mısır Evliyâsından. Doğum Târihi Ve Yeri Bilinmemektedir. Ümmî Olup, Okuma-yazması Yoktu. Allahü Teâlânın İhsânı İle Kur'ân-ı Kerîm Ve Hadîs-i Şerîfler Üzerinde, Âlimleri Hayrette Bırakan Çok Kıymetli Açıklamalarda Bulunurdu.
ali Havâs, Önceleri Dolaşarak, Sabun Ve Temizlik Malzemeleri Satardı. Sonra Zeytin Satmaya Başladı Ve Birkaç Sene Zeytincilik Yaptı. Sonra Bu İşi De Bırakıp, Sepet Örmeye Başladı. Vefâtına Kadar Bu İşle Meşgûl Oldu. Ali Havâs'ın Bir Gün Gözleri Şişmişti. Buna Rağmen, Yine Sepet Örmeğe Devâm Etti. Onu Sevenlerden Birisi Kendisine Biraz Para Getirip;
"efendim, Buyurun Bunları Harcarsınız, Gözleriniz İyileşinceye Kadar İstirahat Edersiniz." Dedi. Ali Havâs Bu Paraları Almadı Ve;
"şu Hâlimle Kendi Kazancıma Güvenemiyorum, Başkasının Kazancına Nasıl Güvenebilirim?" Buyurdu.
ali Havâs Dükkanını Erken Saatlerde Açar Ve;
"ey Allah'ım! Kullarına Faydalı Bir İş Yapmaya Niyet Ettim." Derdi. İnsanların İhtiyâcı Olan; Yağ, Un, Tahin, Pirinç, Bakla, Sepet Gibi Şeyleri Satardı. Alış Verişte Müşterilerden Birinin Kendisine İnanmadığını Anlayınca, Tartı Ve Ölçüyü Fazla Tutardı. Müşterisinin Kendine İnandığını Ve Güvendiğini Anlayınca Da, O Kişinin Hakkını Tam Tamına Tartıp Verirdi. Bir Kimse Kendisinden Bir Dirhemlik Bir Şey Satın Alır, Parasını Vermeyi Unutur Veya Vermezse, Evine Kadar O Müşteriyi Tâkib Eder, Hakkını İster Ve Şöyle Derdi:
"bizler, Bu Davranışımızla İnsanlara Hakların Büyüklüğünü, Ehemmiyetini Gösteriyoruz; Böylece Onlar Ödemede İhmâlkâr Olmasınlar. Kıyâmet Gününde Kendilerini Mihnet Altında Bırakmamak İçin Hakkımızı İstemekle, Kendilerine Karşı Samîmî Davranmış Oluyoruz. Çünkü Dünyâda Göz Yumduğumuz Haklarımızı, Kıyâmette Nefslerimiz Taleb Edebilir."
ikindi Vaktine Kadar Dükkanda Çalışır, Vakit Dolunca;
"şimdiden Sonra Allahü Teâlâya İbâdet İçin Hazırlanmalıyım." Diyerek Dükkanını Kapatırdı.
ali Havâs Berlisî, Zâlimlerin Ve Yardımcılarının Yemeklerini Yemezdi. Onların Verdiği Parayı, Kendisinin Ve Çoluk-çocuğunun İhtiyaçları İçin Harcamazdı. O Paraları, Dul Kadınlara, İş Yapamıyacak Durumda Olan Yaşlılara, Çalışıp Gücü Yetmiyen Ve Zor Durumda Olanlara Taksîm Edip, Verirdi. Allahü Teâlânın İzni İle, Herkese Simâlarına, Makamlarına Göre Değil, Kalblerindeki Duruma Göre Muâmele Ederdi. Birgün, Ali Havâs'ın Yanına Nûr Yüzlü Birisi Uğramıştı. Ali Havâs Ona Doğru Baktı Ve Şöyle Buyurdu:
"allah'ım! Bizi Kötü Hâle Düşmekten Muhâfaza Buyur." Sonra Devâm Ederek;
"şüphesiz, Allahü Teâlâ Bir Kulu Hakkında Hayır Murâd Edince, Nûru Onun Kalbine Koyar. Fakat Dış Görünüşü Bakımından Diğer İnsanlardan Birisi Gibidir. Allahü Teâlâ, Bir Kulu Hakkında Hayır Murâd Etmezse, O Şahsın Kalbinde Bulunanı Yüzüne Çıkarır. Kalbini İse Karanlık Kılar."
ali Havâs Mescidleri Süpürür Ve Helâları Temizlerdi. Süprüntü Ve Çöpleri Yüklenip, Münâsip Yerlere Kadar Götürür, Bırakırdı. Bu İşleri, Her Cumâ Günü Allah Rızâsı İçin Yapardı. Allahü Teâlâ, Nil Nehrinin Hizmetini Ali Havâs'a İhsân Etmişti. Nil Nehrinin Taşması Ve Azalması, Toprakları Sulaması, Onun Duâsı İle Olurdu. Bütün Bunları, Allahü Teâlâya Kalben Teveccüh Etmek Sûretiyle Yapardı.
ali Havâs, Sucu, Ahçı Gibi İnsanlara Faydalı Sanat Sâhiplerine Çok Hürmet Ederdi. Âlimlere Ve Devlet İleri Gelenlerine Hürmet Eder, Âlimler Gelince Ayağa Kalkar Ve Ellerini Öperdi.
"bu Bizim Onlara Karşı Dünyâdaki Edebimizdir. Âhirete Varınca, Oradaki Edebimizi Allahü Teâlâ Bize Öğretecektir." Buyururdu.
büyük Zâtlardan Muhammed Bin Anân Şöyle Dedi:
"mısır'ın Ve Köylerinin Dörtte Üçü Ali Havâs Hazretlerinin Tasarrufu Altında İdi. Hâl Sâhipleri, Onun İzni Olmadan Mısır'a Giremezlerdi. Dünyânın Muhtelif Bölgelerinde İş Başında Olanları, Kimin Ne Zaman Sultan Olacağını Ve Ne Zaman Bu İşten Düşeceğini Allahü Teâlânın İzni İle Bilirdi.
ali Havâs Hazretlerinin Müzmin Hastalıklar, Cüzzam, Felç Gibi Hastalıklar İçin Garîb Tedâvî Usûlleri Vardı. Tavsiye Ettiği Şeyi Kullananlar, Ondan Şifâ Bulurlardı.
ali Havâs, Meyve Ağaçları Çiçek Açtığı Zaman, Onlara Zarar Verecek Bir Durum Olunca, O Gece Uyumaz, Göz Yaşları Döker, Allahü Teâlâya, Meyvelere Zarar Verecek O Hâlin Kalkması İçin Yalvarırdı.
ali Havâs, Müezzinin Okuduğu Ezânı Duyduğu An, Olduğu Yerde Sarsılır, Hak Teâlânın Heybet Ve Azametinden Titreyerek, Erir Gibi Olur Ve Huzûr-i Kalble Tam Bir Huşû' İçinde Müezzinin Dâvetine İcâbet Ederdi.
ali Havâs'ın Söylediği Şeyler Aynen Olurdu. İşleri Hakkında Ona Danışmaya Gelenlere, Daha Durumlarını Söylemeden, Yanına Ne İçin Geldiklerini Söylerdi. Onlara Yap, Yapma, Sabret Veya Yolculuğa Çık Gibi Lâzım Gelen Tavsiyeyi Yapardı. Danışmaya Gelen Şahıs, Ali Havâs Berlisî'nin Bu Sözlerine Hayret Eder; "ona Benim Durumumu Kim Söyledi?" Derdi.
ali Havâs Muhtâc Olup, Allahü Teâlâdan Bir İstekte Bulunacaklara Şöyle Tavsiyede Bulunuyordu:
çarşamba Günleri İkindi Vakti, Melik Zâhir Câmiine Gidiniz. Orada Sedir Ağacı Vardır. Onu Sulayınız Ve Şöyle Hitâb Ediniz:
"ey Allahü Teâlânın Velîleri! İsteklerimizin Yerine Gelmesinde Yardımcı Olunuz. Allahü Teâlâ Da Sizlerin İsteğini Yerine Getirir." Gerçekten Sıkıntıda Olup Da, Ali Havâs'ın Nasîhatlerini Tutanların İstekleri, Allahü Teâlânın Katında Kabûl Olurdu. Ali Havâs'ın Bu Tavsiyelerini Duyan Bir Âlim;
"nasıl Olur Da Bu Şeyh, Putlara Tapan Kavimler Gibi, Halkı O Ağaca Gönderip Taptırıyor Ve Konuşturuyor?" Diye Söyledi. Bu Sözü Ali Havâs'a Bildirilince, O;
"ben Bu Sırrı İfşâ Etmemek İçin, Bu İnsanları Ağaç Sulamak Behânesiyle Oraya Gönderiyorum. Hâlbuki, Çarşamba Günleri İkindi Namazında O Ağacın Altında Velîler Toplanır, Namaz Kılarlar. Hâceti, İhtiyâcı Olanlar Ağaca Seslendikleri Zaman, Bu Seslenişleri Orada Bulunan Velîler Topluluğunca Duyulur Ve O Kişilerin Hâcetlerini Yerine Getirirler. Ağaç, Velîler İle Hâceti Olanlar Arasında Bir Vâsıta Veya Bir İşâretten Başka Bir Şey Değildir. Zîrâ O İnkârcı, Şu Yönü İyice Bilir Ki, Allahü Teâlâ, Ağacı, İnsanların Hâcetlerini Yerine Getirecek Bir Durumda Yaratmamıştır." Buyurdu.
ali Havâs, Bir Takım İstek Ve Hacet Sâhiplerini, Ezher Câmii Kapısında Turp Satan Bir Kişiye Gönderirdi. Bu Zât Da, Kendisine Gönderilen Kişilerin İşini Hemen Görürdü. Birgün Ali Havâs Hazretlerinin Yanına, Boğazına Sülük Yapışan Bir Kişi Geldi. Bu Sülük, Kan Emmekten Balık İriliğine Ulaşmıştı. Ali Havâs, Derhâl Onu Câmi Kapısında Turp Satan Zâtın Yanına Gönderdi Ve Ondan Bir Demet Turp Satın Alarak, Yemesini Tavsiye Etti. O Kişi Hemen Gidip, Ondan Bir Demet Turp Aldı. Bu Turptan Biraz Yedi Ve Aksırmaya Başladı. Bu Aksırma İle Sülük, Boğazından Düştü. Ali Havâs, Önceleri Kumaş Ticâretiyle Uğraşan Bir Zâtı Gördü. Bu Zât, Ticâreti Bırakıp, Şeyhlik Yapmaya Başlamıştı. Ali Havâs Ona;
"sen İlk Sanatına Ve İşine Dön! Zîrâ Bu, Senin İçin Daha İyi, Kalbin İçin De Daha Temiz Bir İştir." Dedi. Fakat O Zât, Bu Nasîhati Dinlemedi. Kendi Bildiğine Göre Hareket Etti. Bunun Üzerine, Ali Havâs, Bu Kişinin Dünyâyı Sevmesi, Fakat Ondan Mahrum Olması İçin Duâ Etti. Allahü Teâlâ Ali Havâs Hazretlerinin Duâsını Kabûl Etti. O Kişi, Öyle Bir Duruma Geldi Ki, Kazancından Ne Yiyebildi, Ne De Sadakasını Verebildi. Kendisine Verilen Emrin Sırrını Anlamadığı İçin, Bütünü İle Telef Oldu. Bu Kimse, Her Ticâret Kervanında On Beş Bin Dinârlık Mal Götürüp Getiriyordu. Halk Ona "cimri Sûfî" Diyordu.
ali Havâs, Bir Fakîrin;
"allah İçin Eski Bir Elbise, Allah İçin Ufak Bir Şey, Allah İçin Az Döküntü Hurma, Allah İçin Yeni Bir Şey Verin!" Diye Seslendiğini Duyduğu Zaman, O Fakîrin Üstünde Bulunan Eski Elbiseleri Çıkarır, Ona Yeni Elbise Giydirir Ve Şöyle Derdi:
"ben Bu Kişinin Bu Şekilde Feryâdını, Yâni Allah İçin Şunu Bunu Verin Diye Seslendiğini Duyunca, Utancımdan Etlerimin Eridiğini Hissettim. Şâyet Bu Kimse Üstümdeki Şeyleri İsteseydi, Hepsini Ona Verirdim. O Ânda Duyduğum Tadı Kimse Duyamaz."
zamânın Büyüklerinden Muhammed Bin Anân'a, Sultan Veya Daha Başka Devlet Kademelerinde İşi Olan Birisi Geldiği Zaman, Onu Ali Havâs'a Gönderir Ve;
"buralarda Onun Tasarrufu Vardır. Bizim Tasarrufumuz Yoktur. Senin İhtiyâcını Ancak O Giderir." Derdi.
birgün Muhammed Bin Anân'a Bir Kadın Gelip;
"oğlumu Asmak İçin Kantarat-ül-hacib Denilen Yere Götürdüler." Diyerek Hâlini Arz Etti. Bunun Üzerine Muhammed Bin Anân;
"hemen Ali Havâs'a Gidin." Dedi. O Şahsın Annesi, Derhâl Ali Havâs'ın Yanına Gitti Ve Durumu Anlattı. Ali Havâs Hazretleri O Kadına;
"sen Onun Yanına Git. İnşâallah O Îdâm Edilmeden, Sultânın Adamlarından Biri Gelir." Dedi. Kadın, Oğlunun Yanına Gitti. Ali Havâs'ın Dediği Gibi, Oğlu Asılmak Üzere İken, Sultânın Adamlarından Birisi Gelip, Kadının Oğlunu Serbest Bıraktı.
muhammed Bin Anân, Bir Gece Rüyâsında, Mısır Üzerine Büyük Bir Belâ İndiğini Gördü. Bir Talebesini Gönderip, Rüyâsını Ali Havâs'a Bildirdi. Ali Havâs Şöyle Buyurdu:
"müjde Haberi Yok. Fakat Bereket Olacağı Umulur." Bir Müddet Sonra Canbolat İsminde Birisi Geldi.ali Havâs'ı Yakaladı. Bağlayıp, Çok Hakâret Etti Ve Mısır Sokaklarında, Elleri Bağlı Dolaştırdı. Muhammed Bin Anân, Öğle Namazını Kıldıktan Sonra, Mısır Üzerinde Olan O Belânın Kalktığını Gördü. Yanındakilere;
"gidip Bakınız! Ali Havâs Ne Durumda?" Dedi. Onlar Ali Havâs'ın Bu Acıklı Hâlini Görüp Durumu Muhammed Bin Anân'a Haber Verdiler. Muhammed Bin Anân Bunu Öğrenince;
"allahü Teâlâya Hamdolsun Ki, Bu Ümmet İçerisinde, Ümmetin Belâ Ve Musîbetlerini Yüklenecek Olanları Da Yarattı." Dedi Ve Şükür Secdesine Vardı.
ali Havâs'a;
"avâmın, Mânâsını Anlamadan Kur'ân-ı Kerîm Okumaları Hakkında Ne Dersin?" Diye Sorduklarında;
"okudukları Kur'ân-ı Kerîmin Her Harfi İçin Onlara On Sevap Vardır." Buyurdu.
ali Havâs, Dost Ve Akrabâ Ziyâretine Çok Dikkat Ederdi Ve;
"allah İçin Kardeşini Ziyâret Etmeye Gidecek Bir Kimsenin Yürümeye Gücü Varken, Binecek Bir Vasıta Bulmak İçin Ziyâreti Geciktirmesi Doğru Değildir." Buyururdu.
ziyâret Eden, Ziyâret Ettiği Kimsede Gördüğü Ayıp Ve Kusurları Kimseye Söylemeyip, Onda Gördüklerini Saklayabilecekse, Ziyârete Gitmesi Edebdendir. Eğer Gördükleri Ayıp Ve Kusurları Muhâfaza Edemeyip Başkalarına Söyleyecekse, Ziyâreti Terketmesi Daha İyidir.
ziyâretçinin, Ziyâret Ettiği Kimseyi Ziyâreti, Allahü Teâlâ İle Meşgûliyetine Mâni Olacaksa, Gitmemesi, Allahü Teâlâya Karşı Olan Edebdendir.
müslümanın Karşılaşabileceği Tehlikeler Sorulduğunda;
"aklın Âfeti, Devamlı Ve Lüzumsuz Çekişme Yapmasıdır. Îmânın Âfeti, İnkârdır. Amelin Âfeti, Tembelliktir. İlmin Âfeti, İddiâ Sâhibi Olmaktır. Sevginin Âfeti, Şehvet Yolunu Tutmasıdır. Tevâzûnun Âfeti, Tahkîr Olunacak Derecede Kendini Aşağı Tutmaktır. Sabrın Âfeti, Allahü Teâlâdan Başkasına Şikâyette Bulunmaktır. Zenginliğin Âfeti, Hırsdır. Azizliğin, Büyüklüğün Âfeti, Böbürlenmektir. Cömertliğin Âfeti, İsraftır. Arkadaşlığın Âfeti Kavgadır. Anlayışın Âfeti, Münâkaşadır. Allahü Teâlâya Duâ Etmenin Âfeti, Baş Olmaya Meyilli Olmaktır. Zulmün Âfeti, Yayılmasıdır. Adâletin Âfeti, İntikam Hâlini Almasıdır. Hürriyetin Âfeti, Sınırları Aşmaktır." Buyurdu.
sünnet Hakkında Bir Soru Sorulunca Da;
"ey Oğlum! Bilmiş Ol Ki, Sünnet, Kur'ân-ı Kerîmin Hükümlerini Açıklayan Beyânlardır. Çünkü Resûl-i Ekrem Bize Kur'ân-ı Kerîmin Hükümlerini, Mübârek Sözleri İle Bildirendir. Kur'ân-ı Kerîmde, Necm Sûresinin 3 Ve 4. Âyet-i Kerîmelerinde Meâlen; "o Boşuna Konuşmaz. Hep, Vahy Olunanı Söyler.",nisâ Sûresi Elli Dokuzuncu Âyet-i Kerîmesinde Meâlen; "allah'ın Kitâbına Ve Resûlün Hadîslerine Mürâcaat Edin!" buyruluyor.
sünnet, Bize Kur'ân-ı Kerîmdeki İcmâlleri, Kapalı Mânâları Bildirmeseydi, Âlimlerden Hiçbiri, Fıkıhdaki Sular Ve Abdest Bahislerindeki Hükümleri Çıkaramaz, Sabah Namazının Farzının İki, Öğle, İkindi Ve Yatsının Farzlarının Dört, Akşam Namazının Farzının Üç Olduğunu Bilemezdi. Aynı Şekilde Hiçbir Kimse, Kıbleye Dönüldükte, Yapılan Duâda, İftitahda Ne Söyleneceğini Bilemezdi. Tekbîrin Nasıl Olduğunu, Rükû Ve Secde Tesbîhlerini, Tâdîl-i Erkânı, Teşehhüde Oturdukta Ne Okunacağını Bilemezdi. Aynı Şekilde, Bayram Namazlarının Nasıl Kılınacağını, Cenâze Ve İstiskâ Namazları Gibi Daha Birçok Şeyleri Kimse Bilemezdi."
talebelerine Şöyle Nasîhat Ederdi: "din Âlimlerine Dil Uzatmaktan Sakının. Çünkü Onlar, Allahü Teâlânın İsim Ve Sıfatlarının Kapıcılarıdır. Velîleri İnkârdan Sakının. Zîrâ Onlar, Allahü Teâlânın Zâtının Kapıcılarıdır.
bir Şey Yapmak İstiyorsanız, Size Yakışanı Yapın. İnsanlar, Bir Şey Vermediğiniz İçin Sizi Cimrilikle İtham Etmesinler, Bu Yüzden Size Karşı Çıkmalarına Meydan Vermeyin. Çünkü Velî Olmanın Şartlarından Biri De Şudur: Bu Gibileri, Yanlarında Bin Dinar Olsa Da Bunu Bir Fakire Verseler, Verdikleri Paranın Onların Nazarındaki Kıymeti, Toprak Üzerinde Bulunan Bir Çakıl Taşından Daha Kıymetsizdir.
ramazân-ı Şerîfin Son On Gününde, Gece İbâdetinden Geri Kalmayınız. Hattâ Bütün Ramazan Gecelerini İbâdetle Geçiriniz. Çünkü Kadir Gecesi Bu Aydadır.
şâyet Biriniz Kendisini İlâhî Huzurla Hissederse, Yalnız Kendi Nefsi İçin Duâ Etmemeli, Başkası İçin De Himmet Ve Gayretini Esirgememelidir. Yapacağı Duâların Çoğu Mümin Kardeşleri İçin De Olmalıdır.
şuna Yemin Ederim Ki, Talebeler, Allahü Teâlânın Dünyâyı Yarattığı Günden Yok Edeceği Güne Kadar, Hocalarının Huzûrunda Kor Bir Ateş Üzerinde Otursalar, Doğru Yola Girmeleri İçin Yol Gösterip Engelleri Ortadan Kaldıran Hocalarının Haklarını Ödeyemezler.
allahü Teâlâ Kullarına, Bilinen Rızıkların Dağıtımını Sabah Namazından Sonra, Mânevî Rızıkların Dağıtımını Da İkindi Namazından Sonra Yapar. Bu İki Vakitte Uyumak, Bunun İçin Sizlere Yasak Edilmiştir.
dünyâda Allahü Teâlâdan Hayâ Edenleri, Allahü Teâlâ Kıyâmet Gününde Azarlamaktan Ve Gazab Etmekten Hayâ Eder.
allahü Teâlâya Kavuşturan Yola Dâvet Edenler, Fâsık Kimselere Dahi Kaba Ve Kırıcı Olmamalılar. Onlara Rıfk İle Muâmele Edip, İhsân Ve Kerem Göstererek Gönüllerini Hoş Tutmalılar Ki, Kendilerine Yönelsinler. Ancak Bu Meyil Gerçekleştikten Sonra Nasîhatte Bulunsunlar.
bir Kimse Ali Havâs’a; “bana İzin Veriniz, Sizin İçin Bir Türbe Hazırlayayım. Vefât Ettiğiniz Zaman Oraya Gömülürsünüz.” Dedi. Ali Havâs Bunu Kabûl Etmedi. Ali Havâs 1534 (h.941) Senesinde Vefât Ettiği Zaman, Kâhire’deki Hâkim Câmiinde Cenâze Namazı Kılındı. Bu Sırada Çok Şiddetli Yağmur Yağdı. Talebesi Abdülvehhâb-ı Şa’rânî, Kardeşi Efdalüddîn’e;
“ali Havâs Hazretleri Nereye Gömülecek Söyler Misiniz?” Diye Sordu. O Da;
“fetihler Kapısı Dışında Şeyh Berekât’ın Zâviyesine Defn Olunacaktır.” Dedi. Tabutun Oraya Götürülmesine Şeyh Şerafüddîn Sagîr Adında Bir Zât Karşı Çıktı Ve İmâm-ı Şâfiî’nin Kabrinin Yakınlarında Bir Yere Defnedilmesini Söyledi. Efdalüddîn, Abdülvehhâb-ı Şa’rânî’ye;
“sakın Bir Şey Söyleme. Bu Kalabalığa, Hazret-i Süleymân’ın Emrindeki Cinler Dahi Katılsa Bu Cenâzeyi Denilen Yere Götüremez.” Dedi. O Sırada Kalabalığın Arasından Bir Takım Saçları Kazınmış Genç Ve Güçlü Kimseler Ortaya Çıkarak, Tabutu Kaptıkları Gibi, Doğruca İlk Gömülecek Yer Olan Fetihler Kapısına Götürüp, Oraya Defnettiler.”
kerâmet Ve Menkîbeleri
söz Dinlemek
sâlihlerden Birisi, Bir Sene Hacca Gitmek İçin Gelip, Ali Havâs'tan İzin İstedi. Ali Havâs Ona, Hacca Gitmemesini, Orada Kin Ve Düşmanlıkla Karşılaşacağını Bildirdi. Bunun Üzerine O Zât, Ali Havâs'ın Nasîhatini Dinlemeyerek, Hacca Gitmek Üzere Mekke'ye Doğru Yola Çıktı. Mekke-i Mükerremeye Girdiği Zaman, Günlerden Cumâ İdi Ve İmâm Hutbe Okuyordu. Ayağa Kalkarak, Orada Bulunanlara;
"ey Mekke Ahâlisi! Cumânız Bâtıldır. Zîrâ, Cumânın Şartlarından Biri De, Hutbe Dinleyenlerin En Az Kırk Kişi Olmasıdır. Burada İse, Ancak Uzaktan Gelen Yolcular Vardır." Dedi. Öğle Vakti Şiddetli Sıcak Dolayısıyla, Halkın Kâbe Duvarlarının Gölgesine Sığınmış Olduklarını Fark Etmedi. Onun Bu Sözleri Çevrede Duyulunca, Büyük Bir Gürültü Oldu Ve Hutbenin Yeni Baştan Okunmasına Karar Verildi. Bu Olay Sırasında Kâbe'de Bulunanlar Arasında Kutub Ve Ebdallerle Birlikte, Kimsenin Tanımadığı Allahü Teâlânın Velî Kulları Da Bulunuyordu. Bu Sebepten Dolayı, Bu Zât, Hac Farîzasını Yerine Getirip Mısır'a Döndüğü Vakit, Ali Havâs Onun Üzerinde Buğz Ve Adâvet İzleri Taşıdığını, Çehresinin Donmuş, Ruhsuz Bir Buz Parçası Gibi Olduğunu Gördü. O Zât, Ali Havâs'a;
"hacca Gitmememi, Gittiğim Takdirde Kin Ve Düşmanlık Taşıyarak Döneceğimi Söylemiştiniz. Şâyet Ben Bu Sene Hacca Gitmeseydim, Mekke Ahâlisinin Bu Hac Mevsimindeki Cumâları Bâtıl Olurdu." Dedi. O Anda Bir Şey Söylemeyen Ali Havâs, Sonra;
"o Adam Bu Karşılığı Verince Anladım Ki, Olay Sırasında Orada Hazır Bulunan Kutub Ve Velîlerin Mevcûdiyeti, İlâhî Buğz Ve Adâvet İzlerinin Bu Zât Üzerinde Yerleşmesine Sebeb Olmuştur." Buyurdu. Daha Sonra Ali Havâs, Bu Kişi İçin;
"hoş Olmayan Bir Halde Bu Adamın Ölmesinden Korkuyorum." Derdi. Buyurduğu Gibi Oldu.
kaynaklar
1) Câmiu Kerâmât-il-evliyâ; C.2, S.193
2) Tabakât-ül-kübrâ; C.2, S.150
3) Mîzan-ül-kübrâ
4) El-uhûd-ül-kübrâ
5) Şezerât-üz-zeheb; C.8, S.233
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; S.978
7) El-cevâhir Ved-dürer
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.13, S.267