Bir gün geldi birisi, bu zatın huzuruna.
Yazdığı şiirlerden, okudu biraz ona.
Şiirin mevzuu da, ölüm ve ahiretti.
Ve dirilip, mahşerde hesaba çekilmekti.
Bir hayli duygulanıp, buyurdu ki bu defa:
(Okuduğun sözlerden, okur musun az daha?)
O, bilirdi bu zatın bir veli olduğunu.
Kendi kurtuluşuna, bir fırsat bildi bunu.
Dedi ki: (Bir şart ile okurum ondan size.
Kefil olur musunuz Cennete girmemize?)
Buyurdu: (Benim gücüm etmez buna kifayet.
Lakin verebilirim, sana çok mal ve servet.)
Dedi ki: (Ne yapayım geçici bir serveti?
Temin edin siz bana, ebedi saadeti.)
Abdullah-ı Alevi, dua etti o zaman:
(Ya Rabbi, hıfz et bunu Cehennem azabından.)
Bu Allah adamından alınca böyle dua,
Okuduğu şiirden, okudu biraz daha.
Henüz geçmemişti ki aradan fazla zaman,
Bu kişi vefat edip, göç etti bu dünyadan.
Vefat eylediğini duyunca bu veli zat,
Techiz ve tekfinini kendisi yaptı bizzat.
Cenaze namazını kıldırıp kendi yine,
Kendi elleri ile, defn eyledi kabrine.
Sonra telkinini de, kendisi okuyarak,
Mevtanın, kabrindeki halini etti merak.
Hak teâlâ, gözünden kaldırdı perdesini.
Gördü Münker-Nekir’in o kabre gelmesini.
Önce, büyük korkuya kapıldıysa da, fakat,
Sonra yüzü güldü ve oldu sakin ve rahat.
Mübarek cemalinin, bu değişikliğini,
Görüp, sordu cemaat bu işin hikmetini.
Buyurdu: Bu mevtanın halini ettim merak,
Gösterdi Rabbim bana, perdeyi kaldırarak.
Baktım ki, bu kabire gelerek Münker-Nekir,
Suale başladılar: (Rabbin kim, dinin nedir?)
Ben, merak ederdim ki, nasıl cevap verecek?
Baktım, benim ismimi onlara söyleyerek,
Dedi ki: (Benim hocam Abdullah Alevi’dir.
Bunları ona sorun, o size cevap verir.)
O böyle söyleyince, kapıldım endişeye.
Ki, nasıl muamele ederler bu kişiye?
Melekler dediler ki: (Madem ki hocan bu zat,
Sana azap yapmayız, ol müsterih ve rahat.
Sana ve üstadına selam olsun!) dediler.
Başka bir şey sormadan, o yeri terk ettiler.
Bunu dahi görünce, zail oldu endişem.
Bunun için güldüm ve yerine geldi neşem.