evliyânın Büyüklerinden. İnsanları Hakk'a Dâvet Eden, Onlara Doğru Yolu Gösterip, Hakîkî Saâdete Kavuşturan Ve Kendilerine Silsile-i Aliyye Denilen Büyük Âlim Ve Velîlerin Beşincisidir. Sultân-ül-ârifîn Lakabıyla Meşhûrdur. Künyesi, Ebû Yezîd'dir. İsmi Tayfûr, Babasının Adı Îsâ'dır. 776 (h.160) Veya 803 (h.188)de İran'da Hazar Denizi Kenarında Bistâm'da Doğdu.
daha Annesinin Karnında İken Kerâmetleri Görülmeye Başladı. Annesi Ona Hâmile İken Şüpheli Bir Şeyi Ağzına Alacak Olsa, Onu Geri Atıncaya Kadar Karnına Vururdu.
çocukken Bir Gün Câmi Avlusunda Oynuyordu. Oradan Geçmekte Olan Şakîk-i Belhî Kendisini Görüp; "bu Çocuk Büyüyünce Zamânının En Büyük Velîsi Olacak." Buyurdu. Yine Bir Gün Hadîs Âlimlerinden Bir Zât Onu Görünce Çok Hoşuna Gitti. Zekâ Ve Anlayışını Ölçmek İçin Sordu: "güzel Çocuk, Namaz Kılmasını Güzelce Biliyor Musun?" Bâyezîd-i Bistâmî De Ona; "evet Allah Dilerse Becerebiliyorum." Cevâbını Verince; "nasıl?" Diye Sordu. Bâyezîd-i Bistâmî De; "buyur Yâ Rabbî! Emrini Yerine Getirmek Üzere Tekbir Alıyor, Kur'ân-ı Kerîmi Tâne Tâne Okuyor, Tâzim İle Rükûya Varıyor, Tevâzu İle Secde Ediyor, Vedâlaşarak Selâm Veriyorum." Deyince, O Zât Hayran Kalarak; "ey Sevgili Ve Zekî Çocuk! Sende Bu Fazîlet Ve Derin Anlayış Varken, İnsanların Gelip Başını Okşamalarına Niçin İzin Veriyorsun?" Diye Sordu. Bâyezîd-i Bistâmî De; "onlar Beni Değil, Allahü Teâlânın Beni Süslediği O Güzelliği Meshediyorlar. Bana Âid Olmayan Bir Şeye Dokunmalarına Nasıl Engel Olabilirim?" Cevâbını Verdi.
küçük Yaşta İken Annesi, Kendisini Mektebe Gönderdi. Bâyezîd Hazretleri, Büyük Bir Dikkatle Derse Devâm Ediyordu. Bir Gün Kur'ân-ı Kerîm Okumak İçin Gittiği Mektepte, Okuduğu Bir Âyet-i Kerîmenin (lokman Sûresi: 14) Tesiri İle Erkenden Eve Döndü. Annesi Merak Edip Niçin Erken Döndüğünü Suâl Edince, Şöyle Cevap Verdi: "bir Ayet-i Kerîme Gördüm. Allahü Teâlâ O Âyet-i Kerîmede Kendisine Ve Sana Hizmet Ve İtâat Etmemi Emrediyor. Ya Benim İçin Allahü Teâlâya Duâ Et, Sana Hizmet Ve İtâat Etmem Kolay Olsun, Veyahut Da Beni Serbest Bırak, Hep Allahü Teâlâya İbâdet İle Meşgûl Olayım." Dedi. Annesi; "seni Allahü Teâlâya Emânet Ettim. Kendini O'na Ver." Dedi. Bundan Sonra Bâyezîd, Kendini Allahü Teâlâya Verdi, Emirlerinin Hiç Birisini Yapmakta Gevşeklik Göstermedi; Ama Annesinin Hizmetini De İhmâl Etmedi. Annesinin Küçük Bir Arzusunu, Büyük Bir Emir Kabûl Edip, Her Durumda Yerine Getirmeye Çalışırdı. Çünkü Allahü Teâlânın Emri De Böyle İdi. Elinde Olmadan İki Sefer Annesinin Arzusunu Yerine Getiremedi. Bu Husûsu Büyük Pişmanlık İçinde Şöyle Anlatır: "hayâtımda Yalnız İki Defâ Annemin Arzusunu Yerine Getiremedim. Her Defâsında Mutlaka Bana Zararı Dokundu. Birincide Düştüm Burnum Ezildi. İkincisinde Ayağım Kaydı Düştüm, Omuzumdaki Su Testisi Kırıldı.
soğuk Ve Dondurucu Bir Kış Gecesi İdi. Annesi Yattığı Yerden Oğluna Seslenip Su İstedi. Bâyezîd-i Bistâmî Hemen Fırlayıp Su Testisini Almaya Gitti. Fakat Testide Su Kalmamış Olduğundan Çeşmeye Gidip, Testiyi Doldurdu. Buzlarla Kaplı Testi İle Annesinin Başına Geldiğinde, Annesinin Tekrar Dalmış Olduğunu Gördü. Uyandırmaya Kıyamadı. O Halde Bekledi. Nihâyet Annesi Uyandı Ve "su, Su!" Diye Mırıldandı. Bâyezîd Elinde Testi Bekliyordu. Şiddetli Soğuk Tesiri İle Eli Donmuş, Parmakları Testiye Yapışmış İdi. Bu Hâli Gören Annesi; "yavrum, Testiyi Niçin Yere Koymuyorsun Da Elinde Bekletiyorsun?" Dedi. Bâyezîd-i Bistâmî; "anneciğim Uyandığınız Zaman, Suyu Hemen Verebilmek İçin Testi Elimde Bekliyorum." Dedi. Bunun Üzerine Annesi; "yâ Rabbî! Ben Oğlumdan Râzıyım. Sen De Râzı Ol!" Diye Cân U Gönülden Duâ Etti. Belki De Annesinin Bu Duâsı Sebebiyle, Allahü Teâlâ Ona Evliyâlığın Çok Yüksek Mertebelerine Kavuşmayı İhsân Etti.
gençlik Yıllarında Yaptığı Bâzı İbâdetlerden Zevk Alamıyordu. Bu Durumu Zaman Zaman Annesine Anlatırdı Ve Yetişmesinde, Terbiye Edilmesinde Bir Kusur Bulunup Bulunmadığını Sorardı Ve; "anneciğim; Beni Emzirdiğin Zaman, Benim Yüzümden Haramdan Bir Şey Aldın Mı? İçimde Beni Rabbimden Alıkoyan Bir Şey Hissediyorum. Fakat Neden Olduğunu Bilmiyorum." Derdi. Annesi Uzun Bir Müddet Düşündükten Sonra; "evlâdım Tek Şey Hatırlıyorum. Sen Daha Küçüktün. Komşulara Oturmaya Gitmiştim. Kucağımda İken Ağlamaya Başladın. Bir Türlü Susturamadım. Seni Susturmak İçin Ocağın Üstünde Pişmekte Olan Tarhanaya Komşudan İzin Almaksızın Parmağımı Batırıp Ağzına Koydum." Dedi. Bunun Üzerine Annesinden, O Komşuya Gidip Helallik Dilemesini İstedi. Annesi Helallik Diledikten Sonra Yaptığı İbâdetlerden Zevk Almaya Başladı.
üveysî Olup, İmâm-ı Câfer-i Sâdık'ın Vefâtından Kırk Yıl Sonra Doğduğu Hâlde İmâm-ı Ali Rızâ'nın Sohbetinden Ve Bunun Bereketiyle İmâm-ı Câfer-i Sâdık'ın Rûhâniyetinden İstifâde Etti. Bâyezîd, İmâm-ı Câfer-i Sâdık'ın Rûhâniyetinden Feyz Almakla Meşhûr Oldu. Otuz Sene Şam Civârında Bulunup, Yüz On Üç Âlimden İlim Öğrenmiştir. Aşk-ı İlâhîde O Kadar İleri Ve İbâdette O Derece Yüksekte İdi Ki, Namaz Kılarken Allah Korkusundan Göğüs Kemikleri Gıcırdar, Yanında Bulunanlar Bunu İşitirlerdi. Son Derece Âlim, Fâdıl Ve Edîb İdi. Şiirleri Meşhûrdur.
bâyezîd, İlim Tahsîl Ettiği Üstâdlarından Birine Olan Hürmet Ve Muhabbetinden Dolayı, Onun Kabrinin Yanına Defnedilmeyi Ve Kabrinin, Hocasının Kabrinden Daha Derin Yapılmasını, Kendi Vücûdunun, Hocasının Vücûdundan Aşağıda Olmasını Vasiyyet Etti. Hocalarının En Büyüğü, Allahü Teâlâya Kavuşmak Yolunda Çok Yüksek Derecelere Kavuşmasına Vesîle Olan, İmâm-ı Câfer-i Sâdık Hazretleridir. Feyz Ve Mârifeti, İmâm-ı Câfer-i Sâdık'ın Mübârek Rûhâniyetinden Aldı.
bâyezîd-i Bistâmî Hocalarından Birinin Huzûrunda Bulunuyordu. Hocası; "şu Rafdaki Kitabı Getir." Dedi. Bâyezîd; "hangi Rafdaki Kitabı İstiyorsunuz Efendim?" Dedi. Hocası; "bunca Zamandır Buraya Gelip Gidiyorsun. Dershânede Oturduğun Yerin Üstündeki Rafı Diyorum." Deyince, Bâyezîd-i Bistâmî; "efendim, Mübârek Sohbetinizi Dinlemekteki Dikkat Ve Edebe Riâyetten Dolayı, Şu Âna Kadar Başımı Kaldırıp Etrafa Bakmış Değilim." Diye Cevap Verdi. Hocası Bu Söz Karşısında "mâdem Ki Durum Böyledir. Senin İşin Tamamdır. Şimdi Artık Bistam'a Dönebilirsin Ve Bizden Öğrendiklerini Başkalarına Öğretebilirsin." Buyurdu.
bir Gün Kendisine; "mürşidin, Yol Göstericin Kimdir?" Diye Sordular. O Da; "bir Kadın." Dedi. "bu Nasıl Olur?" Dediler. Cevâbında Şöyle Buyurdu: "bir Gün Allahü Teâlânın Sevgisi İle, Kendimden Geçmiş Olarak Yolda Yürüyordum. Bir Kadın Gördüm. Elinde Bulunan Bir Çuval Unu, Taşımam İçin Bana Ricâda Bulundu. Gücüm Yetmez Diye Düşündüm. Orada Kafes İçinde Bulunan Bir Arslana İşâret Ettim. Kafes Açılıp, Arslan Geldi. Un Çuvalını Yükledim. Fakat Açıktan Kerâmet Göstermiş Olduğum İçin De Çok Korktum Ve Mahcûb Oldum. Kadının Beni Tanıyıp Tanımadığını Öğrenmek İçin; "pazara Varınca Kimi Gördüm Diyeceksin?" Dedim. Kadın; "zâlim Bâyezîd'i Gördüm Diyeceğim." Dedi. Ben Hayretle; "neden?" Diye Sordum. Kadın Şöyle Cevap Verdi: "allahü Teâlâ, Bu Arslanı Yük Taşımak İçin Yaratmadığı Hâlde, Sen Niçin Yük Yükledin? Bu Zulüm Değil De Nedir? Bunu, İnsanlar Sana Kerâmet Sâhibi Desinler Diye Yapmış İsen Çok Fenâ." Dedi. Bunun Üzerine Çok Ağlayıp İstigfâr Ettim. Bundan Sonra Benden Fevkalâde Bir Hâl Meydana Gelse, "lâ İlâhe İllallah Muhammedün Resûlullah, Nûh Neciyullah, İbrâhim Halîlullah, Mûsâ Kelîmullah, Îsâ Rûhullah" Yazısını Veya Bir Nûr Görüyorum. Böylece, Benden Meydana Gelen Hâllerin Doğru Olduklarının, Allahü Teâlâ Tarafından Tasdik Olunduğunu Anlıyorum."
bâyezîd-i Bistâmî, Allahü Teâlânın Aşkı İle Öyle Bir Hâlde İdi Ki, O'ndan Başka Hiçbir Şeyi Hatırlamazdı. Yirmi Yıl Yanında Bulunan Ve Hiç Ayrılmayan Talebesine Her Çağırdığında; "yavrum İsmin Nedir?" Diye Sorardı. Bir Defâsında, O Talebe Dedi Ki; "efendim. Yirmi Yıldır Hiç Ayrılmadan, Hizmetinizde Bulunmakla Şerefleniyorum. Lâkin Her Defâsında İsmimi Sormanızın Hikmetini Anlıyamadım." Bâyezîd-i Bistamî; "evlâdım, Kusura Bakma. Her Defâsında İsmini Soruyorum. Allahü Teâlânın Muhabbeti Kalbime Gelince, Beni Öyle Bir Hâl Kaplıyor Ki, O'ndan Başka Her Şeyi Unutuyorum. Senin İsmini De Hatırımda Tutmaya Çalışıyorum, Fakat Böyle Hâl Olunca Unutuyorum. Sen Hiç Üzülme." Buyurup Talebesinin Gönlünü Aldı.
bir Gün Yakınları Kendisine; "efendim, Filan Yerde Büyük Bir Zât Var. Fazîlet Ve Kerâmet Sâhibi Bir Velîdir." Dediler Ve Daha Başka Sözlerle O Zâtı Çok Medh Ettiler. Bunun Üzerine Bâyezîd-i Bistâmî; "madem Öyledir. O Halde O Büyük Zâtı Ziyârete Gitmemiz Lâzım Oldu." Buyurdular. Talebelerinden Bâzıları İle Birlikte Onun Bulunduğu Yere Geldiler. Bâyezîd-i Bistâmî Bildirilen Zâtın, Mescide Gitmekte Olduğunu Ve Kıbleye Karşı Tükürdüğünü Gördü. Görüşmekten Vazgeçip Derhal Geri Döndü. Sonra O Kimse Hakkında Şöyle Buyurdu: "dînin Hükümlerini Yerine Getirmekte, Sünnet-i Seniyyeye Uymakta Ve Edebe Riâyette Zayıf Birisine, Nasıl Olur Da Kerâmet Sâhibi Denilir. Böyle Bir Kimsenin, Allahü Teâlânın Evliyâsından Olması Mümkün Değildir." Buyurdu.
bâyezîd-i Bistâmî'ye; "bu Yüksek Makamlara Nasıl Kavuştunuz?" Diye Sordular. Cevâbında Şöyle Anlattı: "bir Gece Herkesin Uyuduğu Bir Sırada, Bistâm'dan Çıktım. Ay Her Tarafı Aydınlatıyordu. Giderken Âniden Karşımda Çok Heybetli Bir Makam Gördüm. On Sekiz Bin Âlem Onun Heybeti Yanında Bir Zerre Gibi Kalıyordu. Aklım Başımdan Gitti. Beni Fevkalâde Bir Hâl Kapladı. O Halde İken; "yâ Rabbî! Bu Kadar Büyük, Bu Kadar Güzel Bir Dergâh Acabâ Niçin Böyle Boş?" Dedim. Hemen; "bu Dergâhın Boşluğu, Kimse Gelmediği İçin Değil, Belki Gelenlerin Lâyık Olmadığı Ve Uygunsuzluğu Sebebiyle Gelenleri Bizim Kabûl Etmeyişimizdendir." Diyen Bir Ses Duydum. Bir An, Herkesin Bu Huzûra Kavuşması İçin Şefâatçi Olayım Diye Kalbime Geldi. Fakat, Bu Şefâat Makâmının Sultân-ül-enbiyâ Muhammed Mustafâ Efendimize Mahsus Olduğunu Hatırlayıp, Benim Öyle Düşünmemin, Bu Şefâat Makâmına Karşı Edebe Riâyetsizlik Olacağını Anlayıp, O Düşüncemden Vazgeçtim. Bir Ses Duydum Ki; "ey Bâyezîd, Sultân-ül-enbiyâ'ya Olan Muhabbetin Ve Edebe Riâyetin Sebebiyle, Biz De Senin Edeb Ve Mertebeni Yükseltiyoruz. Kıyâmete Kadar, Sultân-ül-ârifîn, Diye Anılırsın Buyuruyordu."
sultân-ül-ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî'yi Bir Gece Uyku Bastırıp, Sabah Namazına Uyanamadı. Namazını Kazâ Edip O Kadar Ağlayıp İnledi Ki, Bir Ses İşitti. "ey Bâyezîd, Bu Günâhını Affeyledim. Bu Pişmanlık Ve Ağlamana Da, Ayrıca Yetmiş Bin Namaz Sevâbı İhsân Eyledim." Diyordu. Aradan Birkaç Ay Geçtikten Sonra Onu, Yine Uyku Bastırdı. Şeytan Gelip, Bâyezîd'i Bistâmî'nin Mübârek Ayağından Tutarak Uyandırdı Ve; "kalk Namazın Geçmek Üzeredir." Dedi. Bâyezîd-i Bistâmî, Şeytan'a; "ey Mel'ûn! Sen Hiç Böyle Yapmazdın. Herkesin Namazının Geçmesini, Kazâya Kalmasını İsterdin. Şimdi Nasıl Oldu Da Beni Uyandırdın?" Buyurunca, Şeytan Şu Cevâbı Verdi: "birkaç Ay Önce Sabah Namazını Kaçırdığında, Pişmanlığın Ve Üzüntün Sebebiyle Çok Ağlayıp İnlediğin İçin Ayrıca Yetmiş Bin Namaz Sevâbı Almıştın. Bu Gün, Onu Düşünerek, Sâdece Vaktin Namazının Sevâbına Kavuşasın Da, Yetmiş Bin Namaz Sevâbına Kavuşmayasın Diye Seni Uyandırdım." Dedi.
zamânında Binlerce Velî Vardı. Hepsi De İbâdet, Riyâzet, Keşif Ve Kerâmet Sâhibi İdi. Fakat Asrın Kutupluğu, Ümmî Bir Demircinin Üzerinde İdi. O Bu İşin Sır Ve Hikmetine Karşı Hayretler İçindeydi. Çoluk Çocuğunun Nafakası İçin Geceli Gündüzlü Örs Başından Ayrılmayan Demirciyi Görmek İstedi. Bir Gün Dükkânına Gitti. Selâm Verdi. Onu Görünce, Çocuklar Gibi Sevindi. Ellerine Sarıldı, Uzun Uzun Öptü Ve Ondan Duâ Ricâ Etti. Henüz Keşif Âlemine Girmemiş Olduğu İçin Kendi Makâmından Habersizdi. Ondan Duâ İsteyince Dedi Ki: "ben Senin Ellerinden Öpeyim De, Sen Bana Duâ Et! Sizin Duânıza Muhtaç Olan Benim!" O İse Şöyle Cevap Verdi: "benim Sana Duâ Etmemle, İçimdeki Dert Hafiflemez Ki!" Bunun Üzerine O Da; "derdin Nedir? Söyle Bir Çâre Arayalım?" Dedi. "acabâ Kıyâmet Gününde, Bunca İnsanın Hâli Ne Olur? Bunu Düşünmekten, Buna Yanmaktan Başka Derdim Yok." Dedikten Sonra Hüngür Hüngür Ağlamaya Başladı. Bâyezîd-i Bistâmî'yi De Ağlattı. O Vakit İçinden; "bunlar Nefsim, Nefsim Diyenlerden Değil, Ümmetim Ümmetim Diyenlerdendir." Diyen Bir Ses Duydu. Hemen İçindeki Hayret Silindi. Kutupluk Makâmının Bu Demirciye Niçin Verildiğini Sezdi. Anladı Ki, Böyleleri, Sevgili Peygamber Efendimizin Kalbine Her An Bağlıdır. Onun Hakîkatine Mazhardır. Demirciye Dedi Ki: "insanların Azap Çekmesinden Sana Ne?" Demirci De; "bana Mı Ne? Benim Fıtratımın Mayası, Şefkat Suyuyla Yoğurulmuştur. Cehennem Ehlinin Bütün Azâbını Bana Yükleseler De, Onları Bağışlasalar, Ben Saâdete Ererim Ve Derdimden Kurtulurum." Dedi.
o, Namazda Okunmak İçin, Farz Mikdarından Fazla Sûre Ve Âyet Bilmiyordu. Bilmediklerini Bâyezîd-i Bistâmî Öğretti. O Da, Kırk Yıldır Elde Edemediği Mânevî Derecelere Yükseldi. İçi Feyz-i İlâhî İle Doldu. O Vakit İyice Anladı Ki, Kutupluk Sırrı Başka Bir Şey İmiş."
bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, Kabristanda Çok Dolaşırdı. Bir Gece Gezerken, Gece Bekçisi Elindeki Sopayla Vurdu. Bâyezîd; "lâ Havle Velâ Kuvvete İllâ Billâhil Aliyyil Azîm." Dedi. Bekçi Birkaç Kere Daha Vurunca Sopa Kırıldı. Bâyezîd Hazretleri Eve Dönünce Talebelerine Sopanın Fiatını Sordu. O Kadar Parayı Bir Keseye Koyarak, Bir Mikdar Da Tatlı İle Berâber Bir Talebesiyle, O Bekçiye Gönderdi. Bir De Mektup Yazarak Bekçiye Vermesini Söyledi. Mektup Şöyle İdi: "muhterem Bekçi Efendi, Belki Beni Hırsız Sanarak Dövdün. Kabahat Bendedir. Gece Kabristanda Gezmeseydim, Dövmezdin. Sopanızın Kırılmasına Da Sebeb Oldum. Gönderdiğim Parayla Kendine Bir Sopa Al! Sopanın Kırılma Üzüntüsünün Kalbinden Gitmesi İçin De, Yolladığım Tatlıyı Ye! Allahü Teâlânın Selâmı Üzerine Olsun." Genç Bekçi Mektubu Okuyunca, Gelip Özür Dileyerek Tövbe Etti. Onunla Birlikte Birkaç Bekçi Daha Hak Yola Girdi.
bir Sene Hacca Gitmek Üzere Yola Çıktı. Bir Devesi Vardı. Azığını Ve Eşyâsını O Deveye Yüklemişti. Birisi Kendisine; "bu Kadar Uzun Yol İçin, Bu Kadar Yük Bu Deveye Fazla Gelmez Mi?" Dedi. Bâyezîd-i Bistâmî; "acaba Yükü Taşıyan Deve Midir? Dikkat Et Bakalım, Devenin Sırtında Yük Var Mı?" Dedi. O Kimse Dikkatle Baktığında Gördü Ki, Yük Devenin Sırtından Bir Karış Yukarıda Durmaktadır. O Kimse Hayretini Gizleyemeyip; "sübhânallah!ne Kadar Acâib Bir İş." Deyince, Bâyezîd-i Bistâmî; "hâlimi Sizden Gizlesem, Bana Dil Uzatıyorsunuz. Hâlimi Size Açık Açık Göstersem Hayret Ediyorsunuz, Tâkat Getiremiyorsunuz. Ben Size Ne Yapayım Bilemiyorum?" Buyurdu Ve Yoluna Devâm Etti. Ziyâretleri Esnâsında Kendisine, Annesinin Hizmetine Gitmesi Bildirildi. Bistâm'a Giden Bir Kâfile İle Hemen Yola Çıktı. Bistâm'a Geldiği Duyulunca Bütün Halk Yollara Dökülüp, Kendisini Karşıladılar. Seher Vakti Evlerine Geldi. Annesi Abdest Almış Şöyle Duâ Ediyordu:
"yâ Rabbî! Benim Garib Oğlumu Her Kötülükten Muhâfaza Buyur. Büyükleri Kendisinden Hoşnûd Eyle. Oğluma Güzel Hâller Ve İyilikler İhsân Buyur..." Bunun Üzerine Sultan-ül-ârifîn Kapıyı Çalıp İzin İstedi. Annesinin "kim O?" Suâline, Bâyezîd-i Bistâmî; "senin Garîb Oğlun." Cevâbını Verdi. Annesi Koşup Kapıyı Açtı Ve; "senden Ayrılık Hasretiyle Ağlaya Ağlaya Saçlarıma Ak Düştü, Belim Büküldü." Dedi.
bâyezîd-i Bistâmî Bir Sene Hac Dönüşünde Hemedan'a Uğrayıp, Oradan Bir Mikdâr Tohum Satın Aldılar. Bistâm'a Gelip, Hemedan'dan Aldığı Tohum Torbasını Açınca, İçinde Bir Kaç Karınca Bulunduğunu Gördü. Bunları Yuvalarından Ayırmanın Münâsib Olmıyacağını Düşünüp, Tekrar Hemedan'a Gitti. Tohumu Aldığı Yere Bırakıp, Ondan Sonra Bistâm'a Döndü.
bâyezîd-i Bistâmî Bir Gece, Talebelerinden Bir Kısmı İle Bir Yere Misâfir Oldular. Ev Sâhibi, Evin Aydınlanması İçin Bir Kandil Yaktı. Bâyezîd-i Bistâmî Yanında Bulunanlara; "bu Kandilde Bir Gariblik Görüyorum. Yanıyor Ama ışık Vermiyor. Hikmeti Nedir?" Diye Sordu. Ev Sâhibi; "efendim. Biz Bu Kandili Bir Gece Yakmak İçin Komşumuzdan Emânet Almıştık. Bu Akşam İkinci Gece Yakıyoruz." Deyince, Bâyezîd, Kandili Söndürdü Ve Hemen Kandili Sâhibine Götürüp Teslim Edin. Arzu Ederseniz, Bir Gece Daha Yakmak İçin İzin İsteyin." Buyurdu. Ev Sâhibi Kandili Alıp Komşusuna Götürdü. Olanları Anlattı Ve Tekrar İzin Alıp Geri Getirdi. Eve Gelince Kandili Yaktılar Ve Oda Aydınlandı. Bâyezîd-i Bistâmî Buyurdu Ki: "işte Şimdi ışığını Görüyorum."
bâyezîd-i Bistâmî Bir Gün Yanlışlıkla Bir Karıncayı Öldürdü. Haberi Olunca, Çok Pişman Olup Üzüldü. Ölü Karıncayı Avucuna Alıp, Şefkat, Merhamet Ve Hüzün Ve Kırık Kalbi İle Karıncaya Üfürünce, Allahü Teâlânın İzni İle Karınca Canlanıp Yürümeye Başladı.
bir Gün Yolda Yürürken, Bir Gencin Kendisini Takib Etmekte Olduğunu Farkedip Döndü Ve Gence; "niçin Beni Tâkip Ediyorsun, İstediğin Nedir?" Dedi. Genç, Edeple; "efendim, Sizin Gibi Olmak, Yolunuzda Bulunmak İstiyorum. Lütuf Elinizi Uzatıp Himmet Buyurun Da Ben De Kazanayım." Dedi. Cevâbında; "benim Yaptıklarımı Yapmadıkça, Benim Derimin İçine Girsen İstifâde Edemezsin. Bu, Allahü Teâlânın Bir Lütfudur." Buyurdu.
bâyezîd-i Bistâmî Kırk Beş Kere Hacca Gitmişti. Bir Gün Arafat Tepesinde Oturuyordu. Nefsi Ona; "bâyezîd! Senin Bir Benzerin Var Mıdır? Kırk Beş Defâ Haccettin Ve Binlerce Defâ Hatmetme Bahtiyarlığına Eriştin." Diye Fısıldadı. Bu Ses Onu Üzdü. Derhâl Toparlandı Ve Oradaki Mahşerî Kalabalığa; "kim Benim Kırk Beş Defâ Yapmış Olduğum Haccı Bir Ekmeğe Satın Alır?" Diye Sordu. Bir Adam Başını Kaldırıp; "ben Alırım." Dedi Ve Ekmeği Uzattı. Bâyezîd-i Bistâmî Aldığı Ekmeği Orada Bulunan Bir Köpeğin Önüne Attı. Sonra İşini Bitirip, Yol Hazırlığı Yaparak, Rum Diyârına Doğru Yola Çıktı. Günlerce Gittikten Sonra Bir Râhip İle Karşılaştı. Râhib, Bâyezîd-i Bistâmî'nin Elini Tutup, Evine Misâfir Götürdü. Evinde Ona Bir Oda Verdi. Bâyezîd-i Bistâmî Kendisine Ayrılan Bu Odada İbâdete Başladı Ve Kalbini Allahü Teâlâya Çevirdi. Râhip Her Gün Onun Yiyeceğini Sabah Akşam Getirip Önüne Koyardı. Bu Hal Bir Ay Devâm Etti. Bâyezîd-i Bistâmî Daha Sonra Nefsine Dönerek;
"ey Nefis! Seni Kırmak İstiyorum, Fakat Sen O Kadar Kötüsün Ki Kırılmıyorsun." Dediği Sırada Râhip İçeri Girdi Ve; "ismin Nedir?" Diye Sordu. O Da; "bâyezîd!" Cevâbını Verdi. Râhip; "ne Güzel Adamsın. Keşke Mesîh'in Kulu Olmuş Olsaydın!" Deyince, Bu Sözler Bâyezîd-i Bistâmî'ye Ağır Geldi Ve Evi Terketmek İsterken Râhip;
"bizim Burada Kırk Günü Tamamla, Öyle Git. Çünkü Bizim Büyük Bir Bayramımız Var, Onu Görmeni Çok Arzu Ediyorum. Aynı Zamanda Çok Değerli Bir Vâizimiz, Sâdece Bu Günlerde Bir Defâ Konuşur. Onu Dinlemeni İstiyorum." Deyince, Bu Teklifi Kabûl Ederek, Kırk Gün Kalmaya Râzı Oldu. Kırkıncı Gün Geldiğinde Râhib Odaya Girerek; "buyurun Dışarı Çıkalım, Bayram Günümüz Geldi." Dedi. Bâyezîd-i Bistâmî Dışarı Çıkmak İçin Hazırlandı. Fakat Râhib Ona; "siz Bu Kıyâfetle Nasıl Bin Kadar Râhibin Arasına Gireceksiniz? Bu Yüzden Üzerindeki Elbiseyi Çıkarıp, Şu Râhip Elbiselerini Giy Ve Boynuna İncil'i As!" Dedi. Bu Teklif Ona Çok Ağır Gelmesine Rağmen, Bunda Da Bir Hikmet Vardır Diyerek Râhibin Getirdiği Giysileri Giydi. Râhiplerin Arasına Katıldı. Hiç Kimsenin Dikkatini Çekmedi. Biraz İlerledikten Sonra Râhiplerin En Büyüğü Geldi. Fakat Konuşmuyordu. Niçin Konuşmadığı Sorulduğunda; "nasıl Konuşabilirim, Aranızda Bir Muhammedî Var!" Diye Cevap Verdi. Halk Ve Râhipler Galeyâna Gelerek; "onu Göster Parçalayalım." Diye Bağrıştılar. Başrâhip; "hayır, Yemin Ederim Ki Söylemem, Ancak Ona Dokunmayacağınıza Söz Verirseniz, Onu Size Tanıtabilirim." Dedi. Bunun Üzerine Râhipler Ve Halk, Muhammedî Olan Zâta Dokunmayacaklarına Dâir Yemin Ettiler. Başrâhip;
"allah İçin Ey Muhammedî! Ayağa Kalk Ve Kendini Göster." Diye Seslenince, Bâyezîd-i Bistâmî Ayağa Kalktı. Baş Râhip; "adın Ne?" Diye Sordu. "bâyezîd!" Cevâbını Verdi. "tahsil Gördün Mü?" Diye Sorunca; "rabbim Öğrettiği Kadar Bir Şeyler Biliyorum." Dedi. Bunun Üzerine Râhip; "o Hâlde Bana Şu Hususları Cevaplandır: İkincisi Olmayan Biri, Üçüncüsü Olmayan İkiyi, Dördüncüsü Olmayan Üçü, Beşincisi Olmayan Dördü, Altıncısı Olmayan Beşi, Yedincisi Olmayan Altıyı, Sekizincisi Olmayan Yediyi, Dokuzuncusu Olmayan Sekizi, Onuncusu Olmayan Dokuzu, On Birincisi Olmayan Onu, On İkincisi Olmayan On Biri, On Üçüncüsü Olmayan On İkiyi Söyle Bunlar Nelerdir?"
bâyezîd-i Bistâmî Baş Râhibe; "beni İyi Dinle!ikincisi Olmayan Bir, Eşi-ortağı, Dengi Ve Benzeri Olmayan Allahü Teâlâdır. Üçüncüsü Olmayan İki, Gece Ve Gündüzdür. Dördüncüsü Olmayan Üç, Üç Talâktır (boşamadır). Beşincisi Olmayan Dört; Tevrat, Zebûr, İncîl Ve Kur'ân-ı Kerîmdir. Altıncısı Olmayan Beş, Beş Vakit Namazdır. Yedincisi Olmayan Altı Göklerin Ve Yerin Yaratıldığı Altı Gündür. Sekizincisi Olmayan Yedi, Yedi Kat Göktür. Dokuzuncusu Olmayan Sekiz, Kıyâmet Günü Arş'ı Taşıyacak Sekiz Melektir. Onuncusu Olmayan Dokuz, Kadının Dokuz Ay Hâmilelik Müddetidir. On Birincisi Olmayan On, Mûsâ Aleyhisselâmın Şuâyb Peygambere On Yıl Çobanlık Etmesidir. On İkincisi Olmayan On Bir, Yûsuf Peygamberin On Bir Kardeşidir. On Üçüncüsü Olmayan On İki, On İki Aydır." Dedi. Râhip Tebessüm Ederek; "doğru Söyledin. Şimdi De Bana, Havadan Ne Yaratıldı, Havada Ne Muhâfaza Olundu Ve Kim Hava İle Helâk Edildi? Bunlardan Haber Ver." Dedi. Bâyezîd-i Bistâmî;
"îsâ Peygamber Havadan Yaratıldı, Havada Muhâfaza Edildi. Âd Kavmi Hava İle Helâk Edildi." Diye Cevap Verdi. Râhip; "doğru Söyledin. Ağaçtan Kim Yaratıldı, Ağaçta Kim Korundu Ve Ağaç İle Kim Helak Oldu?" Diye Sorunca; "mûsâ Aleyhisselâmın Asâsı Ağaçtan Yaratıldı, Nûh Aleyhisselâm Ağaç İçinde (gemide) Korundu, Zekeriyyâ Aleyhisselâm İse Ağaç İçinde Testere İle Biçilip Helâk Edildi." Cevâbını Verdi. Râhip Tekrar; "doğru Söyledin. Kim Ateşten Yaratıldı, Kim Ateşten Korundu Ve Kim Ateş İle Helâk Oldu?" Diye Sordu. O Da;
"iblîs Ateşten Yaratıldı. İbrâhim Aleyhisselâm Ateşten Korundu. Ebû Cehil Ateş İle Helâk Oldu." Dedi. Râhip Tekrâr; "taştan Kim Yaratıldı, Taş İçinde Kim Korundu Ve Taş İle Kim Helâk Oldu?" Dedi. Bâyezîd-i Bistâmî;
"sâlih Peygamberin Devesi Taştan Yaratıldı. Eshâb-ı Kehf Taş İçinde Korundu Ve Ebrehe Ve Ordusu Taş İle Helâk Edildi." Cevâbını Verdi. Râhip; "doğru Söyledin. Âlimler, Cennet'te Dört Nehir Vardır, Biri Baldan, Biri Sütten, Biri Sudan, Biri De Şaraptandır. Ayrı Ayrı Olan Bu Dört Nehir Aynı Kaynaktan Akıyormuş, Diyorlar. Bunun Dünyâda Bir Örneği Var Mıdır?" Diye Sordu.
"evet Vardır. İnsanın Başından Dört Nehir Akar. Kulak Yağı Acıdır. Göz Yağı Tuzludur. Burun Suyu Ayrı Bir Tad Taşır. Ağızdan Gelen Su Tatlıdır." Cevâbını Verdi. Râhip Yine; "doğru Söyledin. Cennet Ehli Yer İçer Fakat Abdest Bozmaz, Su Dökmez. Bunun Dünyâda Bir Benzeri Var Mıdır?" Diye Sorunca;
"evet Vardır. Ana Rahmindeki Cenin Yer İçer Fakat Dışkısı Yoktur." Cevâbını Verdi. Râhip; "doğru Söyledin. Cennet'te Tûbâ Ağacı Vardır. Cennet'te Hiç Bir Saray, Hiç Bir Köşk Yoktur Ki, Bu Ağacın Dalına Dokunmasın. Bunun Dünyâda Bir Örneği Var Mıdır?" Diye Sordu.
"evet Vardır. Güneş Sabahleyin Doğunca Böyle Değil Midir?" Cevâbını Verdi. Râhip; "doğru Söyledin. Şimdi Şunları Cevaplandır: Bir Ağaç Vardır, On İki Dalı Bulunmakta, Her Dalında Otuz Yaprak Ve Her Yaprakta Beş Çiçek Yer Almakta, Bunlardan İkisi Güneşe, Üçü Karanlığa Bakmaktadır. Bu Ağaç Nedir?" Deyince:
"ağaç Bir Yılı Temsil Eder. On İki Dalı, On İki Ay, Her Daldaki Otuz Yaprak, Günleri, Her Yapraktaki Beş Çiçek De, Beş Vakit Namazı Temsil Eder." Cevâbını Verdi. Son Olarak Râhip Şöyle Sordu: "bana Şu Kimseden Haber Ver. Hacca Gitmiş, Tavâf Yapmış Ve O Makâmlarda Bulunmuştur. Fakat Onun Ne Rûhu Vardır Ne De Hac Kendisine Vâcibdir?" Bâyezîd-i Bistâmî;
"nûh Peygamberin Gemisidir." Dedikten Sonra, Râhibe; "ey Râhip! Birçok Sorular Sordun. Biz Onları Cevaplandırmaya Çalıştık. Müsâde Ederseniz Benim De Sorularım Var. Fakat Ben Bir Sorudan Başka Sormayacağım. O Da Şudur:
cennet'in Anahtarı Nerededir? Cennet Kapılarının Üzerinde Ne Yazılıdır?" Râhip Sustu Ve Cevap Vermekten Kaçındı. Diğer Râhipler Bu Duruma Bozuldular Ve; "ey Büyüğümüz Mağlup Mu Oluyorsun?" Dediler. O Da; "hayır Mağlûb Olmak İstemiyorum." Deyince; "peki Öyleyse Niçin Cevap Vermiyorsun." Dediklerinde; "şâyet Cevap Verirsem Benim Cevabıma Katılır Mısınız?" Dedi. Bunun Üzerine Hepsi Birden Söz Verdiler. Râhip; "dinleyin, Şimdi Cevap Veriyorum. Cennet'in Anahtarı Ve Kapılarının Üzerinde Yazılı Olan İbâre; Lâ İlâhe İllallah Muhammedün Resûlullahdır." Deyip Müslüman Oldu. Diğer Râhipler De Hep Bir Ağızdan Kelime-i Şehâdeti Getirip Müslüman Oldular. Bâyezîd-i Bistâmî De Onların Yanında Bir Süre Kalıp İslâmiyeti Öğretti. Böylece Onun Buraya Gitmesinin Hikmeti Anlaşıldı.
bâyezîd-i Bistâmî'ye Bir Kimse Gelip: "efendim, Ben Taberistan'da İdim. Bir Zâtın Cenâze Namazını Kılıyorduk. Siz De Orada İdiniz, Cenâze Namazından Sonra Hızır Aleyhisselâmın Elinden Tuttunuz. Sonra Sizin Havada Uçtuğunuzu Gördüm." Dedi. Sultân-ül-ârifîn Ona; "doğru Söylüyorsun." Buyurdu.
bâyezîd-i Bistâmî'ye Bir Gün Bir Kimse Gelip; "efendim! Ben Otuz Senedir, Gündüzleri Oruç Tutup, Geceleri Namaz Kılıyorum. Ama, Kendimde Hiç Bir İlerleme Göremiyorum. Halbuki Îtikâdım Da Düzgündür." Dedi. Sultân-ül-ârifîn; "sen Bu Hâlde Üç Yüz Sene Daha Devâm Etsen Bir Şeye Kavuşamazsın. Çünkü Nefs Engelin Var." Buyurdu. O Kimse; "efendim! Bunun Bir Çâresi Yok Mu?" Diye Sordu. Bâyezîd-i Bistâmî: "var Ama Sen Kabûl Etmezsin." Buyurdu. O Kimse ısrâr Edip; "aman Efendim, Lütfen Bildiriniz Ve Beni Talebeliğe Kabûl Ediniz. Ne Emrederseniz Yaparım." Dedi. Sultân-ül-ârifîn Buyurdu Ki:
"öyle İse Şimdi Evine Git. Bu Kıymetli Elbiseleri Çıkarıp, Âdî Ve Eski Bir Elbise Giy. Boynuna Bir Torba Asıp İçine Ceviz Doldur. Seni En İyi Tanıyanların Bulundukları Sokağa Git. Çocukları Başına Topla, (bana Bir Tokat Vurana Bir Ceviz, İki Tokat Vurana İki Ceviz Veriyorum) De." O Kimse Bunları Duyunca; "sübhânallah, Lâ İlâhe İllallah. Ben Bunları Yapamayacağım. Bana Başka Bir Şey Emretseniz." Dedi. Bâyezîd-i Bistâmî; "senin İlâcın Ancak Budur Ve Biz De Baştan; "sen Bunları Kabûl Etmezsin!" Diye Söylemiştik. Yolumuzun Esâsı Nefsi Terbiye Etmektir." Buyurdu.
bâyezîd-i Bistâmî'nin Mecûsî Olan Bir Komşusu Ve Süt Emme Çağında Bir De Çocuğu Vardı. Bu Mecûsî Sefere Çıktı. Evlerini Aydınlatacak Bir Şeyi Bulunmadığı İçin Çocuk Ağlıyordu. Sultân-ül-ârifîn Her Gün Bir Çıra Alıp, Komşusunun Evine Götürdü. Mecûsî Seferden Dönünce Durumu Haber Alıp, Kendisinde Değişiklikler Hissetti. Bâyezîd'e Karşı Kalbinde Bir Sevgi Hâsıl Olduğu Halde; "o Zâtın Aydınlığı Varken Bizim Karanlıkta Bulunmamız Hiç Uygun Değildir." Dedi Ve Hemen Bâyezîd-i Bistâmî'nin Huzûruna Gidip Müslüman Oldu.
bir Gün Sohbetinde Bulunanlara; "kalkınız, Allahü Teâlânın Velî Kullarından Birini Karşılamaya Çıkalım." Buyurup, Kalktılar. Yola Çıktıklarında, İbrâhim Bin Şeybe-i Hirevî İle Karşılaştılar. Hazret-i Bâyezîd Ona; "hatırıma, Seni Karşılamak Ve Allah Katında Sana Şefâat Etmek Geldi." Buyurdu. O Da, "efendim Siz Bütün Mahlûkâta Şefâat Etseniz Yine Fazla Sayılmaz." Dedi.
bâyezîd-i Bistâmî Bir Gün Talebeleriyle Giderken Delilerin Bulunduğu Bir Tımarhânenin Önünden Geçiyorlardı. Talebelerinden Birisi, Orada Delilerin Tedâvileri İçin Bir Şeyler Yapmaya Çalışan Baştabibe Yaklaşıp; "günah Hastalığı İle Hasta Olanlar İçin Bir İlâcınız Var Mıdır?" Diye Sordu. Baştabib Cevap Veremeyip Susunca, Ayağı Zincirle Bağlı Delilerden Biri, Bâyezîd'in Teveccühü İle Şöyle Dedi: "o Derdin İlâcı Şöyledir: Tövbe Kökünü İstigfâr Yaprağıyla Karıştırıp, Kalp Havanına Koyarak, Tevhîd Tokmağıyla İyice Dövmeli. Sonra İnsaf Eleğinden Eleyip, Gözyaşıyle Hamur Etmeli. Daha Sonra Aşkullah Ateşinde Pişirip, Muhabbet-i Muhammediyye Balından Katarak, Gece Gündüz Kanâat Kaşığıyla Yemelidir."
bâyezîd-i Bistâmî Bir Gün Yolda Giderken Yanından Geçen Bir Köpeği Gördü. Köpeğe Değip Necâset Bulaşmasın Diye Eteklerini Topladı. O Anda Köpek Dile Gelip, Şöyle Dedi:"benden Sana Bulaşacak Kir, Üç Defâ Yıkamakla Temiz Olur. Ama Senin Nefsindeki Kibir Kiri Yedi Deryâda Yıkansa Temiz Olmaz." Bunun Üzerine Bâyezîd-i Bistâmî, Köpeğe; "senin Dışın Pis, Benim İse İçim. Gel Berâber Olalım Da Belki Birbirimize Faydamız Olur." Dedi. Köpek De; "sen Benimle Yoldaş Ve Arkadaş Olamazsın. Zîrâ Halk Beni Horlar, Sana Tâzim Eder. Beni Gören Taşlar, Seni Gören İse İltifâta Başlar Ve "ârifler Sultanına Selâm Olsun!" Der. Benim Yarına Yiyecek Bir Kemiğim Bile Yok, Ama Senin Bir Ambar Buğdayın Var." Cevâbını Verdi. Bâyezîd-i Bistâmî Bu Cevaptan Kederlendi, Bir Köpeğin Yol Arkadaşı Olmaya Bile Lâyık Değilim, Diye Üzüldü.
ebû Türâb Nahşebî'nin Bir Talebesi Vardı. Allahü Teâlâya Olan Muhabbetinin Çokluğundan, Hergün Yüzlerce Defa Kendinden Geçip Bayılırdı. Bir Gün Hocası, Kendisine; "sen Bâyezîd-i Görsen Daha Çok Derecelere Kavuşurdun." Dedi Ve O Talebe İle Beraber Bâyezîd'in Yanına Geldiler. Bâyezîd-i Bistâmî İle O Talebe Göz Göze Geldikleri Anda Talebe Düşüp Vefât Etti. Bunun Üzerine Ebû Turâb Nahşebî Dedi Ki: "yâ Bâyezîd, Bu Talebe Öyle İdi Ki, Allahü Teâlânın Aşkı İle Kendisinde Bâzı Hâller Olur, Kendisinden Geçerdi. Fakat Sizi Bir Defâ Görmekle Düşüp Can Verdi. Bu Nasıl Oluyor?" Bâyezîd Buyurdu Ki: "o Kişinin Hâli Doğru İdi. Önceden, Onun Müşâhedesi, Kalp Gözü İle Görmez Kendi Makâmı Kadar İdi. Beni Gördüğü Anda, Müşâhedesi Benim Makâmım Kadar Oldu. Lâkin O Kimse Buna Tâkat Getiremeyip, Can Verdi."
bir Gece, Bâzı Kimseler Hazret-i Bâyezîd'in Nasıl İbâdet Yaptığını, Neler Söylediğini İşitmek İçin Penceresinin Altında Dinlemeye Başladılar. Seher Vakti Olduğunda Bütün Kalbiyle "allah" Dedi. Sonra Düşüp Bayıldı. Bayılmasının Sebebi Sorulduğunda; "sen Kim Oluyorsun? Senin Haddine Mi Düştü Ki İsmimi Ağzına Alıyorsun? Şeklinde Bir Nidâ Gelir Diye Çok Korktum Da Onun İçin Bayılmışım." Buyurdu.
bâyezîd-i Bistâmî Namaz Kılmak İçin Mescide Gelince Kapıda Bir Mikdâr Durur Ve Ağlardı. Sebebini Soranlara; "câmiyi, Vücûdumla Kirletmekten Korkuyorum. Tövbe Edip Allahü Teâlâya Yalvarıyorum, Ondan Sonra Giriyorum." Dedi.
bâyezîd-i Bistâmî'ye; "nefsine Verdiğin En Hafif Cezâ Nedir?" Diye Sordular. Cevâbında; "bir Defâsında Nefsim, Bir İtâatsizlikte Bulundu. Buna Cezâ Olarak Bir Yıl Boyunca Hiç Su İçmedim." Buyurdu.
bir Gün Bâzı Kimseler, Bâyezîd'in Huzûruna Gelip, Yağmur Yağması İçin Duâ Etmesini Taleb Etmişlerdi. Bâyezîd Mübârek Başını Eğip, Bir Mikdar Duâ Ettikten Sonra; "gidiniz, Damlarınızın Oluklarını Kontrol Ediniz." Buyurdu. Ondan Sonra 24 Saat Durmadan Yağmur Yağdı.
bir Defâsında Bâyezîd Hazretlerinin Kalbine Şöyle İlhâm Olundu: "ey Bâyezîd! Hazînelerim, Başkaları Tarafından Yapılan İbâdetlerle Ve Güzel Hizmetlerle Doludur. Sen Bize Öyle Bir Şeyle Gel Ki, O Bizde Olmasın." Bâyezîd; "yâ Rabbî! Hazînende Bulunmayan Şey Nedir?" Dedi. Kalbime İlhâm Olundu Ki: "âcizlik, Zavallılık, Çâresizlik, Zillet Ve İhtiyaç."
bâyezîd-i Bistâmî Bir Defâsında Şöyle Anlattı: Bizim Rûhumuzu, Semâlara Götürdüler. Cennet'i, Cehennem'i Gösterdiler. Hiçbir Şeye Bakmadım. Hep Allahü Teâlâyı Düşünüyordum. Nice Makâmlardan Geçirdiler. Nihâyet Ezeliyyet Ağacını Gördüm. Sonra; "yâ Rabbî! Sana Gelebilmem İçin Beni Benliğimden Kurtar." Diye Yalvardım. Bana Bildirildi Ki:"ey Bâyezîd! Benliğinden Kurtulup Bana Yaklaşman, Sevgili Peygamberime Tâbi Olmana Bağlıdır. O'nun Ayağının Tozunu, Gözüne Sürme Yap. O'nun Bildirdiği Hükümlere Uymaya Devâm Et. (tasavvuf Ehli Arasında Bu Menkıbeye Bâyezîd'in Mîrâcı Denir.)
"bulunduğunuz Şu Derecelere Nasıl Kavuştunuz?" Diye Kendisine Sordular. Cevâbında Buyurdu Ki: "her Yerde Allahü Teâlânın Gördüğünü Ve Bildiğini Düşünüp, Edebe Riâyet Etmekle." Buyurdu.
bir Gün Hazret-i Bâyezîd'e; "peygamberler Hakkında Ne Buyurursunuz?" Diye Sordular. Cevâbında Buyurdu Ki: "biz Onlar Hakkında Bir Şey Söyleyemeyiz Ve Onları Anlayamayız. Hallerini Anlamaktan Âciziz. Onlar, Bizim Anlıyabildiğimizden Çok Daha Yüksekdirler. Diğer İnsanlar, Büyük Velîleri Ne Kadar Anlıyabilirse, Velîler De Peygamberleri Ancak O Kadar Tanıyabilirler."
bâyezîd-i Bistâmî, Yanında Bulunanlara; "allahü Teâlâ, Kendilerinden Râzı Olduğu Kimseleri Cennet'ine Koyuyor Değil Mi?" Diye Sordu. Onlar; "evet Efendim, Öyledir." Diye Cevap Verdiler. Bunun Üzerine; "bir Kimse, Allahü Teâlânın Rızâsına Kavuştuktan Sonra, Bir Anlık Duyduğu Zevk Ve Saâdet, Cennet'teki Bin Köşkten Daha Fazladır." Buyurdular.
bâyezîd-i Bistâmî Bir Defâsında Bir İmâmın Arkasında Namaz Kıldı. Namazdan Sonra, O İmâm, Bâyezîd'e; "siz Bir Yerde Çalışıp Para Kazanmıyorsunuz. Başkalarından Da Bir Şey İstemiyorsunuz. O Halde Siz, Nafakanızı Nereden Temin Ediyorsunuz?" Dedi. Hazret-i Bâyezîd Bunu Duyunca; "ben Hemen Namazımı İâde Edeyim. Zîrâ Rızıkları Kimin Verdiğini Bilmeyen Birinin Arkasında Namaz Kılmışım, Bu İse Câiz Değildir." Buyurdu.
bâyezîd-i Bistâmî Bir Gün, Talebeleri İle Birlikte, Gâyet Dar Bir Sokaktan Geçiyorlardı. Hazret-i Bâyezîd, Karşıdan Bir Köpeğin Gelmekte Olduğunu Gördü Ve Geri Çekilip Köpeğe Yol Verdi. Talebelerinden Birinin Hatırına Şöyle Geldi: "insanoğlu Hayvanlardan Şereflidir. Hem Bizim Üstâdımız, Sultân-ül-ârifîndir. Hem De Etrâfındakiler Onun, Her Biri Çok Kıymetli Sâdık Talebeleridir. Bütün Bunlara Rağmen, Üstâdımız Bu Köpeğe Yol Vermesinin Hikmeti Acabâ Nedir?" Bunun Üzerine Bâyezîd Buyurdu Ki: "şu Köpek, Hâl Lisânı İle Bana Dedi Ki; "sana Sultân-ül Ârifîn Olmak Hil'atini Ve Bana Da Köpeklik Postunu Giydirdiler. Bunun Tersi De Olabilirdi." Bunun Üzerine Ben Ona Yol Verdim."
bir Gece ıssız Bir Su Kenarında Hırkasını Üzerine Örtüp Uyumuştu. İhtilâm Oldu. Hemen Kalkıp Gusletmek İstedi. Hava Çok Soğuk Olduğu İçin, Nefsi Güneş Doğduktan, Hava ısındıktan Sonra Gusletmesini İstiyerek Gevşek Davrandı. Nefsinin Ona Yaptığını Görünce Hemen Kalkıp, Buzu Kırdı Ve Nefsine Cezâ Olarak, Hırka İle Berâber Gusletti. Gusülden Sonra Da, Hırkasını Çıkarmadı. Hırka Buz Bağlamıştı. Sonra; "ey Nefsim! Tenbelliğinin Cezâsı İşte Budur." Dedi.
bâyezîd-i Bistâmî, Buyurdu Ki: "on İki Sene Nefsimin ıslahı İçin Çalıştım. Nefsimi Riyâzet, Nefsin Arzularını Yapmamak Körüğünde, Mücâhede, Nefsin İstemediği Şeyleri Yapmak Ateşiyle Kızdırdım. Nefsi, Yerme, Kötüleme Örsünde, Kınama, Ayıplama Çekici İle Dövdüm. Böyle Uğraşa Uğraşa Kendi Benliğimden Bir Ayna Yapıp Beş Sene Kendimin Aynası Oldum. Yapabildiğim İbâdet Ve Tâatlarla Bu Aynayı Cilâlayıp Parlattım. Bir Sene İbret Nazarı İle Bu Aynaya Baktım. Netîcede Bu Aynada Gördüm Ki, Belimde, Gurur, Riyâ, İbâdete Güvenip Amelini Beğenmek Gibi Kalp Hastalıklarından Meydana Gelen Bir Zünnâr Bulunuyor. Bu Zünnârı Kesip Atabilmek İçin Beş Sene Daha Uğraştım. Yeniden Hakîki Müslüman Oldum.
ömrüm Boyunca, Allahü Teâlâya Lâyıkıyla İbâdet Edebilmeyi, Namazımı Lâyıkıyla Kılabilmeyi Arzu Ettim. Bu Arzu İle, Belki Güzel Namaz Kılarım Diye Sabaha Kadar Namaz Kıldım. Fakat Kıldığım Bütün Namazları O'na Lâyık Olarak Bulmuyordum. Nihâyet, Allahü Teâlâya Şöyle Yalvardım: "yâ Rabbî! Sana Lâyık Şekilde Tam Ve Kusursuz Olarak Hiç Namaz Kılamadım. Kıldığım Bütün Namazlar Hep Bâyezîd'e Yakışır Şekilde Oldu. Beni Ve İbâdetlerimi Kusurlarımla Birlikte Kabûl Eyle."
bir Zaman; "artık Ben, Zamânın En Büyük Evliyâsıyım." Düşüncesi Kalbime Geldi. Hemen Buna Pişman Olup Gönlüm Hüzünle Doldu. Şaşkınlık İçerisinde Horasan Yolunu Tuttum. Bir Müddet Gittikten Sonra; "allahü Teâlâ Beni, Kendime Getirecek Birini Bana Gönderinceye Kadar Buradan Ayrılmayacağım." Diye Niyet Ettim Ve Orada Üç Gün Bekledim. Dördüncü Gün Dişi Bir Devenin Üzerinde Bir Gözü Görmeyen Biri Geldi. "nereden Geliyorsun?" Dedim. "sen Niyet Ettiğin Zaman Üç Bin Fersah Uzakta İdim. Oradan Geliyorum. Kalbini Koru. "zamânın En Büyüğü Benim." Gibi Düşünceleri Hatırına Getirme!" Dedi Ve Kayboldu.
uzun Seneler Nefsimi Terbiye Etmekle Uğraşıp Çile Çektikten Sonra, Bir Gece, Allahü Teâlâya Yalvardım. "şu Testi Ve Aba Sende Oldukça, Sana Ruhsat Yoktur." Diye İlhâm Olundu. Bunun Üzerine Yanımda Bulunan Testi Ve Abayı Terk Ettim. Bundan Sonra Bana; "ey Bâyezîd, Nefsin Hevâ Ve Hevesi İçin Tuzaktaki Tâne Misâli Olan Dünyâ Mallarına Gönül Bağlayıp, Sonra Da Allahü Teâlâya Kavuşmak İçin Yol İstiyen Kimselere; "bâyezîd, Nefsin İstediklerini Yapmayıp, İstemediklerini Yapmak Sûretiyle Kırk Yıl Uğraştığı Hâlde, Yanında Bulunan Kırık Bir Testiyi Ve Eski Bir Abayı Terk Etmedikçe İzin Alamadı. Siz, Bu Hâlinizle Size İzin Verileceğini Mi Zannediyorsunuz.aslâ İzin Alamazsınız." Diye Bildirildi.
bâyezîd-i Bistâmî Vefât Ederken, Kendisini Sevenlerden Ebû Mûsa İsmindeki Zât Yanında Bulunamamıştı. Fakat O Gece Rüyâda; "arşı, Başı Üzerine Alıp Taşıyordu". Bu Rüyâya Çok Hayret Edip, Hikmetini Anlıyamadı Ve Bunu Bâyezîd-i Bistâmî'ye Sormak İçin Yola Düştü. Yolda, Bâyezîd-i Bistâmî'nin Vefât Ettiğini Haber Aldı. Bistâm'a Geldiğinde Cenâze Merâsimi İçin, Hesabı Mümkün Olmayan Fevkalâde Bir Kalabalık Gördü. Tabutunu Taşımakla Şereflenmek İçin Yanaşmaya Çalıştı. Fakat Yanaşıp Da Tabutu Taşımak Mümkün Olmuyordu. Diyor Ki, "gördüğüm Rüyâyı Unutmuş Vaziyette, Hazret-i Bâyezîd'in Tabutunu Taşımakla Şereflenmek İstiyordum. Bu Mümkün Olmayınca Tabutu Taşıyanlar Arasından Meşakkatle, Sıkıntı İle Geçip Tabutun Altına Girdim Ve Başımı Tabuta Dayayıp Öylece Gidiyordum. Birden Tabutun İçinden Bana Şöyle Hitâb Ettiğini Duydum: "ey Ebû Mûsâ! İşte Şu Bulunduğun Hal Akşamki Gördüğün Rüyânın Tâbiridir."
bâyezîd-i Bistâmî Devamlı; "allah!.. Allah!.." Derdi. Vefâtı Ânında Da Yine; "allah!.. Allah!.." Diyordu. Bir Ara Şöyle Duâ Etti: "yâ Rabbî! Senin İçin Yaptığım Bütün İbâdet, Tâat Ve Zikirleri Hep Gaflet İle Yaptım. Şimdi Can Veriyorum. Gaflet Hâli Devâm Ediyor. Allah'ım! Bana Huzûr Ve Zikir Hâlini İhsân Eyle." Bundan Sonra, Zikir Ve Huzûr Hâli İçinde Rûhunu Teslim Etti. Vefâtı 875 (h.261) Senesinde Mayıs Ayına Rastlar. Kabri, Bistâm Şehrindedir.
sultân-ül-ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî Vefât Ettikten Sonra, Büyüklerden Biri Kendisini Rüyâda Görüp; "allahü Teâlâ Sana Ne Muâmele Eyledi." Diye Sordu. Buyurdu Ki: "beni Toprağa Koydukları Zaman Bir Ses Duydum Ki; "ey Bâyezîd! Bizim İçin Ne Getirdin?" Diyordu. "yâ Rabbî! Sana Lâyık Hiç Bir İyi Amel Yapamadım. Huzûruna Lâyık Hiçbir Şey Getiremedim, Ama Şirk De Getirmedim." Dedim.
hazret-i Bâyezîd, Vefât Ettikten Sonra, Büyük Zâtlardan Birisi Kendisini Rüyâda Görüp Sordu. "münker Ve Nekir Sana Nasıl Muâmele Eyledi?" Cevâbında; "o İki Mübârek Melek Gelip; "rabbin Kimdir?" Diye Sorunca, Onlara Dedim Ki: "bunu Sormakla Sizin Maksadınız Hâsıl Olmaz. Siz Bana O'nu Soracağınıza, Beni O'na Sorun. Eğer O, Beni, Kulu Olarak Kabûl Ederse Ne Âlâ. Mâzallah O, Beni Kulu Olarak Kabûl Etmezse, Ben, Yüz Defâ; "o, Benim Rabbimdir." Desem Ne Faydası Olur?" Buyurdu.
bâyezîd-i Bistâmî Vefât Ettikten Sonra, Onun Sâdık Talebelerinden Olan Bir Hanımefendi Şöyle Anlattı: Kâbe-i Muazzamayı Tavâf Etikten Sonra Bir Saat Kadar Tefekkür Ettim. Bu Sırada Uykum Geldi Ve Birazcık Uyudum. Rüyâmda Beni Göğe Çıkardılar. Allahü Teâlânın İzni Ve Lütfu İle, Arş-ı Âlânın Altını Gördüm. Çok Güzel Kokusu Vardı. Nurdan Yazılmış Bir Yazı Gördüm -bayezîd Veliyyullah- Yazılı İdi Ve Yazının Eni Ve Boyu Da Görünmüyordu.
velîler Tâifesinin Efendisi Cüneyd-i Bağdâdî Buyuruyor Ki: "velîler Arasında Bâyezîd-i Bistâmî'nin Yeri, Melekler Arasında Cebrâil'in Yeri Gibidir."
bâyezîd-i Bistâmî Hazretlerinin Tasavvufta Derecesi Çok Yüksek İdi. Tasavvuf İlminde Sekr, İlâhî Aşk İle Kendinden Geçme Hâli Denilen Bir Hâlin Kendisini Kapladığı Bir An, İçinde Bulunduğu Durumu, Müşâhede Ettikleri Şeyleri Anlatmak İçin "sübhânî" Demiştir. Bu Sözü Bâzı Kimseler Anlayamamış, Bâyezîd Hazretlerinin Şânına Uygun Olmayan Sözler Sarfetmişlerdir. Halbuki Bu Sözü Büyük Âlim İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, Birinci Cild 43'üncü Mektubunda Şöyle Açıklamaktadır: "hallâc-ı Mensûr'un "enelhak" Ve Bâyezîd-i Bistâmî'nin "sübhânî" Sözünü Tevhîd-i Şühûdî Bilmemiz Lâzımdır. Bu Sûretle Dîne Uygun Olurlar. Bu Büyükler O Hâl İçinde, Allahü Teâlâdan Başka, Hiçbir Şey Göremeyince, Bu Sözleri Söylemiş, Allahü Teâlâdan Başka Bir Şey Yoktur Demek İstemişlerdir. "sübhânî" Sözü, Hak Teâlâyı Tenzihtir. Kendini Tenzih Değildir. Çünkü Kendi Varlığını Bilmemektedir. Birşeye Hüküm Veremez."
talebelerine Sık Sık Şöyle Nasîhat Ederdi: "müslüman Kardeşinize Saygılı Olmanızdan Daha Kolay Ne Vardır? Onlara Hürmet Etmek, Haklarını Korumak Ne Güzel Haslettir! Müslüman Kardeşlerimize Kin Beslemek, Onlara Karşı Saygısız Olmak Ne Zararlı Şeydir! Bu Yol Hiç Kimseye Fazîlet Kapısını Açmamış, Hiç Kimseyi Başarıya Ulaştırmamıştır..."
bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri Buyuruyor Ki:
"dilini, Allahü Teâlânın İsmini Anmaktan Başka İşlerle Uğraşmaktan Ve Başka Şeyler Konuşmaktan Koru. Nefsini Hesâba Çek. İlme Yapış Ve Edebi Muhâfaza Et. Hak Ve Hukûka Riâyet Et. İbâdetten Ayrılma. Güzel Ahlâklı, Merhamet Sâhibi Ve Yumuşak Ol. Allahü Teâlâyı Unutturacak Her Şeyden Uzak Dur Ve Onlara Kapılma.
"otuz Sene Mücâhede Eyledim, Nefsimin İstediklerini Yapmadım. İlimden Ve İlme Uymakdan Daha Zor Bir Şey Bulamadım."
"gözlerini Harama Bakmaktan Ve Başkalarının Ayıplarını Görmekten Koru."
"bir Gece Karanlığında Odamda Otururken Ayaklarımı Uzatmıştım. Hemen Bir Ses Duydum. Sultanla Oturan Edebini Gözetmelidir Diyordu. Hemen Toparlandım."
"allahü Teâlânın Kendileri Sebebiyle Nefsimi Cezâlandırdığı Bütün Şeyler Üzerinde Düşündüm. Onların En Şiddetlisi Olarak Gafleti Buldum. Allahü Teâlâdan Bir An Gâfil Olmak (bir An O'nu Unutmak) Cehennem Ateşinden Daha Şiddetlidir."
"ey Allah'ım! Ey Kusurlardan Uzak Olan Sonsuz Kudret Sâhibi Rabbim. Sen Ne Dilersen Yaparsın. Benim Vücûdumu Öyle Büyült, Öyle Büyült Ki, Cehennem'i Ağzına Kadar Doldursun. Böylece Başka Kullarına Yer Kalmasın. Onların Yerine Ben Yanayım." Hazret-i Ebû Bekir De Böyle Duâ Ederlerdi.
"siz Havada Uçan Birisini Gördüğünüz Zaman Hemen O Kimsenin Fazîletli, Kerâmet Sâhibi Birisi Olduğuna Hüküm Vermeyin. Hatâ Edebilirsiniz. O Kimsenin Hakîkaten Fazîlet Ve Kerâmet Sâhibi Olduğunu Anlamak İçin, İslâmiyetin Emirlerine Uymaktaki Hassasiyetine, Peygamber Efendimizin Ahlâkı İle Ahlâklanması Ve Sünnet-i Seniyyeye Uymasına, Hakîkî İslâm Âlimlerine Olan Muhabbet Ve Bağ-
lılığına Bakın. Bunlar Tam İse, O Kimse Fazîlet Ve Kerâmet Sâhibidir. Bunlara Uymakta En Ufak Bir Gevşeklik Ve Zayıflık Bulunursa, O Kimse İçin Fazîlet Ve Kerâmet Sâhibidir, Demek Mümkün Olmaz."
"yâ Rabbî! Sana Kavuşmak Nasıl Mümkün Olur?" Diye Duâ Ettim. Bir Nidâ Geldi, "nefsini Üç Talakla Boşa" Diyordu."
"bu Kadar Zahmet Ve Meşakkatlere, Sıkıntılara Katlanarak Aradığımı, Annemin Rızâsını Almakta Buldum. Çok Basit Gibi Gelen Anne Rızâsını Almanın, Bütün İşlerin Evvelinde Lâzım Olduğunu Anladım."
"günahlara Bir Defâ, Tâatlere İse Bin Defâ Tövbe Etmek Lâzımdır. Yâni Yaptığı İbâdet Ve Tâatlere Bakıp Kendini Beğenmek, O İbâdeti Hiç Yapmamak Günahından Bin Kat Daha Fenâdır."
"insana Zararı En Şiddetli Olan Şeyin Ne Olduğunu Bilmek İstedim. Bunun, Gaflet Olduğunu Anladım. Gafletin İnsana Yaptığı Zararı, Cehennem Ateşi Yapmaz. Yâ Rabbî! Bizleri Gaflet Uykusundan Uyandır. Lütuf Ve Keremin İle Bu Duâyı Kabûl Eyle."
"bütün Âlemin Yerine Beni Cehennem'de Yaksalar Ve Ben De Sabretsem, Allahü Teâlâya Muhabbeti Dâvâ Edinmiş Birisi Olarak Yine Bir Şey Yapmış Olmam. Allahü Teâlâ Da Benim Ve Bütün Âlemin Günahını Affetse, Rahmetinden Ve İhsânından Bir Şey Eksilmiş Olmaz."
"bir Kimsenin, Allahü Teâlâya Olan Muhabbetinin Hakîkî Olup Olmadığının Alâmeti; Kendisinde Deniz Misâli Cömertlik, Güneş Misâli Şefkat Ve Toprak Misâli Tevâzu Gibi Üç Hasletin Bulunmasıdır."
"allahü Teâlânın Nîmetleri, Her An Herkese Gelmektedir. O Halde Her Zaman O'na Şükretmek Lâzımdır."
"bizim Sözlerimiz Kitap Ve Sünnettendir. Bu İki Kaynaktan Gücünü Ve Mânâsını Almayan Bir Sözde Değer Yoktur."
"ârifin Alâmeti Nedir?" Diye Sorulduğunda; "allahü Teâlâyı Anmakta Gevşeklik Göstermemektir." Buyurdu.
kerâmet Ve Menkîbeleri
ayakkabının çamuru
bâyezîd-i Bistâmî Yağmurlu Bir Havada Cumâ Namazına Gitmek İçin Evinden Çıktı. Sağnak Hâlde Yağan Yağmur, Yolu Çamur Hâline Getirmişti. Yağmur Bitinceye Kadar Bir Evin İhâta Duvarına Dayandı. Çamurlu Ayakkabılarını Duvarın Taşlarına Sürerek Temizledi. Yağmur Yavaşlayınca Câmiye Doğru Yürüdü. Bu Sırada Aklına Bir Mecûsînin Duvarını Kirlettiği Geldi Ve Üzülerek; "onunla Helâlleşmeden Nasıl Cumâ Namazı Kılabilirsin? Başkasının Duvarını Kirletmiş Olarak Nasıl Allahü Teâlânın Huzûrunda Durursun?" Diye Düşündü Ve Geri Dönüp O Mecûsînin Kapısını Çaldı. Kapıyı Açan Mecûsî; "buyrun Bir Arzunuz Mu Var?" Diye Sorunca; "sizden Özür Dilemeye Geldim." Dedi. Mecûsî Hayretle; "ne Özrü?" Diye Sordu. O Da; "biraz Önce Duvarınızı Elimde Olmadan Çamurlu Ayakkabılarımı Temizlemek Maksadıyla Kirlettim. Bu Doğru Bir Hareket Değil. Yağmurun Şiddeti Bu İnceliği Unutturdu." Deyince, Mecûsî Hayretle; "peki Ama Ne Zararı Var? Zâten Duvarlarımız Çamur İçinde. Sizin Ayağınızdan Oraya Sürülen Çamur Bir Çirkinlik Veya Kabalık Meydana Getirmez." Dedi. Bâyezîd-i Bistâmî; "doğru Ama, Bu Bir Haktır Ve Sâhibinin Rızâsını Almak Lâzımdır." Dedi. Mecûsî; "size Bu İnceliği Ve İnsan Haklarına Bu Derece Saygılı Olmayı Dîniniz Mi Öğretti?" Diye Sorunca; "evet Dînimiz Ve Bu Dînin Peygamberi Olan Muhammed Aleyhisselâm Öğretti." Dedi. Mecûsî; "o Hâlde Biz Niçin Bu Dîne Girmiyoruz?" Diyerek Kelime-i Şehâdet Getirip Müslüman Oldu.
kurtların Vazîfesi
bir Gün Yûsuf-i Bahirânî İsminde Bir Zât Kendi Kendine; "bâyezîd-i Bistâmî'nin Yanına Gideyim. Eğer, Açıktan Bir Kerâmet Gösterirse Velî Olduğunu Kabûl Edeyim. Böylece Onu İmtihân Etmiş Olayım." Diye Düşündü. Bu Düşünce İle, Bâyezîd-i Bistâmî'nin Bulunduğu Yere Geldi. Bâyezîd-i Bistâmî Onu Görünce Buyurdu Ki; "biz Kerâmetlerimizi, Talebelerimizden Ebû Saîd Râî'ye Havâle Ettik. Sen Ona Git." Bu Kimse Gidip, Ebû Saîd Râî'yi Sahrada Buldu. Kendisi Namaz Kılıyor, Koyunlarına Da, Kurtlar Bekçilik Ediyordu. Namaz Bitince, Gelen Kimse Kendisinden Tâze Üzüm İstedi. Oralarda Üzüm Bulunmazdı Ve Zamânı Da Değildi. Ebû Saîd Râî, Asâsını İkiye Bölüp, Bir Parçasını Gelen Kimsenin Tarafına, Diğer Kısmını Da Kendi Tarafına Dikti. Allahü Teâlânın İzni İle, Hemen O Parçalar Asma Oldu Ve Tâze Üzüm Verdi. Fakat, Ebû Saîd Tarafında Bulunan Üzümler Beyaz, Gelen Kimsenin Tarafında Bulunan Üzümler Siyah İdi. O Kimse, Üzümlerin Renklerinin Farklı Olmasının Sebebini Sordu. Ebû Saîd Râî; "ben, Allahü Teâlâdan, Yakîn Yolu İle İstedim. Sen İse İmtihan Yolu İle İstedin. Dolayısıyle, Renkleri De Niyetlerimize Uygun Olarak Meydana Geldi." Buyurdu Ve O Kimseye Bir Kilim Hediye Edip, Kaybetmemesini Tenbih Etti. O Kimse Kilimi Alıp, Hacca Gitti. Fakat, Kilimi, Arafat'da Kaybetti. Çok Aradı İse De Bulamadı. Hac Dönüşünde, Bistâm'a, Bâyezîd Hazretlerinin Yanına Uğradı. Baktı Ki Kaybettiği Kilim, Bâyezîd-i Bistâmî'nin Önünde Duruyor. Bu Hâdiselere Şâhid Olduktan Sonra, Böyle Yüce Bir Zâttan, Kerâmet İstediğine Çok Pişmân Oldu. Tövbe Ve İstigfâr Edip, Bâyezîd-i Bistâmî'nin Talebeleri Arasına Katıldı.
on Şey
bâyezîd-i Bistâmî Buyurdu Ki: "şu On Şey Beden Üzerine Farzdır:
1) Farzları Noksansız Yerine Getirmek, 2) Haram Kılınan Şeylerden Kaçınmak, 3) Allah İçin Mütevâzî Olmak, 4) Müslüman Kardeşlerine Eziyet Etmekten Sakınmak, 5) İyi Ve Kötü Herkes İçin Hayır İsteyen Olmak, 6) Allahü Teâlânın Mağfiretini Arzulamak, 7) Her İşte Ve Her Hâlükârda Allah Rızâsını Gözetmek, 8) Öfkeyi, Gurur Ve Taşkınlığı, Zulüm Ve Haksızlığı, Üzücü Ölçüde Mücâdeleyi Terketmek, 9) Kendi Kendine Nasîhatçı Olmak, Nefsi Terbiyeye Çalışmak, 10) Ölüme Bilerek Hazırlanmak."
şu On Şey Bedeni Korur:
1) Gözleri Haramdan Ve Lüzumsuz Şeylerden Korumak, 2) Dili Zikre Alıştırmak Ve Bunu Îtiyâd Hâline Getirmek, 3) Nefis Muhâsebesi Yapmak, Günlük Hayâtı Bu Ölçü İçinde Sürdürmek, 4) İlim Öğrenmek Ve Öğrenilen İlmi Faydalı Olacak Şekilde Kullanmak, 5) Edeb Ve Terbiyeyi Her Yerde Ve Herkese Karşı Muhâfaza Etmek, 6) Bedeni, Dünyânın Faydasız İşlerinden Kurtarıp, Dünyâ Ve Âhiret İçin Faydalı İşlerde Kullanmak, 7) İnsanlarla Haşır-neşir Olmamak, Kalbi Geliştirmek, Düşünceyi Berraklaştırmak, Zekâyı İşletmek İçin Uzlete Çekilmek, 8) Nefis İle Kıyasıya Mücâdele Etmek, 9) Çokça İbâdet Etmek, 10) Peygamber Efendimizin Sünnetine Uymak.
şu On Şey Bedenin Şerefidir:
1) Tevâzu İçinde Yumuşak Huyluluk, 2) Hayâ Ve Edep, 3) İlim, 4) Haram Ve Şüpheli Şeylerden Kaçınmak, Gönül Rahatlığı İçerisinde İbâdetleri Hatâsız Yapmaya Çalışmak, Dünyâ Şatafatına Değer Vermemek, 5) Her İşte, Atılan Her Adımda Allahü Teâlâdan Korkmak, 6) Güzel Ahlâk, 7) Başa Gelen Belâ Ve Musîbetleri Yüklenmek, Sabrı Dayanak Yapmak, 8) Halk İle İyi Geçinme Yollarını, İdâre Etmek Çârelerini Bilip Yürütmek, 9) Öfkeye Mâni Olmak, 10) Dilenmeyi Terketmek.
şu On Şey İnsanın Maddî Ve Mânevî Yapısını Tahrib Eder:
1) Dînine Önem Vermeyen Kimseyle Arkadaşlık Etmek, 2) Hayırlı Ve Yararlı Kişilerden Ayrılmak, Onlarla Dostluk Kurmamak, 3) Nefsin İsteklerine Boyun Eğip Onun Peşine Takılmak, 4) İslâmiyetten Uzaklaşmak, 5) Dinden Olmayan Şeyleri Din Adına Uydurup Dîne Sokan Kimselerle Oturup Kalkmak, 6) Dünyâ Ve Âhiret İçin Yararlı Olmayan Şeylerle Uğraşmak Ve Bu Tür Şeyleri Arzulamak, 7) Halkı Kötü Zan Altında Tutmak, 8) Üstünlük Taslamak, 9) Dünyâlıktan Yana Üzüntüye Kapılmak, 10) Âhireti Düşünmemek.
on Şey İnsan Varlığını Öldürür:
1) Terbiye Azlığı, 2) Cehâlet Çokluğu, 3) Halktan Nîmet Beklemek, 4) Şehvet Azgınlığı, Nefis Kudurganlığı, 5) Baş Olma Sevdası, 6) Dünyâya Lüzumundan Fazla Meyletmek, 7) Allahü Teâlâ Katında Nefis İle Dostluk Kurmak, 8) Çok Yemek, 9) Çok Uyumak, 10) Kalabalığa Uymak.
on Şey İnsanı Aşağılık Yapar:
1) Öfke Ve Hiddet, 2) Kin Ve Nefret, 3) Büyüklenme, 4) Zulüm Ve Haksızlık, 5) İnat Yollu Mücâdele, 6) Cimrilik, 7) Başkasına Ezâ Ve Cefâ Etmek, 8) Mümin Kardeşine Saygısızlık, 9) Kötü Huy Ve Fenâ Ahlâk, 10) İnsaf Ölçülerini Aşmak.
nasîhatlerin Özü
bâyezîd-i Bistâmî'nin Yakınlarından Biri Seyâhate Çıkarken, Huzûra Gelip; "bana Tavsiyede Bulunur Musunuz?" Dedi. O Da; "üç Şey İle Sana Tavsiyede Bulunurum: Yolculukta Kötü Huylunun Biri Sana Arkadaşlık Ederse, Onun Kötülüğünü Kendi Güzel Ahlâk Potana Sok Da Şekillendirmeye Çalış. Böylece İşin Ve Yolculuğun Selâmetle Netîcelensin. Biri Sana İyilikte Bulunursa, Devamlı Sûrette Allahü Teâlâya Şükret. Çünkü O Adamın Kalbini Sana Çeviren Cenâb-ı Hak'tır. Bir Belâ Sana Dokunacak Olursa, O Belânın Üzerinden Kalkması İçin Süratle Allahü Teâlâya Dön Ve Netîceyi Sabırla Bekle. Ümidin Kırılmasın, Îtimâdın Sarsılmasın. Çünkü Gelen Belânın Altında Ne Gibi Hayırların Yattığını O Anda İdrak Edemezsin." Dedi.
talebesi Ebû Mûsâ'ya Şöyle Nasîhatta Bulundu: "sana Yaşadığın Sürece Tamâmen Allahü Teâlâya Yönelmeni, Yüzünü Hiçbir Vakit O'ndan Çevirmemeni Tavsiye Ederim. Şüphe Yok Ki O'na Kavuşacak Ve O'nun Yüce Huzûrunda Duracaksınız. Ve Sen Bütün İşlediklerinden Sorumlu Tutulacaksın. Sakın Gâfil Olma. Gaflet Uykusundan Bir An Önce Kendini Kurtar. Hiç Kimseyi O'na Tercih Etme. Sana Gelen Belâlara Sabret. Allahü Teâlânın Hükmüne Ve Kazâsına Rızâ Göster. Allahü Teâlânın Verdiğine Kanâat Et. Allahü Teâlâya Güven, Vâdettiklerinin Mutlaka Yerine Geleceğine İnan. Hiç Ölmeyecek Ve Hep Diri Olan Rabbine Tevekkül Eyle. Her İşinde O'nun İnayetini İste. O'nun Emirlerine Riâyet Et. Hayatta Olduğun Müddetçe Bu Dediklerimi Yapmaya Çalış. Halkı Bırakıp, Hakk'a Yönel. İşini O'na ısmarla!.."
beyitler
anneye Hizmet
bâyezîd-i Bistâmî, Çocuk İken Kendisi,
ilim İçin Mektebe, Göndermişti, Annesi,
hocasını Büyük Bir Dikkatle Dinliyordu,
öğrendiği Şeyleri, Hemen Ezberliyordu.
bir Gün Normal Vaktinden, Erken Geldi Evine,
annesi Merak Edip, Sorduğunda Kendine,
dedi Ki: "anneciğim, Bugün Birşey Öğrendim,
duânı Almak İçin, Erkenden Eve Geldim.
hak Teâlâ Kur'ânda, Buyuruyor Ki Bana,
itâat Eyleyeyim, Kendisine Ve Sana.
duâ Et De Yapayım, Rabbime Çok İbâdet,
sana Da Lâyıkıyla, Yapayım İyi Hizmet."
o Günden İtibâren, Sarıldı İbâdete,
koyuldu Annesine, Gece Gündüz Hizmete.
karlı Ve Dondurucu, Soğuk Bir Kış Gecesi,
yatağından Seslenip, Su İstedi Annesi.
fırladı Annesinin, Emri İçin Yerinden,
lâkin Testi Boş İdi, Çeşmeye Koştu Hemen.
testisini Doldurup, Döndüğünde Evine,
gördü Ki Vâlidesi, Uykuya Dalmış Yine.
onu Uyandırmağa, Gönlü Râzı Gelmedi,
buzla Kaplı Testiyle, Başucunda Bekledi.
biraz Sonra Annesi, Uyandı "su, Su" Diye,
gördü Ki Oğlu Bekler, Elinde Testi İle.
dedi Ki: "ey Evlâdım, Niçin Oturmuyorsun?
başucumda, Ayakta, Öylece Bekliyorsun?"
dedi Ki: "anneciğim, Beklerim Şu Sebepten,
hemen Verebileyim Suyu Geciktirmeden."
vâlidesi Silerek, Yaşaran Gözlerini,
oğluna Duâ İçin, Kaldırdı Ellerini:
"yâ Rabbî, Ben Oğlumdan Râzıyım Sonsuz Kere,
sen De Ondan Râzı Ol, Kavuştur Nimetlere."
bâyezîd-i Bistâmî, Hürmetine İlâhî,
anne Duâsı Almak, Nasîb Et Bize Dahî
kötülüğe İyilik
müslüman, Kardeşine, Güler Yüzlü Olmalı,
din Ve Dünyâ İşine, Yardımda Bulunmalı.
bir Köylü, Medîne'de, Sordu Efendimize,
dedi: "yâ Resûlallah, Din Nedir, Öğret Bize?"
buyurdu Ki: "allah'ın, Emrine İtâattir,
onun Mahlûklarına, Merhametli Olmaktır."
güzel Ahlâk Hakkında, Suâl Eden Birine,
buyurdu Ki: "ihsân Et, Senden Yüz Çevirene!"
çok Defa Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri,
kabristanın İçinde, Gezerdi Geceleri.
yine Dolaşır İken, Bir Gece Kabristanda,
onu Gece Bekçisi, Farketti Karanlıkda.
ve Lâkin Tanımadı, Vurdu Asâsı İle,
bâyezîd-i Bistâmî Çıkarmadı Çıt Bile.
devâm Etti Vurmaya, Bitsin Diye Cezâsı,
sonra Kırılıverdi, Birden Bire, Asâsı.
bâyezîd Hazretleri, Gelince Hânesine,
asânın Fiyatını, Sordu Talebesine.
o Miktarda Parayı, Koydu Kese İçine,
gönderdi Tatlı İle, O Gece Bekçisine.
bir De Mektup Yazmıştı, Kendisine Şöyle Ki,
"sayın Bekçi Efendi, Bu Gece, Dövdün Beni.
evet Suç Bende İdi, Kabâhatin Yok Senin,
dövmezdin Tabî Ki, Ben Orada Gezmeseydim.
senin Asân Kırıldı, Benim Sebebim İle,
bu Parayla Asâ Al, Hakkını Helâl Eyle.
ye Âfiyet Üzere, Gönderdiğim Tatlıdan,
korusun Hak Teâlâ, Seni Her Sıkıntıdan."
okuyunca O Bekçi, Bu Mektup Geldiğinde,
huzûruna Gelerek, Tövbe Etti O Günde.
ve Hattâ Bu Sâyede, Geldi Bir Çok Bekçiler,
onun İle Birlikte, Hak Yoluna Girdiler.
itâat Böyle Olur
allah Adamlarından, "bâyezîd-i Bistâmî",
dîne Hizmet Uğrunda, Bir Hayli Çoktu Azmi.
üstâdından Aldığı, Feyiz Ve İlhâm İle,
hizmete Adamıştı, Kendini Tamâmiyle.
gâye, Bir Kişi Olsun, Kurtarmaktı Ateş'ten,
daha Mühim İş Yoktu, Ona Göre Bu İşten.
buyurdu: "kardeşlerim, Verenler Olur Azîz,
zîrâ Veren Kulları, Çok Seviyor Rabbimiz.
almak İstemeyin Ki, Bu, Hiç Makbûl Şey Değil,
hep Almak Düşünenler, Olurlar Hor Ve Zelîl.
insanlar Arasında, Olan Her Türlü Kavga,
hepsi Almak Yüzünden, Vukû Bulur Mutlaka.
fakat "vermek" Yüzünden, Çekişme Olmaz Zinhâr,
görülmüş Mü Vermekten, Kavga Etsin İnsanlar?"
buyurdu: "peki Deyin, Kaçının Îtirazdan,
zîrâ Peki Demeyip, Kovuldu La'in Şeytan.
eshâb, Resûlullah'a, Tam İtâat Ederdi,
o'nun Her Bir Emrine, Hemen "peki" Derlerdi.
mübârek Huzûrunda, Edepliydiler Gâyet,
sessizce Oturur Ve Etmezlerdi Hareket.
hattâ Ağaç Zannedip, Kuşlar O Kimseleri,
gelip Üzerlerine, Konarlardı Ekserî.
bir Kabahat İşledi, Eshâbdan Biri, Bir Gün,
mübârek Kulağına, Gitti Bu Da Resûl'ün.
resûl'e Erişince, Vukû Bulan Hâdise,
buyurdu Ki: "onu Ben, Hapsettim Öyle İse."
bu Haberi O Zâta, Gidip Dediklerinde,
bir "mıh Gibi" Çakılıp, Kala Kaldı Yerinde.
bu Emri Aldığında, Nasılsa Vaziyyeti,
öylece Dondu Kaldı, Aslâ Değiştirmedi.
allah'ın Resûlünün, Emrine Muhâlefet
olur Diye, Bir Milim, Eylemedi Hareket.
hattâ Bir Ayağını, Öbürünün Yanına,
bile Getirmedi Ki, Îtiraz Olur O'na.
resûl'e Bu Derece, İtâat Ederlerdi,
"o'nun İçin Canımız, Fedâ Olsun." Derlerdi."
bir Gün De Buyurdu Ki: "kardeşlerim, Bu Nefis,
öyle Bir Canavar Ki, Aman Dikkat Ediniz!
bir Ahtapot Misâli, İnsanın Vücûdunu,
kollarıyla Sarmıştır, Böyle Düşünün Onu.
başı, Tam Alındadır, Sanki Bu Canavarın,
işi, Mâni Olmaktır, Secdesine İnsanın.
haram İle Beslenir, Nefis Denen Canavar,
serpilir, Kuvvetlenir, İşlendikçe Haramlar.
sâdece Tek Gâyesi, Vardır Ki İşbu Nefsin
sâhibini Ebedî, Azâba Sürüklesin!
siz Düşman Aramayın, Sizin Hâricinizde,
en Büyük Düşmanınız, Nefistir İçinizde,
onu Öldürmek İçin, İki Yol Vardır Ancak,
birisi, Gıdâsını, Kesmektir Tam Olarak.
yâni, İşlenmez İse, En Küçük Günah Bile,
o, Gıdâsız Kalarak, Zayıflar Tamamiyle.
öbürü, Kelime-i Tevhîdi Söylemektir.
bu Kelime, Nefs İçin, En Te'sîrli Kötektir."
bu Sohbet Sâhibinin, Hürmetine İlâhî
nefsimizin Şerrinden, Hıfz Eyle Bizi Dahî
kaynaklar
1) Tabakât-us-sûfiyye; S.67
2) Hilyet-ül-evliyâ; C.10, S.33
3) Tabakât-ül-kübrâ; C.1, S.89
4) Risâle-i Kuşeyrî; S.17
5) Vefeyât-ül-a'yân; C.2, S.531
6) Sıfat-us-safve; C.4, S.89
7) Mîzân-ül-i'tidâl; C.1, S.481
8) Şezerât-üz-zeheb; C.2, S.143
9) Mir'at-ül-cinân; C.2, S.173
10) Nefehât-ül-üns; S.109
11) Tezkiret-ül-evliyâ; S.86
12) Tabakât-ı Ensârî; S.87
13) Tabakât-ı Evliyâ; S.388
14) Ebû Yezîd Bistâmî (dr. Abdülhalîm Mahmûd, Kâhire-1979)
15) Reşehât; S.14
16) Keşf-ül-mahcûb; S.204
17) Gas (fuad Sezgin); C.1, S.645
18) Nevâdir-ül-âlem; S.29
19) Hadâik-ul-verdiyye; S.7
20) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.3, S.105
21) Seâdet-i Ebediyye (48.baskı); S.1042
22) Eshâb-ı Kirâm (7.baskı); S.319
23) Rehber Ansiklopedisi; C.2, S.285