tebe-i Tâbiînin Büyüklerinden. İsmi Abdullah İbni Mübârek Bin Vâdıh Hanzalî Temîmî; Künyesi, Ebû Abdurrahmân'dır. Hadîs, Fıkıh Âlimi, Mücâhid Ve Zâhid İdi. Tâbiînin, Peygamberimizi Sallallahü Aleyhi Ve Sellem Görenlerin Sohbetinde Yetişti. Din Düşmanları İle Muhârebelerde Bulundu. Dünyâya Ve Dünyâlığa Rağbet Etmezdi. Emevî Halîfelerinden Hişâm Bin Abdülmelik Devrinde 736 (h.118) Yılında Merv'de Doğdu. 797 (h.181) Senesi Bir Gazâ Dönüşü, Bağdâd Yakınlarındaki Hît Adlı Yerde Vefât Etti. Türk Asıllıdır.
ilk Tahsîlini, Merv'de Yapan Abdullah İbni Mübârek Tahsîl İçin Bağdâd, Basra, Hicaz, Yemen, Mısır, Şam Gibi İlim Merkezlerine Gitti. Bağdâd'da Büyük Âlimler Ve Evliyâ İle Görüştü. Onların Ders Ve Sohbetlerinden Faydalandı. Hammâd Bin Zeyd, Evzâî, Süfyân-ı Sevrî, Süfyân Bin Uyeyne, Mâlik Bin Enes Gibi Âlimlerden Hadîs-i Şerîf Okudu. Dört Bin Kişiden Hadîs-i Şerîf Dinledi. Bunlardan Yalnız Birinden Hadîs-i Şerîf Rivâyet Etti. Kendisinden De Büyük Âlimler Rivâyette Bulundular. Hocalarının Önde Gelenleri Arasında İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe Rahmetullahi Aleyh De Vardı. Fıkıh İlmini Ondan Öğrendi. İmâm-ı A'zam Vefât Edince, İmâm-ı Mâlik'in Derslerine Devam Etti Ve İlimde Yüksek Bir Dereceye Ulaştı.
ilim Tahsîlinden Sonra Tekrar Merv'e Döndü. İlmi, Edebi Çok Olup, Az Konuşmak Âdeti İdi. Geceleri İbâdet İle Geçirirdi. Sözü Senetti. Emânete Pek Riâyet Ederdi. Şam'da Birinden Aldığı Kalemi Unutup Veremeden Merv'e Gelmişti. Kalemi Sâhibine Vermek İçin Merv'den Tekrar Şam'a Gitti. Eshâb-ı Kirâm (radıyallahü Anhüm) İle Onları Gören Tâbiînin Hâllerini Anlatan Eserleri Okurken Çok Ağlar Kendinden Geçerdi. Peygamber Efendimizi Sallallahü Aleyhi Ve Sellem Görüp Sohbetlerinde Bulunma Şerefine Kavuştukları İçin Eshâb-ı Kirâmın Üstünlüğünü Anlatır Ve:
"muâviye'nin Radıyallahü Anh, Resûlullah'ın Yanında Giderken, Bindiği Atın Burnuna Giren Toz, Ömer Bin Abdülazîz'den Bin Defâ Üstündür." Buyururdu.
evinde Hadîs-i Şerîflerle Çok Meşgûl Olduğundan; "yalnızlıktan Rahatsız Olmuyor Musun?" Diye Sorulduğunda; "peygamber Efendimiz Ve Eshâbı Radıyallahü Anhüm İle Berâber Olunca İnsan Hiç Yalnızlık Duyar Mı?" Karşılığını Verirdi.
merv'de Bir Yıl Ticâretle Uğraşır, Kazancının Hepsini Fakirlere Dağıtırdı. İkinci Yıl İslâmiyet'i Yaymak İçin Cihâda, Düşmanla Harbe Giderdi. o, Medresede Müderris, Hoca; Câmide Vâiz, Şehirde Tüccâr; Harbde Büyük Bir Kahramandı. Kılıç Ve Kalem Sâhibi İdi. Kalemiyle Cihâda Dâir Eser Yazdı, Kılıcıyla Da Dillere Destan Olan Kahramanlıklar Gösterdi.
abbâsîler Devrinde Bizanslılarla Yapılan Harplerden Birine Katılmıştı. Abbâsî Ordusu Sessiz, Sâkin Ve Aydınlık Bir Gecede Tarsus'un Kuzeyinde Karargâh Kurmuştu. Tarsus'un Sırtlarında İslâm Ve Bizans Orduları Görünüyordu. İki Taraf Da Kendilerini Kuvvetli Göstermek İçin Alevleri Göklere Yükselen Ateşler Yakmışlardı. Bu Ateş Ocaklarından Birinin Etrafında Tepeden Tırnağa Silâhlı Askerler Hilâl Şeklinde Oturmuşlar, Ortalarında İse İnce Yapılı, Nûrânî Yüzlü Bir Zat Onlara Ders Anlatıyordu. Kimse Vaktin Nasıl Geçtiğinin Farkına Varmamıştı. Sözü Kesip, Duâsını Yapınca İstirahate Çekildiler.
sabah Namazı Kılındıktan Sonra, Harp Hazırlıkları Başladı. İki Ordu Karşı Karşıya Geldi. Bizans Ordusundan İri Yapılı, Kendisi Ve Atı Zırhlara Bürünmüş Biri Kılıç Sallayarak Ortaya Çıktı. Döğüşmek İçin Müslümanlardan Er İstedi. Müslüman Saflarından Bir Kahraman Onun Karşısına Çıktı. Fakat, Şehîd Düştü. Bu Hâl Müslümanların Gayretine Dokundu, İkinci Bir Yiğit Daha Çıktı. O Da Şehîd Oldu. Sonra Birkaç Er Daha Şehîdlik Şerbetini İçti. Rum Ordusunda Sevinç Çığlıkları Yükselirken, Müslüman Ordusunda Tekbir Ve Allah Allah Sesleri Ortalığı Çınlatıyordu. Bu Sırada Müslüman Askerlerin Arasından, Atının Üzerinde Heybetli Birinin Meydana Çıktığı Görüldü. Tamâmen Zırhlara Bürünmüştü. Fakat Kimse Tanımıyordu. Rum'un Karşısında Dimdik Durdu. Herkes Son Derece Heyecanlı İdi.çarpışma Başladığı Gibi, Çevik Bir Hareketle Kılıcını Rum'un Göğsüne Sapladı. Müslüman Saflarında Tekbîr Sadâları Yükseliyordu. Rum Tarafı İse Şaşkına Döndü. İkinci Çıkan Er De Birincinin Âkibetine Uğradı. Sonra Birkaç Kişiyi Daha Öldürdü. Müslümanlar Son Derece Sevinçliydi. Müslüman Er Yerine Dönünce Bu Kahramanın Abdullah Bin Mübârek Hazretleri Olduğunu Görüp Hayret Ettiler.
seferde Bile İbâdetlerini Gizlerdi. Gazâ Arkadaşı Muhammed Bin Âyun Şöyle Anlatır:
seferde Bir Gece, Abdullah Bin Mübârek (r.aleyh) İstirâhate Çekilmişti. Ben De Mızrağıma Dayanmış Oturuyordum. Benim Uyuduğumu Zannedip Kalktı Ve Fecr Vaktine Kadar Namaz Kıldı. Sonra Beni Namaza Kaldırmağa Geldi. Uyumadığımı Ve Halinden Haberdar Olduğumu Anlayınca, Hayâsından Yüzü Kızardı. Sefer Boyunca Böyle Yaptı.
ibn-i Hibbân İse Şöyle Anlatır:
bütün Mücahidler İbn-i Mübârek İle Şam'a Varmıştık. Orada Halkın İbâdetini, Gazâya Hazır Hallerini, Her Gün Seriyyelerin, Küçük Askerî Birliklerin Geliş-gidişlerini Görünce, İbn-i Mübârek; "bu Güzel Haller İle Rabbimizin Huzûruna Çıkacağız. Burada Cennet Kapılarını Açtık." Buyurdu.
misis'teki İkâmeti Sırasında İlim, İbâdet Ve Cihâddan Geri Durmadı. Misis'te, İkindi Namazında Cumâ Mescidi'ne Gelir, Güneş Batıncaya Kadar Kıbleye Karşı Oturur, Allahü Teâlânın Zikriyle, Meşgûl Olur, Kimseyle Konuşmazdı. "kim Gündüzünü Allahü Teâlâyı Anarak Geçirirse, O, Bütün Gün Zikretmişlerden Sayılır." Buyururdu.
misis Nâhiyesinde On Yedi Bin Hadîs-i Şerîf Rivâyet Etti. Küçük Yaştaki Talebesi Abde Bin Süleymân'a Hadîs-i Şerîf Yazdırır İlim Öğretir, Üstelik Ona Para Da Verirdi.
pekçok Kez Hacca Gitti.
bir Sene Hacdan Sonra Rüyâsında Gökten İnen İki Melekten Birinin Diğerine; "bu Sene Kaç Kişi Hacca Geldi?" Dediğini Duydu. Öbür Melek; "altı Yüz Bin Kişi." Dedi. "peki Kaç Kişinin Haccı Kabûl Edildi?" O Da; "bunlardan Hiç Birinin Haccı Kabûl Edilmedi." Diye Cevap Verdi.
abdullah Bin Mübârek Buyurdu Ki:
bunu İşitince Üzerime Büyük Bir Sıkıntı Çöktü. Dedim Ki:
"bunca İnsan, Bunca Zahmet Ve Meşakkate Katlanıp Dünyânın Her Tarafından Hacca Geldiler. Çöller Aşarak Zor Şartlarda Büyük Sıkıntılara Katlandılar. Bütün Bu Emekler Boşa Mı Gidecek?"
bunun Üzerine O Melek; "şam'da Ayakkabı Tâmir Eden Ali Bin Muvaffak Adında Biri Vardır. O, Hacca Gitmeye Niyet Etmişti, Fakat Gidemedi. Lâkin Haccı Kabûl Edildi. Altı Yüz Bin Hacıyı Ona Bağışladılar Da Hepsinin Haccı Kabûl Edildi." Dedi.
abdullah Bin Mübârek Şöyle Anlatıyor:
bunu İşitince Uykudan Uyandım Ve; "gidip O Zâtı Ziyâret Etmeliyim!" Dedim. Arkadaşlarımdan Ayrılıp, Şam Kâfilesine Katıldım. Şam'a Gidince, O Zâtın Evini Araştırıp Buldum. Kapıyı Çaldım. Bir Kimse Kapıya Çıktı. Adını Sordum. "ali Bin Muvaffak." Dedi. İsmimi Sordu. "abdullah Bin Mübârek." Deyince, Feryâd Edip Kendinden Geçti. Ayılınca, Gördüğüm Rüyâyı Kendisine Anlattım. Haccının Kabûl Edildiğini Ve Kendi Haccı İle Berâber Altı Yüz Bin Kişinin İbâdetinin Kabûl Edildiğini De Haber Vererek; "bana Nasıl Hayırlı Bir Amel İşlediğini Anlat." Dedim. O Da Anlattı:
ben Ayakkabı Tâmircisiyim. Otuz Seneden Beri Hacca Gitmeyi Arzu Ederdim. Bu İşimden, Otuz Senede Üç Yüz Dirhem Gümüş Biriktirdim. Bu Sene Hacca Gidecektim. Hanımım Hâmileydi. Komşu Evden Burnuna Yemek Kokusu Gelince; Komşudan Yemek İstememi Söyledi. Gidip, Onun Arzusunu Bildirdim. Komşum Ağlayarak Şöyle Dedi: "ey Ali Bin Muvaffak, Bizim Bu Yemeğimiz Size Helâl Değildir. Çünkü Üç Gündür, Çocuklarım Bir Şey Yememişlerdir. Bütün Şam Şehrinde Hiç Bir İş Bulamadım. Kimse Bana İş Vermedi. Ölü Bir Hayvan Gördüm. Zarûret Mikdârınca Ondan Bir Parça Kesip Getirdim. Çocuklara Yemek Pişiriyorum. Size Helâl Olmaz."
bunu Duyunca İçime Bir Acı Düştü. Hac İçin Biriktirdiğim Gümüşleri Getirip Verdim Ve; "bunu Çocuklarına Nafaka Yap, Haccımız Bu Olsun!" Dedim. Abdullah Bin Mübârek Bunun Üzerine; "allahü Teâlâ, Doğru Rüyâ Gösterdi." Buyurdu.
abdullah Bin Mübârek Hazretleri Çok Mütevâziydi. Doğru Ve Güzel Sözü, Bir Çobandan Bile Duysa Kıymet Verirdi.
cömert İdi. Arkadaşlarına Ve Muhtaçlara Para Vererek Yardımlarına Koşardı. Süfyân-ı Sevrî, Süfyân Bin Uyeyne, Fudayl Bin İyâd, İbn-i Semmâk, Mesrûk Gibi Zâtlara Çok İhsânı Vardı.
bir Sene Hacca Giderken Bir Çöplüğün Yanından Geçiyorlardı. Orada Yerden Ölü Kuşu Alan Bir Kızcağız Gördü. Ona Hâlini Sordu. O Da; "benden Başka Bir De Kardeşim Var. Yoksuluz, Bir Şeyimiz Yok. Üç Gündür Açız. Biz Zengindik. Babamızın Malı Vardı. Zulm Ve Haksızlıkla Malını Alıp Öldürdüler. Gördüğünüz Gibi Muhtaç Hâle Düştük." Dedi. Gözleri Yaşaran Abdullah Bin Mübârek Hazretleri Yanındaki Bin Altından 40'ını Memlekete Dönmek İçin Ayırdı, Kalanının O Kızcağızın Âilesine Verilmesini Emrederek; "geri Dönüyoruz Bu Seneki Haccımız Bu Olsun." Buyurup, Geri Döndü.
abdullah Bin Mübârek Misâfirperverdi. Canının İstediği Bir Şeyi Misafirsiz Yemezdi. Sebebini Sorduklarında; "kıyâmet Günü Misafir İle Yenenden Sual Olunmayacağını Duydum Da Ondan." Diye Cevap Verirdi. Onun Çok İkrâmda Bulunduğunu Gören Birisi; "malınız Azalıyor, Misâfire İkrâm İşini Biraz Azaltsanız?" Dediğinde; "mal Azalıyorsa, Ömür De Bitiyor." Buyurdu.
insanların İyiliğini İsterdi. Yanına Sık Sık Gelen Kötü Huylu Bir Kimse Birgün Ondan Ayrıldı, Gelmez Oldu. Bunun Ayrılmasına Çok Üzüldü; "niçin Üzülüyorsun?" Dediklerinde; "o Zavallı Gitti. O Kötü Huylar Kendinden Ayrılmadı. Onun Haline Üzülüyorum. Bizim Yanımızda Bir Müddet Daha Kalsaydı Ahlâkı Düzelebilirdi." Dedi.
gördüklerinden İbret Alırdı. Soğuk Bir Kış Günü Nişâbur Pazarında Giderken, Sırtında Yalnız Bir Gömleği Olduğu İçin Üşüyüp Titreyen Bir Köleye Rastladı. Ona; "efendine Söylesen De Sana Bir Palto Alsa Olmaz Mı?" Dedi. Köle; "efendime Ne Söyleyebilirim Ki, O Hâlimi Görüyor Ve Biliyor." Deyince, Abdullah Bin Mübârek Hazretleri Feryâd Edip Yere Düştü. Kendine Geldiğinde; "sabrı Ve Kanâatı Bu Köleden Öğreniniz." Buyurdu.
firâset Sâhibiydi. Söylenen Sözlerin İnceliğine Hemen Vâkıf Olurdu. Sehl Bin Ali Bin Abdullah Mervezî, Abdullah Bin Mübârek'in Derslerine Devâm Ederdi. Bir Gün; "artık Senin Dersine Gelmeyeceğim. Çünkü, Bugün Gelirken, Senin Kızların Dama Çıkmış, Beni Çağırıyorlardı. Benim Sehl'im, Benim Sehl'im Diyorlardı. Bunların Terbiyesini Vermiyor Musun?" Dedi. Abdullah Bin Mübârek, O Gece Talebesini Toplayıp; "sehl'in Cenâze Namazına Gidelim." Dedi. Gidip, Vefât Etmiş Buldular. "vefâtını Nereden Anladın?" Dediklerinde; "benim Hiç Câriyem Yok. O Gördükleri Cennet Hûrîleri İdi. Onu Cennet'e Çağırıyorlardı." Dedi.
din Gayreti Çoktu. Allahü Teâlâdan Başkasına İbâdet Edilmesine Hiç Tahammülü Yoktu. Kendisi Şöyle Anlatır: "bir Ateşperest İle Çalışıyorduk. Namaz Vakti Gelince Ondan, Namaz Kılarken, Bana Zarar Vermeyeceğine Dâir Söz Aldım. Bunun Üzerine Namaz Vaktinde Rahatça Bir Namaz Kıldım. Sonra Ateşperest Şahsın İbâdet Zamânı Geldi. Şimdi Sıra Bende, Ben İbâdet Ederken, Sen De Zarar Vermeyeceğine Dâir Söz Ver Deyince, Rahatça İbadet Edebileceğini Bildirdim.
fakat Ateşperest Ateşe Tapmak Üzere Secdeye Varınca, Sözümde Duramadım Ve Üzerine Atıldım. O Anda; "söz Verdiğin Zaman Ahdini Yerine Getir!" Diye Bir Ses Duydum Ve Hemen Geri Çekildim. Ateşperest İbâdetini Bitirince; "evvelâ Hücûm Ettin. Sonra Niye Vazgeçtin?" Diye Sordu. "ben Allah'tan Başkasına Secde Ettiğin Zaman, Dayanamadım, Üzerine Atıldım. Seni Öldürmek İstiyordum. Fakat Tam O Anda; "söz Verdiğin Zaman, Ahdini Yerine Getir!" Diyen Bir Ses, Beni Bu İşten Alıkoydu." Dedim. Bunun Üzerine Ateşperest; "rab, Senin Rabbindir! Kendi Düşmanı İçin, Dostunu Bile Azarlıyor! İşte Huzûrunda Müslüman Oluyorum." Diyerek Kelime-i Şehâdet Getirdi.
abdullah Bin Mübârek Hazretleri Duâsı Makbûl Olanlardandı. Muhtâc Olanlar, Ondan Duâ İsterlerdi. Bir Gün Bir Âmâ Gelip; "bana Duâ Buyurun Da, Allahü Teâlâ Gözlerime Görme Kuvveti Versin!" Dedi. Bunun Üzerine Allahü Teâlâya Yalvarıp Duâ Eyleyince Derhal Gözleri Görmeye Başladı.
her İşi İlmine Uygundu. Peygamberimizin Sallallahü Aleyhi Ve Sellem İlmine Tam Vâristi. Sünnete Uyar, Bid'atten Ve Bid'at Ehlinden Nefret Ederdi. Böyle Kimselerle Oturmadığı Gibi, Oturanları Da Men Ederdi. Zararını Anlatır Ve Münâfıklık Alâmetlerinden Olduğunu Söylerdi.
horasan Âlimlerinden Abdullah Bin Ömer Serahbî Şöyle Buyurdu: "bir Keresinde Bid'at Ehliyle Oturup Yemek Yedim. Abdullah Bin Mübârek Bundan Haberdâr Olunca, Bana; "seninle Otuz Gün Konuşmayacağım." Dedi Ve Öyle Yaptı.
başkasında Gördüğü Bir Kusuru Münâsib Bir Lisanla Anlatmaya Çalışırdı. Huzûrunda Birisi Aksırdı Ve "elhamdülillah" Demeyi Unuttu. O Kimseye, Suâl Sorar Bir Edâ İle; "aksıranın Ne Demesi Îcâb Eder Efendim?" Dedi. O Cevâben; "elhamdülillah." Deyince, Abdullah Bin Mübârek De; "yerhamükellah." Buyurdu. Bu Rivâyeti Bildiren Muhammed Bin Cemîl; "bu Edebli Hareket Bizi Şaşırttı. Bu Edebe Hayrân Olduk." Demektedir.
buyururdu Ki:
"biz Çok İlimden Ziyâde Az Da Olsa Edebe Muhtâcız."
"âlimler Edeb Hakkında Çok Şeyler Söylediler. Bize Göre Edeb, İnsanın Kendini Tanımasıdır."
"âlimleri Hafife Alanların Âhireti, Ümerâyı Hafife Alanların Dünyâsı, Dostlarını Hafife Alanların Mürüvveti Yıkılır."
"kalbinde Allah Korkusu Çok Az Olan, Dünyâ Sevgisi Bulunan, Haramlardan Sakınmayan, Âlim Olduğunu Söylerse Şaşılır."
"sâlih Kimselerden Olmadığım Hâlde, Sâlihleri Severim. Kötü Kimselerden Daha Aşağı Olduğum Halde, Kötüleri Sevmem."
"eğer Gıybet Etseydim, Anamı, Babamı Gıybet Ederdim. Çünkü Sevâblarımın Onlara Verilmesi Daha Hayırlı Olur."
"müstehabları Yapmakta Gevşek Davranan, Sünnetleri Yapamaz. Sünnetleri Yapmakta Gevşek Davranmak, Farzların Yapılmasını Zorlaştırır. Farzlarda Gevşek Davranan Da Mârifete, Allahü Teâlânın Rızâsına Kavuşamaz."
birisine; "allahü Teâlâyı Murâkabe Et!" Dedi. O Kişi; "bu Nasıl Olur?" Deyince; "allahü Teâlâyı Görür Gibi Ol." Buyurdu.
"insan; Nefs, Şeytan, Münâfık Gibi Üç Düşmanla Karşı Karşıyadır Ve Bunlardan Kurtulmak Çok Güçtür."
"çalışıp Kazanma Zahmeti Çekmemiş Kimsede Hayır Yoktur."
"ilmin Evveli Niyet, Sonra Anlamak, Sonra Yapmak, Sonra Muhâfaza, Sonra Da Yaymaktır."
"nefsini Bilen Rabbini Bilir." hadîs-i Şerîfinin Sırrına Eren, Nefsini Sokakta Gördüğü Köpekten Aşağı Bilir."
"nice Küçük Amel, Niyetle Büyür, Nice Büyük Amel İse Niyetle Küçülür."
"kim İlmi Ararsa Öğrenir. İlmi Öğrenen, Günah İşlemekten Korkar. Günahtan Korkan Ondan Kaçar. Ondan Kaçan İse Kıyâmet Günü Hesaptan Kurtulur."
"şüpheli Bir Kuruşu Geri Vermeyi, Binlerce Lira Sadaka Dağıtmaktan Daha Fazla Severim."
"din Kardeşimin Bir İhtiyâcını Görmem, Bir Sene Nâfile İbâdet Etmemden Daha Önemlidir."
"insanların En Alçağı Kimdir?" Diye Sorulunca; "din Kisvesi Altında Dünyâ Menfaati Sağlayandır." Buyurdu.
"ilimde Cimrilik Yapan Kişiye Allahü Teâlâ Üç Belâ Verir: Ya Ölür, İlmi Gider. Yâhud Unutur Veya Kendine İlmi Unutturacak Kimse İle Dostluk Kurar, Öylece İlmi Gider."
"ben, Peygamberlikten Sonra İlimden Daha Üstün Bir Rütbe Olduğunu Zannetmiyorum. Âlimlerden Biri, Bir İhtiyaçla Karşılaşınca, Onun İle Meşgûl Olur, Okuyamaz. Onun İhtiyâcını Giderip, Okumasını Sağlamak Daha Makbûldür."
"insandaki En Üstün Haslet Hangisidir?" Diye Sorulunca; "kâmil Akıl." Buyurdu. "eğer O Yoksa?" Dediler. "güzel Edebdir." Buyurdu. "o Da Yoksa?" Dediler. "kendisiyle İstişâre Edilecek Şefkatli Bir Kardeş." Buyurdu. "o Da Yoksa?" "devamlı Sükût." Buyurdu. "o Da Bulunmazsa?" Dediklerinde; "ölmek." Buyurdu.
"şu Dört Cümle, Dört Bin Hadîs-i Şerîften Seçilmiştir; Kadına Güvenme, Mala Aldanma, Mîdeni Fazlaca Doldurma, İşine Yarıyacak Kadar İlim Öğren."
"bir Âlimin Sakınması Gereken En Önemli Husus; Allahü Teâlânın Haram Kıldığı Şeylerden Uzak Durması Ve Dünyâya Gönül Bağlamamasıdır."
"dünyâ Sevgisi Ve Günahların İstilâ Ettikleri Kalpten Nasıl Hayır Beklenir."
"allahü Teâlâya İsyân Ederken, O'nu Sevdiğini Açıklarsın. Bu İse Kıyasta Acâibdir. Eğer Sevgin Doğru Olsaydı, O'na İtâat Ederdin; Çünkü Seven, Sevdiğine İtâat Eder."
"güzel Ahlâkı, Bir Cümlede Hülâsa Eder Misin?" Diye Sorduklarında; "kızmamaktır." Buyurdu.
abdullah Bin Mübârek Vefâtı Yaklaştığı Zaman Bütün Malını Fakirlere Verdi. Hizmetinde Bulunan Bir Talebesi; "efendim, Mâlûmunuz Üç Çocuğunuz Var. Onlara Mîras Bırakmayacak Mısınız?" Deyince:
"onları Allahü Teâlâya Emânet Ediyorum. O, En İyi Vekildir. Eğer Çocuklarım, Sâlih Olursa, Cenâb-ı Hak, Hiç Ummadıkları Yerden Rızıklandırır. Yok, Fâsık Olurlarsa, Malımın Kötü İnsanlara Kalmasını İstemem." Buyurdu.
vefâtı Ânında Gözlerini Açtı, Güldü Ve Meâlen; "amel Edenler, Bu Ebedî Nîmete Kavuşmak İçin Çalışsınlar." (sâffât Sûresi: 61) Âyet-i Kerîmesini Okudu.
abdullah Bin Mübârek Vefâtı Esnâsında, Âzâdlı Kölesi Olan Nasr'a; "başımı Toprağa Koy!" Dedi. Nasr Ağladı. "niçin Ağlıyorsun?" Deyince; "senin İki Varlığını, Servetini Ve Şimdi De Yoksul Olarak Ölümünü Görüp Ağlıyorum." Dedi. İbn-i Mübârek; "ağlama. Zîrâ Ben, Allahü Teâlâdan Zenginler Gibi Yaşamamı Ve Yoksullar Gibi Ölmemi İstedim. Sonra Sen, Bana Şehâdeti Telkîn Et Ve Ben Başka Bir Söz Konuşmadıkça Da Onu Terk Etme." Buyurdu.
fudayl Bin ıyâd'ın Oğlu Muhammed Şöyle Anlattı:
abdullah Bin Mübârek'i Rüyâmda Gördüm. Ona; "en Üstün Amel Nedir?" Dedim. "içinde Bulunduğundur." Buyurdu. "hudud Boylarında Beklemek De Cihâd Mıdır?" Dedim. "evet." Buyurdu. "allahü Teâlâ Sana Ne Muâmele Yaptı?" Dedim. "beni Sonsuz Mağfireti İle Mağfiret Edip, İzzet Ve İkrâmlarda Bulundu" Dedi.
misisli İsmâil İbni İbrâhim Anlatır:
hâris Bin Atiyye'yi Rüyâda Görüp Ona Hâlini Sordum; "rabbim Beni Mağfiret Etti." Dedi. "abdullah Bin Mübârek Nerededir?" Dedim. "o, Her Gün Allahü Teâlânın Huzûruna Çıkanlardandır." Dedi.
nevfel Anlatır:
"abdullah Bin Mübârek'i Rüyâda Gördüm Ve; "rabbin Sana Ne Muâmele Yaptı?" Dedim. O Da; "beni Mağfiret Etti." Buyurdu. "süfyân-ı Sevrî'ye Ne Yaptı?" Dedim. "o, Şehîdlerin İçinde Yüksek Derecelerindedir." Buyurdu.
buyurdu Ki:
"ölümden Sonrası İçin Ölmeden Önce Hazırlık Yap"
"kişi İçin En Güzel Süs; Sükût, Doğruluk Ve Vakârdır."
"allahü Teâlâdan Korkan Kimselerle Berâber Ol. Bid'at Sâhipleriyle Oturmaktan Sakın!"
"bir Kimsenin Çoluğu-çocuğu, Olup, Onların İhtiyâcı İçin Çalışsa, Geceleri Kalkıp Üzerleri Açık Olarak Gördüğü Evlâdının Üzerlerini Yorganları İle Örtse, Onun Bu Çeşit İşleri Gazâ Ve Cihaddân Daha Üstündür."
büyük Âlimler Onu Methetmiştir.
ibn-i İshâk Şöyle Dedi: "ben, Sahâbe-i Kirâm İle Abdullah Bin Mübârek'in İşlerine, Hâllerine Dikkat Ettim. Onların Aynı İdi. Yalnız, Eshâb-ı Kirâmın (radıyallahü Anhüm) Üstünlükleri, Peygamber Efendimizin Eşsiz Sohbetlerinde Bulunmaktan İleri Geliyordu."
fudayl Bin İyâd: "onu Sevmemin Asıl Sebebi Allahü Teâlâdan Çok Korkmasıdır."
abdullah Bin Mus'ab: "hadîs Ve Fıkıh İlmini, Arap Edebiyâtını İyi Bilen, Şecâatı, Ticâreti, Cömertliği Ve Yanında Olmadıkları Zaman Da, Arkadaşlarına Muhabbeti Kendisinde Toplamış Mümtâz Bir Zât İdi."
eserleri:
1) kitab-üz-zühd Ver-rekâik: peygamber Efendimizin Sallallahü Aleyhi Ve Sellem, Eshâb-ı Kirâmın Ve Tâbiîn'in İbâdet, Tevekkül, Tevâzû Ve Kanâata Dâir Sözlerinden Meydana Gelmiştir. 2) Kitâb-ül-cihâd: cihad İle İlgili Hadîs-i Şerîfleri İhtivâ Eder. keşf-üz-zunûn'da Bu İkisinin Onun İlk Eserleri Olduğu Zikredilmektedir. 3) müsned, 4) kitab-ül-birri-ves-sıla, 5) kitâb-üt-tefsîr, 6)kitabüt-târîh, 7) es-sünen Fil Fıkh.
kerâmet Ve Menkîbeleri
allahü Teâlâyı Bilir Misin?
bir Gün Yolda Gidiyordu. Önünde Birkaç Koyunla Bir Çoban Çocuk Gördü. Ona Acıdı Ve; "zavallı, Çocuklukta Çobanlık Yaparsa, Büyüdükte Allahü Teâlânın İbâdet Ve Mârifetine Nasıl Erişir?" Dedi. Sonra Kendi Kendine; "gideyim, Ona Allahü Teâlâyı Tanımakta Bir Mesele Öğreteyim." Deyip, Çocuğun Yanına Geldi Ve:
-evlâdım, Allahü Teâlâyı Bilir Misin? Buyurdu.
çocuk:
-kul Nasıl Sâhibini Bilmez?" Dedi.
-allahü Teâlâ'yı Ne İle Biliyorsun?
-bu Koyunlarımla.
-bu Koyunlarla, O'nu Nasıl Bilirsin?
-bu Birkaç Koyun Çobansız İşe Yaramaz. Bunlara Su Ve Ot Verecek, Kurttan Ve Diğer Tehlikelerden Koruyucu Birisi Lâzımdır. Bundan Anladım Ki, Kâinat, İnsanlar, Cinler, Hayvanlar Ve Canavarlar Ve Bu Kanatlı Kuşlar Bir Koruyucuya Muhtaçtır. Bu Binlerce Çeşit Mahlûkatı Korumaya Kâdir Olan, Allahü Teâlâdan Başkası Değildir. İşte Bu Koyunlarla Allahü Teâlâyı, Böylece Bildim
-allahü Teâlâyı Nasıl Bilirsin?
-hiç Bir Şeye Benzetmeden Bilirim.
-böyle Olduğunu Nasıl Bildin?
-yine Bu Koyunlardan.
-nasıl?
-ben Çobanım. Onların Koruyucusuyum. Onlar Benim Korumam Ve Tasarrufumdadırlar. Onlara Dikkatle Bakıyorum. Ne Onlar Bana Benzerler, Ne De Ben Onlara Benzerim. Buradan, Bir Çoban Koyunlarına Benzemezse, Allahü Teâlânın Elbette Kullarına Benzemiyeceğini Anladım. Abdullah Bin Mübârek:
-iyi Söyledin. İlimden Bir Şey Öğrendin Mi? Buyurdu.
çocuk:
-ben Bu Sahrâlarda, Nasıl İlim Tahsîl Edebilirim, Dedi.
-peki Başka Ne Öğrenmişsin?
-üç İlim Öğrendim. Gönül İlmi, Dil İlmi Ve Beden İlmi.
-bunlar Nelerdir, Ben Bunları Bilmiyorum.
-gönül İlmi Şudur Ki, Bana Kalb Verdi Ve Kendi Mârifet Ve Muhabbeti Yeri Eyledi Ki, Bu Kalb İle O'nu Bileyim. O'nun Sevdiklerine Gönülde Yer Vereyim, Sevmediklerine Yer Vermiyeyim Ve Böylelerinden Uzak Olayım. Dil İlmi Şudur Ki, Bana Dil Verdi Ve Dili Zikretmek, O'nun İsmini Söylemek Yeri Eyledi. Bununla O'nu Hatırlatanları Dile Getirmeği, O'ndan Bahsetmiyen Sözden Onu Korumayı, Böyle Sözden Uzak Olmayı Îmâ Etti. Beden İlmi Şudur Ki, Bana Beden Vermiştir Ve Onu Kendine Hizmet Yeri Eylemiştir. Böylece O'na Hizmet Olan Her Şeyi Yaparım, Hizmet Olmayan Şeyi İse Bedenimden Uzaklaştırırım.
abdullah Bin Mübârek, Bunun Üzerine:
-ey Çocuğum! Evvelki Ve Sonraki İlimler, Senin Bana Bu Öğrettiklerindir! Dedikten Sonra: Ey Oğul, Bana Nasîhat Ver, Buyurdu.
-ey Efendi! Âlim Olduğun Yüzünden Belli Oluyor. Eğer İlmi Allah Rızâsı İçin Öğrendiysen, İnsanlardan İstemeyi, Beklemeyi Kes. Yok, Dünyâ İçin Öğrenmişsen, Cennet'e Kavuşamazsın, Dedi.
kızımı Kime Vereyim?
merv Şehri Kâdısının Bir Kızı Vardı. Ülkedeki, İleri Gelen Zengin, Makam Ve Mevkı Sâhibi Kimseler Bu Kızı İsteyince Hiç Birine Vermedi. Bu Zâtın Mübârek Adlı, Bağına-bahçesine Bakan Bir Kölesi Vardı. Aradan İki Ay Geçmiş Meyveler Olgunlaşmış Bolluk Bereket Gelmişti. Efendisi, Mübârek'ten Üzüm İsteyince, Toplayıp Geldi. Getirdiği Üzüm Çok Güzel Olmasına Rağmen Henüz Olmamıştı, Başka Üzüm İstedi. O Da Ekşi Çıktı. Efendisi; "bahçede O Kadar Üzüm Var, Niçin Böyle Üzüm Getiriyorsun?" Demekten Kendini Alamadı. Mübârek; "efendim! Ekşisini Tatlısını Bilmiyorum!" Diye Cevap Verdi. Bağ Sâhibi; "sübhanallah İki Aydır Bağdasın, Daha Hangisinin Ekşi, Hangisinin Tatlı Olduğunu Bilmiyorsun." Diye Çıkıştı. Mübârek Onları Yemekle Değil Korumakla Vazîfeli Olduğunu Biliyordu. Efendisi; "niçin Onlardan Yemedin?" Deyince; "siz Benden Bağınızdaki Meyvelerin Muhâfazasını İstediniz. Yeyiniz Demeyince Alıp Yemem Uygun Olur Mu, Emrinize Karşı Gelebilir Miyim?" Cevâbını Verdi.
efendisi Böyle Bir Hâdiseyle İlk Defâ Karşılaşmıştı. Mübârek'in Bu Hâline Hayran Kaldı. Güvenebileceği Birini Bulmuştu. Gerçekten Onu Ve Hâlini Çok Sevmişti. Kölesine Dönerek; "sana Bir Şey Soracağım." Diye Söze Başladı. Sonra; "benim Bir Kızım Var, Malı Makamı Yüksek Pekçok Kimse Onu İster. Hangisine Vereceğimi Ne Yapacağımı Bilemiyorum. Bu Hususda Bir Fikrin Olur Mu? Sen Ne Dersin?" Diye Sordu. Mübârek, Bu Söze Karşı Şöyle Dedi:
"efendim!.. İnsanlar, Dâmâd İçin; Câhiliyye Devrinde Soya Sopa; Yahûdîler Ve Hıristiyanlar Güzelliğe, Resûlullah Sallallahü Aleyhi Ve Sellem Zamânında Dindârlığa, Allahü Teâlâdan Korkup, Haramlardan Sakınmaya Bakarlardı. Zamânımızda İse, Mala Ve Makama Bakılıyor. Artık Bunlardan Dilediğini Seç."
bunun Üzerine Efendisi:
"ben Dindarlığı Ve Takvâyı Seçiyorum Ve Kızımı Seninle Evlendirmek İstiyorum. Çünkü Sende Haramlardan Kaçma, Dînine Bağlılık, İyi Hal, Emânet Ve Güvenilirlik Gördüm Ve Bunları Sende Buldum." Dedi.
o İse Kendisinin Köle Olduğunu, Parayla Satıldığını, Böyle Olunca Evlenmelerinin Garib Karşılanacağını, Hem Kızın Buna Râzı Olmayacağını Bir Bir Anlattı. Akıl Da Öyle Diyordu. Ancak Kâdı Kararlı İdi. "kalk Eve Gidelim." Dedi. Eve Varınca Hanımına; "bu Sâlih, Dindâr, Takvâ Sâhibi Bir Köledir. Kızımızı Onunla Evlendirmek İstiyorum, Senin Fikrin Ne?" Deyince, Hanımı; "sen Bilirsin, Fakat Bir De Kıza Soralım." Cevabını Verdi. Anne Durumu Kıza Açıp Babasının Niyetini Söyleyince, Kızı Da Bu Hususta Her Şeyi Anne Ve Babasına Bıraktığını Bildirdi. Kadın Kızın Râzı Olduğunu Babasına Anlatınca Nikahları Kıyıldı. Fakat Mübârek, Kızın Yanına Gitmiyordu. Bu Hâl Kırk Gün Sürdü. Bir Vesîle İle Anne Durumdan Haberdâr Olunca Dayanamadı; "kızımızı Kölene Verdin, Aradan Bunca Zaman Geçtiği Halde Dönüp Yüzüne Bile Bakmadı, Bu Yaptığı Nedir? Bu Nasıl İş?" Diye Şikâyet Ve Sitemde Bulundu. Bunun Üzerine Kâdı; "ey Mübârek! Kızıma Nâz Mı Ediyorsun? Niçin Yanına Gitmiyorsun?" Demekten Kendini Alamadı. Buna Karşılık Dâmâd:
"ey Müslümanların Kâdısı! Ey Efendim! Bu Nasıl Söz? Sizin Kerîmenize Nâz Etmek Ne Haddime. Lâkin Kâdısınız. Ola Ki Kızınız Şüpheli Bir Şey Yemiştir. Şüpheden Uzak Olmak İçin Bu Zamâna Kadar Bekledim Ve Ona Helâl Yemek Yedirdim. Belki Allahü Teâlâ Bize Sâlih Bir Evlâd Verir. Bundan Başka Bir Düşüncem Yoktur." Dedi.
kırk Gün Geçtikten Sonra Ehline Yaklaştı. Haram Ve Helâle Bu Derece Dikkat Ettiği İçin Allahü Teâlâ Ona Abdullah İsminde Bir Çocuk Verdi.
kaynaklar
1) Tabakât-ı İbn-i Sa'd; C.7, S.372
2) Hilyet-ül-evliyâ; C.8, S.162
3) Târih-i Bağdâd; C.10, S.152.
4) Sıfat-üs-safve; C.4, S.134.
5) Vefeyât-ül-a'yân; C.3, S.33.
6) Şezerât-üz-zeheb; C.1, S.295
7) Abdullah Bin Mübârek Mervezi; (abdülmecîd Muhtesib, Amman 1392)
8) Tabakât-ül-kübra (şa'rânî); C.1, S.59
9) Câmiu Kerâmât-il-evliyâ; C.2, S.104
10) Tezkiret-ül-evliyâ; C.1, S.166
11) Nesâyim-ül-mehabbe; S.15
12) Rehber Ansiklopedisi; C.1, S.14
13) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.2, S.97
14) İslam Târihi Ansiklopedisi; C.1, S.60
15) Ravd-ur-reyyâhin; S.90
16) Nevâdir-ül-âlem; S. 6,65,83
17) Tam İlmihal Seâdet-i Ebediyye; S.1027