şam Velîlerinden Ve Şâfiî Mezhebi Fıkıh Âlimlerinden. İsmi, Ahmed Olup, Babasının İsmi Yûnus'dur. Lakabı Şihâbüddîn'dir. Aslen Şam'a Bağlı Olan Aysâ Nâhiyesindendir. Buraya Nisbetle Aysâvî Denilmiş Ve Bu İsimle Meşhûr Olmuştur. Babası Aysâ'dan Gelip, Şam'da Yerleşmiş İdi. Ahmed Aysâvî 1534 (h.941) De Şam'da Doğdu.
burada Yetişen Aysâvî, İlim Öğrenme Çağına Gelince, İlk Olarak Şihâbüddîn Ahmed Bin Nebiyye'nin Derslerine Devâm Edip, Ondan Kur'ân-ı Kerîm Okudu. Fıkıh Ve Nahiv İlimlerini Şeyh Tâcüddîn'den Öğrendi. Ayrıca, Zamânın Büyük Âlimlerinden Olan Babası Yûnus Bin Ahmed'den Okumaya Başladı. Babası Bir Müddet Bu Kâbiliyetli Oğlunu Okuttuktan Sonra, "fakîh-ül-asr" (asrın Fakîhi, Büyük Fıkıh Âlimi) Olarak Bilinen Kâdı'l-kudât Nûreddîn Ali En-nesefî'nin Yanına Gönderdi. Fakîhin Yanında İki Sene Mülâzim; Asistan, Yardımcı Oldu. Fıkıh İlminde İyice Derinleşip Mütehassıs Oldu. Yine Babasının Emri İle, Alâeddîn Bin İmâdüddîn'in Derslerine Devâm Etti. Şemseddîn Muhammed Bin Tûlûn'dan Hadîs İlmini Öğrendi. Kur'ân-ı Kerîmin Kırâatine Âid İlimleri, Kırâat Âlimlerinin Büyüklerinden Olan Şihâbüddîn Et-tıybî'den Okudu. Tasavvuf Yolunda, Şihâbüddîn Ahmed Bin Bedrüddîn El-gazzî'den Feyz Ve İcâzet Aldı. Abdürrahîm Es-sâlihî'nin Sohbetlerinde Bulundu. Bunlardan Başka Daha Nice Âlimlerden Okuyup İlim Öğrenen Aysâvî, Zâhirî Ve Bâtınî İlimlerde Ziyâdesiyle Yükselerek Kemâle Geldi. Zamânında Bulunan Hakîkî İslâm Âlimlerinin Büyüklerinden, Önde Gelenlerinden Oldu. Kendisinden İse; Hasan El-bevrînî, Muhammed El-cevhî, Şerefüddîn Ed-dımeşkî, Necmüddîn-i Gazzî Gibi Birçok Âlim İlim Öğrenip İstifâde Etti.
aysâvî, Şam'ın Büyük Âlimlerinden, İleri Gelen Zâtlarından İdi. Fıkıh İlminde Ve Bu İlme Uygun Fetvâ Vermekte Diğer Âlimlerden Önde İdi. Bütün Zamânı Ders Ve Fetvâ Vermekle, İnsanlara Faydalı Olmakla Geçerdi. Her Hâli Dînimizin Emirlerine Tam Uygun İdi. Haramlar İle Birlikte Şüpheli Olan Şeylerden De Son Derece Kaçınırdı. Herkes Tarafından Sevilip Hürmet Edilen Pek Yüksek Bir Zât Olup, Büyüklüğü, Üstünlük Ve Asâleti Her Tarafta Konuşulurdu. Gâyet Yumuşak Huylu, İslâmın Güzel Ahlâkı İle Süslü İdi. Ayıb Ve Çirkin Hâllerden, Kin Ve Düşmanlık Gibi Bozuk Düşüncelerden Uzak İdi. Güzel Huylar Ve İyi Sıfatlar Onda, Meleke, Alışkanlık Hâline Gelmişti. Konuşmasında Bir Şeyi Anlatmasında Öyle Hoş, Yumuşak, Nâzik Ve Mülâyim İdi Ki, Dinleyenler Onun Bu Güzel Hâline Hayrân Kalırlardı.
aysâvî, Şam'daki Meşhûr Emeviyye Câmiinde İmâmlık, Câmi-i Muallak Diye Tanınancedîd Câmiinde Ve Dımeşk'ın Hâricinde Bulunan Kabr-i Âtike Mahallesindeki Tevrîziyye Câmiinde Hatîblik Yaptı. Ömeriyye, Azîziyye, Zâhiriyye, Şâmiyye, Berrâniyye Gibi Medreselerde Ders Okuttu. Emeviyye Ve Sultan Süleymân Câmilerinde Vâz Verdi. İlim Öğrenmek Ve Öğretmek Maksadıyla Çeşitli Yerlere Seferler Yaptı. Akrabâlarını Ziyâret İçin İki Defâ Trablusşâm'a Gitti. Haleb'e Gitti. Oranın Ahâlisi Kendisini Çok İyi Karşıladı. Çok Hürmet Ve İkrâmda Bulundular.
ahmed Aysâvî el-hubeb isminde, Şâfiî Mezhebi Fıkıh Bilgilerini Anlatan Bir Eser Yazdı. Daha Sonra Bu Eserini Çok Güzel Bir Şekilde Şerhetti. Bunlardan Başka, Minâre Yapılmasına Dâir Bir Risâlesi Ve Başka Risâleleri De Vardır.
1617 (h.1026) Senesinde, Ocak Ayının Üçünde Salı Günü Şam'da Vefât Etti. Bâb-üs-sagîr Kabristanında Defnolundu. Vefâtına; "yâ Rabbî! Kulun Ahmed Aysâvî'ye Rahmet Et." Mânâsında Bir Arabî Mısrâyı Târih Düşürmüşlerdir.
aysâvî'nin Beldesinde, Vazîfesi, Hamur Yoğurup Ekmek Yapmak Olan Bir Kimse Vardı. Bu Kimse Bir Gün, Hamurunu Yoğurdu Ve Ekmek Yaptı. Sonra Câmiye Geldi. Abdest Aldı. Öğle Namazı Vakti İdi. Namazını Kıldı. İkindiyi De Kılıp Gitmek İstedi. İkindi Namazının Vaktinin Girmesini Beklemek Üzere Bir Köşeye Çekilip Oturdu. Yorgun Olduğu İçin Uyuyakaldı. Seher Vaktine Kadar Uyumuştu. Uyandığında Tanımadığı Birinin, Mihrabın Üzerinde Bulunan Kandilleri Yaktığını Gördü. Bu Kimse Kandilleri Yaktıktan Sonra, Birini Şadırvanın Kapısına Astı. Akşam Veya Yatsı Namazının Vakti Gelmiş Olduğunu Zannetti. Bu Sırada Ricâl-ül-gaybden (allahü Teâlânın İnsanlardan Gizlediği Evliyâ Kullarından) Olan Kırk Kişi Şadırvana Girip, Kandil ışığında Abdest Aldılar. Câmiye Girip Saf Tutarak Oturdular Ve İmâmı Beklemeye Başladılar. Olanları Hayretle Tâkib Eden Hamurcu, Bu İşte Bir Gariblik Olduğunu Hissetti. Dışarıya Göz Gezdirdi. Hayreti Daha Da Arttı. Çünkü Vakit Seher Vakti İdi Ve Sabah Namazının Vakti Girmek Üzere İdi. Vakit Girince O Cemâatten Birisi Kalktı Ve Hamurcunun O Zamâna Kadar Duymadığı, İşitmediği Güzellikte, Kalblere, Rûhlara Tesir Eden Çok Güzel Bir Ezân Okudu. O Sırada Nûr Yüzlü Ve Heybetli Bir Zât İçeri Girdi. Onu Görünce Cemâat Ayağa Kalktı. Bu Zât Ahmed Aysâvî Hazretleri İdi. Sünnetleri Kıldılar. Sonra Aysâvî Onlara Farzı Kıldırdı. Namazdan Sonra Kandilleri Söndürüp Çıktılar. Hamurcu Da Dayanamayıp Çıktı. Aysâvî Onu Görünce, Kendisi Hayatta İken Bu Hâli Kimseye Anlatmamasını Emretti. Bundan Sonra Aysâvî Ve O Cemâat Uzaklaşıp Oradan Ayrıldılar. Biraz Sonra Müezzin O Câmide Ezân Okumaya Başladı.
hamurcu Bütün Bu Olanlardan İyice Anladı Ki, O Cemâat Ricâl-i Gayb Denilen Kimseler İdi. Câmide Ezân Okuyup, Namaz Kılmalarını Kendisinden Başka Gören Ve İşiten Olmamıştı. Bu Hâl Aysâvî'nin Bir Kerâmeti İdi Ve Bunun İçin Kimseye Anlatmamasını Söylemişti. O Da, Aysâvî Hayatta İken Bu Hâli Kimseye Anlatmadı.
1) Mu'cem-ül-müellifîn; C.2, S.215
2) Esmâ-ül-müellifîn; C.1, S.154
3) Hülâsat-ül-eser; C.1, S.369
4) El-a'lâm; C.1, S.276
5) Îzâh-ul-meknûn; C.1, S.391, 426
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.15, S.184