evliyânın Büyüklerinden. Künyesi, Ebû Muhammed'dir. Muhyiddîn, Gavs-ül-a'zam, Kutb-i Rabbânî, Sultân-ul-evliyâ, Kutb-i A'zam Gibi Lakabları Vardır. İran'ın Geylân Şehrinde 1078 (h.471)de Doğdu. Babası Ebû Sâlih Bin Mûsâ Cengîdost'tur. Hazret-i Hasanın Oğlu Hasan-ı Müsennâ'nın Oğlu Abdullah'ın Soyundandır. Annesinin İsmi Fâtıma, Lakabı Ümm-ül-hayr Olup Seyyidedir. Bunun İçin Abdülkâdir Geylânî, Hem Seyyid, Hem Şerîfdir. Hazret-i Hüseyin'in Evladına Seyyid, Hazret-i Hasan'ınkine Şerîf Denir. Abdülkâdir Geylânî Hazretleri 1166 (h.561)'da Bağdad'da Vefât Etti. Türbesi Bağdad'dadır. Ziyâret Edilmekde, Feyz Ve Bereketlerine Kavuşulmaktadır. Fıkıh Ve Hadîs İlimlerinde Müctehid İdi. Kâdiriyye Tarîkatının Kurucusudur. Ehl-i Sünnet Îtikâdını Ve Din Bilgilerini Her Tarafa Yaydı. Orta Boylu, Zayıf Bünyeli, Geniş Göğüslü, İlm İçin Vefâkârlıkta Emsâli Az Bulunur Bir Velî İdi.
abdülkâdir Geylânî Hazretleri Daha Doğmadan, İlerde Büyük Bir Zât Olacağına Dâir Alâmetler, İşâretler Görülmüştü. Babası Rüyâsında Peygamber Efendimizi Sallallahü Aleyhi Ve Sellem, Eshâb-ı Kirâmı Radıyallahü Anhüm Ve Evliyâyı Gördü. Peygamber Efendimiz Kendisine; "ey Ebû Sâlih! Allahü Teâlâ Bu Gece Sana Kâmil, Olgun Ve Derecesi Yüksek Bir Erkek Evlâd İhsân Etti. O Benim Oğlum Ve Sevdiğimdir. Evliyâ Arasında Derecesi Yüksek Olacak." Buyurdu. Yine Oğlu Hakkında;"on İki İmâm Dışında Bütün Velîler Doğacak Olan Oğluna İtâat Edecekler, Onun Ayaklarını Boyunlarına Koyacaklar. O Yüksek Derecelere Kavuşacak, Ona İtâat Etmeyenler Allahü Teâlâya Yakınlık Devletinden Mahrûm Kalacaklar." Diye Müjdelendi. Doğduktan Sonra Yüksek Hâlleri İle Dikkatleri Çekti. Ramazân-ı Şerîfte Gün Boyunca Süt Emmez, İftâr Olunca Emerdi. Bu Hâlini Şu Beyti İle Anlatır:
başlangıcım Şöyleydi, Dillerde Söylenirdi
beşikteyken Oruçtum, Bunu Herkes Bilirdi.
doğduğu Senenin Ramazân-ı Şerîf Ayının Sonunda Havalar Bulutlu Geçmişti. Bunun İçin Ramazanın Çıkıp Çıkmadığında Tereddüd Edildi. Halk Annesine Çocuğun Süt Emip Emmediğini Sordular. Emmediğini Öğrenince, Ramazân-ı Şerîfin Henüz Çıkmadığını Anlayıp Oruca Devâm Ettiler.
on Yaşında Mektebe Giderken Etrâfında Meleklerin Kendisi İle Berâber Yürüdüklerini Görür, Onlardan; "yer Açın Evliyâdan Bir Zat Geliyor." Dediklerini Duyardı. Meleklerin Söylediklerini Duyan Birisi; "bu Çocuk Kimdir?" Diye Sordu. Meleklerden Birisi; "bu Asîl Bir Âilenin Çocuğudur. İlerde Büyük Bir Zât Olacak. Arzu Edenlere Hep Verecek Ve Hiç Kimseyi Kapısından Boş Çevirmeyecek. Her Gün Allahü Teâlâya Yakınlığı Artacak Ve Çok Yüksek Derecelere Ulaşacak." Dedi. Çocuklarla Berâber Oynamak İstediğinde; "bana Gel Ey Mübârek, Bana Gel." Diyen Bir Ses İşitir, Korku Ve Heyecanla Annesine Koşardı.
abdülkâdir Geylânî On Sekiz Yaşında Bağdad'a Geldi. Buradaki Meşhur Âlimlerden Ders Almak Sûretiyle Hadîs, Fıkıh Ve Tasavvuf İlimlerinde Çok İyi Yetişti. Fıkıh İlmini; Ebû Hattâb Mahfûz, Ebü'l-vefâ Ali Bin Ukayl, Ebû Hüseyin Bin Kâdı Ebû Ya'lâ Ve Diğer Fıkıh Âlimlerinden Öğrendi. Hadîs İlmini; Hasan-i Bâkıllânî, Ebû Saîd Muhammed Bin Abdülkerîm, Ebû Gânim Muhammed Bin Muhammed, Ebû Bekr Ahmed Bin Muzaffer, Ebû Câfer, Ebû Kasım Bin Ali, Ebû Tâlib Abdülkâdir, Ebû Bekr Hibetullah İbni Mübârek, Ebü'l-izz Muhammed Bin Muhtar, Ebû Nasr Muhammed, Ebû Gâlib Ahmed, Ebû Abdullah Yahyâ Ve Diğer Hadîs Âlimlerinden Öğrendi. Tasavvuf İlmini İse; Şeyh Ebû Saîd Mahzûmî İle Hammâd-i Debbâs'tan Almıştır.
ilim Tahsilini Tamamlayıp Yetiştikten Sonra, Vâz Ve Ders Vermeye Başladı. Hocası Ebû Saîd Muhzûmî'nin Medresesinde Verdiği Ders Ve Vâzlarına Gelenler Medreseye Sığmaz Sokaklara Taşardı. Bu Sebeple, Çevresinde Bulunan Evler De İlave Edilmek Sûretiyle Medrese Genişletildi. Bu İş İçin Bağdad Halkı Çok Yardımcı Oldu. Zenginler Para Vererek, Fakirler Çalışarak Yardım Ettiler. Hatta Bir Kadın, Mehir Bedelini, Kocasının Orada Çalışmasına Saydı. Derslerine Devâm Edenler Arasında Pekçok Âlim Yetişti.
abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri, Bir Müddet Ders Verip İnsanları İrşâd Ettikten, Hak Ve Hakikatı Anlattıkdan Sonra, Ders Ve Vâz Vermeyi Bıraktı. İnzivâya Çekilip, Yalnızlığı Seçti. Sonra Sahrâlara Çıktı. Bağdad'ın Kerh Harâbelerinde Yaşamaya Başladı. Bütün Vaktini İbâdet, Riyâzet Ve Mücâhede İle Nefsinin Arzu Ve İsteklerini Yapmamak, İstemediklerini Yapmakla Geçirmeye Başladı. Buyurdu Ki:
ırak'ın Sahrâ Ve Harâbelerinde 25 Sene İnsanlardan Uzak Kaldım. Benim Kimseden, Kimsenin Benden Haberi Yoktu. Bâzan Uzun Müddet Yemezdim Ve "açım Açım" Diye İçimin Feryâdını Duyardım. Bâzan Üzerime Öyle Ağırlıklar Gelirdi Ki, Bunlar Bir Dağın Üstüne Konsa, Tahammül Edemeyip, Paramparça Olurdu. Bu Sırada; "muhakkak Zorlukla Berâber Bir Kolaylık Vardır, Şüphesiz Zorlukla Berâber Kolaylık Vardır." meâlindeki İnşirâh Sûresinin Beşinci Ve Altıncı Âyet-i Kerîmelerini Okuduğumda Üzerimdeki Ağırlıklar Dağılıp, Giderdi."
şeytanlar Çeşitli Kılık Ve Kıyâfetlere Bürünüp Toplu Hâlde Yanıma Gelir, Beni Yolumdan Çevirmek İçin Uğraşırlardı. Kalbimde Büyük Bir Azim Ve Direnç Hissederdim. İçimden Bir Ses; "ey Abdülkâdir! Onlarla Mücâdele Et, Onlara Galip Geleceksin." Derdi. İçlerinde Bir Şeytan Durmadan Bana Gelir; "buradan Git, Şöyle Yaparım, Böyle Yaparım." Diye Beni Tehdit Ederdi. Cân U Gönülden, "lâ Havle Ve Lâ Kuvvete İllâ Billahil Aliyyil Azîm" Okuyunca, Onun Tamâmen Yandığını Görürdüm.
bir Kere Abdülkâdir Geylânî Şöyle Bir Ses İşitti: "ey Abdülkâdir! Ben Senin Rabbinim! Sana Haramları Mubah, Serbest Kıldım." Bir Rivâyete Göre; "başkasına Yasak Olan Şeyleri Sana Helâl Kıldım." Diyordu. Bunun Üzerine Abdülkâdir Geylânî Eûzü Çekti. "kovulmuş Şeytandan Allahü Teâlâya Sığınırım. Sus Ey Mel'ûn!" Diye Bağırdı. Bunun Üzerine Aynı Ses; "ey Abdülkâdir! Rabbinin İzni İle Çeşitli Yerlerde Bana Aldanmayarak, Şerrimden, Kötülüğümden Kurtuldun. Halbuki Ben Bu Yolda Yetmiş Kişiyi Yoldan Çıkardım." Dedi. Onun Şeytan Olduğunu Nasıl Anladığını Sorduklarında; "sana Haramları Helâl Ettim, Sözünden Anladım. Çünkü Allahü Teâlâ Böyle Şeyleri Emretmez." Buyurdu.
başka Bir Kere Gâyet Çirkin Ve Pis Kokulu Birisi Geldi. "ben İblisim, Şeytanım. Sana Hizmet Etmeye Geldim, Beni Ve Yardımcılarımı Çok Yordun." Dedi. "sana İnanmıyorum, Buradan Uzaklaş." Dedim. Bana Vuracak Oldu İse De Onu Perişan Ettim. İkinci Defâ Elinde Büyük Bir Ateş Kıvılcımı İle Hücum Etmeye Başladı. Bu Esnâda Elinde Kılıç Bulunan Atlı Birisi Bana Yardıma Geldi. Yine Onu Mağlûb Ettim. Üçüncü Olarak İblisi Çok Uzakta Ağlar Gördüm. Gâyet Üzgün Olarak; "senden Ümîdimi Kestim. Gâliba Seni Yoldan Çıkaramayacağım." Dedi. "sus Ey Mel'ûn!" Dedim Ve Kovdum. Allahü Teâlâ Her Seferinde Beni Onlara Karşı Üstün Kıldı.
şeytanı Başımdan Savdıktan Sonra Bana Pek Lezzetli Süslü Ve Parlak Şeyler Göründü. "bunlar Nedir?" Dedim; "dünyâ Zevkleri Ve Zînetleridir." Denildi. Dünyâ Ve Onun Göz Kamaştırıcı Lezzeti Ve Çabuk Tükenen Nîmetleri Kendine Çekmek İstedi Fakat Allahü Teâlâ Beni Onlardan Da Korudu. Onlara Hiç Kıymet Vermedim. Bunun İçin Kaybolup Gittiler. Sonra Allahü Teâlânın Rızâsına Kavuşma Yolunda İnsanın Önüne Çıkan Mânileri, Engelleri Gördüm. "bunlar Nedir?" Dedim. "senin İçinde Bulunan Mânîlerdir." Denildi. Bunlara Üstün Gelebilmek İçin Bir Sene Uğraştım.
sonra İçimi Seyrettim. Kalbimin Birçok Şeylere Bağlandığını Boş Hayaller Kurduğunu, Kendini Saraylarda Sandığını Gördüm. "bunlar Nedir?" Dedim. "arzu Ve İsteklerindir." Denildi. Tam Bir Yıl Uğraştıktan Sonra Kalbimi Onlardan Temizleyebildim.
yine Nefsim Kendi Şeklinde Bana Gelir, Kendine Dost Olmam İçin Yalvarırdı. Yüz Vermeyince Zor Kullanmak İsterdi. Bir Kere Onu, Bütün Hastalıkları Üzerinde, Arzu Ve İstekleri Dipdiri, Şeytanları Emrine Hazır Olarak Gördüm. Bir Sene Mücâdele Ettim. Allahü Teâlânın İzni İle Hastalıklarını İyileştirdim, Arzu Ve İsteklerini Kırdım, Şeytanlarını Kovdum. Kısaca Nefsimle Tedrîcen, Safha Safha Mücâdele Ettim. Onu İki Elimle Sımsıkı Yakaladım. Yıllarca ıssız, Sessiz, Sadâsız Yerlerde Kalmaya Mebcur Ettim. Soğuk Bir Gece Kırk Defâ İhtilam Oldum, Havanın Soğukluğuna Bakmadan Her Seferinde, Hemen Yıkandım. Kerh Harâbelerinde Yıllarca Kaldım. Yiyecekler Malum; Otlar, Ağaç Yaprakları... Dünyâ Sevgisinden Kurtulabilmek, Nefse Üstün Gelebilmek İçin Her Çâreye Başvurdum. Gördüğüm Her Yokuşa Tırmandım. Nefsime Hiç Fırsat Vermedim. Bir Gece Merdivende Kitap Mütâlaa Ediyordum. Nefsim; "biraz Uyu, Sonra Kalkarsın." Dedi. Ona Muhâlefet Olsun Diye Tek Ayağım Üzerinde Durdum. Kur'ân-ı Kerîmi Hatmedinceye Kadar Uyumadım.
bütün Bunlara Rağmen, Henüz Matluba, Maksada Ve Asıl İstediğime Varamamıştım. Bunun İçin, Tevekkül, Şükür Ve Zenginlik Gibi Kapıları Denedim. Aradığımı Fakirlik Kapısında Buldum. Burada Büyük Bir Şerefe Kavuştum, Kulluk Sırrına Erdim, Sonsuz Hürriyete Ulaştım. Bütün Arzu Ve İsteklerim Buz Gibi Eridi. Bütün Beşerî Sıfatlarım Kayboldu. Gönülden Allahü Teâlâdan Başka Her Şeyi Çıkarıp, Hep O'nunla Olmak Olan "fakr" Mertebesine Ulaştım".
nihâyet Bütün Varlıklardan Yüz Çevirdim. Her Şeyim Allah İçin Oldu. Sahralarda Cezbe Hâlinde Kendimden Geçmiş Olarak Dolaşırdım. Kendime Geldiğimde Kendimi Bulunduğum Yerlerden Çok Uzaklarda Bulurdum. Bir Gün Bu Halde Bir Saat Kadar Yürümüştüm. Sonra Kendimi Bağdad'a On İki Günlük Uzaklıkta Bir Yerde Buldum. Düşünceye Daldığımda Bir Ses Bana; "sen Ki Abdülkâdir'sin, Buna Hayret Mi Ediyorsun?" Dedi.
sahralarda Dolaşırken "ol" Sözü İle İhsân Olundum. Allahü Teâlânın İzni İle İstediğim Olurdu. Bunun İçin Çok Yiyecek Buldum. Dağdan Bir Parça Koparırdım, Helva Olur, Yerdim. Kuma Deniz Suyu Dökerdim, Tatlı Su Olurdu. Sonra Böyle Yapmaktan Hayâ Ettim. Allahü Teâlâya Karşı Edebi Gözeterek Hepsini Terk Ettim.
abdülkâdir Geylânî Hazretleri Bu Uzun Dolaşmalardan Sonra Bağdad'a Dönüyordu. Hazret-i Hızır Önüne Çıkıp, Şehre Girmesine Mâni Oldu. "emir Var. Yedi Sene Bağdad'a Girmeyeceksin." Dedi. Bu Sebeple, Bağdad'ın Kenarlarında Yedi Yıl, Yerden Biten Mübah Bakliyatı Yiyerek Bekledi. Bildirilen Müddet Bitince; "ey Abdülkâdir! Bağdad'a Gir, Serbestsin." Diye Bir Ses Duydu. Soğuk Ve Yağmurlu Bir Gecede Bağdad'a Girdi. Doğru Şeyh Hammâd Bin Müslim Debbâs'ın Zâviyesine (dergâhına) Geldi Ve Geceyi Orada Geçirdi. Sabahleyin Şeyh Hammâd Debbâs Onu Görünce Ağlayarak; "oğlum Abdülkâdir! Bu Devlet Bugün Bizim, Yarın Sizin Olacaktır." Dedi.
bir Müddetten Beri Bağdad'da Bulunan Abdülkâdir Geylânî Hazretleri Fitne Ve Karışıklıklar Olunca Tekrar Sahrâlara Çıkmak İstedi. Hibe Kapısı Denilen Yere Gelince; "nereye Gidiyorsun? Dön, Herkes Senden Faydalanacak." Diyen Bir Ses İşitti. "ben Dînimi Kurtarmak İstiyorum." Dediğinde; "korkma, Dînine Bir Zarar Gelmeyecek." Denildi. Düşünmeye Başladı Ve Bu İşin Hakîkatını Bildirmesi İçin Allahü Teâlâya Yalvardı. Bu Esnâda Muzafferiyye Denilen Yerden Geçerken Birisi Kapıyı Açıp; "ey Abdülkâdir! Buyurun." Dedi. Yanına Varınca; "söyle, Dün Allahü Teâlâdan Ne İstemiştin?" Dedi. Abdülkâdir Geylânî Hazretleri Şaşırıp Cevap Veremedi. Bunun Üzerine O Zât Kapıyı Şiddetle Yüzüne Çarptı. Dün Allahü Teâlâdan Ne İstediğini Düşünerek Yürümeye Başladı. Biraz Sonra O Zâtın Şeyh Hammâd Debbâs Olduğunu Hatırladı.
bundan Sonra Onun Sohbetlerine Gider, Halledemediği, Çözemediği Esrarı, Gizli Şeyleri Ondan Sorardı. O Da Ona Bir Bir Açıklardı. Bâzan İlim Öğrenmek İçin Başka Taraflara Gittiğinden Onunla Görüşemezdi. Dönünce Hocası Ona; "allah Aşkına Nerelere Gidiyorsun? Bu Civarda Senden Daha Âlim Birisi Var Mı?" Derdi. Şeyh Hammâd'ın Müridleri Ona Bâzan; "sen Âlim Birisin. Burada Ne İşin Var, Buradan Gitsene." Derler; Şeyh Hammâd Da Onlara; "utanmıyor Musunuz? Onu Buradan Kovmak Mı İstiyorsunuz. İçinizde Onun Gibisi Yok. Benim Ona Eziyet Ettiğime Bakmayın. Onu İmtihan Etmek, Denemek, Mânen Kemâle Ermesi, Olgunlaşması İçin Böyle Yapıyorum, Mânâ Âleminde Onu Koca Bir Dağ Gibi Görüyorum." Derdi.
yine Bir Sohbet Toplantısında, Abdülkâdir Geylânî Hazretleri Dışarı Çıkmıştı. Şeyh Hammâd; "şu Genci Görüyor Musunuz? Bir Zaman Gelecek Ayağı Bütün Velîlerin Boynunda Olacak, Her Velî Ona İtâat Edecek." Dedi.
başka Bir Gün O Gelince Ayağa Kalkıp; "hoş Geldin Abdülkâdir! Sen Âriflerin, Allahü Teâlâyı Tanıyanların Seyyidi, Efendisisin. Senin Sancağın Doğudan Batıya Kadar Dalgalanacak. Bütün Boyunların Sana Eğileceğini Ve Akranlarının Üstünde Bir Dereceye Ulaşacağını Müjdelerim." Dedi.
zamânındaki Diğer Evliyâ Da Kerâmet Olarak İlerde Onun Derecesinin Yüksek Olacağını Haber Verdiler. Abdülkâdir Geylânî Hazretleri Zaman Zaman Şeyh Tacül Ârifîn Ebü'l-vefâ Hazretlerinin Yanına Giderdi. Ebü'l-vefâ Hazretleri O Gelince Ayağa Kalkar, Yanındakilere; "ayağa Kalkın, Evliyâdan Biri Geliyor." Derdi. Ona Karşı Bu Şekilde İltifât Etmesine Hayret Eden Talebelerine; "henüz Zamânı Var. Vakti Gelince, Okumuş, Câhil Herkes Bu Gence Muhtâc Olacak, Onun Feyzinden, Mânevî İlminden Faydalanacaktır. Sanki Şu Anda Onun Bağdad'da Cemâatlere Vâz Ve Nasîhat Ettiğini, "ayağım Bütün Velîlerin Boynundadır." Dediğini Ve Bütün Velîlerin Boyunlarını Ona Uzattıklarını, Görüyorum." Derdi.
bir Defasında Da; "ey Bağdadlılar! Allahü Teâlâya Yemîn Ederim Ki, Onun Başında Bir Ucu Doğuda Bir Ucu Da Batıda Olan Sancaklar Dalgalanacaktır." Dedi Ve Abdülkâdir Geylânî Hazretlerine Dönüp; "bugün Söz Bizim Fakat İlerde Senin Olacak. O Zaman Bu İhtiyarı Hatırlarsın." Diye Hitâb Etti.
nihayet Abdülkâdir Geylânî Hazretleri Bağdad'da İnsanları İrşâda, Allahü Teâlânın Beğendiği Yolda Bulunmaya Dâvete Ve Nasîhat Etmeye Başladı. Bir Gün Kendini Nûrların Kapladığını Gördü. Bu Hal Nedir Diye Sorunca, Resûlullah Efendimiz Allahü Teâlânın Sana Verdiği Yüksek Dereceyi Tebrik Etmeye Geliyor, Denildi. Nûrun Git-gide Çoğaldığı Bir Anda Resûlullah Efendimiz Görünerek Bir Elbise Verdiler. Sonra; "bu, Kutubluk Denilen Velîlere Âit Evliyâlık Elbisesidir." Buyurdular.
resûlullah Efendimizden Hazret-i Ali Vâsıtasıyla Gelen Feyzler, Mânevî İlimler Ondan Sonra Hazret-i Hasan İle Hüseyin Ve On İki İmâmdan Diğerleri İle Devam Etti. Bunlardan Sonra Gelen Evliyâya Feyzler Hep On İki İmâm Vasıtasıyla Geldi. Abdülkâdir Geylânî Hazretleri Dünyâya Gelip Velî Oluncaya Kadar Hep Böyle İdi. Fakat O Evliyâlıkta Yüksek Dereceye Kavuşunca, On İki İmâmdan Gelen Feyzler, İlimler, Bereketler Onun Vâsıtasıyla Geldi. Başka Hiç Bir Velî Bu Makâma Ulaşamadı. Bunun İçin; "önceki Velîlerin Güneşi Battı. Bizim Güneşimiz Ufuk Üzerinde Sonsuz Kalacak, Batmayacaktır." Buyurdular. Kıyâmete Kadar, Her Velîye Feyzler Onun Vasıtasıyla Gelecektir. Bunun İçin Kendisine "gavs-ül-a'zam; En Büyük Gavs" Denildi. Yalnız İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Bu Hususda Onun Vekîlidir.
abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin Evliyâlıktaki Derecesinin Yüksekliğini Zamânındaki Bütün Evliyâ Kabûl Etmişti. Bir Gün Bağdad'da Sohbet Ediyordu. Meclisinde Pekçok Âlim Ve Velî Vardı. Bir Ara; "işte Şu Ayağım Her Velînin Boynu Üzerindedir." Buyurdu. Orada Bulunanların Hepsi Bu Sözü Tasdîk Ettiler.
şeyh Halîfet-ül-ekber Anlatır:
rüyâmda Resûlullah Efendimizi Gördüm. "yâ Resûlallah! Şeyh Abdülkâdir, Ayağım Bütün Velîlerin Boynu Üzerindedir, Diyor Ne Buyurursunuz?" Diye Sordum. "doğru Söylemiştir. O Benim Himâyemde Bir Kutubdur, Bu Nasıl Olmasın?" Buyurdu."
adiyy Bin Müsâfir; "bu Sözü Yalnız O Söyledi, Başkasından Duymadım. O Bununla Kendi Zamânındaki Ferdiyet Denilen Makâmını Açıklar. Onun Gibi Hiç Kimse Böyle Söylemeğe Mezun, İzinli Değildir." Der.
ahmed Rufaî Hazretleri; "o Bu Sözü Mânevî Emirle Söyledi." Dedi.
ibn-i Hacer-i Askalânî Hazretleri De; "bunun Mânâsı, İlerde O Kadar Kerâmet Gösterecektir Ki, İnâd Eden Ve Doğru Yoldan Sapanlardan Başkası Onu İnkâr Etmeyecektir." Dedi.
büyük Âlim İzzeddîn Bin Abdüsselâm; "şüphesiz O, Evliyânın Sultanı İdi." Demişti.
hayat Bin Kays Hazretleri Buyurur Ki:
"abdülkâdir Geylânî Bu Sözü Söyleyince, Bütün Velîlerin Kalblerindeki Nûrlar Arttı. İlimlerinde Bereket, Hâllerinde Yükseklik Görüldü. Çünkü Onlar İstisnâsız, Başlarını Onun Ayağına Doğru Uzatmışlardı."
abdülkâdir Geylânî Bu Sözü Söylediğinde, Yeryüzünde Velîler Boyunlarını Ona Doğru Uzattı. O Anda Boynunu Uzatanlardan Biri Ahmed Rufâî Hazretleridir. Ona Niçin Böyle Yaptığını Sorduklarında Şöyle Dedi:
"şu Anda Abdülkâdir Bağdad'da "ayağım, Her Velînin Boynundadır" Diyor.
ebû Medyen Mağribî De; "evet Ben Mağrib'de Ona Boynunu Uzatanlardan Biriyim." Buyurdu.
abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin Tasavvuftaki Yoluna Kâdiriyye Tarîkatı Denir. Tarîkatının Husûsiyeti, Dînin Emir Ve Yasaklarına Uymak, Devamlı Zikir, Allahü Teâlâyı Anmak, Gönlü Allahü Teâlâdan Başkasından Kurtarmaktır.
abdülkâdir Geylânî Hazretleri Tasavvuf Bilgilerini Herkesin Anlayacağı Şekilde Sundu. Peygamber Efendimizin Bereketiyle Sözleri Gayet Tatlı Ve Tesirli İdi. Kendileri Şöyle Anlatır:
hicrî Beş Yüz Yirmi Bir Senesi Şevval Ayının On Altısı Olan Salı Günü Öğleden Önce, Resûlullah Efendimizi Rüyâmda Gördüm.
"ey Oğlum, Niçin Konuşmuyorsun?" Buyurdu. "babacığım Ben Yabancıyım. Bağdad Fasîhlerinin Yanında Nasıl Konuşurum?" Dedim. "ağzını Aç!" Buyurdu. Ağzımı Açtım. Yedi Defâ Mübarek Ağzının Suyundan Ağzıma Saçtı Ve; "insanlarla Konuş, Onları Güzel Hikmet Ve Vâzlar İle Rabbinin Yoluna Çağır." Buyurdu. Öğle Namazını Kıldım. Yanımda Kalabalık İnsanlar Gördüm. Nutkum Tutuldu. Ali Bin Ebî Tâlib'i Gördüm. Mecliste Benim Karşımda Ayakta Duruyor Ve Bana; "ey Oğlum Niçin Konuşmuyorsun?" Diyordu. "babacığım! Nutkum, Konuşmam Tutuldu, Konuşamıyorum." Dedim. "ağzını Aç." Buyurdu. Açtım. Ağzının Suyundan Ağzıma Altı Defâ Saçtı. "niçin Yediye Tamamlamadınız?" Dedim. "resûlullah'a Karşı Olan Edebimden." Buyurdu Ve Gözden Kayboldu. Bundan Sonra En Fasîh Bir Dille Konuşmağa Başladım.
birgün, Minberde Oturmuş Vâz Ediyordu. Birden Süratle En Son Basamağa İndi. Ayakta, Elini Elinin Üstüne Koyarak, Mütevâzi Bir Şekilde Durdu. Bir Müddet Sonra Minbere Çıktı. Eski Yerine Oturdu Ve Vâzına Devâm Etti. Oradakilerden Birisi, Ne Oldu Diye Suâl Edince; "ceddim Resûlullah'ı Gördüm. Geldi Ve Minber Önünde Durdu. Hayâ Edip, Son Basamağa İndim. Kalkıp, Gitmeye Başlayınca, Bana Yerime Oturmamı Ve İnsanlara Vâz Etmemi Emr Etti, Dedi.
sohbetlerinde Bâzan Birkaç Kişi Coşarak Kendinden Geçerdi. Haftada Üç Gün, Cumâ, Salı Ve Pazartesi Gecesi Halka Vâz Ederdi. Vâzında, Âlim Ve Evliyâdan Zatlar Da Bulunur, Hepsi Büyük Bir Huzûr İçerisinde Dinlerlerdi. Kırk Sene Böyle Devâm Etti. Ders Ve Fetvâ Vermeye Yirmi Sekiz Yaşında Başlamış Olup, Bu Hâl Altmış Yaşına Kadar Devâm Etti. Huzûrunda Kur'ân-ı Kerîm Tegannîsiz Gâyet Sâde, Tecvide Riâyetle Okunurdu. Dört Yüz Âlim Onun Anlattıklarından Notlar Tutar, İzdiham, Kalabalık Sebebiyle Birbirlerinin Sırtlarında Yazarlardı. Sorulan Suâllere Gâyet Açık Ve Doyurucu Cevaplar Verirdi.
derin İlim Sâhibi İdi. On Üç Çeşit İlimde Ders Verirdi.
bir Gün Birisi Huzûrunda Kur'ân-ı Kerîm Okudu. Âbdülkâdir-i Geylânî Hazretleri Okunan Âyet-i Kerîmeleri Tefsîr Etmeye Başladı. Kırk Şekilde Tefsîr Yaptı Ve Hepsinin Delilini Gösterdi. Orada Bulunanlar Yalnız On Bir Tefsîri Anlayabildi Ve Dinleyenleri Hayrette Bıraktı. Sonra; "sözü Burada Bırakıyorum. Şimdi Kelime-i Tevhide Geldik"lâ İlâhe İllallah" Dedi. Bunları Söyler Söylemez Cemâatı Bir Hâl Kapladı, Hepsi Kendilerinden Geçti.
önce Lâzım Olan Din Bilgilerini Öğrenmeyi Tavsiye Ederdi. Cubbâî İsmindeki Bir Zât Anlatır:
evliyânın Hayâtından Ve Sözlerinden Bahseden Arabî hilyet-ül-evliyâ kitabını Birisinden Dinlemiştim. Kalbim Yumuşadı Ve Halktan Uzaklaşıp Yalnız İbâdetle Meşgûl Olmak İstedim. Gidip Abdülkâdir Geylânî'nin Arkasında Namaz Kıldıktan Sonra Huzûrunda Oturdum. Bana Bakıp; "eğer İnzivâya Çekilmek İstersen, Önce İlim, Sonra Da Yetişmiş Ve Yetiştirebilen Rehber Zâtların, Yâni Mürşid-i Kâmillerin Huzûrunda Edeb Öğren. Daha Sonra İnzivâya, Yalnız İbâdete Başla. Yoksa, İbâdet Ederken Dinde Bilmediğin Bir Şeyi Öğrenmek Îcâbeder De, Yerinden Ayrılmak Durumunda Kalırsın." Buyurdu.
sabah Ve İkindiden Sonra Tefsîr, Hadîs Ve Fıkıh; Öğleden Sonraları Kur'ân-ı Kerîm Ve Kırâat Dersleri Okuturdu. Akşam Ve Sabah İse, Usûl-i Fıkıh İle Nahv, Arabî Cümle Bilgisi Verirdi. Onun Bereketiyle Talebeler Çabuk İlerlerdi. Ebû Muhammed Haşşâb Der Ki:
gençken Nahiv Okuyordum. Bana Bir Gün Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin Vâzlarında Çok Tesirli Konuştuğunu Söylediler. Vakit Bulamadığım İçin Gidemezdim. Nihâyet Bir Gün Vâz Verdiği Yere Gittim. Beni Görünce; "bizim Sohbetimizde Bulun, Seni Sîbeveyh Yapalım." Dedi. O Günden Sonra Yanından Ayrılmadım. Din Bilgilerinde Ve Aklî İlimler Denilen Diğer Yardımcı İlimlerde Çok İstifâde Ettim. O Kadar Kavâid (kâideler) Öğrendim Ki, Başkalarından Öğrendiklerimi Unuttum."
abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin Şöhreti Her Tarafı Kaplayınca, Bağdad'ın İleri Gelen Âlimleri, Herbiri Bir Mesele Sorup İmtihân Etmek İçin Huzuruna Gelip Oturdular. Bu Esnâda Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin Göğsünden Ancak Kalb Gözü Açık Olanların Görebildiği Bir Nûr Çıktı Ve Âlimlerin Göğsünden Geçip Gitti. Âlimleri Bir Hâl Kaplayıp, Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin Ayaklarına Kapandılar. Bunun Üzerine Onları Tek Tek Bağrına Bastı Ve Şimdi Suâllerinizi Sorun Buyurdu. Her Biri Suâllerini Sorup, Hemen Cevâbını Aldı. Onlara; "size Ne Oldu Böyle?" Denildiğinde; "huzûrunda Oturduğumuzda, Bütün Bildiklerimizi Unuttuk. Bizi Bağrına Basınca Unuttuklarımızı Tekrar Hatırladık. Suâllerimizi Sorunca, Öyle Cevaplar Aldık Ki, Hayrette Kaldık." Dediler.
ebû Sa'îd Kilevî Şöyle Anlatmıştır:
ben, Abdülkâdir-i Geylânî Hazretlerinin Meclisinde İken, Resûlullah Efendimizi Ve Enbiyâyı Gördüm. Melekler Onun Meclisine Gelmek İçin Bölük Bölük Gök Yüzünden İnerlerdi. Bir Defâsında Da Hızır Aleyhisselâmı Görmüştüm. "her Kim Dünyâda Kurtuluşa Ermek Ve Saâdete Kavuşmak İsterse, Şeyh Abdülkâdir'in Meclisine Devâm Etsin!" Buyurmuştu.
ibn-i Kudâme Şöyle Söylemiştir:
"1166 (h.561) Yılında Bağdad'a Girdiğimizde, Abdülkâdir-i Geylânî Hazretlerini İlmin Zirvesine Yükselmiş Gördük. O, İlmi İle Amel Eder, Kendisine Sorulan Çetin Sorulara Doyurucu Cevaplar Verirdi. Bütün Güzel Huylara Ve Üstün Vasıflara Sâhipti. Onun Gibi Bir Zâta Daha Hiç Rastlamadık."
abdülkâdir Geylânî Hazretleri Felsefe İle Meşgûl Olmayı Hoş Görmezdi, Ondan Men Ederdi. Felsefenin Kaynağı Akıldır. Filozof, Çeşitli Bilgileri Düzene Koyarak Madde, Hayat, Yaratılış, Dünyâ Rûh, Âlem, Ölüm Ve Sonrası Gibi Konulara Aklına Dayanarak Cevaplar Bulmaya Çalışır. Bunu Yaparken Bulduğu Cevapların Allahü Teâlâ Tarafından Gönderilen Dinlere Uyup Uymamasına Bakmaz. Bu Sebeple Doğru Yoldan Ayrılırlar. Felsefecilerin Ortaya Koyduğu Bilgiler, Gerek Fen Bilgilerinin Değişmesi, Gerekse Sonra Gelen Filozofların Öncekilerden Farklı Düşünmesi Sebebiyle Ya Kısmen Yâhut Tamâmen Değişir. Bu Îtibârla Sonra Gelenler Önce Gelenleri Dâimâ Tenkid Etmekle Veya Onların Felsefelerini Yıkmakla İşe Başlarlar. Akıl Yalnız Başına Yol Gösterici Değildir. Dînin Rehberliğine Muhtaçtır. Yoksa Sapıtır. Bunun İçin Din Büyükleri Îtikâdın Bozulabileceğini Bildikleri İçin, Felsefe İle Uğraşmaktan Men Etmişlerdir. Nitekim İbn-i Sînâ Ve Fârâbî Gibi Zâtlar Felsefecilerin Kitapları İle Çok Meşgûl Olduklarından Sapıtmışlardır.
şeyh Muzaffer Mansur Der Ki:
birkaç Kişi İle Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin Yanına Gitmiştik. Elimde, Felsefe İle İlgili Kitaplar Vardı. Bizi Süzdükten Sonra Kitabı Görmeden Bana; "o Elindeki Kitap Ne Kötü Bir Arkadaştır." Buyurdu. Bu Esnâda Oradan Ayrılıp Kitabı Bir Yere Koymak Ve Bir Daha Taşımamak Hatırıma Geldi. Kitabı Çok Seviyordum. İçerisindeki Çok Şeyi De Ezberlemiştim. Tam Kalkacaktım, Bana Dikkatli Dikkatli Bakmaya Başladı. Şaşırıp Kalkamadım. "şu Kitabı Bana Versene."buyurdu. Vermek İçin Kitabı Açtım. Bir De Ne Göreyim Kitabın Sahifeleri Bembeyaz Olup, Hiçbir Şey Yazılı Değildi. Kitabı Kendisine Verdim. Tek Tek Sahifelerine Baktıktan Sonra Bana Geri Verdi. "işte İbn-i Dâris'in fedâil-ul-kur'ân (kur'ân-ı Kerîmin Fazîletleri) Kitabı." Buyurdu. Baktım Gerçekten Onun Güzel Bir Hatla Yazılmış Bir Nüshası İdi. Bana; "kalb İle Tövbe Etmek İster Misin?" Buyurdu. "evet." Dedim. "öyleyse Kalk!" Dedi. Kalktım. Zihnimde Felsefe İle İlgili Bütün Öğrendiklerimi Unuttum. Daha Önce Onları Hiç Okumamış Gibi Oldum.
dîne Uygun Olmayan Bir Şeye Müsâade Etmezdi. Bir Gün Yanında; "falanca Çok İbâdeti Ve Kerâmetleri İle Meşhûrdur." Diye Konuşuldu Ve Bu Arada;"ben Derece Bakımından Yûnus Aleyhisselâmı Geçtim." Dediği Nakledildi. Bunu Duyunca Yüzünde Öfke Eserleri Görüldü. Yaslandığı Yastığı Yere Doğru Attı. Gidip Baktıklarında Adamın Öldüğünü Gördüler. Vefâtından Sonra O Şahıs Rüyâda Neşeli Olarak Görüldü. "nasılsın?" Diye Sorulduğunda; "şeyh Abdülkâdir Hem Allahü Teâlânın, Hem Yûnus Aleyhisselâmın Yanında Bana Şefâatçı Olduğu İçin, Allahü Teâlâ Beni Affetti. Yûnus Aleyhisselâm Hakkında Söylediğim O Söz Sebebiyle Hesaba Çekmedi." Dedi.
çok Sabırlı İdi. Talebelerinin Suallerini Kızmadan Cevaplandırır, Dersi Geç Anlayanlara Sabırla Anlatırdı. Ubey İsminde, Anlatılanları Zor Kavrayan Bir Talebe Vardı. Bir Gün Ders Sırasında İbn-üs-semhal İsminde Bir Zât Gelmişti. Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin Onun Dersi Geç Anlamasına Karşı Gösterdiği Tahammüle Hayran Kaldı. O Talebe Dersini Alıp Çıktıktan Sonra, Gösterdiği Sabra Hayret Ettiğini Söyleyince, Abdülkâdir Geylânî Hazretleri; "bir Hafta Daha Yorulacağım, Ondan Sonra Vefât Edeceğim." Buyurdu. Dediği Gibi Bir Hafta Sonunda Vefât Etti.
abdülkâdir Geylânî Hazretleri Heybetli İdi. Az Konuşur, Çok Sükût Eder, Konuştuğunda Gâyet Câzib, Açık Ve Net Konuşurdu. Şahsı İçin Kızmaz. Din Husûsunda Aslâ Tâviz Vermezdi. Misafirsiz Gece Geçirmezdi. Zayıflara Yardım Eder, Fakirleri Doyururdu. İsteyeni Geri Çevirmez, İki Elbisesi Varsa, Mutlaka Birini İsteyene Verirdi. Yanında Oturanlarda; "ondan Daha Kerîm Ve Lütufkâr Kimse Olamaz." Kanâati Hâkim Olurdu. Sevdiklerinden Biri Gurbete Çıksa, Ondan Haber Sorar, Sevgi Ve Alâkasını Muhâfaza Ederdi. Kendisine Kötü Davrananları Affederdi. Kötülüklere Dalmış Çok Kimse, Hırsız Ve Eşkıyâ Onun Vâsıtasıyla Tövbe Etti. Köleleri Satın Alıp, Âzâd Ederdi. Verdiği Sözü Tutar,kimseye Karşı Kötülük Düşünmezdi. Anbarında Helâlden Kazandığı Buğday Bulunurdu. Hizmetçisi, Kapıda Ekmek Elinde Durur Ve Halka Şöyle Seslenirdi:
"yemek İsteyen, Ekmek İsteyen, Yatmak İsteyen Kimse Yok Mu? Gelsin!"
kendisine Hediye Gelse, Yanındakilere Dağıtır, Bir Kısmını Da, Kendisine Ayırırdı. Hediyeye, Mutlaka Karşılık Verirdi.
fakîrlerin Ve Dervişlerin Nafakasını Satın Almak İçin, Vazîfeli Hizmetçilerinin, Bir Başka İşi Olsa, Yâhut Hastalansalar, Kendisiçarşıya Çıkar, Ceddi Resûlullah Efendimize Sallallahü Aleyhi Ve Sellem Uyarak, Ev İçin Lüzûmlu Şeyleri Satın Alırdı. Bir Toplulukla Yolculukta Olsa Ve Bir Yerde Konaklasalar, Kendi Eliyle, El Değirmeninde Buğday Öğütür, Hamur Yapar, Ekmek Pişirir, Hepsine Taksim Ederdi. Kendini Ziyârete Gelenlere Saygı Gösterir, Tevâzu Ederdi. Çok Günler, Et Ve Yağ Yemezdi. Bir Gün Yedi Çocuk, Ellerinde Yarımşar Dirhem İle Gelip, Her Biri Yarım Dirhemini Eline Koydu Ve Satın Aldırmak İstedikleri Şeyleri Söylediler. Çarşıya Gidip, İstedikleri Şeyleri Satın Alarak Getirip Çocuklara Verdi. Gönüllerini Hoş Etti.
sıkıntısı Ve Dileği Olanlar Onu Vesîle Ederek, Araya Koyarak Allahü Teâlâya Duâ Ettiklerinde Dileklerine Kavuşurlardı. Buyururdu Ki:
"sıkıntıda Olan Bir Kimse Beni Vesîle Edip Allahü Teâlâya Yalvarsa Derhâl Sıkıntısı Gider. Şiddet Ânında Her Kim Benim İsmimi Ansa Derhâl Rahata Kavuşur. Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin Yüzü Suyu Hürmetine Diyerek, Her Kim Allahü Teâlâdan Dilekte Bulunursa, Derhâl İşi Görülür."
bir Kere De; "her Kim Her Rekatında Fâtiha'dan Sonra On Bir İhlâs Okuyarak, İki Rekat Namaz Kılarsa, Selâmdan Sonra Da On Bir Defâ Allah'ın Resûlüne Salât Ve Selâm Getirip Benim İsmimi Anarak Yalvarırsa, Allahü Teâlânın İzni Ve Yardımıyla Derhâl İşi Görülür." Buyurdu.
temiz Bir Hanım, Abdülkâdir-i Geylânî Hazretlerine Talebe Olmuştu. Bu Kadın Dağda İken, İhtiyaç İçin Mağaraya Girdiğinde Daha Önce Ona Âşık Olan Bir Ahlâksız Da Ardından Girdi. Kadına Yanaşıp, Onun Nâmusunu Kirletmek İstedi. Kadın Kaçıp Saklanacak Bir Yer Bulamadı. Gavs-ül-a'zamın İsmini Söyleyip; "yardım Et (yetiş, İmdâd) Ey Gavs-ül-a'zam, Ey İnsanların Ve Cinlerin Gavsı, Yardımcısı, Yetiş! Yetiş Ey Şeyh Muhyiddîn (dînin İhyâ Edicisi), Yetiş Ey Seyyid Abdülkâdir!" Deyip Feryâd Etti. O Anda Gavs-ül-a'zam Medresede Abdest Alıyordu. Ayaklarında Tahtadan Nalınlar Vardı. Onları Çıkarıp Mağara Tarafına Savurdu. Ahlâksız, Arzusuna Kavuşamadan, Nalınlar Kafasına Ulaştı Ve Ölünceye Kadar Başına Vurdular. Kadın, O Mübârek Nalınları Alıp Hazret-i Gavs'a Getirdi Ve Başından Geçeni Anlattı.
müridlerinin, Talebelerinin Tövbesiz Vefât Etmemeleri İçin Duâ Etti:
"allah'ım! Ceddim, Habîbin Muhammed Aleyhisselâm Ve Kullarından Takvâya Erenlerin Hâtırı İçin, Hiç Bir Mürîdimin, Talebemin Rûhunu Tövbesiz Alma." Diye Yalvardı.
bir Defâsında; "iyi Müridlerin Hâli Mâlum, Ya Kötülerinki Ne Olacak?" Diye Sorduklarında; "iyi Olanlar Kendilerini Bize Adamışlardır. Kötülere Gelince Biz De Kendimizi Onları Kurtarmak İçin Adadık." Buyurdular.
bir Kere De; "bana Gözün Alabileceği Kadar Bir Kitap Verildi. Onda Kıyâmete Kadar Talebelerimin İsimlerini Gördüm." Buyurmuştur.
cinler De Kendisinden Çekinir, İtâat Edip Sözünü Dinlerlerdi.
ebû Saîd Abdullah Bin Ahmed İsminde Birinin Kızına Cinler Musallat Olmuştu. Hâlini, Seyyid Abdülkâdir Geylânî Hazretlerine Arz Etti. O Da; "falanca Yere Git. Oraya Cinlerin Reisi Uğrayacak. Ona Benim Gönderdiğimi Söylersin, Hâlini Anlatırsın. O Sana Yardımcı Olur." Buyurdu. O Şahıs Denilen Yere Gitti. Kendisini Abdülkâdir Geylânî'nin Gönderdiğini Ve Kızının Durumunu Anlattı. Cinlerin Reisi Kızına Musallat Olan Cini Cezâlandırdı. Ebû Saîd Cinlerin Reisine;"bugüne Kadar Senin Kadar Abdülkâdir'in Emrine Cân U Gönülden İtâat Eden Görmedim." Deyince; "abdülkâdir Geylânî Hazretleri Her Gece Evinden Bakar, Cinleri Seyreder. Cinler Onu Görünce Korkularından Sağa Sola Kaçışırlar. Allahü Teâlâ Sevdiği Kulun Emrine Birçok İnsan Ve Cin Verir." Dedi.
duâsı Makbûl İdi. Bağdad Halkından Biri Ona Gelerek; "babamı Rüyâda Azâb İçerisinde Gördüm. Bana Şeyh Abdülkâdir'e Git, Bana Duâ Etsin. Belki Allahü Teâlâ Beni Azapdan Kurtarır." Dedi. Bunun İçin Sana Geldim. Babama Duâ Ediverin De Azaptan Kurtulsun." Dedi. Abdülkâdir Geylânî Hazretleri Sükût Buyurdu. Bir Şey Söylemedi. O Şahıs İkinci Gece Babasını Rüyâsında Yeşil Bir Cübbe İçerisinde Neşeli Neşeli Görünce Hayret Edip; "baba, Dün Azâb İçindeydin, Bugün İse Neşelisin. Sebebi Nedir?" Diye Sordu. Babası; "şeyh Abdülkâdir Bana Duâ Etti. Allahü Teâlâ Onun Duâsı Hürmetine Beni Azaptan Kurtardı." Dedi.
tabiblerin Tedâvî Edemediği Hastalar Ona Gelirler, Duâsı Bereketiyle Şifâ Bulup Giderlerdi. Bir Defâsında Halîfe Mustencid'in Akrabâsından Karnı Şiş Bir Hastayı Getirdiler. Elini Sürüp, Duâ Ettiğinde Allahü Teâlânın İzni İle İyileşti.
halk Sıkıntıları Olunca Ona Gelirdi. Bir Seferinde Dicle Nehri Taşmış, Sular Bağdad Sokaklarına Kadar Gelmişti. Herkes Korku İle Abdülkâdir Geylanî Hazretlerine Baş Vurdu. Abdülkâdir Geylâni Hazretleri Oraya Geldi. Bastonunu Nehrin Kenarına Dikti. "daha İleri Gitme!" Dedi. Allahü Teâlânın İzni İle Nehrin Suyu O Andan Îtibâren Azalmaya Başladı.
muhammed Ezher Şöyle Anlatır:
bir Sene Allahü Teâlâdan Devamlı Bana Evliyâsından Birini Göstermesini İstedim. Bir Gece Rüyâmda İmâm-ı Ahmed Bin Hanbel'in Kabrini Ziyâret Ettim, Orada Birisi Vardı. İçimden Onun Evliyâdan Biri Olduğunu Geçirdim. Uyanınca Ahmed Bin Hanbel'in Kabrine Koştum. Rüyâda Gördüğüm Zât Orada Duruyordu. Önümden Geçip Dicle'ye Doğru Gitti. Ziyâretimi Acele Yapıp Onu Tâkib Ettim. Dicle Nehrinin İki Tarafı, Bir Adımlık Mesâfe Oluncaya Kadar Yaklaştı Ve Adımını Atarak Geçiverdi. Sonra O Zât Medresesine Gittiğinde Rüyâda Ve Uyanık İken Gördüğü Zatın Abdülkâdir Geylânî Hazretleri Olduğunu Anladı.
onu Gören Tesiri Altında Kalır, Mübârek Biri Olduğunu Hisseder, Kalbi Katı İse, Yumuşardı. Cumâ Günleri Câmiye Giderken, Halk Onu Görmek İçin Sokakları Doldururdu.
kendisi Hakkında Kötülük Düşünene Merhamet Eder, Onun İyiliğini İsterdi.
gavs-ül-âzam, Medîne-i Münevvereden Bağdad-ı Dârüsselâma Gelirken, Yolda Hırsızlardan Birine Rastladı. Hırsız Soyacak Adam Arıyordu. Gavs-ül-âzam Ona; "sen Kimsin?" Buyurdu. Hırsız; "ben Çölde Yaşıyanlardanım." Dedi. Gavs-ül-âzam Ona, İsminin Mâsiyet, Günah Mürekkebi İle Yazılmış Olduğunu Açıkladı. Hırsızın Kalbinden, Bu Heybet Ve Azamet Sâhibi Kişinin Gavs-ül-âzam Olması Muhtemeldir Düşüncesi Geçti. Hırsızın Kalbinden Geçeni Kendisine Söyledi Ve; "evet, Ben Abdülkâdir'im." Buyurdu. Hırsız, Derhal Mübârek Ayaklarına Kapandı Ve Dilinden; "ey Seyyid Abdülkâdir! Allah İçin Bana Bir İhsânda Bulun!" Sözleri Çıktı. Gavs-ül-âzam, Hâline Acıdı Ve Kabinin Düzeltilmesi İçin, Allahü Teâlâya Duâ Etti. Hitab Geldi; "ey Gavs-ül-âzam, Hırsızı Doğru Yola Ulaştır. Onu Sevgililer Hidâyetine İrşâd Eyle, Onu Kutublardan Biri Eyle!" Hırsız, Eşsiz Teveccühleri İle Kutublardan Oldu.
meclisi Müslüman Olmak İçin Gelenlerden Boşalmazdı. Müslüman Olan Bir Râhip Şöyle Anlatır:
ben Yemenliyim. İçimden Müslüman Olmak Geldi. Bunun İçin Yemen'deki İslâm Âlimlerinden Birine Mürâcaat Etmek İstedim. Böyle Düşünürken, Uyuya Kaldım. Rüyâmda Îsâ Aleyhisselâmı Gördüm. Bana; "ırak'a Git, Orada Abdülkâdir İsminde Biri Var, Onun Huzûrunda Müslüman Ol. Çünkü O Zamânındaki Âlimlerin En Büyüğüdür." Buyurdu.
yine On Üç Kişilik Bir Hıristiyan Cemâati Müslüman Olmayı Kararlaştırdılar. Kimin Yanında Müslüman Olacaklarını Düşünürlerken Sâhibini Görmedikleri Bir Ses; "bağdad'a Gidin. Abdülkâdir Geylânî İsmindeki Zâtın Huzûrunda Müslüman Olun. Onun Bereketiyle Kalbinizde Öyle Bir Îmân Nûru Parlar Ki, Başkasının Yanında Böyle Olmaz." Diyordu.
bu Hâdiseler, Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin Büyüklüğünü, Derecesinin Yüksekliğini Göstermektedir. Yoksa, İslâmiyette, Müslüman Olmak İçin, Müftüye, İmâma Gitmek Ve Formaliteye İhtiyâç Yoktur. Bir Kimse Kelime-i Şehâdeti Söyleyip Mânâsına İnanınca Müslüman Olur.
allahü Teâlânın İzni İle Bir Anda Birçok Yerde Bulunurdu.
ramazân-ı Şerîfte Bir Gün, Ayrı Ayrı Yetmiş Kişi, Birbirinden Habersiz, Gavs-ül-a'zamı İftâra Dâvet Etti. Herbiri Kendi Evini Şereflendirmek, Bereketlendirmek İstiyordu. Her Birinin Dâvetini Kabûl Etti, Aynı Anda Dâvet Edenlerin Evlerinde İftarda Bulundu, Onlarla Birlikte Yemek Yedi. Bu Haber, Bu Büyük Ve Havsalaya Sığmaz Kerâmet, Bir Anda Bağdad'a Yayıldı. Huzûrunda Hizmet Eden Hizmetçilerden Biri, Gavs-ül-âzam O Akşam Tekkesinden Çıkmadığı, İftarı Burada Yaptığı Hâlde, O Kimselerin Evlerine Girip, Onlarla Yemek Yemesi Ve Bu Yemeğin Aynı Anda Olması Nasıl Olur? Diye Düşündüğü Zaman, Gavs-ül-âzam, O Hizmetçisine Dönerek; "onlar Doğru Söylüyorlar, Herbirinin Dâvetinde Bulundum, Ayrı Ayrı, Fakat Aynı Zamanda Herbirinin Evlerinde Yemek Yedim" Buyurdu.
çilesini Çekmeden Yüksek Mertebelere Ulaşılamıyacağını Söylerdi.
bir Kadın, Çocuğunu Abdülkâdir-i Geylânî'ye Getirip; "oğlumun Kalbini Size Tutulmuş Gördüm; Bana Hizmetinden Onu Âzâd Edip, Size Getirdim." Dedi. Şeyh Hazretleri Bu Genci Yanına Aldı. Ona Nefsin İstemediklerini Yapmasını Emretti. Tarîkatta Sülûke Başlattı. Bu Şekilde Devâm Ederken, Bir Gün Annesi Çıka Geldi. Oğlunu, Az Yemek Ve Uyumak Sebebiyle, Zayıf Ve Sararmış, Arpa Ekmeği Yer Hâlde Buldu. Bu Hâl Ona Dokundu. Çocuğunu Bırakıp, Abdülkâdir-i Geylânî Hazretlerinin Yanına Girdi. Şeyh Hazretleri Oturmuş, Tavuk Yiyordu. "efendim, Siz Burada Tavuk Yersiniz, Benim Oğlum İse, Arpa Ekmeği Yer." Dedi. Şeyh Bunu Duyunca, Elini, Tavuk Kemiklerinin Üzerine Koyup; "kum Bi-iznillâh!" Yâni Allahü Teâlânın İzni İle Kalk, Diril! Buyurdu. Tavuk Hemen Dirildi. Şeyh, Kadına Hitâben; "senin Oğlun Böyle Olduğu Zaman, Dilediğini Yesin!" Buyurdu.
bâzan Sevdiklerine Mânâ Âleminde Çeşitli Şeyleri Gösterirdi. Ali Bin Yâkub Anlatır:
bir Kere Daha Yanına Gitmiştik. Başını Eğip, Murakabeye Dalınca, Ondan Bir Nûrun Yükseldiğini Gördüm. Gözümden Perde Kalktı, Melekleri, Onların Tesbihlerini Ve Kabirdekileri, Onların Hâllerini, Derecelerini, Tesbih Ettiklerini Gördüm. Her İnsanın Alnındaki Yazıları Okumaya Başladım. Hulâsa Bana Gaybî, Gizli Pekçok Şey Malûm Oldu. Beni Oraya Götüren Hocam Ali Bin Hîtî, Aklıma Bir Şey Olmasından Korkuyorum Deyince, Göğsüme Vurdu Ve Ondan Sonra Gördüklerimden Dolayı Hiç Korkmadım.
ebü'l-hacer Hâmid Hirânî Anlatıyor:
bir Gün Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin Medresesine Gittim Ve Huzûrunda Oturdum. Bana; "ey Hâmid! Bir Gün Gelecek Meliklerin, Sultanların Minderinde Oturacaksın." Buyurdu. Aradan Epeyce Zaman Geçip, Hiran'a Dönünce, Sultan Nûreddîn Beni Çağırıp Yanına Oturttu Ve Evkaf Bakanı Yaptı. O Günden Beri Devamlı Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin O Sözünü Hatırlarım.
bir Gün Bir Cemâatle Terasta Durup, Buhârâ Tarafına Dönerek, Güzel Bir Koku Aldı Ve; "benim Vefâtımdan Yüz Elli Yedi Sene Sonra, Dünyâya Muhammedî Meşreb Birisi Gelir, İsmi Behâeddîn Muhammed Nakşibendî'dir. Bana Mahsus Nîmetlere Kavuşur." Buyurdu Ve Dediği Gibi Oldu.
evliyânın Büyüklerinden Ve Mürşid-i Kâmillerin En Meşhûrlarından Olan Bu Zât, Muhammed Behâeddîn-i Buhârî Nakşibend Hazretleri İdi.
allahü Teâlâ Ona Eşyânın Aslını, Neden Meydana Geldiğini Gösterirdi.
bir Gün Devlet İleri Gelenlerinden Birisi Huzûruna Gelmişti. Tesirli Nasîhatlarını Dinledikten Sonra Memnuniyetinden On Kese Altını Ortaya Koyup, Bunlar Senindir." Dedi. Abdülkâdir Geylânî Hazretleri Almak İstemedi. Çok ısrar Edince, İçinden İkisini Aldı Ve Sıktı. Elinin Altından Kan Akmaya Başladı. O Şahsa; "bunları Bana Getirmekten Hiç Mi Hayâ Etmedin?" Dedi. Onları Helalden Kazanmadığını Göstermiş Oldu.
her Zaman Gizli Açık Kerametleri Görülürdü. Abdülkâdir Geylânî Hazretleri Buyurur Ki:
"kerâmetler Ancak Bir Hayır, Hikmet İçin Gösterilir. Kerâmetini Gizlemeyen Dünyâya Düşkündür. Bana Talebe Olan Yâhut Evlâdımdan Ve Halîfelerime Bağlı Olup, Kerâmet Derecesine Ulaşıp, Maksatsız Kerâmet İzhar Edenin Yüzü İki Dünyâda Kara Olur."
abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin İnsanları Gafletten Uyaran, Kendilerine Gelmesine Vesîle Olan Pekçok Sözü Vardır. Bunlardan Bâzıları Şunlardır:
"insanlara Rehberlik Eden Kimsede Şu Hasletler Bulunmazsa, O Rehberlik Yapamaz. Kusurları Örtücü Ve Bağışlayıcı Olması, Şefkatli Ve Yumuşak Olması, Doğru Sözlü Ve İyilik Yapıcı Olması, İyiliği Emredip, Kötülüklerden Men Edici Olması, Misâfirperver Ve Geceleri İnsanlar Uyurken İbâdet Edici Olması, Âlim Ve Cesûr Olması."
"şükrün Esası, Nîmetin Sâhibini Bilmek, Bunu Kalb İle Îtirâf Etmek Ve Dille Söylemektir."
"büyük Âlimlere Tâbi Olunuz; Bid'at Yoluna, Dinde Olmayıp, Sonradan Çıkarılan Şeylere Sapmayınız. İtâat Ediniz, Muhâlefet Etmeyiniz. Sabrediniz, Sızlanmayınız. Sâbit Kalınız, Ayrılıp Dağılmayınız. Bekleyiniz, Ümit Kesmeyiniz. Özünüzü Günahdan Temizleyiniz, Kirletmeyiniz. Hele Rabbinizin Kapısından Hiç Ayrılmayınız."
"kalb Dünyâ Arzularından Birine Bağlı Kaldığı Ve Geçici Lezzetlerden Birinin Peşine Takılıp Gittiği Müddetçe, İmkânı Yok, Âhireti Sevmiş Olamaz."
"mümin, İnsanlara Karşı Yüzünden Sevinçli Olduğunu Gösterir. Fakat Kendi Mahzûndur. Peygamber Efendimiz; "müminin Sevinci Yüzündedir. Halbuki Kalbi Mahzûndur." buyurmaktadır. Müminin Tefekkürü, Düşünmesi, Ağlaması Çok, Gülmesi Azdır. Tebessümü İle Kalbindeki Hüznü Gizler. Dışarıda Geçimini Temin Etmekle Uğraşıyor Görünür, Kalbi Rabbini Anmakla Meşgûldür. Çoluk Çocuğu İle Uğraşıyor Görünür, Kalbi Rabbi İledir."
"insanlara Gösteriş İçin Amel Yapıp, Sonra Da Bunu Allahü Teâlânın Kabûl Etmesini İstemek Yakışır Mı? Hırsı, Şımarıklığı, Azgınlığı Ve Dünyâya Düşkünlüğü Bırak. Sevincini Ve Neşeni Biraz Azalt. Biraz Hüzünlü Ol. Peygamber Efendimiz Başkasının Kalbini Ferahlandırmak İçin Tebessüm Buyururlardı."
ilk Önce Yapılması Lâzım Olan Şeyler Husûsunda:
"mü'minin, En Önce Farzları Yapması Lâzımdır. Farzları Bitirdikten Sonra, Vâcib Ve Sünnetleri Yapar. Ondan Sonra, Nâfilelerle Meşgûl Olur. Farz Borcu Varken Sünnet İle Meşgûl Olmak, Ahmaklıktır. Farz Borcu Olanın, Sünnetleri Kabûl Olmaz. Ali Bin Ebî Tâlib'in Rivâyet Ettiği Hadîs-i Şerîfte, Resûlullah Efendimiz Buyuruyor Ki: "üzerinde Farz Borcu Olan Kimse, Kazâsını Kılmadan Nâfile Kılarsa, Boş Yere Zahmet Çekmiş Olur. Bu Kimse, Kazâsını Ödemedikçe, Allahü Teâlâ, Onun Nâfile Namazlarını Kabûl Etmez." mümin, Bir Tüccara Benzer. Farzlar Onun Sermâyesi, Nâfileler De Kazancıdır. Sermâye Kurtarılmadıkça, Kazancı Olamaz." Buyurdu.
kötü Arkadaşlardan Uzak Olmayı Tavsiye Eder, Şöyle Buyururdu:
"kötü Arkadaşları Terket. Onlara Sevgi Duyma, Sâlihleri Sev. Yakının Bile Olsa, Kötü Arkadaştan Uzak Dur. Uzak Bile Olsa, İyi Arkadaşlarla Berâber Ol. Kimi Seversen, Seninle Onun Arasında Bir Yakınlık Hâsıl Olur. Bu Bakımdan, Sevgi Beslediğin Kimsenin Kim Olduğuna İyi Bak.
ey Oğul! Kötü Kimselerle Düşüp Kalkman, Seni, İyi Kimseler Hakkında Kötü Zanna Düşürür. Allahü Teâlânın Kitabının Ve Resûlünün Sünnet-i Seniyyesinin Gölgeleri Altında Yürü, Felâh, Bulur Kurtuluşa Erersin."
ey Oğul! Senin Düşüncen, Yiyecek, İçecek, Giyecek Ve Dünyâ Lezzetleri Olmasın. Bütün Bunlar, Nefsin Ve İnsan Tabiatının İstediği Şeylerdir. Kalbin Düşüncesi Nerede, Nefsin Ve Tabiatın İstekleri Nerede? Kalbin Düşüncesi Allahü Teâlâdır. Senin Düşüncen, Rabbin Ve O'nun Katında Bulunan Nîmetler Olmalıdır. Dünyâdan (haram Ve Şüphelilerden) Ne Terkedersen, Mutlaka Bunun Karşılığında Âhirette Ondan Daha Hayırlısı Vardır. Ömründe Sâdece Şu İçerisinde Bulunduğun Günün Kaldığını Farz Et De Âhiret İçin Hazırlık Yap."
faydasız Şeyleri Bırakmak Husûsunda:
"ey Zavallı! Sana Fayda Vermeyen Şeyler Hakkında Konuşmayı Bırak. Dünyâ Ve Âhirette Sana Fayda Verecek İşlerle Uğraş. Boş İşlerle Uğraşmayı Bırak. Kalbinden Dünyâ Düşüncelerini Çıkar. Çünkü Yakında Dünyâdan Alınacak, Âhirete Götürüleceksin. Dünyâda Rahat Ve Hoş Bir Hayat Arama. Resûl-i Ekrem; "hayat, Âhiret Hayâtıdır" buyurdu."
iyi Zan Sâhibi Olmak Hakkında:
"müslümanlar Hakkında İyi Zan Sâhibi Ol. Onlar Hakkında Niyetini Düzelt. Her Türlü Hayır İşi Yapmaya Koş. Bilmediğin Hususlarda Âhireti Düşünen Âlimlere Sor."
duâ Hakkında:
"allahü Teâlâdan Dünyâ Ve Âhiretin Hayırlarını İste. Sakın; "ben İstiyorum. Fakat Allahü Teâlâ Vermiyor, Ben De Bundan Sonra İstemeyeceğim." Deme. Duâya Devâm Et. Eğer İstediğin Şey Ezelde Senin İçin Takdir Edilmiş İse, Allahü Teâlâdan İstedikten Sonra, Allahü Teâlâ Onu Sana Gönderir. Eğer İstediğin O Rızık Ezelde Senin İçin Takdir Edilmemiş İse, Allahü Teâlâ Seni O Şeye Muhtaç Kılmaz Ve Kendinden Gelenlere Rızâ Gösterme Nîmetini İhsân Eder. Eğer Allahü Teâla Senin İçin Fakirlik Ve Hastalık Dilemiş İse, Sen De Allahü Teâlâya Fakirlikten Ve Hastalıktan Kurtulman İçin Yalvarırsın. O Zaman Allahü Teâlâ Sana Râzı Ve Memnûn Olacağın Bir Hâl Verir. Eğer, Ezelde Borçlu Olmak Takdir Edilmişse Ve Sen De Borçtan Kurtulmak İçin Duâ Edersen, Allahü Teâlâ Alacaklıyı Sana Kötü Muâmele Etme Hâlinden Vaz Geçirir. Hatta Borcundan Azaltma Veya Hepsini Bağışlama Hâline Çevirir. Eğer Dünyâda Borçlu Halden Kurtarmazsa Buna Karşılık Sana Bol Sevap Verir.
âhiret İşlerini Önce Yapmak Husûsunda:
"âhireti Sermâyen, Dünyâyı Bu Sermâyenin Kazancı Yap. Zamânını, Önce Âhireti Elde Etmek İçin Sarf Et. Geri Kalan Vaktini, Geçimini Temin İçin Harca. Sakın Dünyânı Sermâye, Âhiretini Onun Kârı Şeklinde Yapma. Böyle Yaparsan, Dünyâdan Artan Zamânını, Âhiretin İçin Sarf Edersin. Bu Zaman Zarfında Namazlarını Kılmaya Çalışırsın. Fakat Çabucak Kılayım Diye, Rükünlerine Riâyet Etmezsin. Sonra Dünyâ İşlerinden Dolayı Yorulur Ve Bitkin Düşersin. Geceleri Kazâ Namazı Kılmaya Fırsat Bulamazsın. Yorgunluktan Ölü Gibi Yatar, Gündüz De Faydasız Olursun. Nefsine, Hevâ Ve İsteğine Hattâ Şeytâna Tâbi Olursun. Âhiretini Dünyâya Karşılık Satarsın. Nefsinin Kölesi Ve Onun Bineği Olursun. Hâlbuki Sen, Nefsine Binmek, Onu Yalanlayıp Tekzib Etmek Ve Selâmet Yoluna Sokmakla Emrolunmuşsun. Bunlar Âhiret Yolu, Rabbine Tâat Yoludur. Sen, Nefsinden Gelen İstekleri Kabûl Etmekle, Kendine Zulmettin. İpini Onun Eline Verdin. İsteklerinde, Lezzetlerinde, Hevâsında Ona Uydun. Sonunda Dünyâ Ve Âhiretin Hayırlısını Kaçırdın. Dünyâ Ve Âhiretini Zarara Soktun. Böyle Olursa, Kıyamet Günü Din Ve Dünyâ Bakımından İnsanların En Müflisi Ve En Zararlısı Olursun. Nefsine Uymakla, Dünyâdan Fazla Bir Şeye Ulaşamadın. Eğer Nefsini Âhiret Yoluna Çekseydin, Âhiretini Esas Ve Sermâye Kabûl Etseydin, Dünyâ Ve Âhiretini Kazanırdın. Nefsin Kötülüklerinden Korunur, İyilerden Olurdun. Eğer Dünyâya Rağbet Etmeyerek, Kötülüklerden Uzak Kalarak Allahü Teâlâya İtâat Edersen, Allahü Teâlânın Has Kullarından Olursun."
yapılan Nasîhatı Kabul Etmek Hakkında:
"kardeşinin Sana Yaptığı Nasîhatı Kabul Et. Ona Muhâlefet Etme. Çünkü O, Senin Kendinde Göremediğin Şeyleri Görür. Bunun İçin Resûl-i Ekrem; "mümin, Müminin Aynasıdır." buyurmuştur. Mümin, Din Kardeşine Yapmış Olduğu Nasîhatlerde Samîmîdir. Onun Göremediği Şeyleri Bildirir. Ona, İyilikler Ve Kötülükler Arasındaki Farkı Gösterir. Ona, Lehinde Veya Aleyhinde Olan Şeyleri Anlatır."
acele Etmemek Husûsunda:
"acele Etme. Acele Eden, Ya Hatâ Yapar Veya Hatâlı Duruma Yakın Olur. Ağır Ve Temkinli Hareket Eden, O İşte Ya İsâbet Kaydeder Veya İsâbet Etmeye Yaklaşır. Acele Şeytandandır. Ağır Ve Temkinli Hareket Etmek. Allahü Teâlâdandır. Umûmiyetle Aceleye Sebep, Dünyâlık Toplama Hırsıdır. Kanâat Sâhibi Ol. Kanâat Bitmeyen Bir Hazînedir."
gaflet Hakkında:
"allahü Teâlâdan Hakkıyla Hayâ Ediniz. Gaflette Olmayınız. Zamânınız, Zâyi Olup Gidiyor. Hâlbuki Siz, Yiyemeyeceğiniz Şeyleri Toplamak, Ulaşamayacağınız Şeylerin Peşinde Koşmak, Oturamayacağınız Binâları Kurmakla Meşgûl Oluyorsunuz. Bütün Bunlar Size, Rabbinizin Huzûrunda Hesap Vermek İçin Duracağınızı Unutturuyor. Hâlbuki Allahü Teâlâyı Anmak, Âriflerin Kalblerinde Yerleşir. Onların Kalblerini Kuşatır. Onlara, Allahü Teâlâyı Hatırlamaya Mâni Olan Her Şeyi Unutturur."
allah İçin Yapılmayan İşler Hakkında:
"senin Dilin Güzel Ve Tatlı; Yüzün İse Kötülüklerden Kurtulmuş Gibi Gülüyor, Ya Kalbinin Hâli Nasıl? Cemâat İçinde İyi Görünüyorsun, Ya Yalnız İken, Yanında Kimse Yok İken Nasılsın? Göründüğün Gibi Değilsin. Sen Namaz Kıldığın, Oruç Tuttuğun, Hayır İşleri Yaptığın Zaman, Eğer Bunları Sırf Allahü Teâlânın Rızâsını Gözeterek Yapmazsan, Nifak Üzere Ve Allahü Teâlâdan Uzak Olacağını Bilmiyor Musun? Şimdi Allah İçin Yapmadığın Bütün İşlerin, Bütün Sözlerin, Âdî Ve Bayağı Niyetlerin İçin Tövbe Et.
insanlara Gösteriş İçin, Onların Rızâlarını Almak İçin Amel Yapıp, Sonra Da Bunu Allahü Teâlânın Kabûl Etmesini İstemek Yakışır Mı? Hırsı, Şımarıklığı, Azgınlığı Ve Dünyâya Düşkünlüğü Bırak. Sevincini Ve Neşeni Biraz Azalt. Biraz Hüzünlü Ol. Çünkü Sen, Hüzün Evinde Ve Dünyâ Hapishânesindesin. Resûl-i Ekrem Dâimâ Tefekkür Ederdi. Sevinçleri Az, Hüzünleri Çoktu. Az Gülerdi. Sâdece Başkasının Kalbini Ferahlandırmak İçin Tebessüm Buyururlardı."
allahü Teâlânın Sevgisinde Samîmiyetin Nasıl Belli Olduğu Hususunda:
"kulun Allahü Teâlâyı Sevmesinde Samîmi Olup Olmadığı, Başına Belâ Ve Musîbet Geldiği Zaman Ortaya Çıkar. Bela Ve Musîbet Geldiğinde Sabır Ve Sükûn Hâlini Muhâfaza Edebiliyorsa, O Gerçekten Allahü Teâlâyı Seviyor Demektir. Musîbet Ve Fakirlik Zamânında Sebat Gösterebilmek Bu Sevgiye Delil Ve Alâmet Yapıldı. Birisi Peygamber Efendimize;"ben Seni Seviyorum." Deyince; "fakirlik İçin Bir Elbise Hazırla." buyurdu. Bir Başkası Gelip Peygamber Efendimize; "ben Allahü Teâlâyı Seviyorum." Deyince;"belâ İçin Elbise Hazırla." buyurdu."
sabır Ve Tahammüllerin Karşılıksız Kalmayacağına Dâir:
"halinizden Şikâyette Bulunmayın. Sabredin, Feryad Etmeyin. Doğruluk Üzere Devâm Edin. İsteyin, İstemekte Bıkkınlık Göstermeyin. İçinde Bulunduğunuz İstenmeyen Hâllerden Dolayı Ümitsizliğe Düşmeyin. Dâimâ Ümitli Olun. Birbirinize Düşman Değil, Kardeş Olun. Birbirinize Buğz Etmeyin.
allahü Teâlâya, Rızâsı İçin Yapılan Sabırlar Ve Tahammüller, Aslâ Karşılıksız Kalmaz. Onun İçin Bir Ân Olsun Sabrediniz, Mutlaka, Senelerce Bu Sabrın Mükâfâtını Görürsünüz. Ömrü Boyunca Kahraman Lakabıyla Meşhûr Olan, Bu Lakabı, Bir Ânlık Cesâreti Netîcesinde Kazanmıştır. Allahü Tealâ Kur'ân-ı Kerîmde Meâlen; "şüphesiz Ki, Allah Sabredenlerle Berâberdir." buyuruyor (bekara Sûresi: 153)
hayâtı Fırsat Bilmeye Dâir:
"hayatta Olduğunuz Müddetçe, Ömrü Fırsat Biliniz. Bir Müddet Sonra Hayat Kapısı Kapanacak, Bu Dünyâdan Ayrılacaksınız. Gücünüz Yettiği Müddetçe Hayırlı İşler Yapmayı Ganîmet Biliniz. Tövbe Kapısı Açıkken Ve Elinizde Bu İmkân Varken Bunu Fırsat Biliniz. Tövbe Ediniz. Duâ Etmeye İmkânınız Varken, Duâ Ediniz. Sâlih Kimselerle Berâber Olmayı Fırsat Biliniz."
kabir Ziyâretine Dâir:
"kabirleri Ziyâret Ediniz. Sâlih Kimseleri De Ziyâret Ediniz. Hayırlı İşler Yapınız. Böyle Yaparsanız, Her Şeyiniz Düzelir."
günahlardan Sakınmak Husûsunda:
"mümin Kimse Küçük Günahları Da Büyük Görür. Peygamber Efendimiz; "mümin Kimse, Günahını Dağ Gibi Görüp, Kendi Üzerine Düşeceğinden Korkar. Münafık İse, Günâhını Burnu Üzerine Konan Ve Hemen Uçan Sinek Gibi Görür." buyurdu."
vefâtı: abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri Vefât Edeceği Sırada, Oğullarına Buyurdu Ki: "yanımdan Ayrılın! Çünkü Zâhirde, Görünüşte Sizinle, Bâtında Sizden Başkasıyla Yâni Allahü Teâla İle Berâberim." Yine O Esnâda Buyurdular: "yanımda Sizden Başkaları Da Vardır. Onlara Yer Açın. Onlara Edebi Gözetin. Burada Büyük Rahmet Vardır. Onları Sıkıştırmayın!" Yine; "aleyküm-üs-selam Ve Rahmetullahi Ve Berekâtühü. Allahü Teâlâ Beni Ve Sizi Magfiret Etsin! Allahü Teâlâ Benim Ve Sizin Tövbelerimizi Kabûl Etsin!" Bir Gün Bir Gece Hep Böyle Buyurdular.
oğlu Şeyh Abdürrezzâk Anlatır:
gavs-ül Âzam, O Esnâda, Ellerini Kaldırıp, Uzattı Ve; "ve Aleyküm Selâm Ve Rahmetullahi Ve Berekâtühü! Tövbe Ediniz!" Buyurdu.
vefât Ederken İki Defâ; "allahümme Refîk Al A'lâ." Deyip; "size Geliyorum, Size Geliyorum." Buyurdu. Tekrar Buyurdu Ki: "durun!" Bunun Ardından, Ona Ölüm Ve Sekerât Hâli Geldi. Bu Hâlde İken; "bana Kimse Bir Şey Sormasın. Ben, Allahü Teâlânın İlminde Bir Hâlden Başka Bir Hâle Geçmekteyim." Buyurdu.
son Anlarında, Oğlu Abdülcebbâr; "babacığım, Bedenin Acı Duyuyor Mu?" Diye Arz Edince; "bütün Uzuvlarım Acı İçindedir. Yalnız Kalbimde Hiç Acı Ve Elem Yok. O, Allahü Teâlâ İledir." Buyurdu.
oğlu Şeyh Abdülazîz; "hastalığınız Nasıldır?" Diye Sorunca; "benim Hastalığımı, İnsan, Cin Ve Meleklerden Hiçbiri Bilmez Ve Anlayamaz. Allahü Teâlânın İlmi, Hükmü İle Nâkıs Olmaz. Hüküm Değişir, İlim İse Değişmez. Allahü Teâlâ, Dilediğini Siler, Dilediğini Yazar. Ümm-ül-kitab O'ndadır, O'na Yaptığından Suâl Olunmaz. Kullara İse, Yaptıkları Sorulur." Buyurdu.
daha Sonra; "kudret İle Hâkim, Kullarına Ölüm İle Gâlib Olan Allahü Teâlâ, Her Ayıp Ve Kusurdan Münezzehdir. Lâ İlâhe İllallah Muhammedün Resûlullah!" Sonra Da; "allah Allah Allah..." Deyip Sonra Sesini Kesti, Dilini Damağına Yapıştırıp, Mübarek Rûhunu Teslim Eyledi.
vefâtı Büyük Bir Üzüntüyle Karşılandı. Cenâze Namazını Kılmak Üzere, Görülmemiş Bir Kalabalık Toplandı. Cenâze Namazını Oğlu Abdülvehhâb Kıldırdı. O Kadar İnsan Toplanmıştı Ki, Kalabalık Sebebiyle Ancak Gece Defn Edilebildi. İnsanlar, Büyük Kalabalıklar Hâlinde Ziyâretine Geldiler. Bu Ziyâretler Günlerce Devâm Etti.
abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin Kız Ve Erkek Pek Çok Çocuğu Vardı. Nesli Onlar Vâsıtasıyla Dünyânın Çeşitli Yerlerine Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs (ispanya), ırak, Suriye Ve Anadolu'da Yayılmıştır. Oğullarından Ebû Abdurrahmân Şerefeddîn Îsâ Mısır'a Hicret Etmiş Olup Şimdi Mısır'daki Kâdirî Şeriflerin Dedesi Odur. Torunları, Kuzey Afrika'da Daha Çok Şerif Ve Şurefa Gibi İsimlerle, ırak, Suriye Ve Anadolu'da İse Seyyid Ve Geylânî Diye Anılmaktadır.
eserlerinden Bâzıları Şunlardır:
1)el-gunye Li-tâlibî Tarîk-ıl Hak: îmân, İbâdet Ve Ahlâkî Konuları İhtivâ Eder. 2) el-fethurrabbânî Vel-feyz-ur-rahmânî: vâzlarından Meydana Gelir. 3) fütûh-ul-gayb: bu Eser Vâzlarından Ve Oğlu Abdurrezzak'a Vasiyetinden Meydana Gelir. 4) el-fuyûzâtu'r-rabbâniyye Fî Evrâd-il-kâdiriyye: duâ Ve Virdlerden Meydana Gelir. 5) mektûbat: on Beş Mektuptan Meydana Gelir.
kerâmet Ve Menkîbeleri
altının Var Mı?
bir Gün Abdülkâdir Geylânî'ye; "bu İşe Başladığınızda, Bu Yola Adım Attığınızda, Temeli Ne Üzerine Attınız? Hangi Ameli Esas Aldınız Da Böyle Yüksek Dereceye Ulaştınız?" Diye Sordular. Buyurdu Ki:
"temeli Sıdk Ve Doğruluk Üzerine Attım. Aslâ Yalan Söylemedim. Yalanı Kâğıda Bile Yazmadım Ve Hiç Yalan Düşünmedim. İçim İle Dışımı Bir Yaptım. Bunun İçin İşlerim Hep Rast Gitti. Çocuk İken Maksadım, Niyetim, İlim Öğrenmek, Onunla Amel Etmek, Öğrendiklerime Göre Yaşamaktı. Küçüklüğümde Arefe Günü Çift Sürmek İçin Tarlaya Gittim Bir Öküzün Kuyruğundan Tutunup, Arkasından Gidiyordum. Hayvan Dile Geldi Ve Dönüp Bana; "sen Bunun İçin Yaratılmadın Ve Bununla Emrolunmadın." Dedi. Korktum, Geri Döndüm. Evimizin Damına Çıktım. Gözüme, Hacılar Gözüktü. Arafat'ta Vakfeye Durmuşlardı. Anneme Gidip; "beniallahü Teâlânın Yolunda Bulundur. İzin Ver, Bağdad'a Gidip İlim Öğreneyim. Sâlih Zâtları Ve Evliyâyı Bulup Ziyâret Edeyim." Dedim. Annem Sebebini Sordu, Gördüklerimi Anlattım. Ağladı, Kalkıp Babamdan Mîrâs Kalan Seksen Altının Yarısını Kardeşime Ayırdı. Kalanını Bana Verip, Altınları Elbisemin Koltuğunun Altına Dikti. Gitmeme İzin Verip, Her Ne Olursa Olsun Doğruluk Üzere Olmamı Söyleyip, Benden Söz Aldı. "haydi Allah Selâmet Versin Oğlum. Allahü Teâlâ İçin Ayrıldım. Artık Kıyâmete Kadar Bir Daha Yüzünü Göremem." Dedi. Küçük Bir Kâfile İle Bağdad'a Gitmek Üzere Yola Çıktım. Hemedan'ı Geçince, Altmış Atlı Eşkıyâ Çıka Geldi. Kâfilemizi Bastılar. Kervanı Soydular. İçlerinden Biri Benim Yanıma Geldi. "ey Derviş! Senin De Bir Şeyin Var Mı?" Diye Sordu. "kırk Altınım Var." Dedim. "nerededir?" Dedi. "koltuğumun Altında Dikili." Dedim. Alay Ediyorum Zannetti. Beni Bırakıp Gitti. Bir Başkası Geldi, O Da Sordu. Fakat, O Da Bırakıp Gitti. İkisi Birden Reislerine Gidip, Bu Durumu Söylediler. Reisleri Beni Çağırttı. Bir Yerde, Kâfileden Aldıkları Malları Taksim Ediyorlardı. Yanına Gittim. "altının Var Mı?" Dedi. "kırk Altınım Var." Dedim. Elbisemin Koltuk Altını Sökmelerini Söyledi. Söküp, Altınları Çıkardılar. "neden Bunu Söyledin?" Dediler. "annem, Ne Olursa Olsun Yalan Söylemememi Tembih Etti. Doğruluktan Ayrılmayacağıma Söz Verdim. Verdiğim Sözde Durmam Lazım." Dedim. Eşkıyâ Reisi, Ağlamaya Başladı Ve; "bu Kadar Senedir Ben, Beni Yaratıp, Yetiştiren Rabbime Verdiğim Sözü Bozuyorum." Dedi. Bu Pişmanlığından Sonra Tövbe Edip, Haydutluğu Bıraktığını Söyledi. Yanındakiler De, "insanları Soymakta, Yol Kesmede Sen Bizim Reisimiz İdin, Şimdi Tövbe Etmekte De Reisimiz Ol" Dediler. Sonra, Hepsi Tövbe Ettiler. Kâfileden Aldıkları Malları Sâhiplerine Geri Verdiler. İlk Defâ Benim Vesîlemle Tövbe Edenler, Bu Altmış Kişidir."
ateşin Odunu Yiyip Bitirdiği Gibi
abdülkâdir Geylânî'nin Sohbetleri İle Hasta Gönüller Şifa Bulur, Katı Kalpler Yumuşardı. İnsanların Mânevî Hastalıklarını Tek Tek Bildirir, Onları Tedâvî Ederdi. Hasedin, Kıskançlığın Allahü Teâlânın Gazâbına Sebeb Olacağını Şöyle Anlatır:
ey Mümin! Ne Oluyor Ki, Seni, Komşunu; Yemede, İçmede, Giymede Ve Başka Şeylerde Kıskanır Görüyorum. Bu Nasıl İş? Bilmiyor Musun Ki, Bu Senin Îmânını Zayıflatır. Mevlânın Yanında Kıymetin Kalmaz. Seni, Allahü Teâlânın Gazabına Uğratır. Peygamber Efendimiz; "allahü Teâlâ, Hasetçi Kimse Nîmetimin Düşmanıdır," Buyurdu." diye Bildirmiştir. Resûl-i Ekrem Bir Hadîs-i Şerîfte; "ateş Odunu Yiyip Bitirdiği Gibi, Haset De İyilikleri Yer." buyurdu. Sen, Haset Ettiğin Kimseyi, Hangi Ve Ne Hususta Haset Ediyorsun. Onun Kısmeti İçin Mi, Yoksa Kendi Kısmetin Husûsunda Mı Haset Ediyorsun? Eğer Onu, Allahü Teâlânın Ona Kısmet Olarak Verdiği Şeyde Haset Ediyorsan, Ona Haksızlık Etmiş Olursun. Haset Ettiğin Kimse, Allahü Teâlânın Kendisi İçin Takdir Ve Taksim Ettiği Nîmetin İçerisinde Bulunmaktadır. Sen Onu, Allahü Teâlânın Bu İhsânından Dolayı Haset Etmekle, Ne Kadar Haksızlık Ve Cimrilik Yaptığını, Ne Kadar Akılsızlık Ettiğini Biliyor Musun? Eğer Onu, Sana Takdir Edilenin Onun Eline Geçeceğinden Endişe Ederek Kıskanıyorsan, Bu Senin Çok Câhil Olduğunu Gösterir. Çünkü Senin Kısmetini Başkası Yiyemez. Muhakkak Ki Allahü Teâlâ Sana Zulmetmez. Allahü Teâlâ Senin İçin Takdir Ettiğini, Sana Nasîb Olarak Verdiğini, Senden Alıp Başkasına Vermez.
bu İhtiyarı Himâye Etsin!..
gavs-ül-a'zam Bir Gün, İmâm-ı Ahmed Bin Hanbel'in Kabrini Ziyâret Etti. Yanında Evliyâdan Bir Cemâat Da Vardı. Kabrin Başında Okudular. İmâm-ı Ahmed Bin Hanbel Kabirden Çıktı, Elinde Gömlek Vardı. Gömleği Verdi Ve Birbirlerinin Boynuna Sarıldılar. Sonra İmâm-ı Ahmed; "ey Seyyid Abdülkâdir! Fıkıh, Tasavvuf İle Helâlin, Haramın İlmi Sana Muhtaçtır." Buyurdu.
bir Gece Resûlullah Efendimizi Rüyâda Gördü. Bu Arada İmâm-ı Ahmed Bin Hanbel'i De Gördü. Bir Eliyle Sakalını Tutmuş, Resûlullah Efendimizden Ricâ Ediyor Ve; "ey Allah Resûlü! Oğlun Muhyiddîn Seyyid Abdülkâdir'e Buyur Da, Bu Zayıf İhtiyârı Himâye Etsin." Diyordu. Resûlullah Efendimiz Tebessüm Buyurarak: "ey Seyyid Abdülkâdir! Bu Şeyhin Ricâsını Kabûl Et." Buyurdu. Resûlullah'ın Emri İle, Onun Ricâsını Kabûl Etti Ve Sabah Namazını Hanbelîlerin Namazgâhında Kıldı. Hâlbuki Hanbelî Namazgâhında İmâmdan Başka Kimse Olmazdı. Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri Oraya Gelince, Pek Çok Kimse De Ardından Gelip, Mescidi Doldurdu Ve Boş Yer Kalmadı. "eğer Gavs-ül-a'zam Hazretleri O Gün, Hanbelî Namazgâhında Hazır Olmasaydı, Hanbelî Mezhebi Unutulacaktı." Denilmiştir. Bundan Sonra Hanbelî Mezhebine Göre İbâdet Etti.
bizim Yolumuz
oğlu Abdurrezzâk'a Şöyle Vasiyet Eyledi:
ey Oğlum! Allahü Tealâ Bize Ve Sana Ve Bütün Müslümanlara Tevfîk, Başarı Ve Muvaffakiyet İhsân Eylesin! Sana Allah'tan Korkmanı Ve O'na Tâat Üzere Olmanı, Dînimizin Emir Ve Yasaklarına Riâyet Etmeni Ve Hudûdunu Gözetmeni Vasiyet Ederim.
ey Oğlum! Allahü Teâlâ Bize, Sana Ve Müslümanlara Tevfîk Versin! Bizim Bu Yolumuz, Kitap Ve Sünnet Üzere Bina Edilmiştir. Kalbin Selâmeti, El Açıklığı, Cömertlik, Cefâ Ve Ezâya Katlanmak Ve Din Kardeşlerinin Kusurlarını Affetmek Üzere Kurulmuştur.
ey Oğlum! Sana Vasiyet Ederim! Derviş Yâni Allah Adamlarıyla Berâber Ol. Meşâyıha, Tasavvuf Büyüklerine Hürmeti Gözet! Din Kardeşlerinle İyi Geçin! Küçük Ve Büyüklere Nasîhat Üzere Ol. Dinden Başka Şey İçin Kimseye Düşmanlık Etme!
ey Oğlum! Allahü Teâlâ Bize Ve Sana Tevfîk Versin! Fakirliğin Hakîkati, Senin Gibi Olana Muhtaç Olmaman, Zenginliğin Hakîkati İse, Senin Gibi Olandan Bir Şey İstememendir. Tasavvuf Hâldir, Söz Değildir, Söz İle De Ele Geçmez. Dervişlerden, Allah'tan Başkasına İhtiyaç Duymayan Birisini Görürsen, Ona İlim İle Değil, Rıfk, Yumuşaklık, Güler Yüz Ve Tatlı Söz İle Muâmele Eyle! Zîrâ İlim Onu Ürkütür, Rıfk, Yumuşaklık İse Çeker Ve Yaklaştırır.
ey Oğlum! Zenginlerle Sohbetin, Görüşmen İzzet İle, Onlara Değer Vermeyerek, Fakirlerle Görüşmen İse, Kendine Değer Vermiyerek Olsun.
ihlâs Üzere Ol! İhlâs, İnsanların Görmesini Hâtıra Getirmeyip, Yaradanın Dâimâ Gördüğünü Unutmamaktır. Sebeplerde Allahü Teâlâya Dil Uzatma. Her Hâlde Allahü Teâlâdan Gelene Râzı Ve Sükûn Üzere Ol. Allah Adamlarının Huzûrunda Şu Üç Sıfat Üzere Bulun: Alcak Gönüllülük, İyi Geçinmek Ve Kötülüklerden Arınmış Bir Kalb. Hakîkî Yaşamak, Nefsini Öldürmenle, Nefsinin Arzularını, Haram Ve Zararlı İsteklerini Yerine Getirmemenle Olur.
beyitler
hırsızın Hidâyeti
abdülkâdir Geylânî, Küçükken Yaşı Bir Gün,
tarlaya, Çift Sürmeye, Gitmiş İdi Gündüzün.
öküzün Kuyruğundan, Tutunmuş Gider İken,
hayvan Dile Gelerek, Konuştu Ona Birden.
dedi: "ey Abdülkâdir, Şunu Bil Ki Şüphesiz,
seni, Bu İşler İçin, Yaratmadı Rabbimiz."
korktu Ve Eve Geldi, Dedi Ki: "anneciğim,
bana İzin Verirsen, Bağdat'a Gideceğim.
ilim Tahsîl Etmektir, Gitmekte Asıl Gâyem,
ayrıca Evliyâyı, Ziyâret Ederim Hem."
annesi Memnun Olup, Dedi Ki: "ey Evlâdım,
ilim Öğrenmen İdi, Benim Dahi Murâdım."
koltuğunun Altına, Dikerek Kırk Altını,
dedi Ki: "doğruluktan, Ayırma Lisânını.
git, Yolun Açık Olsun, Emânet Ol Allah'a,
belki De Görüşmemiz, Nasîb Olmaz Bir Daha."
abdülkâdir Böylece, Annesinden Ayrılıp,
bağdat'a Yola Çıktı, Bir Kervana Katılıp.
bir Müddet Yol Gidip De, Geçince Hemedan'ı,
âniden Eşkıyâlar, Bastılar Bu Kervanı.
kervanda Mal Ve Eşya, Var İse Her Ne Kadar,
teker Teker Sorarak, Gasbeyleyip Aldılar.
abdülkâdir'e Dahi, Sordu Bir Eşkıyâ;
"ey Çocuk, Üzerinde, Neyin Var, Mal Ve Eşyâ?"
dedi: "benim Sâdece, Kırk Altınım Var Ki Hem,
onları Koltuğumun, Altına Dikti Annem."
inanmadı Eşkıyâ, Onun Bu Sözlerine,
gitti Ve İkincisi, Geldi Onun Yerine
o Da Alay Ederek, Sordu: "ey Fakir Çocuk,
yanında Mal Ve Para, Neyin Var, Söyle Çabuk."
ona Dahi Dedi Ki: "kırk Altın Var Yanımda,
onlar Da Dikilidir, Koltuğumun Altında."
inanmadı İse De, O Dahi Buna Yine,
gidince Haber Verdi, Bunu Reislerine.
reisleri Çağırtıp, Sordu Ki O Da Tekrar:
"ey Çocuk Doğru Mudur, Yanında Altın Mı Var?"
dedi: "evet Efendim, Kırk Altınım Var Ki Hem.
koltuğumun Altına, Dikmişti Tek Tek Annem."
söylediği O Yeri, Sökerek Eşkıyâlar,
altınları Görünce, Şaşıp Dona Kaldılar.
reisleri Dedi Ki: "pekâlâ Ey Evlâdım,
ne İçin Doğrusunu, Söyledin Anlamadım.
eğer Söylemeseydin, Bulamazdık Biz Bunu,
niçin Sen Bile Bile, Söyledin Doğrusunu."
dedi Ki: "ben Anneme, Sözverdim Ki Efendim,
her Ne Olursa Olsun, Yalan Söylemeyeyim.
doğrudan Sapmamaya, Söz Vermiştim Anneme,
değer Mi Altın İçin, Bu Ahdimden Dönmeme."
reis Bunu Duyunca, Başladı Ağlamaya,
dedi: "eyvâh Benim De Ahdim Vardı Allah'a.
lâkin Bunca Senedir, Yaparım Eşkıyâlık,
şu Andan Îtibâren, Tövbe Ettim Ben Artık."
diğer Eşkıyâlar Da, Bakarak Bu Reise,
dediler: "bizler Dahi, Vazgeçtik Öyle İse."
hâlisen Tövbe Edip, O Gün Bunca Eşkıyâ,
aldıkları Ne Kadar, Var İse, Mal Ve Eşyâ,
tekar Sâhiplerine, Vererek Teker, Teker,
o Günden Îtibâren, O İşi Terk Ettiler.
sen Nasıl Müslümansın
bir Gence Buyurdu Ki: "oğlum, Senin Maksadın,
sâdece Yemek İçmek, Olmasın Aman Sakın!
buna Düşkün Olanın, Kıymeti Çünkü Evlat,
çıkardıkları İle Ölçülür, Aman Dikkat!
dünyâda Bir Günâhı, Terk Ederse Bir İnsan,
cennet'te Onun Aslı, Edilir Ona İhsân.
oğlum, Şöyle Düşün Ki, Ölürsün Bu Gün Artık,
bu Düşünce İçinde, Yap Ölüme Hazırlık.
allah'ı Sevdiğini, Söylüyorsun Ey İnsan,
niçin Bir Musîbette, Edersin Peki İsyân?
sabredebiliyorsan, Bir Belâ Geldiğinde,
hakîkat Payı Olur, Senin Bu Dediğinde.
eğer İsyân Edersen, Musîbet Geldiği An,
o Zaman Bilmiş Ol Ki, Yalandır O İddiân.
bir Gün Resûlullah'a, Bir Müslüman Gelerek,
dedi: "yâ Resûlallah, Seviyorum Seni Pek."
resûl, Ona Cevâben, Buyurdu Ki: "ey Kimse,
peki, Fakirlik İçin, Hazırlan Öyle İse!"
birisi De Gelerek Arz Etti Ki: "efendim,
allahü Teâlâya, Pekçoktur Muhabbetim."
resûlullah Ona Da, Buyurdu Ki: "ey İnsan,
öyleyse Belâ İle, Musîbete Hazırlan!"
gavs-ı A'zam, Bir Gün De, Buyurdu Ki: "aman Hâ,
gafletle Yaşayıp Da, İsyân Etme Allah'a.
zîrâ Yeri Gelince, "müslümanım" Diyorsun,
ne Garip İddiâ Ki, Dînini Bilmiyorsun.
hâlbuki Sen Dînini, Bilmeyince Mükemmel,
hangi Esâsa Göre, Yaparsın Peki Amel?
yalnız Dîni Bilmek De, Yetişmez Yine Sana,
zîrâ Amelsiz İlim, Vebâldir Bir İnsana.
"lâ İlâhe İllallah", Söylemek Kâfi Değil.,
bunun İcâbını Da, Yapmalısın Bil-fiil.
öyleyse İlk Evvelâ, Güzel Öğren Dînini,
sonra Da Buna Göre, Yap Bütün Amelini.
sırf Amel Yapmakla Da, Bitmiyor Yine İşin,
zîrâ Yapmak Gerekir, Her İşi Allah İçin.
buna "ihlâs" Denir Ki, Mühimdir Bu Da Gâyet,
ihlâssız Amellerin, Faydası Olmaz Elbet.
kalp Gözlerin Açılsın, İstiyorsan Sen Eğer,
bir Mânevî Tabip Bul, Ona Teslim Ol, Yeter.
başını, O Tabibin, Koyuver Eşiğine,
îtirâzda Bulunma, Onun Hiç Bir İşine.
o Allah Adamının, Bir Şefkatli Nazarı,
süpürür Kalbindeki, Bütün Kir Ve Pasları.
ve Onun Bir Kelâmı, Şifâdır Kalp Derdine,
o Her Ne Emrederse, Hemen Getir Yerine.
kalp Derdiyle İlgili, Olan İhtiyâcını,
ona Arz Et, O Bilir, Bu Derdin İlâcını.
her Hangi Musîbetle, Karşılaşırsan Şâyet,
günâhını Düşünüp, İstiğfâra Devâm Et!
hep Günah İşlemekle, Gelir Çünkü Her Belâ,
ve Aslâ Bir Kuluna, Zulmetmez Hak Teâlâ.
ölüm Ve Âhireti, Düşün Ki Ey Evlâdım,
ecelin Yaklaşıyor, Ardından Adım Adım.
bu Gaflet Pamuğunu, Çıkar At Kulağından,
zîrâ Ölüm Yakındır, Sana Belki Yarından.
henüz Ecel Gelmeden, Kendine Gel Ki Artık,
zîrâ Öldükten Sonra Fayda Vermez Pişmanlık."
kaynaklar
1) Menâkıb-i Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî (mûsâ Bin Yünûnî)
2) Behcet-ül-esrâr (ali Bin Yûsuf)
3) Kalâid-ül-cevâhir Fî Menâkıb-i Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî
4) Tefric-ül-hâtır Fî Menâkıb-i Şeyh Abdülkâdir
5) Tenşîtül-hâtır Fî Menâkıb-i Gavs-ül-âzam
6) Câmiu Kerâmât İl-evliyâ; C.2, S.89
7) Tabakât-ül-kübrâ (şa'rânî); C.1, S.126
8) Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile; C.1, S.290
9) Nefehât-ül-üns; S.587
10) Şezerât-üz-zeheb; C.1, S.198
11) Hadîkat-ül-evliyâ; 2'nci Kısım, S.32
12) El-a'lâm; C.1, S.17
13) Mir'ât-ül-haremeyn; C.3, S.139
14) Nûr-ül-ebsâr; S.224
15) El-bidâye Ven-nihâye; C.12, S.52
16) Fevât-ül-vefeyât; C.2, S.2
17) Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî; C.3, 123. Mektup
18) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; S.974
19) Redd-i Vehhâbî; S.40
20) Tabakât-ül-evliyâ; S.246
21) Esmâ-ül-müellifîn; C.1, S.59
22) Mu'cem-ül-müellifîn; C.5, S.307
23) Rehber Ansiklopedisi; C.1, S.36
24) Ahbâr-ül-ahyâr; S.15
25) Sefînet-ül-evliyâ; C.1, S.58
26) İslâm Âlimleriansiklopedisi; C.7, S.196