Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Akşemseddîn
  30 Mart 2018 Cuma , 23:27
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; Türkiye evliyaları, Bolu evliyaları, Akşemseddîn

istanbul'un Mânevî Fâtihi, Büyük Âlim, Üstad, Hekim Ve Velî. Asıl İsmi Muhammed Bin Hamzâ, Lakabı Akşeyh'tir. Evliyânın Büyüklerinden Şihâbüddîn Sühreverdî'nin Neslindendir. Soyu, Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'a Ulaşır. Hacı Bayram-ı Velî'nin, Ona; '"beyaz (ak) Bir İnsan Olan Zeyd'den, İnsan Cinsinin Karanlıklarını Söküp Atmakta Güçlük Çekmedin." Demesi Sebebiyle, "akşemseddîn" Lakabı Verilmiştir. Saçının, Sakalının Ağarması Ve Ak Elbiseler Giymesi Sebebiyle "akşemseddîn" Denildiği De Rivâyet Edilmiştir.

1390 (h.792) Senesinde Şam'da Doğdu. Küçük Yaşta Kur'ân-ı Kerîmi Ezberledi. Yedi Yaşında Babası İle Anadolu'ya Gelip Amasya'nın Kavak Nâhiyesine Yerleşti. Bir Süre Sonra Babası Vefât Etti. Akşemseddîn'in Babası Da Âlim Ve Velî İdi. Babası Vefât Edip, Defn Olunduğu Günün Gecesi Bir Kurt Gelip Kabrini Açtı. Bu Kurt, O Beldeye Musallat Olmuştu. Yeni Mezarları Bulur Ve Ölüyü Mezardan Çıkararak Parçalardı. Şeyh Hamza'yı Da Parçalamak Ve Yemek İstemişti. Fakat Şeyh Hamza, Mübârek Elini Uzatarak, O Kurdu Boğazından Sıkıp Öldürdü. Ertesi Sabah Ziyârete Gelen Halk, Kurdu Ölü, Şeyh Hamza'nın Elini De Mezardan Çıkmış Buldular. Hâl Sâhibi Biri;

"kurda Değdiği İçin, Şeyh Hamza'nın Mübârek Elinin Yıkanması Lâzımdır." Dedi. Elini Yıkadılar. El, Hemen İçeri Çekildi. O Günden Beri Akşemseddîn'in Babası, Kurtboğan Lakabı İle Meşhûr Oldu.

akşemseddîn, Babasının Vefâtından Sonra Tahsîline Devâm Ederek, Sarf, Nahiv, Mantık, Meânî, Belâgat İlm-i Usûl-i Fıkıh, Akâid, Hikmet Okudu. Zekâ Ve İstîdâdının Yardımıyla Kısa Sürede İlimleri İkmâl Eyleyip Tıp İlmini Dahi Tahsil Ettikten Sonra Osmancık Medresesine Müderris Oldu. Burada Günün Belli Saatlerinde Ders Verir Artan Zamanlarda Nefsinin Terbiyesi İle Meşgûl Olurdu. Devamlı Takvâ Üzere Hakla Birlikte Bulunurdu. Yüksek Ahlâk Sâhibi İdi. Ondaki Bu Hâlleri Görenler Ve Bilenler Kendisine Zamânın Büyük Velîsi Hacı Bayram Hazretlerine Gitmesini Tavsiye Ettiler. Bu Tavsiyelere Uyan Ve Tasavvuf Yolunda Yükselmek İsteyen Akşemseddîn Hazretleri Müderrislik Görevini Bırakarak, Ankara'ya Geldi. Rastladığı Bir Kimseye Hacı Bayram-ı Velî'yi Nerede Bulabileceğini Sordu. O Da Karşı Sokakta Yanında İki Talebesiyle Gezen Bir Zâtı Göstererek;

"işte Şu Gördüğün, Dükkan Dükkan Gezerek Para Toplayan Kişi Hacı Bayram'dır." Dedi.

akşemseddîn Hazretlerinin Yüzü Buruştu Kalbi Sıkıntıyla Doldu. Demek Meşhur Velî Hacı Bayram Dükkan Dükkan Para Topluyor, Buralara Kadar Kendimi Boşuna Yormuşum Diyerek Oradan Uzaklaştı Ve Meşhur Velî Şeyh Zeynüddîn-i Hâfî Hazretlerine Talebe Olmak Gâyesiyle Haleb'e Doğru Yola Çıktı. Günlerce Yol Alan Akşemseddîn Haleb'e Bir Konak Mesâfeye Geldiğinde Bir Hana İndi. Sabah, Elleri Yüzünde Korku, Şaşkınlık Ve Dehşet İçerisinde Uyandı. Hâlâ Gördüğü Rüyânın Etkisi Altındaydı. Sabah Namazını Edâ Eden Akşemseddîn İzi Üzerine, Haleb Yerine Tekrar Geri Ankara İstikâmetine Döndü. Oysa Haleb'e Bir Saat Kalmıştı. Onu Geri Döndüren, Akşemseddîn Hazretleri İle İlgili Bir Rüyâ İdi Ve Hep Bu Düşün Tesiri İle Yürüyordu.

rüyâsında Boynuna Takılan Bir Zincir Hacı Bayram'ın Elindeydi. Akşemseddîn, Haleb'e Gitmek İstedikçe Hacı Bayram Zinciri Çekiyordu. Tam Boğulmak Üzere İken Uyanmıştı. Rüyâ Tâbiri Gerektirmeyecek Kadar Açıktı. Akşemseddîn Hızla Hacı Bayram'a Gelirken; "ne Yaptım Ben" Diyerek Kendi Kendine Söyleniyordu. Ankara'ya Gelip, Hacı Bayram-ı Velî'nin Dergâhına Ulaşınca, Onun Talebeleriyle Tarlada Çalıştığını Öğrendi. Hemen Oraya Koştu, Fakat Hâcı Bayram Hiç İltifat Etmedi. Akşemseddîn, Diğer Talebeler Gibi Tarlada Çalıştı. Yemek Vakti Gelince, Akşemseddîn'in Yüzüne Bakmadı. Hacı Bayram, Hazırlanan Yemeği Talebelerine Taksim Etti, Artığını Da Köpeklerin Çanağına Döktürdü. Akşemseddîn, Bir Onlara Bir De Kendine Bakarak, Nefsine; "sen Buna Lâyıksın!" Diyerek, Köpeklerin Önüne Konan Yemekten Yemeye Başladı. Hacı Bayram-ı Velî, Onun Bu Tevâzusuna Dayanamayarak; "köse, Kalbimize Girdin, Gel Yanıma!" Diyerek Gönlünü Alıp Sofrasına Oturttu. Sonra;

"zincirle Zorla Gelen Misâfiri Böyle Ağırlarlar." Dedi. Akşemseddîn Buna Çok Sevindi Ve Kendini Onun İrfan Meclisine Verdi.

hacı Bayram-ı Velî Hazretleri Akşemseddîn'i Diğer Talebelerinden Daha Zor İmtihanlara Tâbi Tuttu. Nefsini Terbiye Ve ıslah Etmekte Büyük Sıkıntılar Çektirdi. Bir Defâsında Yedi Günde Bir Kaşık Sirkeden Başka Bir Şey Yedirmedi. Ancak Akşemseddîn Bütün Bunlardan Memnun Ve Hattâ Kendisi Daha Fazlasına Tâlipti. Nitekim Nefsinin İstediği Şeyleri Yapmamakta Şeyhinin Kendisine Buyurduğu Tâlim Ve Terbiyedeki Şiddet Derecesini Kendi İsteğiyle Artırdığı Zaman Hacı Bayram Hazretleri Ona:

"yâ Köse Nice Riyâzet Eylersin, Nefsin İsteklerinden Sakınırsın, Âkıbet Nûr Olursun. Vefât Ettikten Sonra Seni Kabrinde Bulamazlar!" Dedi.

böylece Akşemseddîn Hazretleri Kısa Zamanda Tasavvuf Yolunun Bütün İnceliklerini Öğrendi Ve Hacı Bayram Hazretlerinden İcâzetini, Diplomasını Aldı.

onun Kısa Sürede İcâzet Alması Bâzılarına Zor Geldi. Hacı Bayram-ı Velî'ye;

"diğer Dervişlere Kırk Yıldır Hilâfet Vermedin, Az Müddet İçinde Akşeyh'e Hilâfet Verdin. Hikmeti Nedir?" Diye Sordular. Hacı Bayram-ı Velî De;

"bu Zeyrek, Uyanık Ve Akıllı Bir Kösedir. Her Ne Görüp Duydu İse Hemen İnandı. Sonra Hikmetini Yine Kendisi Anladı. Fakat Yanımda Kırk Yıldan Beri Hizmet Eden Bu Talebeler, Hemen Gördüklerinin Ve Duyduklarının Aslını Ve Hikmetini Sorarlar. Ona Hilâfet Verilişinin Sebebi Budur." Cevâbını Verdi.

akşemseddîn Hazretleri, Hocası Hacı Bayram-ı Velî'nin İleride Bir Büyük Fethin Mânevî Fâtihliği Müjdesine De Nâil Oldu.

hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin Tahsil Ve Terbiyesiyle İrşâd Makâmına Yükselen Akşemseddîn Hazretleri Önce Beypazarı'na Yerleşti. Orada Bir Mescid, Bir Değirmen Yaptırdı. Halkın Etrâfına Toplanması Üzerine İskilip'te Evlek'e Oradan Da Göynük'e Gelip Mekân Tuttu. Birgün Bir Kişi Gelip, Akşemseddîn'e Bir Mikdâr Mülk Bağışladı. Akşemseddîn Hazretleri O Yerin Üzerine Gelince, Tebessüm Etti. "niçin Tebessüm Ettiniz?" Diye Sordular. O Da;

"otuz Sene Kadar Önce Seyâhat Ederken, Yolum Buraya Düşmüştü. Görünce Gönlüm Buraya Meyil Etmişti. Gönlümden Geçen Bu Arzu, Otuz Yıl Sonra Gerçekleşti. Onu Hatırladım Ve Tebessüm Ettim." Cevâbını Verdi.

hacı Bayram Hazretleri Ankara'da Fenâ Âleminden Bekâ Âlemine Göç Etmek Üzere İken; Son Sözleri:

"benim Namazımı Akşemseddîn Kıldırsın Ve Cenâzemi Yıkasın. Bu Haberimi Ona İletirsiniz!" Oldu Ve Vefât Etti.

o Sırada Akşemseddîn Orada Değildi Ve Nerede Bulunduğunu Kimse Bilmiyordu. Talebeler İle Hacı Bayram-ı Velî'nin Yakınları, Merak Ve Hayret İçinde Kaldılar. Bâzı Kimseler;

"hacı Bayram-ı Velî'nin Bu Sözü, Ölüm Hâlinde Söylenen Sözlerdendir. Buna Pek Îtibâr Edilmez." Dediler. Kararsız Ve Üzüntülü Bir Halde Yollara Bakarlardı. O Esnâda; "akşemseddîn Geliyor!" Diye Bir Ses İşitildi. Halk Akşemseddîn'i Karşıladı Ve Olup Biteni Haber Verdi. O Da Vasiyet Üzerine Yıkayıp Namazı Kıldırdıktan Sonra, Hacı Bayram-ı Velî'yi Defn Etti. İşler Bitince, Hacı Bayram-ı Velî'nin Doksan Bin Akçe Borcu Olduğunu Öğrendi Ve Otuz Bin Akçesini Ödemeyi Vâdetti. Kalanını Da Hacı Bayram-ı Velî'nin Yakınları İle Dostları Ödediler. Akşemseddîn, Üzerine Aldığı Otuz Bin Akçenin Yirmi Dokuz Binini Ödedi Ve Geriye Bin Akçe Kaldı. Alacaklı, Akşemseddîn'e Gelerek Hepsini İstedi. "birkaç Gün Müsâade Et." Dediyse De, Faydası Olmadı. Sert Ve Küstah Bir Şekilde Bir Dakika Bile Bekleyemeyeceğini Bildirdi. Bu Söz Üzerine Fevkalâde Müteessir Olan Akşemseddîn Hazretleri Alacaklıyı İçeri Çağırdı. Evin Önünde Bir Bahçe Vardı. Ona;

"bahçeye Gir, Alacağın Bin Akçeyi Al. Fazlasını Alma!" Dedi.

o Kimse, Bundan Sonraki Durumunu Şöyle Anlatıyor:

"bahçeye Girdim. Bahçenin İçinde Yassı Yapraklı Bir Ot Vardı. Her Yaprağın Üzerinde Bir Akçe Vardı. O Otta O Kadar Çok Yaprak Vardı Ki, Sayısını Ancak Allahü Teâlâ Bilir. Onun Yapraklarından Bin Akçe Topladım. Fakat Yaprakların Üzerinden Bir Akçenin Eksilmemiş Olduğunu Gördüm. Bahçenin İçi De Akçe İle Doluydu. Bu Hâli Görünce, Hayrette Kaldım. Dışarı Çıkıp, O Bin Akçeyi Akşemseddîn'in Önüne Koydum. "bu Akçeleri Size Bağışladım." Dedim, Yalvardım Ve Özür Diledim. Fakat Şeyh, O Bin Akçeyi Kabûl Etmedi."

akşemseddîn Hazretleri Hocasının Vasiyetini Yerine Getirdikten Sonra Tekrar Göynük'e Geldi. Burada Da Bir Mescid Ve Değirmen İnşâ Eyledi. Bir Yandan Oğullarının, Diğer Taraftan Da Kendisine İntisâb Edip Gönül Veren Talebelerinin Tâlim Ve Terbiyeleriyle Uğraşıyordu.

tıb İlminde De Kendini Yetiştiren Akşemseddîn Hazretleri Çeşitli Hastalıklara, Hangi Otlardan Hazırlanan İlaçların İyi Geleceğini Bilirdi. Bu Husustaki İlmi Dillere Destan İdi. Bulaşıcı Hastalıklar Üzerinde De Çalışmalar Yaptı. Çünkü O Devirde Salgın Hastalıklar Binlerce İnsanın Ölümüne Sebeb Oluyordu. Akşemseddîn Hazretleri, Etkileri Bakımından Kansere Benzeyen Seretân Denilen Bir Hastalıkla Da Uğraşmıştı. Tıptaki Şöhreti O Dereceye Vardı Ki Birkaç Defâ Edirne Sarayına Çağrıldı.

talebelerinden Şeyh Mısırlıoğlu Abdurrahîm Anlatıyor:

"hocam Akşemseddîn İle Edirne'ye Gitmiştik. Sultan Murâd Hanın Kazaskeri Süleymân Çelebi Hasta İdi. Bizi Saraya Dâvet Ettiler. Sultanın Tabibleri Süleymân Çelebi'nin Etrafında Ona İlâç Veriyorlardı. Hocam Tabiblere Bunun Hastalığı Nedir? Diye Sordu. Onlar;

"şu Hastalıktır." Diye Cevap Verdiler. Hocam;

"buna Sersam İlâcı Yapmak Lâzımdır." Buyurdu. Tabibler;

"bunun Hastalığı O Değildir Amma Sen Yine O İlâcı Ver." Deyip Gittiler. Ben Çok Üzülmüştüm. Zîrâ Hocamın Hastalığa Tam Vâkıf Olamadığını Zannetmiştim. Hocam Divitle Kalem İstedi, Reçetesini Yazdı. İlaçlarını Hazırladı Ve Süleymân Çelebi'ye Verdi. Aradan Kısa Bir Zaman Geçince, Süleymân Çelebi'de Sıhhat Alâmetleri Belirdi Ve İyi Oldu."

yine Fâtih Sultan Mehmed Han'ın Kızı Gevherhan Sultan Hastalanmıştı. Tabibler Tedâvide Âciz Kalıp Özür Dilediler. Sonunda Akşemseddîn Hazretlerine Mürâcaat Edildi. Onun Yazdığı İlâç Allahü Teâlânın İzni İle İyi Geldi.

ikinci Murâd Hanın Vefâtı İle Osmanlı Tahtına Çıkan Genç Pâdişâh Sultan Mehmed, İstanbul'un Fethi Hazırlıklarını Tamamladıktan Sonra Şehre Doğru Hareket Ederken, Allah Adamlarının Da Ordusunda Bulunmasını İstedi. Bu Dâvet Üzerine Akşemseddîn, Akbıyık Sultan, Molla Fenârî, Molla Gürânî, Şeyh Sinân Gibi Meşhûr Âlim Ve Velîler, Talebeleriyle Birlikte Orduya Katıldılar. Yine Orduya Katılan Aydınoğlu, Karamanoğlu, İsfendiyaroğlu Kuvvetleri Gibi Gönüllü Birlikler, İstanbul'un Fethinin, Bütün Türk-islâm Âlemince Mukaddes Bir Gâye Kabûl Edildiğini Dile Getirdiler. Bilhassa Talebeleriyle Birlikte Orduya Katılan Akşemseddîn Hazretleri Ve Diğer Âlim Ve Evliyâ Zâtlar, Askerlere Ayrı Bir Şevk Ve Azim Veriyorlardı. Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul Önlerinde Ordugâhını Kurduktan Sonra, Düşmana Önce İslâmı Tebliğ Etti. İslâmiyetin Emri Olan Hususları Bildirdi. Fakat, Bizanslılardan Red Cevabı Alınca, Şehri Kuşatmaya Başladı. Kuşatmanın Uzaması Ve Bir Netice Elde Edilememesi Bâzı Devlet Adamlarını Ümitsizliğe Düşürdü. Bunlar Şehrin Alınamayacağını, Üstelik Bir Haçlı Ordusunun Bizans'ın İmdâdına Koşacağını Sanıyorlardı. Bütün Bu Olumsuz Propagandalara Karşı Orduda Pâdişâhı Ve Askeri Fethe Karşı Gayrete Getiren Bir Din Büyüğü Vardı; Akşemseddîn. O, Şeyhi Hacı Bayram-ı Velî'nin; "istanbul'un Fethini Şu Çocukla Bizim Köse Görürler!" Sözünü Biliyor Ve Tahakkuk Edeceğine Kalpten İnanıyordu.

muhâsaranın Devâm Ettiği Bir Sırada Avrupa'dan Asker Ve Erzak Getiren Gemiler, Osmanlı Donanmasının Müdahalesine Rağmen Şehre Girmeye Muvaffak Oldu. Kâfirler Görülmemiş Şenlikler Yaparken, Müslümanlar Üzüntülü İdi. Pâdişâha Gelen Bâzı Devlet Adamları;

"bir Sofunun (akşemseddîn) Sözüyle Bu Kadar Asker Kırdırdın Ve Bütün Hazîneyi Tükettin. İşte Frengistan'dan Kâfire Yardım Geldi. Fethetmek Ümidi Kalmadı." Dediler.

bunun Üzerine Sultan Mehmed Han, Veziri Veliyüddîn Ahmed Paşayı Akşemseddîn'e Göndererek;

"şeyhe Sor, Kal'a Feth Olmak Ve Düşmana Zafer Bulmak Ümidi Var Mıdır?" Dedi. Buna Akşemseddîn Hazretleri Şöyle Cevap Verdi:

"ümmet-i Muhammed'den Bu Kadar Müslüman Ve Gâziler Bir Kâfir Kâlesine Doğru Hücum Ederse, İnşâallahü Teâlâ Feth Olur."

sultan Mehmed Han, Umûmî Cevapla Yetinmeyip, Veliyüddîn Ahmed Paşayı Tekrar Akşemseddîn'e Gönderip;

"vaktini Tâyin Etsin." Dedi. Akşemseddîn Murâkabeye Daldı. Başını Eğip, Allahü Teâlâya Yalvardı. Mübârek Yüzü Terledi. Sonra Başını Kaldırarak;

"işbu Senenin Cemâziyelevvel Ayının Yirminci Günü, Seher Vaktinde, İnanç Ve Gayretle Filan Taraftan Yürüsünler. O Gün Feth Ola. Kostantiniyye'nin İçi Ezan Sesiyle Dola!" Dedi. Ayrıca Genç Pâdişâha Bir Mektup Gönderdi. Mektubunda;

"kul Tedbir Alır, Allahü Teâlâ Takdir Eder Kaziyesi, Delili Sâbittir. Hüküm Allahü Teâlânındır. Velâkin Kul, Elinden Geldiği Kadar Gayret Göstermekte Kusur Etmemelidir. Resûlullah'ın Ve Eshâbının Sünneti Budur." Diyordu.

böylece Akşemseddîn Hazretleri Bir Taraftan İstanbul'un Fethi Hakkında Yeni Müjdeler Veriyor, Diğer Yandan Da Ne Şekilde Davranılması Husûsunda Pâdişâha Tavsiyelerde Bulunuyordu.

nihâyet Akşemseddîn Hazretlerinin Tâyin Eylediği Gün Ve Saat Doldu. Sultan Mehmed Han Ordunun Başına Geçerken, Hocası Akşemseddîn'den Okumak İçin Bir Duâ İstirham Etti. Bunun Üzerine Akşemseddîn;

"yâ Fakih Ahmed!" Diyerek Himmet Taleb Eyle!.. Onu Vesile Kılarak Allahü Teâlâya Tazarru Ve Niyâz Eyle." Buyurdu. Sonra Çadırına Giren Akşemseddîn Hazretleri Yanına Hiç Kimseyi Koymamalarını İstedi Ve Kapılarını İyice Kapattırdı.

yeniçeriler, Azablar, Dalkılıçlar, Serdengeçtiler, Akıncılar, Gönüllüler, Erenler, Evliyâlar Sultan Mehmed Hanın Buyruğuyla İstanbul Üzerine Akıyorlardı. Mehmed Han Bu Sırada Hocası Akşemseddîn'in Yanında Olmasını Arzuladı Ve Haber Gönderdi. Gelmeyince Akşemseddîn'in Bulunduğu Çadıra Gitti. Çadırın Her Tarafı İyice Kapatılmıştı. Fâtih Sultan Mehmed Han Çadıra Yaklaşıp, Hançerini Çıkardı. Hançerle Çadırdan Biraz Keserek, İçerisinin Görülebileceği Kadar Bir Delik Açtı. İçeri Bakınca, Hocası Akşemseddîn Hazretlerini Kuru Toprak Üzerinde Secdeye Kapanmış, Başından Sarığı Düşmüş, Ak Saçı Ve Ak Sakalı Nûr Gibi Parlıyor Gördü. Ak Saçını Ve Ak Sakalını Toprağa Sürüp, Saçını Sakalını Toprak İçinde Bırakmıştı. Bu Hâli İle İstanbul'un Fethinin Gerçekleşmesi İçin Allahü Teâlâya Yalvarıp Duâ Ediyor, Gözyaşı Döküyordu. Fâtih Sultan Mehmed Han, Hocası Akşemseddîn'in Allahü Teâlâya Yalvarıp, Duâ Etmekte Olduğu Bu Yüksek Hâlini Görünce, Doğruca Yerine Döndü. Kaleye Bakınca Surlara Tırmanan İslâm Askerinin Yanında Ve Önünde Ak Abalı Bir Topluluğun Da Hisara Girmekte Olduğunu Gördü. Az Sonra Fethin Askeri De Surları Geçip Şehre Girdi. Böylece İstanbul'un Fethi Ve Peygamber Efendimizin Büyük Mûcizesi Gerçekleşti.

akşemseddîn, Fetih Ordusu İstanbul'a Girdikten Sonra, İslâmiyet'in Harp İle İlgili Hukûkunun Gözetilmesini Genç Pâdişâha Tekrar Hatırlattı. Buna Uygun Hareket Edilmesini Bildirdi.

istanbul Sabah Sekiz Sıralarında Fethedilmişti. Fâtih Sultan Mehmed İse Şehre Öğle Saatlerinde Topkapı'dan Girdi. Beyaz Bir At Üzerinde İdi. Muhteşem Bir Alayla Ve Alkışlar İçinde İlerleyerek, Ayasofya'ya Doğru Yol Aldı. Zulümden Ve Haksızlıktan Bıkmış Olan Bizans Halkı Yeni Bir Bekleyişin İçinde İdi. Fâtih Geçtiği Sokakları, Caddeleri, Evleri Dikkatle Gözden Geçiriyordu. Yanında İleri Gelen Kumandanlarıyla Vezirlerinden Başka, Molla Gürânî, Molla Hüsrev, Akşemseddîn Veakbıyık Sultan Gibi Âlimler Ve Velîler Topluluğu Da Bulunuyordu. Yerli Halk Yolları Doldurmuştu. Fâtih Sultan Mehmed Çok Genç Olduğu İçin, Herkes Akşemseddîn'i Pâdişâh Sanıyordu. Ona, Demet Demet Çiçek Veriyorlardı. Akşemseddîn'in, Genç Pâdişâhı Göstererek;

"sultan Mehmed Ben Değilim, Odur." Sözüne Karşılık;

sultan Mehmed De;

"gidiniz, Yine Ona Gidiniz. Sultan Mehmed Benim, Ama O Benim Hocamdır. Şehrin Mânevî Fâtihidir." Diyordu.

fâtih Sultan Mehmed Han İstanbul'a Girdikten Sonra, Hocası Akşemseddîn Üç Gün Gözden Kayboldu. Bütün Aramalara Rağmen Bulamadılar. Üç Gün Sonra, Edirnekapı Yakınlarında Vîrâne Bir Yerde İbâdetle Meşgûl Olarak Buldular. O Zamandan Beri Bu Yere, Onun İsmine İzâfeten "akşemseddîn" Mahallesi Denildi. Fâtih Sultan Mehmed Han, Fethin Üçüncü Günü Ayasofya'ya Gidip, Orayı Câmiye Çevirdi. Ayasofya'yı Câmiye Çevirmesi, Bizanslılar İle Yapılan Bir Anlaşmaya Bağlanmıştı. Burada İlk Hutbeyi, Akşemseddîn Okudu. Okmeydanı'nda Bir Zafer Alayı Tertiplenmişti. Orada Akşemseddîn De Vardı. Akşemseddîn Gâzîlere Bir Konuşma Yaptı. Bu Konuşmasında;

"ey Gâzîler, Bilin, Âgâh Olun Ki; Cümleniz Hakkında, Âhir Zaman Peygamberi Ol Server-i Kâinât; "onlar Ne Güzel Askerdir." Buyurmuştur. İnşâallah Cümlemiz Affedilmiş Oluruz. Fakat Gazâ Malını İsrâf Etmeyip, İstanbul İçinde Hayr-ü-hasenâta Sarf Ve Pâdişâhımıza İtâat Ve Muhabbet Ediniz." Diye Nasîhatte Bulundu. Sonra, Fâtih Sultan Mehmed Hanın Başına İki Çatal Ablak Sorguç Takıp;

"pâdişâhım, Bütün Âl-i Osman'ın Âb-ı Rûyu Oldun. Hemen Mücâhid-i Fî Sebîlillah Ol!.." Diyerek, Gülbank-i Muhammedî Çekti.

akşemseddîn Hazretlerine; "istanbul'un Fethedileceği Zamânı Nasıl Bildin?" Diye Sorulunca, Şöyle Cevap Verdi;

"kardeşim Hızır İle, İlm-i Ledünniyye Üzere İstanbul'un Fetih Vaktini Çıkarmıştık. Kale Fethedildiği Gün, Hızır'ın, Yanında Evliyâdan Bir Cemâatle Hisara Girdiğini Gördüm. Kale Fetholunduktan Sonra Da, Hızır Kardeşimi Kalenin Üzerine Çıkmış Oturur Hâlde Gördüm."

fâtih Sultan Mehmed Han, Fetihden Sonra Hocası Akşemseddîn'e, Son Taarruzun Başladığı Sırada; "yâ Fakîh Ahmed" Diyerek Fakîh Ahmed'den Himmet Taleb Etmesini Söylediğini Hatırlatarak;

"fakîh Ahmed Kimdir Ki; Tazarru Ve Niyâz Eyledim? Himmetini İstedim? Allahü Teâlâyı Tazarru Etmiş Olsa İdim Evlâ Değil Mi İdi?" Diyerek, Sebebini Sordu. Hocası Akşemseddîn Bu Suâle;

"o Sırada Fakîh Ahmed, Kutb, Sâhib-i Tasarruf İdi." Cevâbını Vererek, Allahü Teâlânın Yardımını, Onun Vâsıtasıyla Ve Onun Bereketi İle Gönderdiğini Ve Onun Da Himmet Ettiğini Söylemiştir. Akşemseddîn Hazretlerinin "fakîh Ahmed" Dediği Kendisi İdi. Fakat Tevâzuunun Çokluğundan Şöhretten Kaçıp, Kendisini Gizleyerek Böyle Konuşmuş, Gâyet Ârifâne Bir Tavır Takınmış Olduğu Rivâyet Edilmiştir.

bir Gece Fâtih Sultan Mehmed Han, Akşemseddîn Hazretlerinin Ziyâretine Gitti. Fâtih, Sohbet Sırasında Bir Ara Akşemseddîn'e;

"hocam!eshâb-ı Kirâmın Büyüklerinden, Mihmandâr-ı Resûlullah Olan Ebû Eyyûb-i Ensârî'nin Mübârek Kabrinin İstanbul Surlarına Yakın Bir Yerde Olduğunu Târih Kitaplarından Okudum. Yerinin Bulunması Ve Bilinmesini Bilhassa Ricâ Ederim." Dedi. O Zaman Akşemseddîn Hemen;

"şu Karşı Yakadaki Tepenin Eteğinde Bir Nûr Görüyorum. Orada Olmalıdır." Cevâbını Verdi. Derhâl Pâdişâhla Oraya Gittiler. Akşemseddîn Hazretleri, Oradaki Bir Çınardan İki Dal Aldı. Birini Bir Tarafa, Diğerini Az Öteye Dikti Ve;

"bu İki Dal Arası, Mihmandâr-ı Resûlullah'ın Kabridir." Buyurdu. Sonra, Kaldıkları Yere Döndüler. Fâtih Sultan Mehmed Han, Akşemseddîn'in Söylediğine İnandıysa Da, Hiç Şüphesi Kalmasın İstiyordu. O Gece Silâhdârına;

"gidin, Akşemseddîn'in Diktiği Çınar Dallarının Ortasına Şu Mührümü Gömün Ve O Dalları Yirmişer Adım Güney Tarafına Çekin." Dedi. Sabah Olunca Sultan Fâtih, Akşemseddîn'den, Hazret-i Hâlid'in Kabrinin Yerini Tekrar Tâyin Etmesini Ricâ Etti, Tekrar Gittiler. Akşemseddîn Silahdarın Diktiği Dalların Dikildiği Yere Bakmadan Doğruca Gidip Eski Yerde Durdu Ve;

"dalların Yeri Değiştirilmiş, Hazret-i Hâlid Buradadır." Dedi Ve Sonra Silâhdâr Ağasına Hitâben;

"sultân Hazretlerinin Mührünü Çıkarın Ve Kendisine Teslim Edin." Dedi. Akşemseddîn Hazretleri, Silâhdâr Ağanın Gizlice Gömdüğü Pâdişâh Yüzüğünün De Orada Olduğunu Kerâmetiyle Anlamıştı.

bunun Üzerine Fâtih, Akşemseddîn'e;

"kalbimde Hiç Şüphe Kalmadı. Ama Tam İnanmam İçin Bir Alâmet Daha Gösterir Misiniz?" Dediğinde, Akşemseddîn:

"kabrin Baş Tarafından Bir Metre Kazılınca, Üzerinde; "bu Hâlid Bin Zeyd'in Kabridir." Yazılı Bir Taş Vardır." Dedi. Kazdılar, Akşemseddîn'in Dediği Gibi Çıktı. Bu Hâli Gören Sultan Fâtih'in Vücûdunu Bir Titreme Aldı. Bu Hâl Geçince Fâtih; "zamânımda Akşemseddîn Gibi Bir Zâtın Bulunmasından Duyduğum Sevinç, İstanbul'un Alınmasından Duyduğum Sevinçten Az Değildir." Diye Şükr Etti.

fâtih Sultan Mehmed Han, Ebû Eyyûb Ensârî'nin Kabr-i Şerîfinin Üzerine Bir Türbe Ve Akşemseddîn İle Talebelerine Mahsus Odalar, Bir De Câmi-i Şerîf Yaptırdı. Akşemseddîn'den Orada Oturmalarını Ricâ Etti. Fakat O, Bu Teklifi Kabûl Etmeyerek, Memleketi Olan Göynük'e Döndü.

akşemseddîn Hazretleri Göynük'e Geldikten Sonra Yine Talebe Yetiştirmeye Ve İnsanları İrşâda Başladı. Sultan Fâtih'le İlgisini Kesmeyip Zaman Zaman Edirne'ye Ve İstanbul'a Geldi Ve Pâdişâhı Ziyâret Etti. Gönderdiği Mektûblarla İkaz Ve Tavsiyelerde Bulundu. Bir Mektubunda Fâtih'e Şöyle Nasihat Etmektedir:

"bir Dünyevî Râhat Ve Cismânî Lezzete, Bir De Uhrevî Rahat Ve Rûhânî Lezzete Dayanan İki Türlü Hayat Tarzı Vardır. Birincisi İkinciye Bakarak Değersiz Ve Geçicidir. Şu Halde Ona İltifât Etme. Esâsen Peygamberlere, Velîlere, Halîfelere Rahat Değil, Cefâlar Ve Müşkiller Lâyıktır. Sen De Onların Yolundasın. Nasîbinden Elem Değil Zevk Duy... Sen Herhangi Bir İnsan Gibi Değilsin, Memleketin Durumu, Senin Durumuna Bağlıdır. Bedende Görünen Her Şey Ruhun Eseri Olduğu Gibi, Memlekette Meydana Gelen Şeyler De Fâtih'in Eseri Olacaktır. Çünkü Bedene Oranla Ruh Ne İse, Memlekete Oranla Sultanlar Da Aynı Şeydir."

akşemseddîn Göynük'te 1459 (h.863) Yılına Kadar Yaşadı. Pâdişâhın Kendisine Gönderdiği Bütün İhsan Ve Hediyeleri Hayır İşlerinde Kullanmak Üzere Vakıflar Kurdurdu. Bir Taraftan Da Oğullarının Terbiyesi İle Meşgul Oldu.

birgün Küçük Oğlu Hamdi Çelebi İle Meşgûl Olurken;

"bu Küçük Oğlum Yetim, Zelîl Kalır; Yoksa Bu Zahmeti, Mihneti Çok Dünyâdan Göçerdim." Deyince, Hanımı;

"a Efendi! Göçerdim Dersin Yine Göçmezsin." Dedi.

bunun Üzerine Şeyh Hemen:

"göçeyim." Deyip, Mescide Girdi. Evlâdını Topladı. Vasiyetnâmesini Yazdı. Helâllaştı, Vedâ Eyledi. Yâsîn Sûresi Okunurken Sünnet Üzere Yatıp Rûhunu Teslim Eyledi. Göynük'teki Târihî Süleymân Paşa Câmiinin Bahçesine Defn Edildi. Daha Sonra Oğullarının Kabri İle Berâber Bir Türbe İçine Alındı.

akşemseddîn, Birçok Talebe Yetiştirmiştir. Bunlar Arasında Zâhirî Ve Bâtınî İlimleri Çok İyi Bilen Yedi Oğlu Da Vardı. Oğulları Şunlardır: Muhammed Sadullah, Muhammed Fazlullah, Muhammed Nûrullah, Muhammed Emrullah, Muhammed Nasrullah, Muhammed Nûr-ul-hudâ Ve Muhammed Hamîdullah. Meşhûr Halîfeleri İse: Muhammed Fazlullah, Harizatü'ş-şâmî Mısırlıoğlu, Abdürrahîm Karahisârî, Muslihuddîn İskilibî Ve İbrâhim Tennûrî'dir.

akşemseddîn Hazretleri Sohbetlerinde Ve Vâzlarında Buyururdu Ki:

"her İşe Besmele İle Başla. Temiz Ol, Dâim İyiliği Âdet Edin. Tembel Olma, Namaza Önem Ver. Nîmete Şükr, Belâya Sabr Et. Dünyânın Mutluluğuna Mağrûr Olma. Kimseye Kızma, Eziyet Ve Cefâ Etme. Ömrün Uzun Olsun İstersen, Kimsenin Nîmetine Hased Etme. Kimseyi Kötüleyip, Atıp Tutma. Senden Üstün Kimsenin Önünden Yürüme. Dişin İle Tırnağını Kesme. Ayakta Pantolon Giymekten Sakın. Misvâkı Başkasıyla Berâber Kullanmak Uygun Olmaz. Çok Uyumak Kazancın Azalmasına Sebeb Olur. Akıllı İsen Yalnız Yolculuğa Çıkma. Gece Uyanık Ol, Seher Vakti Tilâvet Kıl, Kur'ân-ı Kerîm Oku. Dâimâ Allahü Teâlâyı Zikret. Kendini Başkalarına Medhetme. Nâmahreme Bakma, Harama Bakmak Gaflet Verir. Kimsenin Kalbini Kırıp, Virân Eyleme. Düşen Şeyi Alıp Temizleyerek Yersen, Fakirlikten Kurtulursun. Edebli, Mütevâzî Ve Cömerd Ol. Tırnağınla Dişini Kurcalama. Elbiseni, Üzerinde Dikmekten Sakın. Cünüp Kimse İle Yemek Yemek Gam Verir. Yalnız Bir Evde Yatmaktan Sakın. Çıplak Yatmak Fakirliğe Sebeb Olur."

"velî, İnsanlardan Gelen Sıkıntılara Katlanıp, Tahammül Eden Kimsedir. Sıkıntıları Göğüsler, Belâlar Yüzünden Şikâyetçi Olmaz Ve Adâvet Beslemez, Düşmanlık Tavrı Takınmaz. O, Toprak Gibidir. Toprağa Her Türlü Kötü Şey Atılır. Fakat Topraktan Hep Güzel Şeyler Biter.

allahü Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîmde Meâlen Buyurdu Ki: "o İnsanlar Sandılar Mı Ki, (sâdece) Îmân Ettik Demeleriyle Bırakılacaklar Da İmtihâna Çekilmeyecekler." (ankebût Sûresi:2)

îmân, Taklîd İle, Babadan Ve Dededen Görerek, Sırf Îmân Ettim Demekle Olmaz. Böyle Taklid İle İnanan Kimseler, İmtihân Olunması Bakımından Belâ Ve Musîbetlere Düçâr Olmazlar. Belâ Ve Musîbetler, Allah Dostlarının Muhabbet Ve Sevgisini Artırır. Nitekim Altın İçin Ateş Ne Kadar Kızgın Olursa, Altını O Derece Saf Ve Hâlis Yapar. Bu Sebeble Kişi Mânevî Mertebesinin Yüksekliğine Göre Büyük Veya Küçük Belâ Ve Musîbetlere Uğrar. Nitekim Resûlullah Efendimiz Bir Hadîs-i Şerîfte Buyurdu Ki:

"kişi, Dînindeki Sebâtına Göre Belâya (imtihâna) Mübtelâ Olur. Âfiyet, Kıymetini Bilmeyen Kimse İçin Derd Gibidir. Belâ, Kadrini Bilen İçin Devâ Gibidir." Belânın, İnsanın Rabbine Dönmesini Sağlayan Sıkıntıların Kadrini Bilen, Hakkı Gerçekden Sevenlerdendir. Taklid İle Sevenler Değillerdir. Çünkü Taklid İle Sevmek, Belanın, İmtihânın Faydasını Giderir. Sevilenin Hareketi, Gerçek Muhabbeti Bozmaz. Nitekim Mûsâ Aleyhisselâm, Fir'avn'ın Sarayında Âsiye Hâtun Tarafından Büyütülürken, Âsiye Hâtun Onu Gerçekten Seviyordu. Fir'avn İse, Âsiye Hâtunu Taklid Ederek Seviyordu. Âsiye Hâtun Gerçekten Sevdiği İçin, Onun Hareketlerinden İncinmiyordu. Mûsâ Aleyhisselâm Fir'avn'ın Sakalını Tutup Çekince, Fir'avn'ın Sevgisi Gerçek Sevgi Olmadığı İçin, Hemen Rahatsız Oldu."

"kişinin Kadrinin Ve Kıymetinin Varlığı, Mihnetlere, Belâ Ve Musîbetlere Sıkıntılara Sabretmesiyle Ortaya Çıkar. Bu Mihnet, Dünyâlığın Olmaması Veya Eksilmesi, Elden Çıkması İle Olur. Sabredenlerin, Sabırdaki Sebatları Sebebiyle İyilikleri; Yâni Sabır, Tevekkül, Kanâat Ve Hilm, Yumuşaklık Gibi Güzel Hasletleri Artar. Böylece Olgunlaşan İnsanın Kalb Aynasındaki Kirler, Cevherin Hâlis Hâle Getirilmesi Gibi Temizlenir. Belâ Günlerinde, Belâ Geldiğinde Eyyûb Aleyhisselâmın Kulluğu İyi Bir Kulluktur.

"kulluk Beş Kısımdır: Birincisi Ten Kulluğudur. Bu, Allahü Teâlânın Emirlerine Uyup, Yasak Ettiği Şeylerden Sakınmaktır. İkincisi; Nefs Kulluğudur. Bu Kulluk, Nefsi Terbiye Etmek, ıslâh Etmek, Mücâhede Ve Nefsin İstemediği Şeyleri Yapmak, Riyâzet Çekip Nefsin İstediği Şeyleri Yapmamaktır. Üçüncüsü; Gönül Kulluğudur. Bu İse, Dünyâdan Ve Dünyâda Bulunan Şeylerden Yüz Çevirip, Âhirete Yönelmektir. Âhirete Yarar İş Yapmaktır. Dördüncüsü; Sır Kulluğudur. Bu, Her Şeyi Bırakıp, Tamâmen Allahü Teâlâya Dönüp, O'nun Rızâsını Kazanmaktır. Beşincisi; Can Kulluğu. Bu Kulluk, Müşâhedeye Ermek İçin Kendini Allah Yoluna Vermekle Olur..."

"mânevî Huzûra Ermek Ve Bu Yolda İlerlemek İçin Dört Şey Lâzımdır. 1. Az Yemek, 2. Az Uyumak, 3. Halka Az Karışmak, 4. Allahü Teâlâyı Çok Zikretmek."

 

kerâmet Ve Menkîbeleri

ne Sen Görürsün Ne De Ben

osmanlı Sultânı İkinci Murâd Han, Hacı Bayram-ı Velî'yi Son Derece Severdi. Fırsat Buldukça, Sık Sık Ziyâretine Giderdi. Bir Defâsında, Dört Yaşındaki Oğlu Şehzâde Mehmed İle Berâber Hacı Bayram'a Gelip, Elini Öptüler. Sultan Murâd Han, Sohbet Sırasında Hacı Bayram'a;

"efendim, İstanbul'u Alıp, Kâfir Diyârını İslâm'ın Nûru İle Nûrlandırarak, Çan Çınlamaları Yerine Ezân Seslerinin Yükselmesini Arzu Ederim. Bu Hususta Duâlarınızı Beklerim." Dedi. Hâcı Bayram-ı Velî;

"allahü Teâlâ, Ömrünüzü Ve Devletinizi Ziyâde Etsin. Yalnız, İstanbul'un Alındığını Sen Ve Ben Göremeyiz." Dedi, Sonra Da, Şehzâde Mehmed İle Akşemseddîn'i Göstererek;

"ama Şu Çocukla Bizim Köse Görürler." Buyurdu.

 

bizim  Tattığımızı  Tadarsan

istanbul'un Fethinden Sonra, Fâtih Sultan Mehmed Han, Hocasını Ziyârete Gitmişti. Sohbet Esnâsında;

"muhterem Hocam! Elhamdülillah Büyük Yardımlarınızla İstanbul'u Fethettik. Artık Beni Talebeliğe, Dervişliğe Kabûl Buyurmanızı İstirhâm Ediyorum." Dedi. Akşemseddîn Hazretleri;

"sultânım, Sen Bizim Tattığımız Lezzeti Tadacak Olursan, Saltanâtı Bırakırsın. Devlet İşlerini Tam Yapamazsın. Dîn-i İslâmı Yayma İşi Yarım Kalır. Müslümanların Rahat Ve Huzûr İçinde Yaşıyabilmeleri İçin, Devletin Ayakta Kalması Şarttır. Talebelikle Pâdişâhlığın Bir Arada Yürütülmesi Çok Güçtür. Seni Talebeliğe Kabûl Edersem, Düzen Bozulabilir, Halkımız Perişân Olabilir. Bunun Vebâli Büyüktür. Allahü Teâlânın Gazâbına Mâruz Kalabiliriz." Diyerek, Teklifini Reddetti. Bunun Üzerine Fâtih Sultan Mehmed Han, Hocasına İki Bin Altın Hediye Etmek İstemiş İse De, Bunu Da Kabûl Etmedi.

 

kaynaklar

1) Mu'cem-ül-müellifîn; C.9, S.271

2) Fâtih'in Hocası Akşemseddîn, Hayâtı Ve Eserleri

4) Câmiu Kerâmât-il Evliyâ; C.1, S.164

5) Nefehât-ül-üns; S.684

5) Osmanlı Müellifleri; C.1, S.12

6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.1, S.251

7) Şakâyık-ı Nûmâniyye Tercümesi; S.240

8) Rehber Ansiklopedisi; C.1, S.158

9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; S.983

Yorumlar
Kod: ZWN3V