İle Mevki Sahiplerine Mektuplar Yazıp, Nasîhatlarda Bulunurdu.
abdülhak-ı Dehlevî'nin Talebelerinden Birine Yazdığı Bir Mektup Şöyledir:
şerh-i Sadr; Göğsün Yâni Kalbin Açılması, En Yüce Makam, En Büyük Nîmet Ve En Azîz İlâhi Hediyelerdendir. Zîrâ Hak Teâlâ Büyüklerin Efendisi, Kâinâtın Hülâsâsı, Habîbi Ve Resûlünü Bu Husûsi İhsân İle Nîmetlendirmiştir.
peygamber Efendimiz Buyurdu Ki: "kalbe Îmân Nûru Girince, Genişler Ve Açılır." eshâb-ı Kirâm (aleyhimürrıdvân); "yâ Resûlallah!o Nûrun Kalbe Girmesinin Alâmeti, İşâreti Nedir?" Dediler. Buyurdu Ki: "alâmeti, Kulun, Yüzünü Ebedî Olan Âhirete Dönmesi, Aldatan Ve Yoldan Çıkaran Dünyâdan Ve Ona Tutulmaktan Uzaklaşıp Kurtulmasıdır." dünyâ Görünüşte Süslüdür, Yaldızlıdır, Ama Aldatıcıdır, Hîlecidir. Kendini Sevenlerin Gönüllerini Çalar. Peygamberlik Basîreti, Gözüyle Ve Îmân Nûru ışığıyla Bakılınca, Yakînen Görülür Ve Anlaşılır Ki, Dünyâ İşlerinin Temeli Sakat Ve Dayanıksızdır. Âhiret İse Dâimî Ve Sonsuzdur. Bu Anlayışa Erişen Kimse, Yüzünü Fânî, Geçici Dünyâdan Çevirir, Kalb Gözünü Sonsuzluk Âlemine Döndürür Ve Yolculuk İçin Lâzım Olan Sevap Azıklarını Bulundurur. Kişinin Göğsünün Açılmasından Nasîbi, Bu Îmân Nûrundan Olan Nasîbi Kadardır. Bunun Da Mikdârı Kalbindeki Ferahlıkla Ölçülür. Çünkü Nûrun, Sînenin Açılmasında Ve Kalbin Ferâhında Tesiri Tamdır. Bu Sebeptendir Ki, Dünyâdaki ışığın Bile, Gönül Rahatlığına, Kalp Ferahlığına, Karanlığın Da, Sıkılmaya, Daralmaya Yol Açması, Sebeb Olması Büyüktür. Bunun İçin Demişlerdir Ki, Nefs-i Nâtıka(insânî Rûh), Nûra, ışığa Âşıktır. Nerede Bir ışık Hüzmesi, Demeti Parlasa O Tarafa Döner Ve O Yöne Koşar. Bu Yüzden Aydınlık Yerde Uyku Az Gelir. Zîrâ Rûh, Aydınlığa Nûra Olan Teveccühü Sebebiyle İçerden Dışarıya Gelir. Karanlık Olunca, İçe Çekilir Ve Uykuya Dalar. Beyt:
sana Visâl Meclisinde, Göz Uyku Yüzü Görmez.
yüzünün Kandili Önde, Uykuya Sıra Gelmez.
anlaşıldı Ki, Nûrun Zuhûru, Ferah Ve Sürûr Sebeblerindendir. Kalpler Onunla Açılır. Göğsün Açılması Genişlemesi Sebeplerinden Biri De İlimdir. İlim Sebebiyle Kalb O Kadar Genişler, Açılır Ki, Onun Her Köşesi Göklerden Ve Yerden Daha Geniş Olur. Hepsini İçine Alır. Bir Kimsenin İlmi Ne Kadar Çoğalırsa, Sînesindeki Genişleme De O Kadar Artar. Bu İlimden Murâd, Her İlim Değil, Peygamber Efendimizden Mîras Kalan İlimdir. Peygamberlere İlimden Başka Şeyle Vâris Olunmaz. Hadîs-i Şerîfte; "peygamberler, Vârislerine, Altın Ve Gümüş Bırakmazlar. Onlar İlim Bırakırlar." buyurulması O İlme İşârettir. O Zamandan Bu Yana Çok Vakit Geçti. Felsefe Karanlıkları Zuhûr Etti. İslâm Semâsını Kararttılar. Bir Kısım İnsanları Yoldan Çıkardılar. Bunlara İlim Değil, Cehâlet Demek Daha Uygun Olur.
göğsün Genişlemesi Sebeplerinden Biri De, Allah Yolunda Kahramanlık, İnsâf Sâhipleri Yanında Doğruyu Söylemektir. Bu Da Gönül Açıklığına Yol Açar. Böyle Yiğitlik, Güzelliklerin Başı Ve Bütün İyiliklerin Kaynağıdır. Din Yolundaki Şiddet Ve Zorluklar, Ancak Bununla Aşılır. "canını Düşünmeden Saldırdığı Zaman, Yiğidin Kalbine Açılan Ve Görünen Şeyi, Başkaları Kırk Sene Halvette Kalmakla Göremez." Demişlerdir. Ama Bu Cesâret Ve Yiğitlik, Allah İçin Ve Allah'ın Dîninde Olursa Her Şeyden Daha Yüksektir. Bunun İçin Onların Karşılığı Âl-i İmrân Sûresi 169 Ve 170. Âyetlerinde Meâlen Bildirilen;"onlar Rableri Katında Diridirler. Cennet Meyvelerinden Rızıklanırlar. Onlar, Allahın Verdiği İhsândan Dolayı, Ferah Ve Sevinç İçindedirler." Büyük nîmetlerdir. Bundan Daha Yüksek Hangi Mertebe Olur.
göğsün Genişlemesi Sebeplerinden Biri De, Allah Yolunda Kahramanlık, İnsâf Sâhipleri Yanında Doğruyu Söylemektir. Bu Da Gönül Açıklığına Yol Açar. Böyle Yiğitlik, Güzelliklerin Başı Ve Bütün İyiliklerin Kaynağıdır. Din Yolundaki Şiddet Ve Zorluklar, Ancak Bununla Aşılır. "canını Düşünmeden Saldırdığı Zaman, Yiğidin Kalbine Açılan Ve Görünen Şeyi, Başkaları Kırk Sene Halvette Kalmakla Göremez." Demişlerdir. Ama Bu Cesâret Ve Yiğitlik, Allah İçin Ve Allah'ın Dîninde Olursa Her Şeyden Daha Yüksektir. Bunun İçin Onların Karşılığı Âl-i İmrân Sûresi 169 Ve 170. Âyetlerinde Meâlen Bildirilen; "onlar Rableri Katında Diridirler. Cennet Meyvelerinden Rızıklanırlar. Onlar, Allahın Verdiği İhsândan Dolayı, Ferah Ve Sevinç İçindedirler." Büyük Nîmetlerdir. Bundan Daha Yüksek Hangi Mertebe Olur.
sînenin Açılması Sebeplerinden Biri De, Kalbi, Sıfât-ı Zemîme, Yâni Kötü Sıfatlar Denilen; Hased, Ucb, Kibir, Riyâ, Buğz, Kin Ve Allah İçin Olmayan Mal Ve Makâm, Yâni Dünyâ Sevgisi Gibi Kötü Huylardan Temizlemektir. Çünkü Bunlar, Şehvet Ve Nefs Toprağından Yükselen, Zulmânî Buhar Ve Dumanlardır. Kalbi Bulandırır Ve Karartırlar Ve Göğsün Genişlemesine Sebeb Olan Îmân Nûrundan, Tevhidden, İlimden, Muhabbetten Ve Zikirden İnsanı Alıkoyarlar. Mahrûm Bırakırlar. Kalb Sâhasını Karartır Ve Daraltırlar.beyt:
dışarı Çıkmaz İsen Tabîat Sarayından,
nasıl Haberin Olur, Hakîkat Diyârından.
bu Güzel Sıfatlar, En Kâmil, En Yüksek, En Mükemmel Şekilde Resûl-i Ekremde Mevcûd İdiler. O'ndan Sonra, Uyma Mikdârınca, O'na Tâbi Olanlarda Bulunur. Mütâbeatta, Yâni Resûlullah'a Uymada, Kim Daha İleri Gitmişse, Göğsü Daha Çok Genişlemiş Ve Kalbi O Nisbette Nûrlanmış Olur. İmrân Sûresi, Otuz Birinci Âyetinde Meâlen; "ey Sevgili Peygamberim! Onlara De Ki, Eğer Allahü Teâlâyı Seviyorsanız Ve Allahü Teâlânın Da, Sizi Sevmesini İstiyorsanız, Bana Tâbi Olunuz! Allahü Teâlâ Bana Tâbi Olanları Sever." buyruldu. Hiç Şüphesiz Bir Kimse, Kimin Peşinden Gider, Adım Adım Onu Tâkib Ederse Onun Kavuştuğu Yere, Bu Da Kavuşur. Gerçi Resûlullah'ın Makâmı Daha Yücedir, Yeri Herkesin Olduğu Yerden Yüksektir. O'nun Makâmında Hiç Kimse Yoktur, Herkes O'ndan Aşağıdadır, Ama Dâire Geniştir Ve Etrafında Makamlar Vardır. O Parlayan Nûrdan Ve Gelen Feyzden, Etrafında Olanlara Da Bir Şuâ, Bir Serpinti Ulaşır. Âyet-i Kerîmede Meâlen; "biz Seni Âlemlere Rahmet Olarak Gönderdik." buyruldu.
bilhassa Muhabbet, Alâka Ve Bağlılık Bu İşte Büyük Bir Esastır. Çünkü Muhabbet, Birlikte Bulunmayı Îcâbettirir. Hadîs-i Şerîfte; "kişi Sevdiği İle Berâberdir." buyruldu. (41'inci Mektup)
abdülhak-ı Dehlevî İnsanların Kurtuluşa, Saâdete Kavuşmaları İçin Birbirinden Kıymetli Kitaplar Yazdı. Bunlardan Bâzıları Şunlardır: 1) târih-i Hakkı, 2) târih-i Abdülhak, 3) matla'ul-envâr, 4) Medâric-ün-nübüvve, 5) cezb-ül-kulûb, 6) ahbâr-ül-ahyâr, 7) mektûbât, 8) sifr-üs-seâdet Şerhi, 9) Merec-ül-bahreyn, 10) Eşi'ât-ül-leme'ât.
kerâmet Ve Menkîbeleri
en Tatlı Yemek
imâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Abdülhak-ı Dehlevî'ye Gönderdiği Mektuplardan Birisi Şöyledir:
"allahü Teâlâya Hamd Olsun Ve O'nun Seçtiği, Sevdiği Kullarına Selâm Olsun! Kıymetli Efendim! Sıkıntıların Gelmeleri, Görünüşde Çok Acı İse De, Bunların Nîmet Oldukları Umulur. Bu Dünyânın En Kıymetli Sermâyesi, Üzüntüler Ve Sıkıntılardır. Bu Dünyâ Sofrasının En Tatlı Yemeği, Dert Ve Musîbetlerdir. Bu Tatlı Nîmetleri Acı İlâçlarla Kaplamışlar. Bunun İçin, Dostlara Dert Ve Sıkıntı Yağdırmaya Başlamışlardır. Saâdetli, Akıllı Olanlar, Bunların İçine Yerleştirilen Tatlıları Görür. Üzerindeki Acı Örtüleri De Tatlı Gibi Çiğnerler. Acılardan Tat Alırlar. Nasıl Tatlı Olmasın Ki, Sevgiliden Gelen Her Şey Tatlı Olur. Hasta Olanlar, Onun Tadını Duyamaz. Hastalık Da, O'ndan Başkasına Gönül Vermekdir. Saâdet Sâhipleri, Sevgiliden Gelen Sıkıntılardan O Kadar Tat Alırlar Ki, İyiliklerinde O Tadı Duyamazlar. Her İkisi De Sevgiliden Geldiği Hâlde, Sıkıntılardan, Sevenin Nefsi Pay Almaz. İyiliklerini İse, Nefs De İstemektedir. Arabî Mısra' Tercümesi:
nîmete Kavuşanlara Âfiyet Olsun!
yâ Rabbî! Bizi, Sıkıntıların Sevaplarından Mahrûm Eyleme! Bunlardan Sonra, Bizi Fitnelere Düşürme! İslâmın Zayıf Ve Güçsüz Olduğu Bu Günlerde, Sizin Kıymetli Varlığınız, Müslümanlar İçin Büyük Nîmettir. Allahü Teâlâ, Selâmet Versin Ve Uzun Ömürler İhsân Eylesin! Vesselâm."
kaynaklar
1) Ahbâr-ül-ahyâr; S.314
2) Medâric-ün-nübüvve Mukaddimesi
3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; S.240,313,380, 403,425,660,972
4) Eşi'at-ül-leme'ât
5) Merac-ül-bahreyn
6) Herkese Lâzım Olan Îmân; S.115
7) İslâm Ahlâkı; S.277,283,306,310
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.15, S.127