Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Ahmed Bin Harb
  30 Mart 2018 Cuma , 23:37
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; İran evliyaları, Nişâbûr evliyaları, Ahmed Bin Harb

evliyânın Büyüklerinden. İsmi Ahmed Bin Harb, Künyesi Ebû Abdullah'tır. Nişabur'da Doğdu. Doğum Târihi Bilinmemektedir. Horasan Pîri Diye Meşhur Oldu. İlim Ve Fazîlette Üstün Derecelere Yükseldi. 848 (h.234) Senesinde Vefât Etti.

büyüklüğü Herkes Tarafından Bilinir Ve Kabul Edilirdi. Büyük Âlim Yahyâ Bin Muâz-ı Râzî Vefât Ettiğinde Başının Ahmed Bin Harb'in Ayaklarının Ucuna Gelecek Şekilde Defnedilmesini Vasiyet Etti.

ahmed Bin Harb, Süfyân Bin Uyeyne, Yahyâ Bin Muâz Ve Başka Gönül Sultanı Ehil Zâtların Sohbetlerinde Bulunarak İlim Öğrenip Olgunlaştı. Verâ, Haram Ve Şüphelilerden Kaçmakta Benzeri Yoktu.

bir Gün Annesi; "gel Kendi Evimizde Büyüttüğüm Bir Tavuğu Kızarttım. Bundan Ye." Dedi. Ahmed Bin Harb; "anneciğim! Bu Tavuk, Bir Gün Komşumuzun Damına Çıkıp Birkaç Dâne Yedi. Bunun İçin O Tavuktan Yemek İstemiyorum." Dedi. Annesi Bu Sözleri Duyunca, Kendisine Böyle Bir Evlâd Verdiği İçin Allahü Teâlâya Hamd Ve Şükür Etti.

ahmed Bin Harb Çok İbâdet Ederdi. Bu Sebeple Kendisine; "ey Allahü Teâlânın Sevgili Kulu! Bir Mikdâr İstirahat Etseniz." Denildi. O Zaman; "önünde Cennet Ve Cehennem'den Başka Bir Yer Olmayan Ve Hangisine Gideceğini Bilemeyen Kimsenin Uykusu Gelir Mi?" Buyurdu. Daha Fazla İbâdet Etmeye Başladı.

bir Gün Bir Tanıdığından Mektup Aldı. Cevap Yazacak Vakti Olmadığı İçin, Bir Talebesine; "dostumuzun Mektubuna Cevap Yazıp De Ki: Bizim Cevap Yazacak Vaktimiz Yok. Onun İçin Bize Mektup Yazma. Hep Allahü Teâlâ İle Meşgûl Ol. Vesselâm." Buyurdu.

ahmed Bin Harb Hazretlerinin Behram Adlı Ateşperest Bir Komşusu Vardı. Bu Komşu Bir Defâsında Ticâret İçin Bir Yere Mal Gönderdi. Yolda Hırsızlar Mallarını Alıp Kaçtılar. Ahmed Bin Harb Durumu Haber Alınca, Yanındakilere; "haydi Komşumuza Gidelim. Başına Gelen Bu Hâl İçin Üzülmemesini Söyleyip Onu Teselli Edelim. Her Ne Kadar Ateşe Tapıyorsa Da Komşumuzdur." Dedi. Behram'ın Evine Gelince, Kendilerini Hürmetle Karşıladı Ve Çok Saygı Gösterip İkramlarda Bulundu. O Günlerde Çok Kıtlık Olduğundan Bir Şeyler Yemek İçin Gelmiş Olabileceklerini De Düşünerek Ayrıca Yemek Hazırlamak İstedi. Bunu Gören Ahmed Bin Harb Hazretleri; "zahmet Etmeyiniz. Malınızın Çalındığını Duyduk. Üzülebileceğinizi Düşünerek, Halinizi, Hatırınızı Soralım Diye Geldik." Buyurdular. Behram; "evet Öyledir, Ama Bunda Üç Şeye Şükretmem Lâzım Oluyor: Birincisi, Başkaları Benden Çaldılar, Ben Başkalarından Çalmadım. İkincisi, Malımın Yarısını Aldılar, Diğer Yarısı Bende Kaldı. Ya Hepsini Alsalardı. Üçüncüsü, Din Bende Kaldı, Dünyâyı Aldılar." Dedi.

bu Sözler Ahmed Bin Harb'in Pek Hoşuna Gitti Ve Yanındakilere; "bu Sözleri Yazın. Bundan Îmân Kokusu Geliyor." Dedi. Sonra Behram'a; "niçin Ateşe Tapıyorsun?" Diye Sordu. Behram:

"ona Tapıyorum Ki Yarın Beni Yakmasın, Kendisine Yakmak İçin Odun Verdim Ki Beni Allahü Teâlâya Ulaştırsın." Cevâbını Verdi.

ahmed Bin Harb: "çok Yanılıyorsun. Ateş Zayıftır. Ona Tapmakla Hesaptan Kurtulmak Mümkün Değildir. Bir Çocuk, Bir Avuç Su Atsa Ateşi Söndürür. Bu Kadar Zayıf Bir Şey Başkasına Nasıl Kuvvet Verebilir? Bir Parça Toprağı Bile Kendinden Atamaz. Seni Allah'a Nasıl Kavuşturur? Ateş Câhildir. Bir Şey Bilmez, Yakarken Misk İle Necaseti Ayıramaz. Hepsini Aynı Anda Yakar Ve Hangisinin Daha İyi Olduğunu Bilmez. Sen Ki, Yetmiş Senedir Ona Tapıyorsun. Ben De Ömrümde Bir Kere Ona Tapmadım. Gel İkimiz De Elimizi Ateşe Sokalım. Seni Koruyup Korumadığını Gör." Buyurdu.

behram Ateş Getirdi. Ahmed Bin Harb Hazretleri Elini Ateşe Sokup Bir Saat Kadar Bekledi. Eli Hiç Yanmadı Ve Acımadı. Bu Hâli Gören Behram Çok Şaşırdı, Kalbinde Bir Değişme Hissederek:

"size Dört Şey Soracağım. Cevaplarını Verirseniz Îmân Edeceğim." Dedi.

ahmed Bin Harb "sor." Buyurdu. Behram Dedi Ki:

"allahü Teâlâ, İnsanları Niçin Yarattı? Mâdem Ki Yarattı Niçin Rızık Verdi? Mâdem Ki Rızık Verdi. Niçin Öldürdü? Mâdem Ki Öldürdü. Niçin Diriltecek?"

ahmed Bin Harb Şöyle Cevap Verdi:

"allahü Teâlâ Kendini Tanımaları İçin İnsanları Yarattı. Razzâk, Ziyâdesiyle Rızık Verici Olduğunu Bilsinler Diye Onlara Rızık Verdi. Kahhâr Olduğunu Anlamaları İçin Onları Öldürür. Kudretini Tanımaları İçin Onları Tekrar Diriltir."

behram Bunları Duyunca; "eşhedü En Lâ İlâhe İllallah Ve Eşhedü Enne Muhammeden Abdühü Ve Resûlühü." Diyerek Müslüman Oldu.

ahmed Bin Harb Hazretleri Bir Gün Tevekküle Teşvik Ve Alıştırmak İçin Çocuklarından Birine; "yavrum! Bir Şeye İhtiyâcın Olursa, Şu Köşede Bir Delik Var. Oraya Git. Orada Allahü Teâlâya; Yâ Rabbî! İhtiyâcım Olan Falan Şeyi Bana İhsân Et, Diye Duâ Et." Buyurdu. Çocuk; "peki Efendim. Bundan Sonra Bildirdiğiniz Gibi Yapacağım." Dedi. Ahmed Bin Harb Evdekilere De; "bunun İsteğini, Kendisi Görmeden Şu Deliğe Koyuverin." Diye Tenbih Etti. Bu Hâl Bir Müddet Böyle Devâm Etti. Çocuk Arzu Ettiği Şeyleri Bu Delikten Alıyordu. Bir Gün Evde Kimse Yok İken, Çocuk Âdeti Üzere, Deliğin Yanına Gidip Yemek İstedi. Allahü Teâlânın İzniyle O Delikten Yemeği Alıp Yerken Ev Halkı Eve Gelip Durumu Görünce, Bu Yemeği Nereden Aldığını Sordular. Çocuk; "her Zamanki Aldığım Yerden." Dedi. Bunun Üzerine Ahmed Bin Harb, Çocukta Hakîkî Tevekkülün Teşekkül Ettiğini Anladı.

yahyâ Bin Muâz'ın Bir Bağı Vardı. Bir Gün Bu Bağda Bir Mikdâr Üzüm Yedi. Hocasının Bağdan Üzüm Yediğini Gören Ahmed Bin Harb; "efendim Bu Bağ, Bir Gün, Haber Verilip İzin Alınmadan Vakfın Suyu İle Sulanmıştı." Dedi. Yahyâ Bin Muâz, Hemen Tövbe Etti. Vakfın Malını İzinsiz Kullanmanın Mes'ûliyetinin Ağırlığını Düşünerek Bir Daha O Bağdan Üzüm Yemedi.

bizanslılar Devrinde, İstanbul'da Bir Doktor Yaşıyordu. Hiçbir Dîne İnanmadığı Gibi, Allahü Teâlânın Varlığını Da İnkâr Ediyor Ve; "her Şey Kendi Kendine Var Olmuştur." Diyordu. Âlemin Bir Yaratıcısı Olduğunu Kabûl Etmiyordu. Mesleğinde Mütehassıs Olup, Sorulan Her Soruya Cevap Veriyordu.

hıristiyanlardan Hiç Kimse Bu Doktora Cevap Veremez Hâle Gelmişti. Yalnız; "dünyânın Bir Yaratıcısı Olduğuna Delil Getirip Beni İknâ Eden Olursa, Bu Dâvamdan Vaz Geçerim." Diyordu. Karşılaşıp Münâzara Ettiği Herkesi Mağlûb Ediyor, Cevapsız Bırakıyordu. Kendisini Dinleyen Herkese Dinsizliği Aşılıyor, Fikirlerini Karıştırıyordu.

bu Doktor Karşısında Hıristiyanlar Âciz Kalmıştı. Durumu Krallarına Anlattılar. Buna Ancak Müslümanların Cevap Verebileceğini Söylediler. Bizans Kralı, Abbâsî Halîfesi, Me'mûn'a Bir Elçi İle Mektup Gönderdi. Mektubunda; "size Gönderdiğimiz Bu Doktor Dehridir (dinsizdir). Bir Yaratıcı Olmadığına İnanmaktadır. Yanınızda Münâzara Edecek Ve Bunu İknâ Edip, Mağlub Edecek Bir Âlim Bulunursa Çok İyi Olur." Yazmaktaydı. Abbâsî Halîfesi Müşavirlerini Toplayıp, Onlara Danıştı. Oradaki İlim Sahipleri Dediler Ki:

"ey Halîfe! Önce Onu, Mütehassıs Olduğu Tıp İlminden İmtihan Edelim, Deneyelim. Sonra Duruma Göre Ne Yapacağımıza Karar Verelim."

ertesi Gün, Kalabalık Hâlinde Geldiler. Doktor Da Oradaydı. Herkes Bir Şişeye İdrarını Koyarak Birbiriyle Değiştirdiler. Her Şişenin Kime Aid Olduğunu Bilmek İçin De Özel İşâretler Koydular. Hepsini Getirip, Bu İnkârcı Doktorun Önüne Koydular. Doktor Önce Şişelere, Sonra Da Orada Bulunan İnsanların Yüzlerine Baktı. Ve Hiç Yanlışlık Yapmadan, Bu Falancanın, Bu Da Falancanındır Diye Tek Tek Saydı. Şişelerin Üzerlerindeki İşâretlere Baktıklarında, Hepsi Dediği Gibi Olduğunu Gördüler. İki Kişinin İdrarını Karıştırdığı Şişelerdeki İdrara Da Bakıp; "bu Falanca İle Filancanın İdrarıdır. Onlarda Şöyle Şöyle Hastalıklar Vardır. İlaçları Da Şunlardır." Dedi.

hepsini Doğru Söylemişti. Herkes Onun İşine Şaşırıp Âciz Kalmıştı. Sonra; Bağdat'ta Onunla Münâzara Edecek Bir Kişi Bilmiyoruz." Dediler. İçlerinden Birisi; "büyük Âlim, Evliyânın Üstünlerinden Olan Nişâburlu Ahmed Bin Harb Hazretleri Dün Gece Buraya Geldi. Hacca Gidiyor. Bununla Ancak Onun Münâzara Edebileceğini Sanırım." Dedi.

halîfe, Ahmed Bin Harb'ın Yanına Birini Gönderip Durumu Ona Bildirdi. O Da Buyurdu Ki:

"siz Münâzara Meclisini Falan Saatte, Halîfenin Sarayında Hazırlayın Ve Onu Lafa Tutun! Ben Biraz Geç Geleceğim. Geldiğim Zaman Bana, Niçin Geç Kaldınız? Dersiniz. Ben De Cevap Veririm."

dediği Gibi Yaptılar. Ahmed Bin Harb Hazretleri Gelip Oturunca Halîfe Ona; "niçin Geç Kaldınız?" Diye Sordu. O Da; "abdest İçin Dicle Nehri Kenarına Gittim. Tuhaf Bir Şey Gördüm. Ona Bakarak Geciktim." Dedi. Halîfe; "ne Gördünüz Ki?" Diye Sorunca Şöyle Cevap Verdi:

"gördüm Ki Topraktan Bir Ağaç Çıktı, Büyüdü, Kimse Kesmeden Yıkıldı. Kimse Müdahale Etmeden De Tahta Şeklini Aldı. Bu Tahtalar Kendiliğinden Birleşip Marangozsuz, Çivisiz Sandal Oldu. Bir Kayıkçı Olmadan Da Suyun Üzerinde Gitmeye Başladı. Bunu Seyre Dalıp Geç Kaldım."

bu Saçmalıkları Duyan İnkârcı Doktor Dayanamadı:

"bu Saçma Sapan Konuşan İhtiyar Mı Bizimle Münâzara Etmeye Geldi? Bu Delidir. Bununla Münâzara Etmeye Değmez."

bunun Üzerine Ahmed Bin Harb Şöyle Cevap Verdi,

"niçin Saçma Konuşayım Ve Deli Olayım?"

doktor Kendinden Emin Bir Şekilde Konuştu: "olmayacak Şeyler Söylüyorsunuz. Koskoca Ağaç Birdenbire Büyür, Kesilir Ve Tahta Olur. Bu Tahtalar Marangozsuz Birbirine Bitişir Ve Sandal Olur. Kayıkçı Olmadan Su Üzerinde Gider Dediniz."

o Zaman Ahmed Bin Harb Son Sözünü Söyledi:

"ey Doğruluktan Uzak İnsan! Bir Sandal İçin Bu İmkânsız Olunca, Yâni Ustası, Bir Yapıcısı Olmadan Sandal Olmaz, Su Üzerinde Gidemez İse, Bu Güneş, Ay Ve Yıldızlarla, Ağaçlar Ve Çiçeklerle Süslü Ve İntizamlı Âlem, Bir Yapıcı Olmadan, Bu Dünyâ Bu Sağlamlığı İle Binlerce Güzel Yaratıklar, Sanat Erbâbını Hayran Bırakan Eşsiz Tabloları İle Kendi Kendine Nasıl Var Olsunlar? Asıl, Bir Yapıcı, Yaratıcı Yoktur Diye Böyle Hezeyan Söyleyen, Saçmalayan Delidir."

inkârcı Doktor, Bu Cevap Karşısında Şaşıp Kalmıştı. Bir An Düşündü. Başını Kaldırdı, İnsafla Kendi Kendine; "insan Bilgisine Güvenip Böbürlenmemeli Ve İnkârcı Olmamalıdır. Şimdi İnanıyorum Ki, Allahü Teâlâ Vardır." Deyip Müslüman Olmak İstedi. Ahmed Bin Harb Ona Kelime-i Şehâdet Söyletip Mânâsını Öğretti. Böylece Bir İnsanın İnkârdan Kurtulup Sonsuz Saâdete Kavuşmasına Vesile Oldu.

buyurdu Ki:

"bizlere Ne Kadar Şaşılır Ve Hayret Edilir Ki, Gölge Denilince Hemen Güneşin Varlığı Aklımıza Gelir De, Cennet Denilince Akla Cehennem'in Geleceği, Ondan Korunmak Çâreleri Düşünülmez Ve Ondan Gâfil Oluruz."

"bir Kimsenin, Evlenip Kırk Yaşına Geldiği, Saçına Ak Düştüğü, Hacca Gidip Beytullah'ı Ziyâret Ettiği Halde, Hâlâ Aklını Başına Toplamaması, Vakitlerini Oyun Ve Günah Olan Şeylerle Geçirmesi Ne Kadar Çirkindir."

kendisine, Sâlihâ Kadından Süâl Edilince, Buyurdu Ki:

"beş Vakit Namazını Kılan, Efendisine (kocasına) İtâat Eden, Her İşinde Allahü Teâlânın Rızâsını Gözeten, İnsanları Gıybetle Çekiştirip Dedi-kodu Yapmaktan, Koğuculuktan Dilini Koruyan, Kanâat Sâhibi Olup Dünyâ Malına Meyletmeyen Ve Musîbetlere Karşı Sabreden Bir Kadın, Hakîkaten Çok İyi Bir Kadındır."

ahmed Bin Harb Hazretlerinden Büyük Hadîs Mütehassısı İmâm-ı Nesâî Rivâyette Bulunmuştur. 

ahmed Bin Harb Hazretlerininkitâb-üz-zühd, Kitâb-üd-duâ, Kitâb-ül-kesb, Kitâb-ül- Hikmeti Vel-menâsik isimli Eserleri vardır.

gıybet Hakkında Sorulduğunda:

"bana Kim Düşmanlık Yapıyor, Kim Beni Gıybet Ediyor Ve Hakkımda Kötü Söylüyor, Keşke Bilsem De Ona Altın Ve Gümüş Göndersem. Benim İşimde Çalışarak Kazandığı Sevapları Benim Defterime Geçirdiğine Göre Benim Paramdan Harcasın." Buyurdu.

gönlü Dünyâya Bağlamamak Hakkında Da; "dünyânın Sizi Kandırıp Evvelkileri Düşürdüğü Belâya Sizi De Düşürmemesi İçin İzzet Ve Celâl Sâhibi Allahü Teâlâdan Gücünüz Yettiği Kadar Korkun. Bildiğinizle Amel Edin Ve Dikkatli Olun." Buyurdu.

 

kerâmet Ve Menkîbeleri

ölümden Gâfil Olma

ahmed Bin Harb Hazretleri Tesirli Sözler Söyleyerek Kalbleri Nûrlandırırdı. Bir Sohbetinde Buyurdu Ki:

yeryüzü İki Sınıf Kimseye Çok Hayret Eder. Birisi, Ölümden Gâfil Olarak, Yatağını, Karyolasını Süsleyip Uykuya Yatandır. Yeryüzü Kendi Hâl Lisanı İle O Kimseye; "ey İnsan! Şu Nâzik Bedenin, Yataksız Olarak Arada Bir Perde Bulunmadan, Bende Uzun Müddet Kalacak Ve Çürüyecek. Bunu Niçin Düşünmüyorsun?" Yeryüzünün Kendisine Hayret Ettiği İkinci Kimse De, Ufak Bir Arâzi Parçası Yüzünden Kardeşi İle Hasım Olan Kimsedir. Yeryüzü, Kendi Hâl Lisanı İle O Kimseye; "ey İnsan! Münâkaşasını Yaptığınız Bu Yerin Sizden Önceki Sâhiplerinin Nerede Olduklarını Hiç Düşündünüz Mü?" Der.

 

kaynaklar

1) Şezerât-üz-zeheb; C.2, S.80

2) Mu'cem-ul-müellifîn; C.1, S.188

3) Tezkiret-ül-evliyâ; C.2, S.218

4) Riyâd-un-nâsıhîn; S.15

Yorumlar
Kod: B8ZE8