Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Ahmed Yesevî
  30 Mart 2018 Cuma , 23:38
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; Kazakistan evliyaları, Yesi evliyaları, Ahmed Yesevî

türkistan'da Yetişen Büyük Velîlerden. İsmi, Ahmed Bin İbrâhim Bin İlyâs Yesevî Olup, Pîr-i Türkistan, Hazret-i Türkistan, Hazret-i Sultan, Hâce Ahmed, Kul Hâce Ahmed Diye Tanınır. Babası Hâce İbrâhim'in Nesebi Hazret-i Ali'nin Oğlu Muhammed Bin Hanefiyye'ye Ulaşır. Soyu, Hazret-i Fâtıma Vâlidemize Dayanmadığı İçin Seyyid Değildir. Annesi Evliyâdan Şeyh Mûsâ'nın Ayşe İsimli Kerîmesi Olup, Sâliha, Müttekî Ve Afîf Bir Hâtun İdi. Doğum Târihi Bilinmemektedir. 1194 (h.590) Senesinde Yesi'de Vefât Etti. Kabri Oradadır. Tîmûr Han Onun İçin Muhteşem Bir Türbe Yaptırmıştır.

ahmed Yesevî Annesini Çok Küçük, Babasını Da Yedi Yaşında Kaybetti. Babası Son Nefesinde Gevher Şehnaz İsmindeki Kızına:

"ey Benim Kızım! Kardeşin Bu Dünyâya Ender Gönderilen Mübârek Bir Kişi Olacaktır. Ona Göz Kulak Ol. Benim Dergâhımda, Bağlı Bir Sofra Durur. Ahmed O Sofrayı Kendi Başına Açtığı Zaman Onun Cihan Mülkünde Görünme Vaktinin Geldiğini Bilmelisin. Zamânı Gelmeyince, Bu Sırrı Kimseye Açma." Dedi.

gerçekten Ahmed Yesevî'de Çocukluğunda Garib Hâller Ve Yaşından Beklenilmeyen Fevkalâdelikler Görülüyordu. Hızır Aleyhisselâm İle Görüşüp Sohbet Ediyor, Onun Mânevî Terbiyesi İle Olgunlaşıyordu. Bu Sırada Meydana Gelen Bir Hâdise, Şöhretinin Bütün Türkistan'a Yayılmasına Yol Açtı. Menkıbeye Göre, O Sırada Türkistan'da Yesevî Adında Bir Hükümdâr Saltanat Sürmekte İdi. Bu Hükümdar Yaz Gelince, Türkistan Yaylalarına Çıkar, Kışın Da Semerkant Kışlalarında Kalırdı. Ceylan Avından Çok Hoşlanan Hükümdâr, Bir Defâsında Ceylan Peşinde Koşarken, Yolu Karaçuk Dağına Çıktı. Karaçuk Dağının Yamaçları Sarp, Kayaları Yalçındı. Atı, Kan Tere Battı Ve Avını Kaçırdı. Buna Ziyâdesiyle Üzülen Hükümdâr; "bu Dağı Ortadan Kaldırmak Gerek." Diye Söylendi. Nitekim Ülkesindeki Velîleri Toplayıp, Duâlarının Bereketi İle Bu Dağı Ortadan Kaldırmayı Düşündü. Toplanan Velîler, Duâ Ve Niyâzda Bulundular. Ancak İstenilen Netice Elde Edilemedi. Bunun Üzerine Oraya Gelmeyen Bir Velînin Olup Olmadığı Araştırıldı. Neticede, Hâce İbrâhim'in Oğlu Ahmed Küçük Olduğundan Kimsenin Aklına Gelip De Çağrılmadığı Anlaşıldı. Nihâyet, Haberci Gönderildi Ve Gelmesi İstendi. Çocuk, Dâveti Ablasına Danışınca, Ablası; "babamızın Vasiyeti Var, Senin Tanınma Zamânının Gelip Gelmediğini, Türbedeki Ekmek Sofrası Tâyin Edecektir. Eğer O Sofrayı Açabilirsen, Tanınma Zamânın Geldi Demektir, Var Git!" Dedi. Babasının Türbesine Giden Ahmed, Sofrayı Bulup Açınca, Dosdoğru Hükümdârın İstediği Yere Geldi. Kendisini Bekleyen Velîlere Sofradaki Bir Parça Ekmeği Gösterip Duâ Etmelerini İsteyince, Velîler Fâtiha Okudular. O Da Ekmeği Oradakilere Taksim Etti Ve Hepsine Kâfi Geldi. O Toplantıda Tam Dokuz Bin Kişi Vardı. Bu Kerâmeti Görenler, Hâce Ahmed'in Büyüklüğünü Ve Mertebesinin Yüksekliğini Anladılar. Hâce Ahmed, Sırtındaki Babasından Kalma Hırkaya Bürünerek, Duâsının Neticesini Bekliyordu. Birdenbire Gök Yüzünden Yağmur Boşanarak, Her Yer Suya Garkolunca, Velîlerin Seccâdeleri Su Üstünde Yüzmeye Başladı. Sonunda Ahmed Hırkasından Başını Çıkarınca, Yağmur Durdu Ve Güneş Çıktı. Oradakiler Baktıklarında, Karaçuk Dağının Ortadan Kalktığını Gördüler. Bu Kerâmete Şâhid Olan Hükümdar, Hâce Ahmed'den, Kendi Adının Kıyâmete Kadar Bâkî Kalması İçin Niyâzda Bulunmasını Diledi. Hâce Ahmed Hazretleri De; "âlemde Her Kim Bizi Severse, Senin Adınla Bizi Yâd Eylesin" Dedi. Bundan Dolayı O Günden Beri İkisinin İsmi Birlikte, "ahmed Yesevî" Şeklinde Anılır Oldu.

ancak Hâce Ahmed'in, Daha Çok Yesi'li Olduğundan, Yesevî Nisbesiyle Şöhret Bulduğu Kabûl Edilmektedir.

ahmed Yesevî Önce Arslan Baba Hazretlerinden Ders Aldı. Onun Kalblere Hayat Ve Huzur Veren Söz Ve Sohbetleri İle Teveccüh Ve Görüp Gözetmesine Kavuştu. Böylece Kısa Zamanda Çok Yüksek Makam Ve Derecelere Ulaştı. Ancak Arslan Baba Ebedî Âleme Göçünce, Çok Sevdiği Ve Ziyâdesiyle Bağlı Bulunduğu Bu Şeyhinden Ayrı Düştü. O, Hikmetler Adını Verdiği Şiirlerinde Arslan Baba'dan Bahsederken Şöyle Demektedir:

 

âhir Zaman Ümmetleri Dünyâ Fâni Bilmezler

gidenleri Görürler De Ondan İbret Almazlar

erenlerin Kıldığını Görüp Rağbet Etmezler

arslan Babam Sözlerini Dinleyiniz Teberrük.

 

ahmed Yesevî Bundan Sonra Şeyhi Arslan Baba'nın Mânevî İşâreti İle Buhârâ'ya Gitti. Orada Ehl-i Sünnet Âlimlerinin En Büyüklerinden Yûsuf-i Hemedânî'ye Bağlandı Ve Mânevî İlimleri Tahsil Etti. İnsanlara İlim Öğretmek, Doğru Yolu Göstermek İçin Ondan İcâzet, Diploma Aldı. O Büyük Zâtın Halîfeleri Arasına Katıldı. Onun Vefâtından Sonra Bir Mikdâr Buhârâ'da Kaldı. Talebe Yetiştirmeye Başladı. Bir Zaman Sonra Onların Terbiye Ve Yetiştirilmesini, Yûsuf-i Hemedânî'nin En Önde Gelen, Gözde Talebesi Abdülhâlık Goncdüvânî Hazretlerine Bırakıp, Kendisi Yesi'ye Döndü Ve Talebe Yetiştirmeğe Burada Devâm Etti. Talebeleri Git Gide Çoğalıyordu. Büyüklüğü Ve Şöhreti Kısa Zamânda, Türkistan, Mâverâünnehr, Horasan Ve Harezm'e Yayıldı. Kendisinde Daha Çocuk Yaşta İken Başlayan Evliyâlık Hâl Ve Dereceleri Günden Güne Artıyordu. Zamanındaki Âlimlerin Ve Evliyânın En Büyüklerinden, En Üstünlerinden Oldu. Hanefî Mezhebinde İdi. Zâhirî Ve Bâtınî Bütün İlimlerde Derin Âlim Olan Ahmed Yesevî, Hızır Aleyhisselâm İle Görüşüp Sohbet Ederdi.

ahmed Yesevî Hazretleri Vakitlerini Üçe Ayırırdı. Günün Büyük Bölümünde İbâdet Ve Zikirle Meşgûl Olurdu. İkinci Kısmında Talebelerine Zâhirî Ve Bâtınî İlimleri Öğretirdi. Üçüncü Ve En Kısa Bölümde İse Alınteri İle Geçimini Sağlamak Üzere Tahta Kaşık Ve Kepçe Yaparak Bunları Satardı.

bir Rivâyete Göre; "onun Halden Anlar Bir Öküzü Vardı. Bu Öküzün Sırtına Bir Heybe Asar, İçine De Yaptığı Kaşık Ve Kepçeleri Koyup, Yesi Çarşısına Salıverirdi. Kim Kaşık Ve Kepçeden Alırsa Ücretini Heybenin Gözüne Bırakırdı. Mal Alıp Da, Ücretini Vermeyen Olursa, Öküz O Kimsenin Peşini Bırakmaz, Nereye Gitse Peşinden O Da Giderdi. Adam Ücreti Heybeye Koymadıkça, O Kimsenin Yanından Ayrılıp Başka Yere Gitmezdi. Akşam Olunca Da Hâce Ahmed Hazretlerinin Evine Gelirdi. Hattâ Heybenin Gözüne Fazla Para Bırakanlar Da Olurdu. Hâce Hazretleri Bunları Ve Kendisine Gelen Sayısız Hediyeleri Muhtaçlara Ve Bilhassa Talebelerine Sarf Ederdi.

ahmed Yesevî Hazretlerinin Şöhreti, Kerâmetleri Her Tarafa Yayılıp, Talebelerinin Sayısı Yüz Bine Yaklaşınca, Kendisini Çekemeyenler Düşmanlıklarından, Çeşitli İftiralara Başladılar. Sohbet Meclislerine Örtüsüz Kadınlar Geliyor, Erkeklerle Birlikte Oturuyorlar." Dedikodularını Yaydılar. Bu Şâyiayı Duyan Makam Sâhipleri, Bâzı Müfettişler Vazifelendirerek Durumun Araştırılmasını Emrettiler. Müfettişler, Ahmed Yesevî Hazretlerinin Ders Verdiği Meclisine Gizliden Gizliye Gelip Gittiler. Her Şeyin, Herkese Açık Olduğu Bu Yerde, İnsanlardan Ve Kanunlardan Saklı Uygunsuz Bir Hâlin Bulunmadığını, Söylenilenlerin Tamâmen Asılsız Olduğunu, Bu Zâta İftirâ Etmek İçin Uydurulduğunu Bildirdiler.

ahmed Yesevî Hazretleri Kendisine İftirâ Edenlere Bir Ders Vermek İstedi Ve Toplandıkları Yere Geldi. Elinde Ağzı Mühürlü Bir Kutu Vardı. Oradakilere Hitâben: "bâlig Olduğu Günden Bu Âna Kadar, Sağ Elini Avret Mahalline Hiç Uzatmamış Bir Velî İstiyorum. Kim Vardır? Bu Mühim Kutuyu Ona Teslim Edeceğim" Buyurdu. Hiç Kimse Çıkmadı. O Sırada, Ahmed Yesevî'nin Talebelerinden, Hâce Atâ Ortaya Çıktı. Hâce Ahmed Hazretleri Kutuyu Ona Verip, Bunu Horasan Ve Mâverâünnehr Memleketlerine Götürmesini Emretti. Talebe Kutuyu Alıp, Bildirilen Yere Vardı. Her Tarafa Haber Salınıp, Âlimler Ve Hâce Hazretlerine İftirâ Edenler Geldiler. Herkes Bu Kutunun İçinde Ne Olduğunu Merak Ediyordu. O Talebe, Toplananlara, Bu Kutuyu Hocası Ahmed Yesevî Hazretlerinin Gönderdiğini Söyleyip Kutuyu Açtı. Kutu Açılınca, Herkes Gördükleri Manzara Karşısında Donakaldılar. Kutunun İçinde Kor Hâlinde Ateş, Bir Mikdar Pamuk Arasında Duruyordu.

ateş Kızarıyor Ve Pamuğa Birşey Olmuyordu. Bu Hâli Gören Herkes Hayretler İçinde Kaldı. Hâce Hazretlerinin Bu Kerâmeti Karşısında, Onu Sevenlerin Muhabbeti Daha Da Arttı. Kendisine Muârız Olanlar Hatâlarını Anlayıp Tövbe Ettiler. Hâce Hazretlerine Hediyeler Gönderip, Özürler Dileyip Pekçoğu Ona Talebe Oldu.

merv Şehrinde Mervezî Nâmında Bir Müderris Var İdi. Ahmed Yesevî Hakkında Söylenilen Uygunsuz Ve Uydurma Sözler Ona Kadar Gitmişti. Bu Yalanlara Aldanıp, Kendisini İmtihân Etmek, Şüphesini Gidermek Niyetiyle, Yanına Dört Yüz Müşâvir Ve Kırk Tâne De Müftü Alarak Yola Çıktı. Her Tarafta Talebeleri Olduğunu, Her Zaman Sohbetinde Binlerce Kişinin Hazır Bulunduğunu Öğrenmişti. "ben Üç Bin Mesele Ezberledim. Hepsine Ayrı Ayrı Suâl Sorar, Onları İmtihan Ederim." Diye Düşündü. Bu Sırada Ahmed Yesevî Hazretleri Hânegâhında Bulunuyordu. Talebesi Muhammed Dânişmend'e; "bakar Mısın, Bize Kimler Geliyor?" Buyurdu. Mervezî'nin Mâiyyetiyle, Yanındakilerle Birlikte Hâfızasında Üç Bin Mesele İle Geldiğini Bildirdi. Hâce Hazretlerinin Emri İle Muhammed Dânişmend, O Üç Bin Meseleden Binini, Mervezî'nin Hâfızasından Sildi. Sonra Talebelerinden Süleymân Hakîm Atâ'ya Aynı Şekilde Emretti. O Da Öyle Yaptı. Mervezî, Hâfızasında Kalan Bin Mesele İle Yesi'ye Geldi. Hâce Hazretlerinin Yanına Gelip, "allah'ın Kullarını Doğru Yoldan Ayıran Sen Misin?" Dedi. Hâce, Hiç Kızmadı. Karşılık Da Vermedi. Şimdilik Üç Gün Misâfirimiz Ol! Ondan Sonra Görüşürüz." Buyurdu. Üç Gün Sonra Bir Kürsü Kuruldu. Mervezî Kürsüye Çıktı. Hâce Ahmed Hazretleri, Muhammed Hakîm Atâ'ya Tekrar Emredip, O Bin Meseleyi Mervezî'nin Hâfızasından Silmesini Emretti. Hakîm Atâ, Allahü Teâlâya Duâ Etti. Aklındaki Bin Mesele De Silindi. Mervezî, Kürsü Üstünde Bir Şeyler Konuşmak İstedi. Fakat Hâfızasında Hiçbir Meselenin Bulunmadığını Anladı. Nihâyet, Defterini Açıp Oradan Okumak İstedi. Fakat Defterinin Sahifelerindeki Yazıların Da Silindiğini Gördü. Sahifeler Bomboş İdi. Bu Hâli Gören Mervezî, Kusûrunu Anlayıp Oracıkta Tövbe Etti. Talebeliğe Kabûlü İçin Yalvardı. Bütün Mâiyyetiyle Beş Sene Kaldı. Çok Mertebelere, Yüksek Derecelere Kavuştu. Ahmed Yesevî (k. Sirruh) Bunu, Yanında Beş Kişi İle Berâber, İnsanlara Allahü Teâlânın Dînini Doğru Olarak Anlatmak Vazifesiyle Horasan'a Gönderdi. Bunlar; Muhammed, Seyfeddîn, Sa'deddîn, Behâüddîn Ve Kemâl İsimlerindeki Talebeleri İdi. Oraya Gidip Halkı İrşâd Edip Aydınlattılar (r.aleyhim).

horasan'da Bulunan Velîler, Ahmed Yesevî Hazretlerinin Büyüklük Ve Üstünlüğünü Bildikleri Ve Ona Olan Muhabbet Ve Bağlılıklarının Daha Da Artması İçin, Kendisiyle Görüşmek, Sohbetinde Bulunmak İstediler. Büyük Bir Toplantı Tertib Ettiler. Hâce Hazretlerini De Bu Toplantıya Dâvet İçin, Aralarından Birini Yesi'ye Gönderdiler.

ahmed Yesevî Hazretlerini Toplantıya Dâvet Etmek Üzere Yola Çıkan Velî, Allahü Teâlânın İzni İle Turna Gibi Uçarak Yesi'ye Geliyordu. Hâce Hazretleri Bu Hâli Keşfederek, Yanına Talebelerinden Bâzılarını Aldı. Bunlar Da Turna Şeklinde Uçmaya Başladılar. Nihâyet, Semerkand Yakınlarında Bir Nehir Üzerinde Karşılaştılar. Bu Sırada Aşağıda Büyük Bir Tüccar, Nehirden Geçerken Akıntıya Kapılıp, Malı Ve Hayvanları Suya Düşmüştü. Bu Tüccâr, Su İçinde Boğulmamak İçin Gayret Ederken, Bu Sudan Selâmetle Kurtulması Hâlinde, Kalan Malının Yarısını Allah Rızâsı İçin Vereceğini Nezr Edip, Adadı. Hâce Ahmed Yesevî, Allahü Teâlânın İzni İle Tüccarın Sıkışık Ve Zor Durumunu Keşfederek Aşağıya İndi. Boğulmak Üzere İken Tüccarı Çekip Sâhile Çıkardı. Sonra Normal Hâline Döndü. Bu Duruma Çok Teaccüb Eden, Şaşan Tüccar, Kendisini Kurtaran Bu Zâtın Ellerine Sarılıp Çok Teşekkür Etti; Daha Sonra Malının Yarısını Bu Zâta Verdi. Hâce Hazretleri İstenilen Yere Geldi. Bir Zaman Orada Kalarak Talebeleriyle Sohbet Etti. Suallerini Cevaplandırdı. Hergün Yüzlerce Kişi Huzuruna Gelerek Sohbetine Katılır Ve Bereketlenirdi. Tüccarın Verdiği Parayı Da Orada Bulunan Yoksullara Ve Talebelerine Dağıtan Ahmed Yesevî Hazretleri Daha Sonra Memleketine Döndü.

yesi Şehrine Yakın Bir Yerde, Sabran (savran, Şûrî) Diye Bir Kasaba Vardı. Bura Ahâlisinin Çoğu Hıristiyan Olup, Müslüman Yesi Halkına Ve Bilhassa Ahmed Yesevî Hazretlerine Çok Düşmandı. Ahmed Yesevî Hazretlerinin Büyüklüğü, Kerâmetleri Etrâfa Yayıldıkça Ve Ona Bağlı Olanların Sayıları Her Geçen Gün Arttıkça, Sabranlılar Ziyâdesiyle Rahatsız Oluyorlar, Hâce Hazretlerine Olan Düşmanlıkları Daha Da Artıyordu.

birgün Hazret-i Hâce'ye İftirâ Etmek İstediler. Bir Yere Toplandılar. İçlerinden Birinin Öküzünü Getirip Mezbahada Kestiler. Sâdece Ayaklarını Bıraktılar. Ertesi Gün De Kadıya Gidip Şikâyet Ettiler. Öküzlerinin Çalınıp Mezbahada Kesildiğini, Kanları Akarak Acele İle Götürüldüğünü, Kan İzlerini Tâkip Ettiklerini Ve Öküzlerinin Ahmed Yesevî'nin Tekkesine Götürüldüğünü Anladıklarını Bildirdiler. Kâdı İzin Verip, Hâce'nin Tekkesine Girip, Öküzlerini Arayabileceklerine İzin Verince, Gelip Durumu Bildirdiler. Hazret-i Hâce, Kalb Gözleri İle Ve Yüksek Firâseti İle, İftirâcıların Hazırladıkları Çirkin Tertibi Görmüş Ve Anlamıştı. Talebeler Bundan Habersiz Olduklarından, Çok Şaşırdılar. Nihâyet İçeri Girmelerine İzin Verildi. İftirâcılar, Doğruca Gece Bıraktıkları Öküzün Yanına Vardılar. Tam Maksatlarına Kavuşmuş Olduklarını Zannediyorlardı. Bu Sırada Hâce Hazretlerinin Kerâmeti Tecellî Edip Ortaya Çıkıp İftirâcıların Hepsi Bir Anda Köpek Oldular. O Öküz Etine Hücûm Edip Kısa Zamanda Bitirdiler. Böylece Esas Hâlleri Anlaşılmış Oldu.

yine Birgün Aralarında Anlaşıp, Hâce'yi Hırsızlıkla İthâm Etmeye Karar Verdiler. Bir Sığırı Kesip Parçaladılar Ve Gece Gizlice Hâce'nin Hânegâhının Bir Yerine Bıraktılar. Hazret-i Hâce'den Başka Hiç Kimse De, Bunların Yaptıklarını Farketmedi. Ertesi Gün Bu Sığırı Aramak Bahânesi İle, O Kasaba Halkından Birçok Kimse Tekkenin Önünde Toplandı. Sığırlarını Aramak İçin İçeri Girmek İstediklerini Söylediler. Hâce Hazretleri Bu Ahmakların Yaptıklarına Çok Üzüldü, Bir An Elini Kaldırıp Dergâhın Kapısını İşâret Etti. Arkasından:

"girin Köpekler, Girin İtler!.." Diye Bağırdı.

bu Söz Üzerine Dergâha Akın Eden Ve İçeriye Adımını Atan "hav, Hav, Havv" Diye Yürüyordu. Sabranlılardan Dergâha Adımını Atan Köpek Hâline Geliyor Ve Getirdikleri Sığırın Üzerine Atılıyordu. Dışarıda Kalıp Bu Müthiş Manzarayı Seyredenler Hayret, Dehşet Ve Korku İçerisinde Ahmed Yesevî Hazretlerinin Eteklerine Yapıştılar. Mahcup Ve Pişman Olduklarını Bildirip Affedilmeleri İçin Yalvarmaya Başladılar. Hâce Hazretleri Merhamet Edip Duâ Etti. Böylece Tekrar Eski Hallerine Döndüler.

ahmed Yesevî Hazretleri 63 Yaşına Gelmişti. O, Çocukluğundan Bu Âna Gelinceye Kadar Resûlullah Efendimizin Sünnet-i Seniyyesine Yapışmakta Hiç Gevşeklik Göstermedi. Resûlullah Efendimizin Âhirete Teşrif Buyurduğu Andan Îtibâren Yeryüzünde Bulunmayı Kendilerine Münâsip Görmediler. Bu Sebeple Dergâhın Bahçesine Derin Bir Yer Kazdırdı Ve İçini Kerpiçle Ördürdü. Nihayet Hazırlıklar Tamamlanınca Talebelerini Dergâhın Avlusunda Toplayıp;

"ey Gönül Dostları, Allahü Teâlânın En Sevgili Kulu Olan Peygamberimiz Muhammed Mustafa Hazretleri 63 Yaşında Bu Dünyâdan Ayrıldı. Ben De Şimdi 63 Yaşındayım. Artık Şu Gördüğünüz Çilehâneye Çekilecek, Ömrümün Kalan Günlerini Bu Hücrede Tamamlayacağım..." Buyurdu.

müridlerinin Gözleri Yaşlı Olarak; "ey Sultanımız Bizim Hâlimiz Nice Olur." Sözlerine Karşı;

"sizi Allahü Teâlâya Emânet Ediyorum." Dedikten Sonra Merdivenle Çilehâneye İndi.

ahmed Yesevî Hazretleri Mezar Misâli Olan O Yerde, Vefât Edinceye Kadar, Devamlı İbâdet, Tâat Ve Allahü Teâlâyı Düşünmekle Meşgûl Oldu. Talebelerine İlim Öğretmeye Orada Da Devâm Etti. Kendisini Vefât Etmiş, Kabre Konmuş Şekilde Hissederek, Bambaşka Bir Huşû' Bağlılık Ve Teslimiyetle İbâdetlerini Yaptı. Burada Evliyâlık Yolundaki Makam Ve Dereceleri Kat Kat Arttı. 63 Yaşından Sonra Ömrünün Diğer Yarısını Orada İbâdetle Geçirdi. 125 Veya Bir Rivâyete Göre İse 133 Yaşında Vefât Etti.

ahmed Yesevî Hazretlerinin Önde Gelen Halîfelerinden Seyyid Mansur Atâ Çile Kuyusuna İlk Defâ İndiği Zaman Gördüğü Manzaradan Ciğeri Parçalandı. "hocam Bu Dar Yerde Ve Sıkıntılı Bir Haldedir" Diye Düşünerek Gözyaşlarına Boğulduğu Sırada Perdeler Açıldı.

kalp Gözüyle, O Daracık Zannettiği Yeri Bir Ucu Doğuda, Diğer Ucu İse Batıda Gördü. Bu Hâl Karşısında Kalbinden Geçirdiklerinin Yersiz Olduğunu Anlayıp, Kendi Kendine, "allahü Teâlâ, Evliyâsına Sıkıntı Çektirmez. Diğer İnsanların Onlarda Sıkıntı Görmeleri, Çok Acı Çekiyor Zannetmeleri, Hakîkatte Onlar İçin Bir Nîmettir. Bu Saâdet Sâhipleri, Görünüşte Çok Acı Zannedilen O Sıkıntılardan Öyle Zevk Ve Tad Alırlar Ki, İyiliklerinde O Tadı Duymazlar. Allahü Teâlâ, Bu Sevgili Kulu İçin, Daracık Bir Hücreyi Çok Geniş Yapar. Mânevî Bakımdan Öyle Lezzetler, Tadlar İhsân Eder. Zâhir Olarak, Görünürde Çektiği Sıkıntılar, O Lezzetler Yanında Hiç Kalır. Onun Rûhu, Zevk Ve Neş'eden Uçmaktadır. Vücûdunu Bin Parçaya Bölseler Ne Gam..." Diye Söylendi.

ahmed Yesevî Hazretleri Yetiştirdiği Talebelerin Her Birini Bir Memlekete Göndermek Sûretiyle İslâmiyetin Doğru Olarak Öğretilip Yayılmasını Sağladı. Onun Bu Şekilde Gönderdiği Talebelerinden Bâzıları Sonraları Moğolların Katliamından Kaçıp Kurtulmak Sûretiyle Anadolu'ya Da Geldiler. Bu Sûretle Onun Yolu Anadolu'da Yayılıp Tanındı. Anadolu'nun Müslüman Türklere Yurt Olması Onun Mânevî İşâretleri İle Hazırlandı.

ahmed Yesevî Hazretleri Herkese İyilik Eder, Kendisinden Hiç Kimse Rahatsız Olacak Bir Hareket Görmezdi. Bütün İnsanların Dünyâ, Âhiret Saâdeti Ve Rahatları İçin Gayret Ederdi. Dergâhı Fakir Ve Yoksullar, Yetim Ve Çâresizler İçin Sığınak Yeriydi.

tasavvuf Yolunda Ahmed Yesevî Hazretlerine Bağlananların Bâzı Bâriz Husûsiyetleri Vardır. Yeseviyye Yolunda Bulunan Bir Mürîdin, Riâyet Etmeleri Mecbûri Lâzım Olan Belli Başlı Edebler Şunlardır: 1) Kendisinden Dînini Öğrendiği Üstâdının, Talebelerin Hepsinden Efdal Olduğunu Bilmek Ve Ona Tam Tâbi Ve Teslim Olmak. Ona Uyarak, Onun Huzûrunda Her Gün Çeşit Çeşit Yemekler Yemek, Geceleri Uyumak, Ona Uymaksızın Kendi Anlayış Ve Görüşüne Uyarak, Geceleri Nâfile Namaz Kılmaktan Ve Gündüzleri Nâfile Oruç Tutmaktan Farksız Hattâ Daha Faydalıdır. Çünkü Birincisinde, Tâbiiyyet Ve Teslimiyyet, İkincisinde İse, Kendi Bildiğine Göre Hareket Etmek Vardır. 2) Mürîd Gâyet Uyanık, Zekî Ve Dikkatli Olup, Hocasının Sözlerinden, Rumûzlarından Ve İşâretlerinden Hemen Anlamalıdır. 3) Hocasının Bütün Sözlerinden Ve İşlerinden Râzı Ve Ona İtâatkâr Olmalıdır. 4) Hocasının Husûsî Hizmetinde Veya Bildirdiği, Emrettiği Bir Hizmeti Yaparken Gâyet Atik, Dikkatli , Ağırbaşlı Olmalı, Fakat Ağır Canlı Olmamalıdır. İsteksizlik, Gevşeklik Hâli, Hocasının Rızâsızlığına Sebeb Olabilir. Onun Rızâsızlığı İse, Silsile Yoluyla Peygamber Efendimize, Dolayısıyla Allahü Teâlâya Gider. 5) Sözünde Sağlam, Güvenilir Ve Vâdinde Sâdık Olmalıdır. Hocasının Büyüklüğü Husûsunda Hiçbir Zaman Şek Ve Şüpheye Düşmemeli Ki, Allah Korusun, Bu Hâl Hüsrâna Sebeb Olur. 6) Ahde Vefâ Ve Hocasına Olan Tâbiiyyet, Uyma Ve Teslimiyyetinde Çok Titizlik Göstermelidir. 7) Hocasının Ufak Bir İşâreti İle Bütün Mal Ve Mülkünü Onun Emrettiği Yere Fedâ Etmeye Hazır Olmalı, Bunda En Ufak Bir Tereddüd Hâli Bulunmamalıdır. 8) Hocasına Âit Husûsî Hâl Ve Sırları Tutmasını Bilmeli, Bunları Uygun Olmayan Şekilde İfşâ Etmekten, Açıklamaktan Çok Sakınmalıdır. 9) Hocasının Bütün Hareketlerini, Sözlerini Ve Nasîhatlerini Dikkatle Tâkib Etmeli, Bunda Ve Bunlara Uymakta Kaçamak Ve Gevşeklik Yapmamalıdır. Bunları Yapmakta İhmâlkâr Ve Gevşek Davranmanın Zararlarını Düşünmelidir. 10) Allahü Teâlâya Kavuşmak Yolunda, Kendisini Vesîle, Vâsıta Yaptığı Hocası İçin, Her Fedâkârlığa Hazır Olmalıdır. Onu Sevenlere Dost Olmalı, Sevmeyenlere, Sevmediklerine Ve İstemediği Şeylere Meyl Ve Muhabbet Etmeyi Öldürücü Zehir Bilmelidir.

ahmed Yesevî Hazretleri Sohbetlerinde Talebelerine Buyururdu Ki:

"ey Dostlar! Câhillerle Dostluk Kurmaktan Sakınınız."

"akıllı Ve Uyanık Kimse İsen, Dünyâya Gönül Bağlama. Şeytan Seni Kandırıp, Dünyâya Meylettirirse, Seni Emri Altına Almış Demektir. Bundan Sonra Felâketlerden Felâketlere Sürüklenirsin De Hiç Haberin Olmaz."

"himmet, Yardım Kuşağını Sıkı Sıkıya Beline Sarmayan İnsan, Dünyâya Meyl Ve Muhabbetten Kurtulamaz. Allah Yolunda Göz Yaşları Dökerek Ağlamadıkça, Allahü Teâlâya Âit İnce Sırlara Kavuşamaz Ve Bu Yolda İlerlemesi Mümkün Değildir."

"islâmiyetin Emir Ve Yasaklarına Uymakta Gevşek Davranan Kimse, İnsanı Allahü Teâlâya Kavuşturan Yolda İlerleyemez. Gönlü Ve Kalbi İle Dünyâ Düşünce Ve İşlerinden Sıyrılıp, Yalnız Allahü Teâlâya Yönelmedikçe, Hakîkat Meydanında Bulunmak Mümkün Değildir. Bunlar Hakkı İdrâk Edip, Anlayıp Bilmekten Uzaktırlar."

"ey Dostlar! Bir Kimse, Allahü Teâlânın Aşkı İle Yanıp Yakılarak, Bu Denizde Çok Usta Bir Dalgıç Olmadıkça, Bundan Çok Daha Derin Olan Vahdâniyet Denizine Giremez. Ona Girmek İçin Çok Usta Ve Dikkatli Bir Dalgıç Olmak Gerekir."

"gönlünde Allahü Teâlânın Aşkını Taşıyanlar, Dünyâ İle Tamâmen Alâkalarını Kesmişlerdir. Halk İçinde Hak İle Olurlar. Bir An Allahü Teâlâyı Unutmazlar."

"ahkâm-ı İslâmiyyeyi, İslâmî Hükümleri Tam Bilmiyen, Tatbik Etmeyen Bir Kimse, Evliyâlık Yolunda Bulunmağa Kalkarsa, Bunun Îmânını Şeytan Çalar. Emir Ve Yasaklara Uymakta Gevşek Olanlar, Sonra Da Evliyâlık Yolunda Bulunduğunu, İlerlediğini, Hattâ Kendisinde Bâzı Hâllerin Meydana Çıktığını Zanneden Kimseler Bu Noktada Çok Yanılırlar. Bu Hallerinin Rahmânî Olduğunu Zannederler. Halbuki Bunlar, Abdestte, Namazda, Alış-verişte Bir Takım Noksanlarının Bulunduğunu Ve Yiyip İçtiklerinin Haram Olduğunu Bilmezler. Kendisinde Var Zannettiği O Hâller, Şeytanın Oyunudur. Şeytan Onu İdâresine Almış, İstediği Gibi Hareket Ettirmekte, O İse Velî Olduğunu Zannetmektedir. Bunlar Ne Kadar Zavallı Ve Bedbahttırlar."

günahlar Sebebiyle, Paslanan Gönüllerin Kurtuluşu Allahü Teâlâya Çok Tövbe, İstigfâr Etmek, Her Zaman Allahü Teâlâyı Düşünmek, O'nun Râzı Olduğu, Beğendiği İşleri Yapmak Ve Hiçbir Zaman O'ndan Gâfil Olmamakla Mümkündür.

"malının Çokluğu Dillere Destan Olan Kârûn Bile, Malının Hayrını, Faydasını Göremedi. Nihâyet Toprak Altında Yok Olup Gitti."

"kâfir Bile Olsa, Hiç Kimsenin Kalbini Kırma. Kalb Kırmak, Allahü Teâlâyı İncitmek Demektir."

"nefse Uymak Yolunda Bulunan Kimse Rüsvâ Olmuştur. Artık, Yatıp Kalkarken Onun Yoldaşı Şeytandır."

"gariblere Merhamet Etmek, Resûlullah'ın Sallallahü Aleyhi Ve Sellem Sünnetidir. Nerede Bir Garib Görsen, Ona Olan Merhametinden Dolayı Gözyaşların Akmalıdır."

"gönlü Kırık, Zavallı Ve Garib Birini Görürsen, Yarasına Merhem Ol. Onun Yoldaşı Ve Yardımcısı Olmaktan Çekinme."

ahmed Yesevî Hazretleri Hikmet Denilen Şiirler Yazmıştır. Bu Şiirler; Dîvân-ı Hikmet'te Toplanmıştır. Şiirleri O Zamanda Kullanılan Ve Herkesin Anlıyabileceği Sâde Bir Lisân İle Söylenmiştir. Bu Manzumelerin Konuları Umûmiyetle Şunlardır:

allahü Teâlâyı Ve O'nun Dostlarını Her Şeyden Çok Sevmenin Lüzumu:

 

aşkın Kıldı Şeydâ Beni, Cümle Âlem Bildi Beni

kaygım Sensin Dünü Günü, Bana Sen Gereksin Sen

 

söylesem Ben Dilimdesin, Gözlesem Bu Gözümdesin

gönlümde Hem Canımdasın, Bana Sen Gereksin Sen

 

fedâ Olsun Sana Canım, Döker Olsan Benim Kanım

ben Kulum Sen Sultanım, Bana Sen Gereksin Sen.

 

allahü Teâlâya Tâat, Kulluk İle İbâdet Ve Zikrin Önemi Ve Bunlardan Zevk Alma:

ne Hoş Tatlı Hû Yâdı, Seher Vakti Olanda

baldan Tatlı Hû Adı, Seher Vakti Olanda

 

seher Vakti Kalkanlar, Canın Fedâ Kılanlar

aşk Oduna Yananlar, Seher Vakti Olanda

 

seher Vakti Hoş Saat, Kalkana Olur Râhat

açılır Devlet, Saâdet, Seher Vakti Olanda

 

her Gün Yanar Bu Canım, Kullukta Yok Dermanım

sen Bağışla Günahım, Seher Vakti Olanda

 

hak Yolunda Olan Dervişlerin Halleri:

 

yol Üstünde Oturup Yolu Soran Dervişler

ukbâdan Haber Duyup Yola Giren Dervişler

 

asâları Elinde Himmet Kuru (kuşak) Belinde

rabbim Yâdı Dilinde, Allah Diyen Dervişler

 

hırkaları Eğninde, Gönlünde Yüz Bin Ayân

biliniz, İki Cihan, Göze Almaz Dervişler

 

sırrı İle Söylerler, Dile Hikmet Dizerler

âşıkla Can Gözlerler Rengi Sarı Dervişler.

 

günâhkârların Vaziyeti:

dünyâ Benim Diyenler, Cihan Malını Alanlar

herkes Kuş Gibi Olup, O Harama Batmışlar.

 

molla, Müftü Olanlar, Yalan Fetvâ Verenler

akı Kara Kılanlar Cehenneme Girmişler.

 

kâdı, İmâm Olanlar, Haksız Dâvâ Kılanlar

eşek Gibi Olarak Yük Altında Kalmışlar.

 

rüşvet Alan Hâkimler, Haram Alıp Yiyenler

parmağını Dişleyip, Korkup Durup Kalmışlar.

 

dünyânın Geçici Olduğu, Buradaki Lezzetlere Zevklere, Mal, Mevki, Görünüş Ve Gösterişlere Aldanmamak Gerektiği, Ölümün Varlığı Ve Her Nefsin Ölümü Tadacağını Da Bâzı Şiirlerinde İşler.

ey Dostlarım, Ölsem, Ben, Bilmem Hâlim Nice Olur;

kabre Girerek Yatsam, Bilmem Hâlim Nice Olur.

 

götürüp Lahde Koysalar, Arkaya Bakmadan Dönseler

suâllerimi Sorsalar, Bilmem Hâlim Nice Olur.

 

girse Karış Adlı Yılan, Dolansa Tene O Zaman

kalmaz Bütün Bir Üstühan, Bilmem Hâlim Nice Olur.

 

olsa Kıyâmetin Günü, Hâzır Olur Cümleleri

kıldığın Ameller Hani, Bilmem Hâlim Nice Olur.

 

ahmed Yesevî Hazretlerinin Vefâtından Yaklaşık 200 Yıl Geçtikten Sonra, Birgün Büyük Türk Hâkânı Emîr Tîmûr Buhârâ'ya Gitmek Üzere Yola Çıktı Ve Türkistan'a Uğradı. O Gece Rüyâsında Ahmed Yesevî Hazretlerini Gördü. Kendisine:

"ey Yiğit! Buhârâ'ya Çabuk Git! İnşâallah Orada Sana Fetih Nasîb Olur. Senin Başından Çok Hâdiseler Geçse Gerek. Zâten Oranın İnsanları Senin Gelmeni Bekliyorlar." Buyurdu. Tîmûr Han Uyanınca, Bu Müjdeye Çok Sevinip, Allahü Teâlâya Şükretti. Ertesi Gün Türkistan Hâkimine Çok Para Verip, Ahmed Yesevî Hazretlerinin Kabri Üzerine Mükemmel Bir Türbe Yaptırmasını Emretti. O Da, İstenildiği Gibi Bir Türbe Yaptırdı. Türbe, Bugün Hâlâ Bütün Haşmetiyle Durmaktadır.

ingiliz Müsteşriki Dr. Eugene Schuyler, Türkistan Seyâhatnâmesi İsimli Eserinde, Hâce Ahmed Yesevî'nin Câmi Ve Tîmûr Han Tarafından Kabri Üzerine Yaptırılan Muhteşem Türbesi Hakkında Özetle Diyor Ki: "bu Büyük Câminin Arka Kısmında Türbeli İkinci Bir Mescid Daha İlâve Edilmiş Durumda Olup, Câminin Dış Avlu Kapısı Fevkalâde Büyük Ve Kemerlidir. Kapının Yanında Penceresiz, Üstü Çentikli İki Tâne Yuvarlak Kule Yükseliyor. Kapının, Büyük Bir Sanat Eseri Olarak İşlenmiş İki Kanatlı Tahta Kapısı Üzerinde Bir Pencere Vardır. Duvarlar İşlenirken, İyi Pişmiş Dört Köşeli Tuğlalar Kullanılmıştır. Kûfî Yazılarla Süslenmiş Kubbe, Binâyı Daha Da Güzelleştirmektedir. Zelzeleler Vesâir Sebeplerle Çoğu Yerlerinin Dökülmüş, Harâbe Hâline Gelmiş Olduğu Bu Muazzam Binâ, İlk Hâlinde Kimbilir Ne Kadar Daha Güzeldi?

câminin Avlusunda Çok Güzel Bir Medrese İle, Arkasında; Bir Kubbe, İçinde Arslan Bâbâ'nın, Ahmed Yesevî'nin Ve Âilesinin Yer Aldığı Türbe Vardır. Burada Başkalarının Yattığı Da Söylenilmektedir."

türkistan'ın Her Tarafından Akın Akın Gelen İnsanlar, Hâce Hazretlerinin Türbesini Ziyâret Etmekte, Câmi-i Hazret Adı İle Anılan Bu Câmide Namaz Kılmaktadır.

 

kerâmet Ve Menkîbeleri

cumâ Namazını Nerede Kıldı?

zamânın Hükümdârı Kazan Han, Ahmed Yesevî Hazretlerinin Çilehânede Cumâ Namazını Nerede Kıldığını Merak Edip, Talebelerinin En İleri Gelenlerinden Muhammed Dânişmend'i Ona Gönderip Sordu. Bu Sırada Müezzinler Cumâ Namazı İçin Ezân Okuyorlardı. Talebe, Hâce'nin Huzûruna Vardığında Henüz Bir Şey Söylemeden, "gel Elimden Tut! Cumâ Namazına, Bugün Seninle Berâber Gidelim." Buyurdu. Talebe; "peki Efendim" Deyip Hocasının Elinden Tuttu. O Anda Kendilerini, Büyük Bir Câmi İçinde Saflar Arasında Oturuyor Gördü. Talebe, Namazdan Sonra Hocasını Ne Kadar Aradıysa Bulamadı. Câminin Kayyımı, Talebenin Bu Telâşlı Hâlini Görünce Ona; "ey Derviş! Burası Mısır'dır Ve Bu Câmi Câmi-i Ezher'dir. Senin Hocan, Nice Zamandır Cumâ Namazlarını Burada Kılar." Dedi. Talebe Bir Hafta Orada Kaldı. Ertesi Cumâ Namazında Hocası İle Buluşup, Namazdan Sonra Bir Anda Yesi'ye Geldiler. Hâce Hazretleri, Talebesine Gördüklerini Gidip Kazan Hana Anlatmasını Söyledi. Talebe, Kazan Hanın Yanına Gelip Başından Geçenleri Bir Bir Anlattı. Kazan Han Ve Orada Bulunanlar, Hâce Hazretlerinin Bu Kerâmeti Karşısında Bir Şey Diyemediler. Onun Büyüklüğünü, Üstünlüğünü Daha İyi Anladılar.

 

beyitler

dinleyin  Ey  İnsanlar

ahmed-i Yesevî'nin, Tesirliydi Sözleri,

hidâyete Getirdi, Binlerle Kimseleri.

 

bir Eseri Vardı Ki, "dîvân-ı Hikmet" Diye,

doludur İnsanlara, Öğüt, Nasîhat İle.

 

bir Yerde Buyurur Ki, (korkunuz, Sakınınız,

"dünyâ Adamları"yle, Yakınlık Kurmayınız!

 

dünyâ Malı, Geçici, Hem De Aldatıcıdır,

bu Gün Senin İse De, Yârın Başkasınındır.

 

aklı Olan, Buna Gönül Vermez Velhâsıl,

"âhiret Derdi" İle, Dertlenmiştir O Asıl.

 

bu Dert, Onun Öyle Çok, Sarmıştır Ki İçini,

düşünür Gece Gündüz, Cehennem Ateşini.

 

günah Ve Kusûrları, "dağ Gibi" Gelir Ona,

bu Yüzden Boynu Bükük, Mahcûbdur Allah'ına.

 

rabbinin Dergâhında, Affa Kavuşmak İçin,

gece Sessizliğinde, Ağlardı İçin İçin.)

 

bir Yerde Buyurdu Ki: (allah'tan Başkasını,

kalbinizden Atarak, Silin Gönül Pasını!

 

dînin Emirlerini, Öğrenip İnce İnce,

yapın Her İşinizi, Bu Esas Mûcibince.

 

dînin Bir Edebine, Olursa Muhâlefet,

tamâmen "istidrâc"dır, Görülse De Kerâmet.

 

dünyâ Muhabbetini, Kalbinden Çıkaranlar,

her İki Cihanda Da, Bulur Kıymet, Îtibâr.

 

dînin Emirlerini, Gözetin Ki Her İşte,

"halk" İçinde "hak" İle, Olmak Da Budur İşte.

 

dînini Öğrenmeden, Tasavvufla Uğraşan,

kimsenin Îmânını Gizlice Çalar Şeytan,

bâzı Hârikulâde, Hâlleri Görülse De,

hakîrdir, Zîrâ Onlar, "istidrâc"dır Hepsi De.

 

evliyâ Zannetse De, Kendisini O Kişi,

hiç Mu'teber Değildir, İndallah Hiç Bir İşi.

 

eğer İslâmiyyeti, Bilmezse Bir Müslüman,

dünyâ Ve Âhirette, Görür Çok Zarar Ziyân.

 

alış-veriş İlmini, Bilmezse Biri Eğer,

hiç Farkında Olmadan, Haram Ve Şüpheli Yer.

 

çünkü Bildirilmiştir, Dinde Bunun Esâsı,

bilmeden Yapanların, Haram Olur Lokması.

 

yine O Buyurdu Ki: Dinleyin Ey İnsanlar,

gönüller Kararıyor, İşlendikçe Günahlar.

 

bu Günâh Kirlerinin, Temizlenmesi İçin,

çok Tövbe Etmelidir, Yolu Budur Bu İşin.

 

"allah'ın Rızâsı"nı, Gözetin Ki Her Zaman,

ancak Böyle Kurtulur, Âhirette Müslüman.

 

sakın Mala Ve Mülke, Gönül Bağlamayın Ki,

elden Çıkar Sonunda, Değildir Çünkü Bâki.

 

malının Çokluğuyla, Ahmaklar Mağrûr Olur,

onlar İki Cihanda, Bulamaz Râhat, Huzûr.

 

"kârûn" Dahî Malıyla, Öğünürdü Ki Yine,

mallarıyle Birlikte, Geçti Yerin Dibine.

 

kâfir De Olsa Bile, Sakının Kalb Kırmaktan,

zîrâ Daha Günahtır, Bu, Kâbe'yi Yıkmaktan.

 

resûl'ün Sünnetidir, Gariplere Merhamet,

garip Sevindirmeğe, Ediniz Sa'y-ü Gayret.

 

görürseniz Zavallı, Gönlü Kırık Birini,

derdine Merhem Olup, Ferâhlatın Kalbini.

 

zîrâ Siz, Bu Dünyada Merhamet Ederseniz,

size De Mahşer Günü, Şefkat Eder Rabbimiz. 

 

kaynaklar

1) Reşehât

2) Dîvân-ı Hikmet

3) Türk Edebiyâtında İlk Mutasavvıflar

4) Âriflerin Menkıbeleri

5) İstanbul Ve Anadolu Evliyâları; Cild-2

6) Anadolu Evliyâları

7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; Cild-6, S.102

8) Büyük Türk Klâsikleri; Cild-1

Yorumlar
Kod: 41T71