Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Abdülhamîd Bin Necîb Nûbânî
  30 Mart 2018 Cuma , 23:37
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; İsrâil evliyaları, Kudüs evliyaları, Abdülhamîd Bin Necîb Nûbânî

kudüs Alimlerinden. On Dokuzuncu Yüzyılın Sonları Ve Yirminci Yüzyılın Başlarında Yaşamıştır. Kudüs'ün Kuzeyinde Mezâri Köyünde Meşhur Bir Âiledendir. Yûsuf Nebhânî Hazretleri 1887 Senesinde Beyrut'ta Cezâ Mahkemesi Reisi İken Onunla Görüştüğünü, Kendisi İle Bir Çok Kimsenin Onun Velîliğine İnandığını Bildirmektedir. Bizzat Onun Kerâmetlerine Şâhid Olmuştur. Aşağıdaki Menkıbelerin Hepsini Yûsuf Nebhânî Anlatmıştır:

abdülhamîd Nûbânî Beyrut'a Gelip İlk Görüştüğümüzde (1893) Alnıma Baktı Ve; "şeyh Ali Ömerî Sana Alamet Koymuş." Dedi. Hakikaten Şeyh Ali Ömerî Beyrut'a Geldiğinde Dişleri İle Alnıma İz Yapmış Ve; "bu, Evliyânın Seni Tanıması İçin Koyduğum Bir Alâmettir." Demişti. O Zaman Bunu Şeyh Ali Ömerî'nin Bir Latîfesi Saymıştım. Şeyh Abdülhamîd Nûbânî Bana Böyle Söyleyince, Onun Latîfe Olmadığını Ancak Evliyâ Zatların Anlayabildiği Bir Hakikat Olduğunu Anladım. Bunu Daha Önce Kimseye Söylemediğim Hâlde Yalnız O Anladı.

bana Bir Gün; "zamânın Evliyâsı Seni Seviyor Ve İşlerine De Yardımcı Oluyorlar. Bu Velîlerden İkisi İle Büyük Câmide Görüştüm. Hanilazkiye'de Bir İş İçin Yardım İstemiştin De Sana Yardım Etmişlerdi." Dedi. Bunları Söyleyince Hayretler İçerisinde Kaldım. Aradan Seneler Geçmişti Ve Kimseye De Anlatmamıştım. Hâdise Şu İdi:

lazkiye'de Cezâ Mahkemesi Reisi İken Bir Hıristiyan Öldürülmüştü. Onun Akrabâsı Ve Diğer Hıristiyanlar Kâtil Olarak, Köyün İleri Gelen Müslümanlarından Birini Gösteriyorlar, Uzun Müddet Hapsedilmesi Veya Îdâm Edilmesini İstiyorlardı. Halbuki O Müslüman Suçsuzdu. Ona İftirâ Ediyorlardı. Vilâyetin Vâlisi İle Bu Hususta Telgrafla Görüştüler. Birçok Yalancı Şâhit Buldular. Mahkemede Müslüman Şahsı, Öldürülen Hıristiyana Kurşun Sıkarken Gördüklerini Söyleyeceklerdi. Nihâyet, Dâvâ Mahkemeye İntikâl Etti. Müslüman Şahıs Hapse Atıldı Ve Üzerinden Aylar Geçti. Bu Mevzuda Halk Arasında Bu İşin İftirâ Olmasından Başka Birşey Konuşulmuyordu. Papazlar Da Bu Hususta Beni Teşvik İçin Evime Geldi. Bu Husûsu Gören Pekçok Şâhit De Var, Diyorlardı. Lazkiye'nin İleri Gelen Müslümanlarından Bâzılarını Da Bu Hususta İknâ Etmişlerdi. Ben Kendilerine İnşâallah Hak Ortaya Çıkıncaya Kadar Bu Meseleyi Tetkik Edip İnceleyeceğim Deyip Sözü Kestim. Ancak Hâdisenin Ortaya Çıkışından Îtibâren Gelen Haberlerden Bunun Kesin Olarak Yalan Ve İftirâ Olduğunu İyi Anladım. Fakat Hıristiyan Yalancı Şahitler Çok Olduğu İçin O Müslümanı Kurtarmam Çok Zordu.

kânun Şahitlik Hususunda Müslüman İle Kâfir Arasında Fark Görmüyordu. Bu Sebeple Düşüncem Karışmıştı, O Müslümanı Kurtaramam Diye Korkuyordum. Çünkü Benimle Beraber Hüküm Veren Dört Kişi Daha Vardı. Üçü Onun Aleyhine Hükmetse Ekseriyete Göre Hüküm Verilir. Suçlu Olduğu Sâbit Olunca Hakkında Verilecek Hüküm Îdamdır. Benim Bulunduğum Mahkemede Suçsuzluğuna

ğuna İnandığım Bir Müslümanın Zarar Görmesi Hakikaten Çok Ağır Geliyordu. Mahkeme Günü Zihnim Çok Karışıktı. Evden Çıktım Yolda Giderken Bu İşin Kolay Olması İçin Ehl-i Nevbet Denilen Zamânın Evliyâsından Yardım İstedim. Çünkü Onlar Allahü Teâlânın İzni İle Gizli Tasarruf Sâhibi Olup Yardım Ederler. Ben; "ey Allahü Teâlânın Sevgili Kulları! Ey Ehl-i Nevbet! Bu Zor Dâvâya Bir Nazar Buyurun Da Eziyet Meşakkat Olmadan Bu Müslüman Allahü Teâlânın İzni İle Kurtulsun." Gibi Sözlerle Yalvardım.

yalvarmalarımın Netîcesi Olarak Mahkemede Herkesin Yanında Hakîkatin, O Müslümanın Suçsuzluğunun Ortaya Çıkması İçin Herkesin İknâ Olacağı Her Çâreye Baş Vurdum. Şâhitlere İşlenen Suçun Ne Zaman Ve Nasıl Meydana Geldiğini, Cinâyetin Nasıl Bir Âletle İşlendiğini, Orada Kimlerin Hazır Bulunduğunu Ve Daha Başka Sualler Sordum. Şâhitlerin Bunların Hepsini Bilmesi Mümkün Değildi. Hepsi De Yalnız Cinâyetin Nasıl İşlendiği İle İlgili Aynı Cevâbı Veriyorlardı O Kadar. Sonra Sualler Çoğaldıkça Birbirinden Çok Farklı Şeyler Söylüyorlardı. Şâhitlerin İfâdeleri Tek Tek Alınıyor Ve Diğerlerinin De İfadeleri Alınıncaya Kadar Bırakılmıyordu. Nihâyet Şâhitlerin Yalancı Oldukları Açıkça Ortaya Çıkmış, Müslüman Ve Hıristiyanlardan Meydana Gelen Heyetin Şüphesi Kalmamıştı. Bu Sebeple Mahkemeye Son Verdim. Üyelerle Görüşüp Suçlu Görünen Müslümanın Berâat Ve Serbest Bırakılmasına, Mazlûm Olduğuna Sözbirliği İle Karar Verdik. Hıristiyanlar Çok Üzerinde Durdukları Ve Ehemmiyet Verdikleri Halde, Allahü Teâlânın İzni İle Bu Zor Mesele Kolaylıkla Halledildi.

hapiste Olan Bu Müslümanın Durumunu, Şeyh Abdülhamîd Bana Beyrut'ta Söyleyinceye Kadar Kimseye Anlatmamıştım.

bir Gün Abdülhamîd Nûbânî Yanıma Geldi. Onu Akşam Yemeğine Dâvet Ettim O Da Kabul Etti. O Gün Eve Asma Yaprağı, Kabak Ve Bezelye Almıştım. Fakat Buna Rağmen Arzusunu Öğrenmek İçin; "ne İsterseniz O Yemekleri Hazırlarız." Dedim. Bunun Üzerine; "asma Yaprağı Olsun." Dedi. "başka." Dedim, "kabak" Dedi. "başka Ne Olsun?" Dedim. "bezelye." Dedi. Halbuki Bunları Aldığımı Kimseden Öğrenmemişti.

bir Kere Yine Yanıma Gelmişti. Biraz Oturduktan Sonra; "sen Şimdi Meşgulsün. Falancaya, Falancaya Hediye Göndereceksin." Dedi Ve Çıkmak Üzere Kalktı. Fakat Onu Tekrar Oturtup İkramda Bulundum. Hakikaten İstanbul'da Sevdiğim Bâzı Kimselere Göndermek İçin Hediye Hazırlamıştım.

bir Kere Onunla Berâberdim. Akrabam Ve Mahkememizin Başkâtibi Olan Muhammed Ali Efendi Yanımıza Geldi. Hanımı Doğum Yapacaktı. Şeyh Abdülhamîd Nûbânî Ona; "senin Erkek Bir  Oğlun Olacak. İsmini Babanın Adı Olan Hasan Koy!" Dedi. Bir İki Gün Sonra Şeyh Ali İle Beraber Muhammed Ali Efendi İle Karşılaştık. Ona; "doğum Oldu Mu?" Diye Sorduk. "evet Bir Erkek Çocuğumuz Dünyâya Geldi." Dedi. Şeyh Abdülhamîd; "ismini Ne Koydun?" Dedi. "bedrüddîn." Dedi. Söylediği İsim Konulmadığı İçin Yüzünden Memnûniyetsizliği Anlaşılıyordu. Sonra Bana Doğru Eğilip Kulağıma Gizlice; "bu Çocuk Yaşamayacak!" Dedi. Ben Bunu Muhammed Efendiden Gizledim. Ve Çocuk Onun Dediği Gibi, Vefât Etti.

bir Cemâatle Oturuyorduk. Bu Sırada Akrabâlarından Birini Bir İş İçin İstanbul'a Gönderdiklerini, O İşi Mutlaka Halledip Döneceğini Konuşuyorlardı. O Cemaatin İleri Gelenlerinden Birisi; "ben Ona Git İşini Gör Gel." Dedim, Diyor Ve Bu İşi Halledip Gelecek Diye Konuşuyordu. O Bu Sözünü Birkaç Defâ Emin Bir Şekilde Söyleyince Yanımda Oturan Şeyh Abdülhamîd Kulağıma Gizlice; "vallahi O Şahıs İşini Halledemeden Gittiği Gibi Üzüntülü Olarak Dönecek." Dedi. O Şahıs İstanbul'a Gitti. Bir Sene Civârında Kaldı. İşini Yapamadan Gizlice Üzüntülü Olarak Döndü.

birisi İle Kudüs Dışında Harâbe Bir Yerden Geçiyorduk. Yanımdaki Şahıs Bana; "bu Ev Bedri Efendinin Evidir. Abdülhamîd Nûbânî'ye Eziyet Etti. Bunun Üzerine Bu Büyük Zât Onun Evine Döndü Ve; "ey Ev Harabe Ol!" Diye Üç Kere Söyledi. Bir Sene Geçmeden Bedri Efendi Delirip Öldü. Sonra Evi De Harâbeye Döndü Ve Bu Hâle Geldi. Delilik Çocuklarından Bâzısına Da Geçti. Onlar Şimdi Kendi Hallerinde Yaşarlar. O Bedduâ Sebebiyle Bu Hale Geldiklerini Bildiklerinden, Âile Fertleri Onun Duâsını Alıp Bu Hastalıktan Kurtulmak İçin Kendisine Çok İkram Ederler. Şimdi Âile Olarak Onun En Yakın Ve Has Talebelerindendirler." Diye Anlattı.

 

kaynaklar

1) Câmiu Kerâmât-il-evliyâ; C 2, S.52.

Yorumlar
Kod: PMFTM