evliyânın Büyüklerinden Ve Müslümanların Gözbebeği Olan Yüksek Âlimlerden. Seyyid Olup İnsanları Hakka Dâvet Eden, Doğru Yolu Göstererek Saâdete Kavuşturan Ve Kendilerine "silsile-i Aliyye" Denilen Büyük Âlim Ve Velîlerin On Beşincisidir. Muhammed Bâbâ Semmâsî İle Emîr Külâl'in Talebesidir. İsmi, Muhammed Bin Muhammed'dir. Behâeddîn Ve Şâh-ı Nakşibend Gibi Lakabları Vardır. Allahü Teâlânın Sevgisini Kalplere Nakşettiği İçin, "nakşibend" Denilmiştir. 1318 (h.718) Senesinde Buhârâ'ya Beş Kilometre Kadar Uzakta Bulunan Kasr-ı Ârifân'da Doğdu. 1389 (h.791)'da Kasr-ı Ârifân'da Rebî'ul-evvel Ayının Üçünde Pazartesi Günü Vefât Etti. Kabri Oradadır. İslâm Âlimlerinin En Meşhûrlarından Olup, Tasavvufta En Yüksek Derecelere Ulaşmıştır. Zamânında Ve Kendinden Sonraki Asırlarda Onun Sebebi İle Pekçok İnsan, Hidâyete, Doğru Yola Kavuşmuştur.
zamânının Büyük Velîlerinden Muhammed Bâbâ Semmâsî, Henüz O Doğmadan Kasr-ı Ârifân'a Gelmişti. Bu Gelişinde, Burada Bir Büyük Zâtın Kokusu Geliyor. Bu Beldede Büyük Bir Velî Yetişecek Diyerek İşâret Etmiş, Tarîkatın İmâmı Olacak Emsâlsiz Bir Zâtın Buradan Zuhûr Edip Ortaya Çıkacağını Talebelerine Ve Sevenlerine Müjdelemişti. Daha Sonra Babası Seyyid Muhammed Buhârî Şöyle Anlattı: "oğlum Behâeddîn'in Doğmasından Üç Gün Sonra, Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî Hazretleri, Bütün Talebeleri İle Kasr-ı Ârifân'a Gelmişti. Ben Kendisini Çok Sever Ve Muhabbet Beslerdim. Kasr-ı Ârifân'ı Teşrif Edince, Yeni Doğan Oğlum Behâeddîn'i Alıp Huzûruna Götüreyim Ve Himmet, Mânevî Yardım İsteyeyim, Böylece Feyze Kavuşur Dedim. Bu Niyetle Behâeddîn'i Kucağıma Alıp, Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî Hazretlerinin Huzûruna Götürdüm. Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî, Behâeddîn'i Elimden Alıp, Bağrına Bastı Ve; "bu Yavru, Benim Oğlumdur. Ben Bunu, Mânevî Evlâtlığa Kabûl Ettim." Buyurdu. Sonra Yüzünü Talebelerine Çevirip, Aralarında En Meşhûru Olan Seyyid Emîr Külâl'e Şöyle Dedi: "size, Bu Yerde Bir Büyük Zâtın Kokusu Geliyor Derdim. Şimdi Bu Tarafa Gelirken De, Buraya Yaklaştığımızda Size Önce Duyduğum Koku İyice Arttı Demiştim. Hakîkat Şudur Ki, Size Bahsettiğim Mübârek Zât Doğmuştur. İşte O Mübârek Koku, Bu Melek Yavrunun Kokusudur. Bu Yavru, Büyük Bir Zât Olsa Gerektir." Buyurdu. Böylece Henüz Daha Üç Günlük Çocuk İken, Zamânının En Büyük Evliyâ Ve Mürşid-i Kâmili Olan Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî Hazretlerinin Müjdesine, Himmetine Ve Feyzine Kavuştu. Henüz Daha Küçük Yaşta İken, Evliyâlığa Âit Yüksek Nûrlar Ve Eserler Temiz Alnında Açıkça Görünür, Hidâyet Ve İrşâd, Hakkı Bulma Ve Yol Gösterme Nişanları Yüksek Simâsından Belli Olurdu.
annesi Şöyle Anlatmıştır: "oğlum Behâeddîn Dört Yaşında İken, Evimizde Yavruluyacak Bir İnek Vardı. Behâeddîn, Doğumuna Bir Müddet Daha Olan Bu İneği Göstererek, Öyle Anlıyorum Ki, Bu İnek Beyaz Başlı Bir Buzağı Doğuracaktır Dedi. Birkaç Ay Sonra İnek, Dediği Gibi Bir Buzağı Doğurdu."
behâeddîn Buhârî Hazretlerinin İlk Hocası, Daha Doğar Doğmaz Kendisini Mânevî Evlâtlığa Kabûl Eden Ve Hakkında Çok Müjdeler Veren Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî'dir. Önce Ondan İstifâde Etti. Sonra Bu Hocası, Onun Yetiştirilmesini En Meşhûr Talebesi Seyyid Emîr Külâl'e Havâle Etti. Yedi Sene Seyyid Emîr Külâl'in Sohbetine Devâm Etti. Sonra Da Onun İzni İle Mevlânâ Ârif Dikgerânî'nin Sohbetine Devâm Etti. Yedi Sene De Onun Yanında Kaldı. Bundan Sonra Kusam Şeyh Ve Halîl Atâ'nın Sohbetlerinde Bulundu. Bir Müddet De Halîl Atâ'nın Yanında Kaldı. Ayrıca Mevlânâ Behâeddîn Kışlâkî'den Hadîs İlmini Öğrendi. Sonra, Abdülhâlık Goncdüvânî Hazretlerinin Rûhâniyetinden Feyz Aldı. Üveysî Olarak Yetiştirildi. Böylece Tasavvufda Ve Diğer İlimlerde Çok İyi Yetişti. Bu Tahsil Devresini Ve Tasavvufta Yetişmesini Bizzât Kendisi Şöyle Nakletmiştir:
"çocukluktan Bülûğ Çağına Kadar, Büyük Hocam Muhammed Bâbâ Semmâsî'nin Sohbetinde Bulundum. On Sekiz Yaşına Girdiğim Sırada, Dedem Beni Evlendirmek İstedi. Hocam Muhammed Bâbâ Semmâsî'yi Düğünüme Dâvet Etmek İçin Beni Semmâs'a Gönderdi. Semmâs'a Varıp Hocamı Görmekle Şereflendim Ve Elini Öptüm. Sohbetinin Bereketinden Bende Öyle Bir Hâl Hâsıl Oldu Ki, Devamlı Hocamın Sohbetine Can Atıyordum. O Gece Kalbimdeki Bu Arzu Ve İstek İle Gece Yarısından Sonra Kalkıp Abdest Aldım Ve Hocamın Mescidine Gidip, İki Rekat Namaz Kıldım. Başımı Secdeye Koyup Çok Duâ Ettim. Dilimden Şu Duâ Çıktı: "allah'ım, Bana Belâ Yükünü Çekmeye Kuvvet Ver. Mihnet Ve Muhabbetini Çekmeye Tâkat, Güç Ver." Sabah Olunca Hocamın Huzûruna Vardım. Bana Bakıp, Gece Olup Bitenleri Söyledikten Sonra; "evlâdım, Duâda; "yâ Rabbî, Râzı Olduğun Şeyi Bu Zayıf Ve Güçsüz Kuluna, Fazlın Ve Kereminle İhsân Et." Demelidir. Çünkü Allahü Teâlânın Rızâsını Kazanan Kimseye Belâ Gelmez. Eğer Allahü Teâlâ, Hikmet-i Ezelîsiyle Sevdiği Bir Kuluna Belâ Gönderirse, Kendi İnâyetiyle O Kuluna Kuvvet Ve Tahammül İhsân Eder Ve O Belâya Tutulmasının Hikmetini Bildirir. Belâ İstemekte Güçlük Vardır." Buyurdu.
daha Sonra Sofra Kurulup, Yemek Yendi. Hocam, Sofrada Bir Somun Ekmeği Alıp Verdi. Ekmeği Çekinerek Aldım. Bu Çekingenliğimi Görüp; "ekmeği Almakta Çekiniyorsun. Fakat Bu Ekmek, Yolda Lâzım Olacaktır." Buyurdu. Nihâyet Dâvetimiz Üzerine Talebeleriyle Birlikte Köyümüz Kasr-ı Ârifân'a Gitmek Üzere Yola Çıktık. Ben, Hocamın Bindiği Hayvanın Üzengileri Yanında Yürüyordum. Rûhum Zevkle Dolmuş Olduğundan Kalbimde Hiçbir Dünyâ Düşüncesi Yoktu. Aşk Ve Şevkle Dolu Olan Kalbim Heyecanla Çarpıyordu. Allah Sevgisinden Başka Her Şey Kalbimden Çıkmıştı. Bu Sırada Kalbim Dünyâya Meyledecek Olsa, Hocam Hemen; "kalbini Ayrılıktan Koru." Buyururdu. Hocamın Bu Kerâmetini Ve Keşfini Gördükçe, Muhabbetim Kat Kat Artıyordu. Yolumuz Bir Köye Uğradı. O Köyde Hocamın Dostlarından Biri Bizi Karşılayıp Evine Dâvet Etti. Hocam Da Bu Dâveti Kabûl Edip, O Zâtın Evine İndi. Ev Sâhibinin, Mahcûbiyetinden ızdırap İçinde Yüzü Kızardı. Bu Hâlini Gören Hocam, O Kişiye; "senin ızdırabının Sebebi Nedir?" Dedi. O Da; "efendim, Size Yemek İkrâm Etmek İstiyorum, Fakat Sütten Başka Bir Şeyim Yoktur." Dedi. Bunun Üzerine Hocam Bana; "behâeddîn, Sana Verdiğim Ekmeğe İhtiyaç Hâsıl Oldu. O Ekmeği Ver." Dedi. Ekmeği Çıkarıp Verdim. Ev Sâhibi De Sütü Getirip Sofraya Koydu. Ekmeği Süte Batırarak Yedik Ve Hepimiz Doyduk. Bu Kerâmeti Karşısında Hocamıza Hayranlığımız Arttı. Sonra Kalkıp Yolumuza Devâm Ettik."
"hocam Muhammed Bâbâ Semmâsî Vefât Edince, Dedem Beni Semerkand'a Götürdü. Orada Bulunan Büyük Âlim Ve Velîleri Ziyâret Edip, Benim İçin Duâ Ve Himmet İstedi. Sonra Kasr-ı Ârifân'a Döndük. O Günlerde Ali Râmîtenî Hazretlerinden Gelip, Emâneten Saklanmakta Olan Taç Bana Verildi. O Anda Kalbim Allahü Teâlânın Muhabbeti İle Dolup, Taştı. Sonra Hocam Seyyid Emîr Külâl, Kasr-ı Ârifân'a Geldi. Bana Çok İltifâtta Bulunup; "hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî, Bana; "oğlum Behâeddîn'in Yetişmesi İle İlgilen. Ondan Şefâatini Esirgeme! Eğer Onun Yetişmesinde Kusûr Edersen, Sana Hakkımı Helâl Etmem." Buyurdu. Ben De Bu Vasiyeti Üzerine Senin Yetişmen İle İlgileneceğime Söz Verdim." Dedi. Seyyid Emîr Külâl Hazretleri Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Yetişmesi İçin Titizlikle Meşgûl Olup, Onu Tasavvufta Yüksek Derecelere Ulaştırdı. Hattâ Bir Gün Ona Şöyle Buyurdu: "yüce Mürşidim Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî'nin Sizin Terbiyeniz İle İlgili Vasiyetini Yerine Getirdim. Sizi İstenilen Şekilde Yetiştirdim. Hem Hâl Bakımından, Hem De İlim Bakımından Yüksek Bir Himmete Sâhip Bulunuyorsun. Şimdi Nereye Gitmeyi Arzu Edersen Gidebilirsin. Her Kimden Olursa Olsun, Sohbetinde Bulunmak Ve İstifâde Etmek Husûsunda Serbestsin. Tarafımızdan Size İzin Ve Ruhsat Verilmiştir. Bizde Olan Hâl Ve Makamları Size Fazlasıyla Verdim. Bostânı Senin İçin Kuru Ettim. Yâni Göğsümde, Kalbimde Olanların Hepsini Sana Verdim. Rûhâniyet Kuşunu, İnsanlık Yumurtasından (dar Nefis Çerçevesinden) Çıkardım. Ama Senin Himmet Kuşun, Yükseklerde Uçuyor. Şimdiden Sonra İcâzetlisin, Müsâdelisin, İzinlisin."
behâeddîn Buhârî Hazretleri, Hocası Emir Külâl Hazretlerinin Bu Sözleri Üzerine Mevlânâ Ârif'in Sohbetine Gidip, Yedi Sene De Onun Yanında Kaldı. Sonra Halîl Atâ Hazretlerinin Yanına Gidip, On İki Sene Sohbetinde Bulundu. İki Defâ Hacca Gitti. İkinci Haccında Herat'a Gidip, Mevlânâ Zeynüddîn Hazretleriyle Üç Gün Sohbet Etti. İkinci Hacca Gidişinde Hicâz'dan Dönüp, Bir Müddet Merv Şehrinde İkâmet Etti. Daha Sonra Buhârâ'ya Dönüp Orada Yerleşti. Emîr Külâl Hazretlerinin Vefâtından Sonra, İnsanlara Doğru Yolu Gösterip, Rehberlik Vazîfesini Yaptı.
şâh-ı Nakşibend Hazretleri Şöyle Anlatmıştır: "bir Gece Rüyâmda, Türk Âlimlerinden Hakîm Atâ, Beni Yetiştirmesi İçin Talebelerinden Birine Havâle Etti. Sâliha Bir Ninem Var İdi, Rüyâmı Ona Anlattım. "oğlum, Senin Türk Âlimlerinden Nasîbin Vardır." Dedi. Bunun Üzerine Rüyâda Gördüğüm O Dervişin Sîmâsını Hatırımda Tuttum Ve Karşılaşacağım Günü Bekledim. Bir Gün Buhârâ Pazarında, Hakîm Atâ'nın Rüyâmda Beni Yetiştirmesi İçin Kendisine Havâle Ettiği Zât İle Karşılaştım. İsmi Halîl Atâ İdi. Ben Onu Derhâl Hatırlayıp, Tanıdım. Fakat Bir Türlü Yanına Yaklaşıp Sohbet Edemedim. Bundan Dolayı Üzgün Bir Hâlde Eve Döndüm. Akşam Bir Kimse Evime Gelip, Halîl Atâ Seni Çağırıyor Dedi. Bu Habere Çok Sevindim Ve Bir Mikdâr Hediye Bulup, Hemen Huzûruna Gittim. Sohbetiyle Şereflendim. Bana Çok İltifât Etti. Rüyâyı Anlatmak İsteyince; "senin Hâtırında Olanı Biz Biliyoruz, Anlatmana Gerek Yok." Buyurdu. Bundan Sonra Uzun Zaman Sohbetine Devâm Ettim. Çok Feyz Alıp, İstifâde Ettim. Bir Müddet Sonra Mâverâünnehr Sultânının Vefât Etmesi Üzerine, Oranın Halkı, Halîl Atâ'yı Sultanlık Yapması İçin Buhârâ'dan Mâverâünnehr'e Dâvet Ettiler. Dâveti Kabûl Edince Ben De Birlikte Gittim. O Tahta Oturdu. Ben De Hizmetine Devâm Ettim. Kendisinde Çok Kerâmetler Görülüyordu. Bana Şefkat Ve Muhabbet Gösterip Yetiştirdi. Böylece Orada Altı Sene Süren Sultanlığı Sırasında Da Hizmetinde Bulundum. Kendisine O Kadar Yakın Oldum Ki, Her Sırrına Vâkıf, İşlerinde İdâreci Oldum. Görünüşte Diğer Hizmetçiler Gibi Çalışırdım. Hâlimi Bildirmezdim. Altı Sene Sonra Bu Büyük Âlim Tahttan İndi. Sultanlığı Sona Erdi. Bundan Sonra Zeyvertûn Köyüne Yerleştim.
yine Şöyle Nakletti: "bende Tasavvuf Hallerinin Görüldüğü İlk Günlerde Mübârek Bir Zât İle Yakınlığım Oldu. Bu Zât Bana; "seni Hakk'ın Âşinâlarından Görüyorum." Deyince, "umarım Ki, Sizin Teveccühünüz Ve Yardımınızla Âşinâlardan Olurum." Dedim. Dedi Ki: "arzular Karşısında Nefsin İle Ne Hâldesin?" "bulursam Şükrederim, Bulamazsam Sabrederim." Dedim. "bu Kolay Bir İştir. Asıl İş, Nefsini Bir Yerde Hapsedip, Ekmek Ve Su Vermeyeceksin Ve Nefsin O Hâle Gelmiş Olacak Ki, Sana Serkeşlik Etmeyip, Boyun Eğsin." Buyurdu. Bunun Üzerine O Zâta Yalvardım. Bu Hâle Kavuşmam İçin Teveccüh Etmesini İstedim. Buyurdu Ki: "nefsinin, Başkalarından Ümitsiz Ve Yalnız Kalacağı Bir Sahrâya Gideceksin, Allahü Teâlâya İbâdet İle Meşgûl Olacaksın Ve Orada Üç Gün Kalacaksın, Dördüncü Gün Târif Edeceğim Bir Dağa Gideceksin, Karşına Çıplak Ata Binmiş Bir Kimse Çıkacak. Ona Selâm Verip Geç. Üç Adım Geçtiğin Zaman Sana O; "ey Genç! Dur Sana Ekmek Vereyim." Diyecek. Sen Hiç Aldırmayıp, Ekmeği Almadan Geçip Gideceksin. Bu Zâtın Emri Üzerine, Söylediği Gibi Üç Gün Sahrâda Yalnız Kalıp İbâdet İle Meşgûl Oldum. Dördüncü Gün Târif Ettiği Dağın Eteğine Gittim. Giderken Buyurduğu Gibi Ata Binmiş Bir Zât Karşıma Çıktı. Selâm Verip, Geçtim. Bana; "delikanlı Sana Ekmek Vereyim." Dedi. Ben Aslâ Aldırmadım Ve Ekmeği Almadan Geçip Gittim. Sonra, Bana Bunları Yapmamı Tavsiye Eden Zâtın Huzûruna Gittim. Bana;
"behâeddîn! Bundan Sonra İnsanların Hatır Ve Gönüllerini Alıp, Düşkünlerin Hizmetinde Bulunup, Zayıflara Ve Gönlü Kırık Olanlara İkram Ve Hürmette Bulunacaksın! İlim Öğrenme Husûsunda Gayret Ederek, Kimsesizlere Yoldaş Olup, Onlara Karşı Tevâzu Göstereceksin!" Buyurdu. Bu Zâtın Emirlerini De Yerine Getirdim. Uzun Zaman Bu Yolda Devâm Ettim. Sonra Tekrar Huzûruna Çıktım. Buyurdu Ki: "behâeddîn! Bundan Sonra Da Hayvanlara Bakacaksın. Onlar, Seni Yaratan Rabbinin Mahlûklarıdırlar. Eğer Yük Çeken Hayvanların Vücutlarında Yara Görürsen Tedâvi Edeceksin." Bu Emre De Uyarak Çok Gayret Gösterdim. Yolda Eğer Önüme Bir Hayvan Gelse, O Geçinceye Kadar Dururdum. Hayvanın Önüne Geçmezdim Ve Geceleri İzlerine Yüzümü Sürüp, Allahü Teâlâya Yalvarırdım. Bütün Bunlar, İçimdeki Nefs Düşmanının Kırılması, ıslâh Olması İçin İdi. Yedi Sene Böyle Devâm Ettim. Sonra Tekrar O Zâtın Huzûruna Gittim. Buyurdu Ki:
"behâeddîn! Bundan Sonra Yolların Hizmetiyle Meşgûl Ol, Yolları Süpürüp Temizle, Gelip Geçenlere Eziyet Veren Şeyleri Kaldır. İğrenç Şeyleri Yollardan Alıp, Görünmez Bir Yere At. Yollardan Gelip Geçenler Zahmet Çekmesinler Ve Rahatsız Olmasınlar." Bu Emrine De Uyarak, Bir Müddet De Bu İşle Meşgûl Oldum. Bu Zât Ne Emretmişse, Büyük Bir Bağlılık İle Hepsini Yerine Getirdim. Bu Hizmetleri Yaparken, Allahü Teâlânın Nice Nîmetleri Ve İhsânları Bana Göründü. Nefsim İyice Ezildi. Nefsâniyetten Ve Mâsivâdan, Allahü Teâlâdan Başka Herşeyden Kurtulup, Rûhâniyet Derecesine Eriştim. Bu Sırada Bana Allahü Teâlâdan Pekçok Sırlar Tecellî Etti."
behâeddîn Buhârî Şâh-ı Nakşibend Hazretleri Yine Tasavvuftaki İlk Hâllerini Şöyle Anlatmıştır: "tasavvuf Hâllerinden Cezbe Hâli Çoğalıp Kararsız Düştüğüm Günlerde, Geceleri Ay ışığında Kabristanda Dolaşırdım. Bir Gece, Devamlı Ziyâret Edilmekte Olan Üç Büyük Zâtın Mezarını Gördüm. Her Birinin Kabrinde Yanmakta Olan Birer Kandil Vardı. Kandillerin Yağı Ve Fitilleri Olduğu Hâlde Çok Sönük Yanıyorlardı. Fitillerini Hareket Ettirmek Lâzımdı Ki, Parlak Yanıp, Çok ışık Versinler. O Kandilleri Öylece Bırakıp, Hâce Muhammed Vasî'nin Kabrinin Başına Gittim. Bana Orada Hâce Ahmed Eçkarnevî'nin Kabrine Gitmem İşâret Olundu, Oraya Gittim. Onun Kabrinin Başına, Bellerinde Kılıç Takılı Olan İki Kişi Geldi. Beni Tutup, Bir Hayvana Bindirdiler. Hayvanın Yönünü Mezdâhin Tarafına Çevirip, Gittiler. O Gece Sabaha Doğru Mezdâhin Mezarlığına Ulaştım. Orada Da Diğer Kabirlerdeki Gibi Bir Kandil Yanıyordu. Fakat O Da Sönük Yanmaktaydı. Kıbleye Karşı Dönüp Oturdum. Bu Sırada Bana Kendimden Geçme Hâli Geldi. Kıble Tarafında Bir Duvar Gördüm. Duvar Yarılıp, Yeşil Örtüler İle Süslenmiş Bir Taht Ve Bu Taht Üzerinde Bir Zât Oturmuş İdi. Etrâfında İse Kalabalık Bir Cemâat Vardı. İçlerinde Muhammed Bâbâ Semmâsî Hazretleri De Vardı. Sâdece Onu Tanıyordum. Bunların Vefât Eden Ve Bu Yolun Büyükleri Olduğunu Anladım. Fakat Kürsünün Üzerinde Oturan Kimdir Diye Merak Ediyordum. Ben Böyle Düşünürken, Kürsü Etrâfında Bulunan Cemâatten Biri Bana Şöyle Dedi:
"kürsü Üzerinde Oturan Mübârek Zât, Hâce Abdülhâlık Goncdüvânî'dir. Etrâfındaki Cemâat İse, Onun Halîfeleri; Hâce Ahmed Sıddîk, Hâce Evliyâ Gülân, Hâce Ârif Rîvegerî, Hâce Muhammed İncirfagnevî, Hâce Ali Râmitenî'dir." Sonunda Hocam Muhammed Bâbâ Semmâsî'yi Göstererek; "bunu, Sen Hayatta İken Gördün, O Senin Şeyhindir. Sana Tâc Verdi. Kendisini Tanıdın Mı?" Dedi. "evet Hocamı Tanıdım Fakat Bıraktığı Tâcın Nerede Olduğunu Bilmiyorum." Dedim. "o Senin Evindedir. Onu Sana Kerâmet Olarak Verdiler Ki, Bir Belâ Gelecek Olsa, Onun Bereketiyle Belâ Def Edilir." Buyurarak Müjdeledi. Cemâatten Bana Dediler Ki: "dikkat Et, Kulak Ver, Şimdi Sana Abdülhâlık Goncdüvânî Hazretleri Nasîhat Edecek! O Nasîhatten Başka Bir Şeyle Hak Yolunda İlerlenemez. Hâce Hazretlerinin Elini Öpmek İçin İzin İstedim. Bana İzin Verildi. Kalkıp Yaklaştım. Selâm Verip, Edeble Elini Öptüm. Sonra Huzûrunda Edeble Ayakta Durdum. Tasavvufda İlerlemek Husûsunda Buyurdu Ki:
"kabirlerin Başında Kandillerin Sana Öyle Gösterilmesi, Senin Bu Yolda Kâbiliyet Sâhibi Olduğuna Alâmettir. Fakat, Fitil Gibi Olan Kâbiliyeti Hareketlendirmek Lâzımdır Ki, Bu Kâbiliyet Ortaya Çıksın. Hakkın Gizli Sırları Sana Açık Olsun. Her Durumda Dînimizin Caddesinde Yürümek, Azîmet Ve Sünnet-i Seniyye Üzere Olmak Lâzımdır. Emirlere Ve Yasaklara Uymak Husûsunda İstikâmet Üzere Olacaksın. Bid'atlerden, Peygamber Efendimiz Ve Arkadaşları Zamânında Olmayıp Sonradan Çıkan, İbâdet Olarak Yapılan Şeylerden Ve Ruhsatla Amel Etmekten Uzak Duracaksın. Hadîs-i Şerîfleri Öğrenip, Amel Edersin." Sonra Cemâattan Bana Dediler Ki:
"yarın Acele Nesef Tarafına Gideceksin. Seyyid Emîr Külâl'in Hizmetinde Bulunacaksın. Oraya Giderken Yolda İhtiyar Bir Zât İle Karşılaşacaksın. O Sana Sıcak Bir Çörek Verecektir. Ekmeği Al, Fakat Onunla Hiç Konuşma. O İhtiyârı Geçtikten Sonra Bir Kervana, Sonra Da Ata Binmiş Bir Kimseye Rastlayacaksın, O Kimse Senin Önünde Tövbe Edecek. Sen, O Evindeki Mübârek Tâcını Al, Emîr Külâl'e Götür."
bu Konuşmalardan Sonra Bendeki O Hâl Gidip, Eski Hâlime Döndüm. Derhal Başında Bulunduğum Kabrin Yanından Ayrılıp, Zeyvertûn Tarafına Gittim. Evime Varıp, Bana Bırakılmış Olan Tâcı İstedim. Getirip Verdiler. Onu Giyince Hâlim Değişti. Bambaşka Bir Hâle Girdim. Tâcı Alıp Yola Çıktım. Sabah Namazı Vaktinde Mevlânâ Şemseddîn'in Mescidine Ulaştım. Sabah Namazını Orada Kılıp, O Gün Eyne Adındaki Köyde Kaldım. Ertesi Gün Güneş Doğarken Nesef Tarafına Hareket Ettim. Yolda, Önceden Büyüklerin İşâret Ettiği Gibi, Bir İhtiyâra Rastladım. Bana Bir Ekmek Verdi. Ekmeği Alıp, Hiçbir Şey Söylemeden Geçip Gittim. Sonra Bir Kervana Rastladım. Kervanın Başı Bana; "ey Yiğit, Nereden Geliyorsun?" Deyince; "eyne Köyünden." Dedim. Ne Zaman Yola Çıktığımı Sordular. "güneş Doğarken." Dedim. Kervana Rastladığım Vakit Kuşluk Vakti İdi. Kervandakiler Bu Sözümü İşitince Hayret Edip; "eyne Köyü Buraya Dört Fersah, Yaklaşık 24 Km Mesâfededir. Sabah Vakti Çıkılsa, Ancak Buraya İkindiden Sonra Gelinebilir." Dediler. Kervanı Da Geçip Gittim. Kervanı Geçtikten Sonra Bir Atlıya Rastladım. Bana; "sen Kimsin? Seni Görünce İçime Bir Korku Düştü." Dedi. "ben Öyle Bir Kimseyim Ki, Sen Benim Önümde Tövbe Edeceksin." Dedim. O Atlı Yanıma Gelip Tövbe Etti. Şarap Yüklü Bir Beygiri Vardı. Beygirin Üzerindeki Şarabı Yere Döktü. Onu Da Geçip Yoluma Devam Ettim. Nesef Taraflarında Bir Köye Uğradım. Seyyid Emîr Külâl'in Orada Olduğunu Öğrendim. Hâcegân Büyüklerinin Mübârek Tâcını Çıkarıp Arz Ettim. Bir Müddet Sükût Ettikten Sonra; "bu Tâc, Hâcegân Büyüklerinin Mübârek Tâclarıdır." Buyurdu. "evet Efendim." Dedim. Devâm Ederek; "bu Tâc-ı Şerîfi Almakta İki Şart Vardır. Birinci Şart; Bunu Korumak, İkincisi; Îcâbını Yerine Getirmek. Bu İki Şart, Büyüklerin (hâcegân'ın) Yolunda Bulunmak Ve Bize Hizmettir. Bundan Sonra Ben De Bu Şartlara Uymak Üzere Tâcı Alıp Kabûl Ettim." Buyurdular.
yine Şöyle Anlatmıştır: "tasavvufda İlerlemek İçin Çalıştığım İlk Günlerde, Bir Yerde İki Kişinin Konuşup Sohbet Ettiğini Görsem, Gider Onlara Katılırdım. Onları Dinlerdim. Eğer Allahü Teâlâdan, Resûlullah'tan, Kur'ân-ı Kerîmden Konuşup, Hayır Olan İşlerden Bahsederlerse, Memnun Olur Ferahlık Duyardım. Boş Şeyler Konuşanlardan İse, Keder Ve Üzüntü Duyarak Uzaklaşırdım."
"hak Yolda İlerleyip, Günahlardan Arınmağa Ve Olgunlaşmağa Çalıştığım Günlerde, Bir Gün Yolum Bir Kumarhâneye Uğradı. İnsanların Kumar Oynadıklarını Gördüm. Bunlardan İki Kişi Kumara Öylesine Dalmışlardı Ki, Hiçbir Şeyin Farkında Değildiler. Böylece Bir Müddet Devâm Ettiler. Nihâyet Birisi Kaybettikçe Kaybetti. Neyi Varsa Ortaya Koydu, Onları Da Kaybetti. Dünyâlık Neyi Varsa Hepsi Bitti. Buna Rağmen, Kumar Oynadığı Kimseye Şöyle Diyordu: "bu Kadar Kaybıma Rağmen, Bu Oyunda Başımı Dahî Versem Oyundan Vazgeçmem." Kumarbazın, Kumar Oynayıp Bu Kadar Zarar Ve Ziyân Görmesine Rağmen, O Oyuna Olan Hırsı Bana İbret Oldu. Hak Yolunda Yürüyüp Daha Da Olgunlaşabilmek İçin, Bende Öyle Bir Gayret Hâsıl Oldu Ki, O Günden Îtibâren Hak Yolunda Talebim Her Gün Biraz Daha Arttı."
"tövbe Edip, Tasavvufa Yönelişim Şöyle Oldu. "âileme Ve Çocuklarıma Karşı Kalbimde Sevgi Ve Muhabbetim Çok Fazla İdi. Bir Gün Evimde Otururken, Âileme Ve Çocuklarıma Pek Fazla İltifât Ve Muhabbet Gösterdim. Bu Sırada Âniden Kulağıma Gizli Bir Ses Geldi. "her Şeyi Bırakıp Allah'a Dönme Zamânı Daha Gelmedi Mi?" Denildi. Bu Sesi Duyunca Hâlim Değişiverdi. Oturduğum Yerde Duramaz Oldum. Hemen Yakındaki Nehre Gidip, Elbisemi Yıkadım Ve Gusl Ettim. Sonra İki Rekat Namaz Kıldım. Bir Daha Günah İşlememek Üzere Tam Bir Tövbe Yaptım. Her Şeyden El Çekip, Allahü Teâlâya Döndüm. Nice Seneler Kıldığım O İki Rekât Namazın Arzusundayım. Bu Yola Girdikten Sonra Zeyvertûn Köyünde Oturdum. Beş Vakit Namazımı Bu Köyün Câmisinde Kılıyordum. Bir Gün Nasıl Olduysa, Bir Vakit Namazı Cemâatle Kılmayı Kaçırmışım. Câminin, Âlim Ve Takvâ Sâhibi Bir İmâmı Vardı. Bana; "ben Seni, İbâdet Meydanının Safını Dolduran Erlerinden Zannederdim. Meğer Sen, Saf Dolduran Er Değil, Saf Kıran İmişsin." Dedi. Buna Karşılık İmâma; "zât-ı Âliniz, Hakkımda Böyle Düşünüyorsunuz, Fakat Ben Yaldızlı Ve Parlak Bir Tuncum." Dedim. Böyle Deyince, İmâm Efendi Şu Beyti Okuyarak Cevap Verdi:
"kalbinin Yönünü Aşk Pazarına Çevir,
demirin Hâlis Olması Ateş İledir."
bu Söz Kalbime Ziyâdesiyle Tesir Etti Ve İçime Öyle Bir Dert Saldı, Beni Öyle Bir Aşka Düşürdü Ki Bu Aşk İle Kararsız Kaldım. Bundan Sonra Allahü Teâlâ Bana Lütuf Ve Kereminden Kapılar Açtı. Önceki Dostlarımdan Birkaçı, Bir Gece Yoluma Çıktılar. Bana Her Biri Bir Şeyler Söyledi. Böylece Benim Kendilerine Uymam İçin Çok Uğraştılar. Onlara Tâbi Olmak İsterken, Allahü Teâlânın İnâyeti İle Bir Âyet-i Kerîmede Bildirildiği Gibi, Allahü Teâlânın Açtığı Kapıyı Kapatmaya Ve Kapamış Olduğu Kapıyı Açmaya Kimsenin Gücü Yetmez Dedim. Bu Söz, Eski Dostlarıma Çok Tesir Etti. Onlar Da Benim Bulduğum Yola Girdiler. Benim Bütün Gayretim, Allahü Teâlâdan Başka Her Şeyi Bırakıp, Allahü Teâlânın Rızâsına Kavuşmaktı. Allahü Teâlâya Sonsuz Hamdü Senâlar Olsun Ki, Bana İnâyet-i Rabbânî, Allahü Teâlânın Yardımı Erişti Ve Maksadıma Kavuşturdu."
şâh-ı Nakşibend Hazretleri Şöyle Anlatmıştır: "talebeliğimin İlk Günlerinde, Büyük Hocam Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî Hazretlerinin Emrettiği Şeylerin Hepsini Yerine Getirdim. Bunların Faydalarını Ve Tesirlerini Kendimde Gördüm. Hocam Bana, Resûlullah Efendimizin Ve Eshâb-ı Kirâmın Yolunda Bulunmamı Söylemişti. Ben Bu Vasıyeti Tuttum. Bu Hususta Son Derece Dikkat Ve Gayret Gösterdim. Âlimlerin Meclisine Devâm Edip, Nasîhatlerini Dinledim. Âlimlerin Eserlerini Okuyup, Bildirilenlere Göre Amel Ettim. Allahü Teâlânın İhsânıyla Bunların Faydasını Gördüm. Tasavvufta En Faydalı Ve Maksada Çabuk Kavuşturan Şey, Allahü Teâlâya Cân-u Gönülden, Kendinden Geçerek Duâ Ve Niyaz Etmek, Yalvarmak Ve Allahü Teâlânın Rızâsını İstemek, Nefsi Ezmek, Onu Mağlub Etmektir. İşte Bizi Bunun İçin Bu Kapıdan İçeri Aldılar. Her Ne Bulduksa, Bu Sebeble Bulduk. Bu Mekânda Sarı Yüz Ve Eski Elbise Ararlar. Atlas Ve İpeğin Pazarı Burası Değildir. Bir Sâlik, Hakîkat Yolunda Kendi Nefsini Fir'avn'ın Nefsiyle Mukâyese Etmeli Ve Kendi Nefsini Onun Nefsinden Yüz Bin Defâ Daha Aşağı Görmeli. Eğer Böyle Olmazsa, O Sâlik, Hakîkat Yolunun Ehli Olamaz. O Yolda Yokluk, Nefsi Temizlemek Kolay Değildir. Fakat Bu, Yolda Maksada Ulaşmak İçin Bir İp Ucudur. İşte Ben De Bunun İçin, Nefsimi Varlıkların Her Tabakasına Nisbet Edip, Bu Yolda Yürüdüm. Nefsimi Kâinâttaki Her Şey İle Karşılaştırdım. Hakîkatte Her Şeyi, Her Varlığı, Her Mahlûku Daha Üstün Ve Daha Hoş Gördüm. O Hâle Geldi Ki, Nefsim İle Varlıklardan Herhangi Biri Arasında Kıyâs Yaparak Düşündüm. Kendimi Aşağı Ve Âciz Gördüm. Bu, Benim İçimdeki Her Türlü Kir Ve Pası Temizledi. Kâinâtta Ne Varsa Hepsinden Fayda Gördüm. Fakat Nefsimden Hiçbir Fayda Görmedim. Nefsimin Önüne Geçmemiş Olsaydım, Onu Terbiye Etmeseydim Ve Kendi İsteği İle Başbaşa Bıraksaydım, Beni Bu Kapıdan İçeri Almadıkları, Bu Makama Koymadıkları Gibi, Nefsimin Daha Bana Nice Zararları Dokunacaktı."
yine Şöyle Anlatmıştır: "gençliğimde Allahü Teâlâya Yalvarıp; "yâ Rabbî! Bana Yardımını İhsân Et. Bu Yolun Ağırlığını Çekmeye Kuvvet Ver. Bu Yolda Ne Kadar Riyâzet, Nefsin İsteklerini Yapmamak Ve Mücâhede, Nefsin İstemediği Ne Varsa Yapayım." Diye Duâ Ettim. Allahü Teâlâ Duâmı Kabûl Buyurup, Bana Öyle Bir Kuvvet Ve Kudret İhsân Etti Ki Bu Yolun Ne Kadar Zahmet Ve Meşakkati Varsa Hepsine Katlandım. Ne Yapmak Lâzımsa Allahü Teâlâya Hamd Olsun Yaptım. Şimdi İhtiyâr Hâlimde, Riyâzetten Ve Nefsimle Mücâdeleden Kurtulmuş Bulunuyorum... Evliyâ-i Kirâmın Rûhlarına Teveccüh Ediyor, Hepsinin Rûhâniyetlerinin Eserini Görüyordum."
şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî Hazretleri Öyle Bir Yıldız Olarak Yetiştirildi Ki İrşâd Semâsı Onunla Süslendi. O, Ucu Bucağı Olmayan Bir İlim Ve İrfan Denizi İdi. Her Nerede Cehâlet Zulmeti Varsa, Onu Üstün Nurları İle Örttü, Kapattı. Kimin Gönlüne Bir Şüphe Düştüyse, Özündeki Çürütülmez Belgelerle Onu Giderdi. İnsanlara Üstün Şânını Anlatan Nice İşâretler Gösterdi. Ölü Kalbleri Diriltti. Ruhlara Kuvvet Verip Canlandırdı. Pekçok Kerâmetlerin Sâhibi Oldu. İnsanları İrşâd Etmeye, Doğru Yolu Göstermeye Başladığının Haberi Bütün Fezâyı Doldurdu. Doğunun Ve Batının Kalbi Onunla Sevince Boğuldu. Kisrâlar Ve Sultanlar Onun Karşısında Edeple Durdu, Ona Merhabâya Geldi. Çöldeki Vahşi Hayvanlar Bile Yardım İstemeye Geldi. İşte Onun Ciltler Dolusu Tutan Kerâmetlerinden Ve Menkıbelerinden Bir Kaçı:
bir Defâsında Nesef'te Büyük Bir Kuraklık Oldu. Sıcaktan Toprak Çatlayıp, Mahsûller Kurumaya Başladı. Halk, Günlerce Yağmur Bekledi. Fakat Bir Damla Bile Düşmedi. Nesef Halkı, Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Duâsını Almak İçin Aralarından Birini Huzûruna Gönderdiler. O Da Gelip Durumu Arz Etti. Nesef Ahâlisi Kuraklıktan Dolayı Mahzûn Ve Kederlidir, Dedi. Bunun Üzerine, Behâeddîn Buhârî Hazretleri Buyurdu Ki: "üzülmesinler, Allahü Teâlâ Onlara Yağmur Gönderecek." Aradan Kısa Bir Zaman Geçti, Nesef'e Yağmur Yağmaya Başladı. Bir Gün Ve Bir Gece Devâm Etti. Kuraklık Kalkıp Bolluk Oldu.
bir Talebesi Şöyle Anlatmıştır: "ben Küçük Yaşta Cenânyan Denilen Yerden Buhârâ'ya Geldim. Âlimlerin Derslerine Devâm Ettim. Sonra Kalbime Kâbe'yi Ziyâret Etme Arzusu Düştü. Mekke'ye Gidip, Kâbe'yi Ziyâret Etmek Şerefine Kavuştum. Buhârâ'ya Döndüm. Fakat Nefsim Çok Azgındı. Hattâ Eşkıyâlık Yapacak Kadar Kötü Bir Hâlde İdi. Ben Bu Hâlde İken, Bir Çekilme Hâli Hâsıl Oldu. Bu Hâl, Beni İster İstemez, Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Huzûruna Sürükledi. Huzûruna Varınca, Beni Yanına Yaklaştırdı. Sonra Enseme Öyle Bir Vurdu Ki, Yediğim Sillenin Tesirinden Neye Uğradığımı Bilemedim. İstemeyerek Bağırdım. Behâeddîn Buhârî Hazretleri Bu Hâlime Öfkelenip; "sus!" Dedi. Sonra Da; "eğer Sabredip O Nârayı Atmasaydın, Bir Sohbetle İşin Tamâm Olurdu." Buyurdu."
behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Talebelerinden Şeyh Ömer Taşkendî Şöyle Anlatmıştır: "benim, Behâeddîn Buhârî'ye Muhabbetim Ve Talebe Olmam Şöyledir: Önce Taşkend'de Talebelerinden Bir Kısmını Tanımıştım. Onlar İle Sohbet Eder, Hizmetlerinde Bulunurdum. Sohbet Sırasında Bana, Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Fazîletini, Hâllerini Anlatırlardı. Böylece Görmediğim Hâlde Ona Karşı İçimde Bir Muhabbet Hâsıl Oldu. Bir Gün Taşkend'deki Talebelerinden Birinin Evine Gittim. Hocasını Hatırlıyor Ve Ona Râbıta Ediyordu. Bir Müddet Oturduktan Sonra Yemek Getirdi. O Anda Behâeddîn Buhârî Hazretleri Gözüme Göründü Ve Kulağıma; "senin Horasan'a Gitmen Gerekir." Diye Söyledi. Yemekten Sonra Horasan'a Gitmek Üzere Yola Çıktım. Horasan'a, Oradan Da Beheâddîn Buhârî'nin Yakın Talebelerinden Mevlânâ Celâleddîn'in Bulunduğu Yere Gittim. Evine Varıp Kapıda Durdum, Kendisi Tarafından Çağrılmamı Bekledim. Bir Saat Sonra Evinden Bir Cemâat Çıktı. Beni Çağırıp Huzûruna Kabûl Ettiler Ve; "sen Geldiğin Sırada, Gelişinden Haberim Var İdi. Fakat Seninle Başbaşa Görüşmek İstedim. Onun İçin Beklettim." Dedi. Bundan Sonra Hâlimi Ona Anlattım Ve Çok Ağladım, Yardımcı Olmasını İstedim. Yemîn Ederek Dedi Ki: "behâeddîn Buhârî Sana Kâfidir, Teveccühüne Kavuşursun." Sonra Onun Fazîletinden, Menkıbelerinden Bahsedip, Huzûruna Kavuşmak İçin Hemen Yola Çıkmamı Söyledi.
yolculukta Başıma Bâzı Hâdiselerin Geleceğini De İşâret Etti. Derhâl Nesef Tarafına Doğru Yola Çıktım. Oradan Da Horasan'a Hareket Etmek Üzere Bir Gemiye Bindim. Gemi Bir Müddet Yol Aldıktan Sonra Sabah Namazının Vakti Girdi. Gemide Bir Ezân Okudum. Hiç Bir Yolcu Namaza Kalkmadı. Bu Duruma Üzülüp, Onlara Nasîhat Ettim. Fakat Bana Kızdılar. Bu Durum Karşısında Bende Öyle Bir Hâl Oldu Ki, Kendimi Suya Atmak İstedim. Ayaklarımı Suya Uzatıp Gemiden Ayrıldım, Fakat Batmadım. Öyle Bir Hâl Oldu Ki, Suyun Üzerinde Yürümeye Başladım. Gemidekiler Bu Hâlimi Görünce Ağlamaya Başladılar. "biz Yanlış Bir İş Yaptık, Yaptığımıza Tövbe Ettik. Gemiye Gel, Sen Ne Dersen Onu Yapacağız." Dediler. Bunun Üzerine Tekrar Bindim. Sabah Namazını, Gemideki Yolcular İle Cemâat Olup Kıldık. Bir Müddet Yolculuktan Sonra Âmûre Kalesine Vardık. Orada Da Acâib Hâdiseler Oldu. Behâeddîn Buhârî Hazretlerine İlticâ Edip, Sığındım. Şîrmüşter Denilen Bir Dergâha Vardım. Yola Devâm Ederken Bir Kervana Rastladım. Bana;
"bu Çöle Dalma, Çok Büyük Bir Çöldür, Yolunu Şaşırırsın. Burada Dur, Şâyet Yola Devâm Edecek Olursan Sağ Tarafa Yönel, Sol Tarafdan Gidersen Sonunu Bulamazsın Ve Helâk Olursun." Dediler. Kervan Geçip Gittikten Sonra, Kendi Kendime; "ben, Behâeddîn Buharî Hazretlerinin Huzûruna Gitmek Üzere Yola Çıkmış Bulunuyorum. Ona Tâbi Olup, Hak Yola Gireceğim İçin Bana Tehlike Gelmez." Dedim. Çöle Dalıp Yürümeye Başladım. Bir Müddet Yürüdükten Sonra Aç Olduğumu Hatırladım. Kendi Kendime Bâzı Nefis Yemekleri Düşünerek; "âh O Yiyecekler Olsa Da Yesem!" Dedim. Ben Böyle Düşünürken, O Anda Önüme Birdenbire Bir Sofra Geldi, Üzerinde Aklımdan Geçen Yemekler Vardı. Bu Durum Karşısında Hâlim Değişti. Ağlamaya Başladım. "ey Allah'ım, Senin Rızânı Arayan Kimseye Her Ne Lâzım Olursa İhsân Ediyorsun. Ben De Senin Rızândan Başka Bir Şey Aslâ Taleb Etmeyeceğim." Dedim. O Yemekleri Yiyip, Çölde Yola Devâm Ettim. Yolda Karşıma Bir Ceylan Sürüsü Çıktı. Beni Görünce Sağa Sola Kaçışmaya Başladılar."eğer Bu Yoldaki Arzum Ve İsteğimde Samîmî İsem, Ceylanlar Benden Kaçmazlar" Dedim. Böyle Der Demez, Ceylanlar Yanıma Toplanıp Bana Yüzlerini Sürmeye Başladılar. Bu Durum Karşısında Da Hâlim Değişti Ve Çok Ağladım. Behâeddîn Buhârî Hazretlerine Karşı Muhabbetim O Kadar Arttı Ki, Huzûruna Bir An Evvel Kavuşmak İçin Can Atıyordum. Ehan Denilen Yere Vardığımda, Yine Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Bereketi İle Acâib Hâllere Kavuştum. Oradan Serahs'a Vardım. Kendi Kendime;
"her Yerde Allahü Teâlânın Dostları, Sevgili Kulları Bulunur. Bu Civarda Da Vardır. Onlardan Müsâade Almadıkça Bu Şehre Girmeyeyim." Dedim. Böyle Düşünürken, Karşıma Dîvâne Hâlde Bir Kimse Çıktı. Halk Onu Görünce; "divâne Dâvûd Geliyor." Dediler. Benim Yanıma Yaklaşınca, Onu Karşılayıp, Selâmün Aleyküm Diyerek Selâm Verdim. "ve Aleykesselâm." Deyip Selâmımı Aldı. "hoş Geldin Türkistanlı Derviş!" Dedi. Beni Yanına Yaklaştırıp Koynundan Bir Ekmek Çıkardı. Ekmeği Parçalayıp Yarısını Bana Verdi, Ve;
"ey Derviş, Bu Ekmeğin Yarısını Sana Verdiğim Gibi, Bu Mülkün Yarısını Da Sana Verdim!" Dedi. Bu Hâdiseden Sonra Serahs Şehrine Girdim. Çarşıya Girince, Bir Başka Divâne Gördüm. Çocuklar Taşa Tutuyorlardı. "bu Divânenin Adı Nedir?" Diye Sordum."câvadâr'dır. Bu Beldenin Divânelerindendir." Dediler. Kendi Kendime; "bundan Da İzin Alayım." Dedim. Bir Tarafdan Da Çocuklar Onu Taşa Tutuyorlardı. Bana Bakıp; "ey Türkistanlı Derviş, Söz Divâne Dâvûd'un Söylediği Gibidir!" Diyerek İlk Karşılaştığım Kimse İle Görüşüp Kavuştuğumuz Şeylere İşâret Etti. Bundan Sonra Bende Güzel Bir Hâl, Cem'iyyet Hâsıl Oldu. Yemek Arzu Ettim Ve;
"her Hâlde Bu Şehirde Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Sevenlerinden Bir Kimse Bulunur Ve İlk Lokmayı Onun Elinden Yerim." Dedim. Bu Sırada Yanıma Biri Gelip; "ben Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Hizmetçilerindenim. Evime Buyur." Dedi. Beni Evine Götürdü. Üç Çeşit Yemek Getirdi. Sonra Bana; "behâeddîn Buhârî Hazretleri Behrâb Denilen Yere Gitmişler, Oradan Burayı Teşrif Edecekler. Burayı Teşrif Edinceye Kadar Sen Bizde Kalacaksın, Senin Yerin Burasıdır." Dedi. Birkaç Gün Sonra Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Orayı Teşrif Etmek Üzere Oldukları Haberini Aldık. Karşılamak Üzere Derhâl Dışarı Çıktık. Behâeddîn Buhârî Hazretleri Bir Merkeb Üzerinde Ve Etrâfında Talebeleri Olduğu Hâlde Teşrif Ettiler. Bir Mezarlığa Yöneldiler. Ziyâretinde O Kadar İnsan Toplanmıştı Ki, Kalabalıktan Yanlarına Yaklaşmak Mümkün Olmadı. Kendi Kendime;
"çok Uzaklardan Geldim. Çok Zahmetlere Katlandım. Acabâ Bana Neden Hiç İltifât Etmediler? Artık Ben Kendi Başıma Kaldım." Diye Düşündüm. Bu Düşünceler Hatırımdan Geçtiği Sırada, Behâeddîn Buhârî Hazretleri Merkebden İndiler Ve Yanına Yaklaşmamı İstediler. Bana;
"hoş Geldin Ey Taşkendli Derviş Ömer, Yanlış Anlama, Daha Sen Buraya Geldiğin Saatte Haberdâr Oldum. Şimdi Şu Gördüğün Kalabalık İle Bir Müddet Meşgûlüm." Buyurdu. Sonra Eve Gittiler Ve Kalabalık Da Dağıldı. Beni Huzûruna Kabûl Edip;
"başından Geçen Hâdiselerin Hepsini Bilmekteyiz. Gemide İken Denize İnince Sana Biz Yardım Ettik. Çölde Önüne Sofra Bizim Tasarrufumuzla Geldi. Ceylanların Sana Yaklaşması Ve İki Divâne İle Karşılaşman Ve Vukû Bulan Diğer Hâdiseler Hep Bizim Teveccühümüz İle Oldu." Buyurdu. Bu Sohbeti Sırasında Bana Öyle Teveccüh Ve Tasarrufda Bulundular Ki, Bambaşka Bir Hâle Girip, Çok Ağladım. "niçin Ağlıyorsun?" Diye Sordu. Ben De; "şimdiye Kadar Geçen Ömrü Zâyi Etmişim." Dedim. "öyle Söyleme; Yalnız Bundan Evvel Bunu Bilmiş Olsaydım Diyebilirsin. Şu Andaki Müşâheden Ve Teslimiyetin Ondan Daha Büyüktür." Buyurdu. Sonra; "şimdi Sen, Bulunduğun Hâli Mi, Yoksa Geçen Hâlini Mi İstersin?" Diye Sordu. Ben De; "bu Hâlimi İsterim." Dedim. "bu İş Tâbi Olmadan Olmaz." Buyurdu. "ne İşâret Buyurursanız, Ne Emrederseniz Yerine Getiririm. Dedim. Ben Böyle Deyince; "huyunuz Mübârek Olsun!" Buyurdu."
talebelerinden Emîr Hüseyin De Şöyle Anlatmıştır: "benim Evim Kasr-ı Ârifân'da İdi. Yirmi Yaşına Kadar Çiftçilik İle Uğraştım. Namazdan Ve Niyâzdan Uzak İdim. Yiyip İçip Yatmaktan Başka İşim Yoktu. Tam Gençlik Cehâleti İçinde İdim. Behâeddîn Buhârî Hazretleri Câmiye Giderken, Gelip Geçtikçe Beni Görüp Tebessüm Ederdi. Nihâyet Bir Gece Rüyâmda Behâeddîn Buhârî Hazretlerini Gördüm. Mübârek Elinde Bir Ayna Vardı. Aynayı Bana Verdi. Aynaya Baktım, Kendimi Gördüm. Uyanınca, Beni Bambaşka Hâller Kaplamıştı. Âniden Behâeddîn Buhârî Hazretleri Evime Geldi. Bana Dedi Ki; "aynayı Sana Kim Verdi?" "siz Verdiniz Efendim." Dedim. "niçin Namaz Kılıp, Kur'ân-ı Kerîm Okumazsın?" Buyurdu. "kur'ân-ı Kerîm Okumayı Bilmiyorum." Dedim. "ben Sana Namazı Ve Kur'ân-ı Kerîmi Öğretirim." Buyurdu. Bundan Sonra Beni Yetiştirip, Terbiye Etti. Pekçok İhsâna Ve Nîmete Gark Etti."
nakledilir Ki, Şeyh Şâdî Adında Bir Zât, Kasr-ı Ârifân'a Gelip, Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Huzûruna Girerek, Ziyâretlerine Gelmekte Kusûr Ettiğini Söyleyip Affetmelerini İstedi. Behâeddîn Buhârî Hazretleri Ona Şaka Yaparak; "bedâva Özür Kabûl Edilmez." Buyurdu. Gelen Zât; "bir Öküzüm Vardır, Onu Size Vereyim." Dedi. "onu Kabûl Etmeyiz, Köyünde Uzun Zamandan Beri Biriktirip, Duvar Arasında Bir Kap İçinde Gizlediğin Kırk Altının Var, Onları Getirirsen Kabûl Edilir." Buyurdu. Şeyh Şâdî; "sakladığım Altınları Başka Kimse Bilmiyordu. Nasıl Bildiler?" Diye Hayretler İçinde Kaldı, Sonra Köyüne Gidip Altınlarını Getirdi. Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Önüne Koydu. Behâeddîn Buhârî Altınları Sayıp, İçinden Bir Tânesini Ayırdı. Diğerlerini O Zâtâ Geri Verdi. "bunlarla Öküz Satın Alıp Çiftçilik Yap, Kaldırdığın Mahsûlü Allahü Teâlânın Kullarına Dağıt." Buyurdu. Sonra Ayırdığı Bir Altını Göstererek; "bu Altın Haramdır." Buyurdu. Daha Sonra O Zâta; "hâce Hazretlerinin Ayırdığı O Bir Altını Nereden Almıştın?" Dediler. Behâeddîn Buhârî Hazretlerini Tanıyıp, Ona Talebe Olmadan Önce Bir Kumarda Kazanmıştım, Dedi.
behâeddîn Buhârî Hazretleri, Talebelerinden Birini, Bir İşi İçin Bir Yere Göndermişti. Talebesi İşi Görüp Dönerken, Yolda Havanın Çok Sıcak Olması Sebebiyle, Dinlenmek İçin Bir Ağacın Gölgesine Oturdu. Dinlenirken Uykusu Gelip, Uyuya Kaldı. Uyur Uyumaz Rüyâsında Hocası Behâeddîn Buhârî'yi Gördü.elinde Bir Asâ İle Yanına Yaklaşıp; "uyan, Kalk Burası Uyuyacak Yer Değildir." Dedi. Bunun Üzerine Hemen Uyanıp Gözlerini Açtı Ve Ayağa Kalktı. Birden, İki Kurdun Kendisine Doğru Yaklaştığını Ve Hücûm Etmek Üzere Olduklarını Gördü. Hemen Oradan Uzaklaşıp Yoluna Devâm Etti. Kasr-ı Ârifân'a Varınca, Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Yola Çıkmış, Kendisini Karşılamakta Olduğunu Gördü. Yanına Yaklaşınca; "hiç Öyle Korkulu Ve Tehlikeli Yerlerde İstirahat Edilir Mi?" Buyurdu.
behâeddîn Buhârî Hazretleri Bir Gün Bir Yere Gitmekte İken, Yolları Bir Akarsuya Rastladı. Yanında Bulunan Talebelerinden Emîr Hüseyin'e; "kendini Bu Suya At." Buyurdu. Daha Böyle Derdemez, Emîr Hüseyin Hiç Tereddüt Etmeden Kendini Akan Suya Attı Ve Suyun İçinde Kayboldu. Aradan Bir Müddet Geçti. "ey Emîr Hüseyin, Çık Gel!" Buyurdu. Emîr Hüseyin Derhâl Sudan Dışarı Çıktı. Elbisesinde En Ufak Bir ıslaklık Yoktu. Behâeddîn Buhârî Hazretleri Ona; "ey Emîr Hüseyin, Kendini Suya Atınca Ne Gördün?" Diye Sordu. Emîr Hüseyin Dedi Ki: "emriniz Üzerine Kendimi Size Fedâ Ederek Suya Atınca, Bende Öyle Bir Hâl Hâsıl Oldu Ki, Kendimi Birden Bire Gâyet Güzel Döşenmiş Bir Odada Buldum. Bu Odanın Hiç Kapısı Yoktu. Kapı Aradım, Orada Zâtı Âlinizi Gördüm. Bana Bir Kapı Gösterdiniz. İşte Bu Kapıdan Çık Buyurdunuz. Eliniz İle Kapıyı Açtınız, Ben De Kapıdan Çıktım. İşte Huzûrunuza Geldim." Dedi.
behâeddîn Buhârî Hazretlerine Bir Gün Hediye Olarak Bir Mikdâr Balık Getirilmişti. Balığın Getirildiği Sırada, O Mecliste Hazır Bulunan Talebeleri İle Berâber Balığı Yemek Arzu Ettiler. Bunun Üzerine Balık Hazırlanıp, Sofra Kuruldu. Talebeler, Behâeddîn Buhârî İle Birlikte Sofraya Oturdular. İçlerinden Biri, Gelip Sofraya Oturmadı. Behâeddîn Buhârî Ona; "niçin Gelip Oturmuyorsun?" Dedi. O Da Oruçluyum Diyerek, Nâfile Oruç Tuttuğunu Bildirdi. Ona; "gel Bize Uy!" Dedi. Fakat Gelmedi. Tekrar; "gel Bize Uy! Sana Ramazan Günlerinden Bir Günde Tutulan Oruç Sevâbı Kadar Hediye Edeyim." Dedi. Fakat O Kimse Söz Tutmayıp, İnadında ısrâr Etti. Bunun Üzerine Talebelerine; "bu Adam, Allahü Teâlâdan Uzaktır. Siz Onu Terkediniz." Buyurdu. O Oruçlu Kimse, Son Derece Zâhid Bir Kimse İdi. Fakat Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Sözüne Peki Demeyip, Muhâlefet Göstermesi Sebebiyle, Zâhidliğini Kaybetti, Ne Namaz, Ne Niyaz Kaldı. Tamâmen Dünyâya Tapmaya Başladı Ve Felâkete Düştü.
behâeddîn Buhârî Hazretleri, Buhârâ'nın Bir Köyüne Gitmişti. Şeyh Hüsrev Adında Bir Zâtın Evinde Misâfir Oldu. O Akşam Şeyh Hüsrev, O Köyde Bulunan Bütün Âlimleri Ve İleri Gelenleri Evine Dâvet Etti. Hep Birlikte Yemek Yediler. Yemekten Sonra Behâeddîn Buhârî Hazretleri, Ev Sâhibi Şeyh Hüsrev'e; "git Kapıya Bak Kim Var?" Buyurdu. Gidip Baktı Ki, Köy Halkından Yûsuf Adında Biri, Bir Kap İçinde Armut Getirmiş Kapıda Bekliyordu. İçeri Girmesine Müsâade Edildi. O Da İçeri Girip, Elindeki Armut Dolu Kabı Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Önüne Koydu. Behâeddîn Buhârî; "bu Armutları Nereden Aldın?" Dedi, O Da Aldığı Yeri Söyledi. Behâeddîn Buhârî Hazretleri Bir Müddet Susup, Sonra Ev Sâhibine; "bu Armutları Büyük Bir Kaba Boşalt Gel." Dedi. Ev Sâhibi Armutları Büyük Bir Kaba Boşaltıp Ortaya Koydu. Behâeddîn Buhârî, Armutlardan Birini Alıp Getiren Kimseye Verdi. Sonra Diğer Armutların Orada Bulunanlara Dağıtılmasını Emretti. Dağıtıldıktan Sonra;
"hiç Kimse Kendine Verilen Armudu Yemesin, Beklesin." Buyurdu. Sonra Armutları Getiren Yûsuf Adlı Köylüye Dönüp;
"armutları Getirmekteki Maksadın Nedir Bilir Misin?" Dedi. Getiren Kimse; "efendim, Bana Köyümüze Keşf Ve Kerâmet Sâhibi Bir Zât Geldi Dediler. Ben De Sizi Görmekle Şereflenmek İçin, Bu Armutları Satın Alıp, Size Hediye Getirdim. Fakat Küstahlık Edip, Armutların İçinden Birine Bir İşâret Koydum Ve En Alta Yerleştirdim. Eğer O Zât Evliyâ İse, Bu Armudu Bulup Bana Verir Diye Düşündüm." Dedi. "öyleyse Elindeki Armuda Bak, O İşâret Koyduğun Armut Mu?" Buyurdu. "evet Efendim. O Armuttur." Dedi. Bundan Sonra Behâeddîn Buhârî Hazretleri Buyurdu Ki:
"allahü Teâlânın Evliyâ Bir Kulunu, Bir Kimsenin Denemesi Uygun Değildir. Fakat İşâretlediğin Armudu Bulup Sana Vermeseydik, Sen Bizden Uzak Kalır Ve Çok Zarar Görürdün. Resûlullah Efendimizin Bildirdiği Yolda Bulunan Kimseyi İmtihâna Hâcet Yoktur." Armutları Getiren Kimse, Yaptığı İşten Çok Pişmân Olup, Behâeddîn Buhârî Hazretlerinden Af Ve Özür Diledi.
talebelerinden Biri Şöyle Anlatmıştır: "semerkand'da Oturuyordum. Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Keşf Ve Kerâmet Sâhibi Büyük Bir Zât Olduğunu Duyunca, Ona Karşı Muhabbetim İyice Arttı. Sabrım Kalmadı Ve Sohbetine Kavuşmak İçin Buhârâ'ya Gitmeye Karar Verdim. Yola Çıkarken Annem Hırkamın Bir Yerine Harçlık Olarak Dört Altın Dikti. Buhârâ'ya Varınca, Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Sohbetine Katıldım. Sohbeti Sırasında Beni Öyle Bir Hâl Kapladı Ki, Sabrım Kalmadı. Orada Bulunanlardan Birine, Behâeddîn Buhârî Hazretlerine Beni Talebeliğe Kabûl Etmesini Söylemesi İçin Ricâ Ettim. Durumumu Arz Edince, Bana Çok İltifât Edip, Kabûl Ederiz, Fakat Senden Altın Alırız Buyurdu. "ben Fakirim, Altınım Yoktur." Dedim. Talebelerine Dönüp; "bunun Hırkası İçinde Dört Altını Var, Yok Diyor." Dedi. Behâeddîn Buhârî Hazretleri Bunu Söyleyince, Hayretler İçinde Kaldım. Hemen Hırkamı Söküp, İçindeki Dört Altını Çıkarıp Önlerine Koydum. O Mecliste Bir Çocuk Vardı. Talebelerinden Birine; "al Şu Altınları Bu Çocuğa Ver." Buyurdu. O Talebe Alıp Çocuğa Verdi. Fakat Çocuk Almadı. Çok ısrar Etmelerine Rağmen Kabûl Etmedi. Tekrar Bana Verdiler. Çok Utanıp Mahcub Oldum. Bu Hâdiseden Sonra, Behâeddîn Buhârî Hazretleri, Talebeleri İle Birlikte Başka Bir Köye Gitmek Üzere Yola Çıktı. Ben De Onlara Katıldım. O Köyde Büyük Bir Sohbet Meclisi Kuruldu. Bir Ara Talebeleri, Beni De Talebeliğe Kabûl Etmesini Arzettiler. Bu Sefer Yanımdaki Altınları, O Mecliste Bulunan Başka Bir Çocuğa Vermemi Söylediler. Verdim Fakat, O Da Almadı. O Kadar Mahcub Oldum Ki, Utancımdan Yerin Dibine Girecektim. Talebeleri, Beni Talebeliğe Kabûl Buyurmaları İçin Bir Daha Arz Ettiler. O Zaman Buyurdu Ki:
"hasislik, Cimrilik, Herkes İçin Sevimsiz Ve İğrenç Bir Sıfattır. Bilhassa Hak Yolunda İlerlemek İsteyen Bir Kimsenin Hasislik Etmesi Çok Kötü Bir İştir." bundan Sonra Beni De Talebeliğe Kabûl Etti. Beni İrşâd Ederek, Dünyâ Sevgisini Kalbimden Çıkardı. Hamdolsun Tevekkül Sıfatı Böylece Kalbime Yerleşti.
behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Talebelerinden Biri, Bir Yere Gitmek İstediği Zaman Kerâmetiyle Havada Uçarak Gider, Gideceği Yere Hemen Varırdı. Diğer Talebeleri Onu Bir İş İçin Kasr-ı Ârifân'dan Buhârâ'ya Gönderdiler. Bu Talebe Uçarak Giderken, Behâeddîn Buhârî Hazretleri Onun Üzerinden Tasarrufunu Çekti. Talebe Uçamaz Oldu. Bu Hâdise Üzerine Behâeddîn Buhârî Hazretleri; "allahü Teâlâ Bana Talebelerimin Gizli Açık Bütün Hâllerini Bilmek Ve Onlar Üzerinde Tasarruf Etme Kudreti Verdi. Arzu Edersem, Allahü Teâlânın İzniyle Talebelerime Çeşitli Hâller Veririm Ve Yine Ellerinden Hâllerini Alırım. Onları Kâbiliyetlerine Göre Terbiye Ederim. Çünkü Yetiştirici Ve Terbiye Edici, Yetiştirmek İstediği Kimseye Yarayan Ve En Çok Faydası Olan Şeyi Yapar." Buyurdu.
yine Talebesi Emîr Hüseyin Şöyle Anlatmıştır: "
bir Gün Hocam Beni Bir İş İçin Kasr-ı Ârifân'dan Buhârâ'ya Göndermişti. Bu Gece Buhârâ'da Kal, Sabaha Doğru Geri Dönersin Dedi. Ben Hemen Yola Çıktım. Yolda Nefsimle Mücâdele Edip; "ey Nefsim! Acabâ Sen Bir Gün ıslâh Olacak Mısın Ve Ben Senin Elinden Kurtulur Muyum?" Diyordum. Nefsimi Böyle Azarlarken, Karşıma Nûr Yüzlü Bir Zât Çıktı. Bana;
"sen Bu Yolda Ne Mihnet, Ne Meşakkat Çektin Ki, Nefsini Ayıplıyorsun? Bu Yolda Gelip Geçen Büyükler Öyle Mihnet Ve Meşakkat Çekmişlerdir Ki, Senin Bir Zerresini Bile Çekmeğe Tahammülün Yoktur." Dedi. Sonra Vefât Etmiş Olan Büyüklerin İsimlerini Ve Çektikleri Meşakkatleri Bir Bir Anlatıp, Târif Etti. Ben Kusurlarımı Kabûl Edip, Özür Diledim. Bundan Sonra Karşı Çıkan O Zât, Bana Dağarcığından Bir Mikdar Hamur Çıkarıp Verdi. "bu Hamuru Buhârâ'da Pişirip, Yersin." Dedi. Hamuru Alıp Yoluma Devâm Ettim. Buhârâ'ya Varınca, Hamuru Fırıncıya Verdim. Fırıncı Hamuru Görünce Hayret Edip;
"şimdiye Kadar Böyle Hamur Görmedim." Dedi. Bana Kim Olduğumu Ve Hamuru Kimin Verdiğini Sordu. Ben De Behâeddîn Hazretlerinin Talebesi Olduğumu Söyledim. Fırıncı Hürmetle Hamuru Pişirip Bana Verdi. Bir Parça Koparıp Ona Verdim. Sonra Hocamın Emir Buyurduğu İşi Bitirip, O Gece Buhârâ'nın Gülâbâd Mahallesindeki Mescidde Akşam Ve Yatsı Namazını Kıldıktan Sonra, Kıbleye Karşı Oturdum. Bu Sırada Canım Elma İstedi. O Anda Mescidin Penceresinden Birkaç Elma Attılar. Elmaları Alıp Ekmekle Yedim. Gece Yarısına Kadar O Mescidde Kaldım. Sonra Kalkıp Yola Çıktım. Sabaha Doğru Kasr-ı Ârifân'a Vardım. Sabah Namazını Hocam Behâeddîn Buhârî İle Kıldım. Hocam Bana; "sana Hamuru Veren Kimdi Bildin Mi?" Diye Sordu. Bilemediğimi Arz Ettim. "o, Hızır Aleyhisselâm İdi." Buyurdu. Sonra Mescidin Penceresinden Bana Atılan Elmalardan Bahsetti. "o Fırıncıya Ne Büyük Saâdet Ki, Senin Verdiğin Hamuru Pişirdi Ve Ondan Yemek Nasîb Oldu." Buyurdu.
behâeddîn Buhârî, Peygamber Efendimizin Sünnetine Tam Uyar. O'nun Yaptığı Şeyleri Yapmağa Çok Gayret Ederdi. Resûlullah Efendimizin İşlediği Her Sünneti İşlerdi. Bir Defâsında Peygamberimiz Eshâb-ı Kirâm İle Ekmek Pişirmişlerdi. Şöyle Ki, Eshâb-ı Kirâmdan Bir Grup, Her Biri Bir Parça Hamuru Alıp Tandıra Koymuştu. Peygamber Efendimiz De Mübârek Eline Bir Parça Hamur Alıp Tandıra Koydular. Bir Müddet Sonra Baktılar Ki, Eshâb-ı Kirâmın Koyduğu Hamurlar Pişmiş, Fakat Peygamber Efendimizin Koyduğu Hamur Pişmemiş, Olduğu Gibi Duruyordu. Ateş, Peygamber Efendimizin Mübârek Elinin Dokunduğu Hamura Tesir Etmedi. Behâeddîn Buhârî Hazretleri, Resûlullah'a Uymak İçin, Talebeleriyle Aynı Şekilde Ekmek Pişirdiler. Talebelerinin Koyduğu Hamurlar Pişti. Fakat Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Koyduğu Hamur Aynen Kaldı. Onun Da Mübârek Elinin Dokunduğu Hamura Ateş Tesir Etmedi. Resûlullah Efendimize Uymaktaki Derecesi Bu Kadar Çok İdi. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Bu Hususta; "her Hususta Tâbi Olana, Tâbi Olunanın Kemâlâtından Büyük Pay Vardır." Buyurdular.
mevlânâ Abdullah-ı Hâcendî, Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî'ye Talebe Olmasını Şöyle Anlatır: "bir Ara İçime Öyle Bir Ateş Düştü Ki, Yerimde Duramıyordum. Bana Yol Gösterecek Âlim Bir Zâta Talebe Olabilmenin İstek Ve Arzusuyla Yanıyordum. İçimdeki Arzu Dayanılmaz Duruma Gelince, Bulunduğum Hâcend'den Ayrıldım Ve Tirmiz'e Kadar Hep Bunu Düşündüm. Oradan Ârif-i Kebîr Muhammed Bin Ali Hakîm-i Tirmizî'nin Kabrini Ziyârete Gittim. Sonra Ceyhun Nehri Kenarında Bulunan Mescide Geldim. Orada Namazı Kıldıktan Sonra, Bir Ara Uyuya Kalmışım. Rüyâda Heybetli İki Zât Gördüm. Onlardan Biri Bana:
"ben Muhammed Bin Ali Hakîm-i Tirmizî'yim, Yanımdaki De Hızır Aleyhisselâmdır. Sen Hoca Aramak İçin Şimdilik Zahmet Çekme. Çünkü Hem Kimseyi Bulamazsın, Hem De İstifâde Edemezsin. On İki Sene Sonra Buhârâ'ya Gidip Orada Bulunan Ve Zamânın Kutbu Olan Behâeddîn Buhârî'ye Talebe Olur, Ondan İstifâde Edersin." Buyurdu. Bunun Üzerine Tirmiz'den Hâcend'e Geri Döndüm. Aradan Epey Bir Zaman Geçtikten Sonra, Bir Gün Çarşıda İki Türk Gördüm. Gayr-i İhtiyârî Peşlerinden Gittim. Bir Mescide Girdiler. Namazdan Sonra, Aralarında Bir Hocaya Bağlanmanın Kıymeti İle İlgili Hususlar Konuşuyorlardı. Onlar Böyle Konuşurlarken, Onlara Karşı Olan İlgim Arttı. Hemen Acele İle Dışarı Çıkıp, Çarşıdan Bir Şeyler Alıp Yanlarına Geldim. Beni Yanlarında Görünce, Biri; "bu, İyi Bir İnsana Benzer, Bizim Hocamızın Oğlu İshak'a Talebe Olabilir." Dedi. Bu Durum Karşısında Çok Merak Ettim Ve O Zâtın Kim Olduğunu Sordum. Hâcend'e Bağlı Bir Köyde Olduğunu Bildirdiler. Bunun Üzerine O Köye Gittim, Zâtı Buldum. Fakat Bana Hiç Yakınlık Göstermedi Ve İltifât Etmedi. Bu Hocanın Her Hâliyle Temizliği Yüzünden Belli Olan Bir De Oğlu Vardı. Bu Durum Karşısında, Bu Temiz Yüzlü Çocuk, Babasına Dedi Ki:
"babacığım, Bu Zât, Sana Talebe Olmak Ümidiyle Buraya Gelmiş, Sen İse Ona Hiç Yakınlık Göstermiyorsun. Neden İlgilenmiyorsun, Sebep Nedir?" Bunun Üzerine Ağladı Ve; "ey Evlâdım, Bu, Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Talebelerindendir. Bizim Onun Üzerinde Hiç Bir Hükmümüz Yoktur." Dedi. Bunun Üzerine Ben Tekrar Hâcend'e, Memleketime Döndüm Ve Hocamla İlgili Bir İşâretin Çıkmasını Bekledim.
aradan Bir Zaman Geçtikten Sonra Kalbim, Beni Buhârâ'ya Gitmeğe Zorladı. O İsteği Bir An Dahi Tehir Etmeye Kâdir Değildim. Hemen Kalkıp Buhârâ'ya Doğru Yola Çıktım. Bir Zaman Sonra Buhârâ'ya Vardım Ve Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Yerini Öğrenip Yanına Gittim. Ne Zaman Ki Huzûr-i Şerîfleri İle Şereflendim, Bana Buyurdu Ki: "yâ Abdullah-i Hâcendî, Senin Daha Üç Günün Vardır. Yâni Sana Bildirilen On İki Senenin Tamam Olmasına Daha Üç Günün Vardır. Bunu Unuttun Mu?" Bunları Duyunca, Âdetâ Kendimden Geçtim. Sohbetinin Muhabbeti Benim Kalbimin Ufuklarına Yerleşti. Artık Hep Onlara Olan Bağlılık Ateşi İle Yanıyordum. Bir Müddet Sonra Himmet İstedim. Behâeddîn Buhârî; "himmetin Zamânı Var." Buyurdu. Bunun Üzerine Bir Müddet Daha Sohbete Devâm Ettim.
büyük Âlimlerden Birisi Anlatır: Gençlik Zamânında, Hâce Behâeddîn Buhârî Hazretlerini Çok Severdim. Himmetleri İle Bende Şaşılacak Hâller Meydana Geldi. Bana Dâimâ; "beni Hâtırından Çıkarma!" Derdi. Ben De Dâimâ Onları Düşünür, Hatırlardım. Bu Hâl Üzere İken Babam Hacca Gitti. Beni De Berâberinde Götürdü. Giderken Hirat'a Uğradık. Hirat Şehrini Seyrederken, Hâce Hazretlerini Unuttum, Bağlılık Hâtırımdan Çıktı. O Anda Bendeki Hâller Gitti. Sonra İsfehan'a Gittim. Orada Bir Büyük Âlim Var İdi. Bütün İsfehanlılar Ondan Himmet Ve Duâ İsterlerdi. O Zâttan Çok Kerâmetler Meydana Gelmişti. Babam Beni Alıp, O Zâtın Huzûruna Getirdi Ve Benim İçin Ondan Himmet İstedi. Fakat Ben Hâce Hazretlerinden Çok Korktuğumdan, O Zâtın Huzûrundan Dışarı Çıktım. Sonra Hacca Gittik. Beytullah'ı Ziyâret Ettik. Dönüşte Hâce Hazretlerinin Ziyâreti İle Şereflendiğim Zaman, Onu Unuttuğum İçin Çok Çekiniyordum. Korktuğumu Anlayıp; "korkma, Biz Kusûru Affederiz. Sen Benim Oğlumsun. Benim Oğullarıma Kimsenin Tasarruf Etmeye Haddi Yoktur." Buyurup Latîfe Yollu; "hirata Gidince Niçin Beni Unuttun?" Deyip; "unutmak Katiyyen Dostluğa Sığmaz." Mısrâını Okudular."
behâeddîn Buhârî, Tûs Şehrine Gidip, Birkaç Gün Kaldı. Bir Gün Talebe Ve Ahbâbıyla Şeyh Mâşuk-ı Tûsî'nin Kabrini Ziyârete Gittiler. Mezarın Yanına Gelince: "esselâmü Aleyke, Yâ Mâşuk-ı Tûsî, Nasılsın, İyimisin? Buyurdu. Kabirden; "ve Aleykesselâm. İyiyim, Çok Rahatım." Diyen Bir Ses Geldi. Yanındakilerin Hepsi, Bu Cevâbı Duydular. Orada Bulunanlardan Biri, Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Büyüklüğüne İnanmazdı. Bu Kerâmeti Görünce, Tövbe Etti. Bundan Sonra Talebelerinden Ve Sevdiklerinden Oldu.
hâce Behâeddîn Buhârî'ye, Talebelerinden Biri Bir Mikdar Elma Hediye Getirdi. O Elmaları Hazır Bulunanlara Bölüştürdü Ve Buyurdu Ki: "bir Saate Kadar, Kimse Kendi Elmasını Yemesin. Çünkü Bu Elmalar, Şimdi Tesbih Ediyorlar." Hâce Hazretlerinin Mübârek Ağzından Bu Söz Çıkar Çıkmaz, Elmalardan Tesbîh Sesleri Gelmeye Başladı.
mevlânâ Necmeddîn Anlattı: "birgün Hâce Hazretleriyle Buhârâ'nın Etrâfında Bir Sahrâda Giderken, İki Ceylânın Gezdiğini Gördük. Hâce Hazretleri Bana Hitâben; "hak Teâlânın Kulları Yanına, Bu Ceylânlar Gibi Vahşî Hayvanlar Gelir. Sen De Bunların Yanına Gelmesini Dile." Buyurdu. Ben; "benim Ne Haddime, Sizin Huzûrunuzda Kerâmet Dileyeyim." Dedim. Hâce Hazretleri Buyurdu Ki: "sen Onlara Teveccüh Eyle. Onlar Senin Yanına Gelirler." Ben De Onlara Doğru İki Adım Gittim. O Ceylanlar, Koşarak Yanıma Gelip Durdular. Hâce Hazretleri Buyurdu Ki: "hangisini Tutarsan Tut!" Ben Hangisini Tutmak İstedimse, Diğeri Beni Tut Diye Geldi Ve Onu Tutayım Dedim. Diğeri Geldi. Ben Hayretler İçerisinde Kalıp, Birini Tutamadım. O Esnâda Hâce Hazretleri Bir Ceylanın Sırtına Mübârek Elini Koyup; "sana Lüzum Kalmadı, Ben Tuttum." Buyurdular. Sonra O Ceylanları Orada Bırakıp Gittik. Onlar İse Arkamızdan Bakıp Durdular."
talebesinden Biri Şöyle Anlatmıştır: Kasr-ı Ârifân'da Bir Bostan Ektim. Sulama Vakti Geldi. Fakat Sular Kesildiğinden, Bostanı Sulayamadım. Hâce Hazretleri O Günlerde Bostanıma Geldi Ve Buyurdu Ki: "bostanın Sulama Zamânı Geldi." Ben De; "sulama Vakti Geldi Ama, Sular Kesildi." Dedim. Hâce Hazretleri Buyurdu Ki: "yer Ve Gökleri Yaratan, Sana Su Vermeğe Kâdirdir. Sen Su Yollarını Aç." Acele İle Su Yollarını Açtım. O Gece Sabah Oluncaya Kadar Suyu Bekledim. Sabah Vaktinde Su Geldi. Bostanı Suladım. Hattâ Bir Mikdâr Soğan Ve Sarımsak Var İdi. Onları Da Suladım. Sonra Su Kesildi. Dağlara Yağmur Mu Yağdı Diye Düşündüm. Gittim, ırmak Tarafına Su Akıyor Mu Diye Baktım. Aslâ Sudan Bir İz Göremedim. Acabâ Bu Su Nereden Geldi, Diye Şaştım Kaldım. Sonra Hâce Hazretlerinin Ziyâretine Gittim. "bostanı Suladın Mı?" Buyurunca; "evet, Suladım." Dedim. "su Kesildikten Sonra Ne Yaptın?" Buyurdu. "ırmağa Gittim Ve Hiç Su Görmedim. Şaştım Kaldım. Suyun Nereden Geldiğini Anlayamadım." Dedim. Hâce Hazretleri; "bunu Sen Gördün, Kimseye Söyleme." Buyurdu.
talebesinden Biri Şöyle Anlatmıştır: "hâce Hazretleri Bir Gün Bu Fakirin Hânesini Şereflendirdi. Çok Sevindim. Pazardan Bir Çuval Un Aldım, Geldim. Behâeddîn Buhârî Hazretleri Unu Görünce; "bu Unu, Çoluk Çocuğun İle Pişirip Yiyin Ve Bunun Sırrını Kimseye Söylemeyin." Buyurdu. Hâce Hazretleri O Zaman Evimde İki Ay Misâfir Oldu. Talebelerinden Bir Kısmı Da Onun Yanında İdi. Çoluk Çocuk Ve Diğer Ahbâblarım, Hepimiz, Hattâ Hâce Hazretleri Gittikten Sonra, O Undan Çok Zaman Yedik. Un Hâlâ İlk Aldığımız Gibi Duruyordu. Aslâ Eksilmedi.
sonra Hâce Hazretlerinin Mübârek Sözünü Unutup, O Sırrı Çoluk Çocuğuma Anlattım. Bunun Üzerine O Undan Bereket Kesilip, Un Tükendi."
behâeddîn Buhârî Hazretleri, Birgün İshâk İsminde Bir Talebesinin Evine Teşrif Etmişlerdi. Orada Bulunan Talebeler, Yemek Pişirmek İçin Tandıra Çok Odun Koyup, Ateş Yakmışlardı. Her Biri Bir İşle Meşgûl Oldukları Sırada, Tandırın Ateşi Alevlenip, Tandırdan Dışarı Çıktı. Bunun Üzerine Hazret-i Hâce Mübârek Ellerini Tandıra Sokunca, Allahü Teâlânın İnâyeti Ve Yardımı İle Tandırın Ateşi Sâkin Oldu. Mübârek Ellerini Tandırdan Çıkardığı Zaman, Ne Elbisesine Bir Şey Olmuş, Ne De Ellerinden Bir Tüy Yanmış İdi.
derviş Muhammed Zâhid Şöyle Anlatmıştır: "ilk Zamanlarımda, Hâce Hazretleri İle Bir Gün Sahrâda Gidiyorduk. Bahar Günlerinden Bir Gün İdi. Canım Karpuz Yemek İstedi. Hâce Hazretlerinden Bir Karpuz İstedim. Bunun Üzerine Bana; "muhammed, Çay Kenarına Git!" Buyurdu. Ben De, O Sahrâda Akan Bir Çayın Kenarına Gittim. Suyun Üzerinde, Baba Şeyh Karpuzu Denilen Sulu Karpuzları Gördüm. Su Üzerinde Yüzen Karpuzlardan Biri, Kenara Yanaşıp Durdu. Aldım, Henüz Bostandan Kopmuş Gibi Olduğunu Gördüm. Hâce Hazretlerinin Huzûruna Bıraktım. "bu Karpuzu Kes De Yiyelim." Buyurunca Kestim. Hâce Hazretleri İle Yedik. Bu Büyük Kerâmeti Hazret-i Hâce'den Gördüğümde, Onun, Vilâyet Ve Tasarrufun En Yüksek Derecesinde Olduğuna Îtikâdım Arttı. Bu Yüzden De Çok Şeylere Kavuştum."
hâce Hazretlerinin Talebelerinden Birisi Şöyle Anlatmıştır: "bir Gün Hâce Hazretlerinin Sohbetlerine Kavuşma Arzusu İçime Doğdu. O Arzu İle Taşkend Vilâyetinden Buhârâ'ya Hareket Ettim. Hanımım Bir Mikdâr Altın Getirip Bana Verdi Ve; "bu Altınları Hâce Hazretlerine Ver!" Dedi. Niçin Gönderiyor Diye Merak Edip Sordum, Fakat Söylemedi. Hazret-i Hâce'nin Sohbeti İle Şereflendiğim Zaman, O Altınları Önüne Koydum. Görünce, Tebessüm Ederek Buyurdu Ki: "bu Altınlardan Çocuk Kokusu Geliyor. Ümid Ederim Ki, Cenâb-ı Hak Sana Bir Çocuk Verecektir." Hâce Hazretlerinin Bereket Ve Himmetlerinden Hak Sübhânehu Ve Teâlâ Hazretleri Bana Bir Sâlih Oğul İhsân Etti."
talebelerinden Biri Anlatır: "merv'de, Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Huzûrunda İdim. Buhârâ'daki Ehlimi, Akrâbamı Görmeyi Çok Arzûladım. Kardeşim Şemsüddîn'in Vefât Haberi Geldi. Hazret-i Hâce'den İzin İstemeğe Cesâret Edemedim. Yakınlarından Olan Emîr Hüseyin'e, Bana İzin Almasını Ricâ Ettim. Cumâ Namazını Kılıp Mescidden Çıkınca, Emîr Hüseyin, Kardeşimin Ölüm Haberini Hazret-i Hâce'ye Arz Etti. "bu Nasıl Haberdir! Onun Kardeşi Sağdır. Onun Kokusunu Alıyorum, Hem De Pek Yakından." Buyurdu. Sözleri Biter Bitmez, Kardeşim Buhârâ'dan Çıkageldi. Behâeddîn Buhârî'ye Selâm Verdi. Bunun Üzerine Hocam; "ey Emîr Hüseyin! İşte Şemsüddîn." Buyurdu.
dâmâdı Ve Yüksek Talebelerinden Alaeddîn-i Attâr Hazretleri Anlattı. Hazret-i Hâce Buhârâ'da İdi. Eshâbının İleri Gelenlerinden Mevlânâ Ârif, Harezm'de İdi. Bir Gün Eshâbı İle, Görme Sıfatı Üzerinde Konuşuyordu. Söz Arasında; "mevlânâ Ârif, Şu Anda Harezm'den Serâ'ya Doğru Yola Çıktı Ve Filân Yere Ulaştı." Buyurdu. Bir Müddet Sonra; "kalbime Geldi Ki, Mevlânâ Ârif, Serâ'ya Gitmekten Vaz Geçti. Şu Anda Harezm İstikâmetine Doğru Geri Döndü." Buyurdu. Talebeleri, Bu Konuşmanın Olduğu Gün, Saat Ve Târihi Bir Yere Yazdılar.
bir Zaman Sonra, Mevlânâ Ârif, Harezm'den Buhârâ'ya Geldi. Behâeddîn Buhârî'nin Buyurduklarını Ona Anlattılar. "tam Buyurduğu Gibi Olmuştur." Dedi. Talebeleri Hayretler İçinde Kaldı.
talebelerinden Biri Anlatır: "hazret-i Hâce'nin Sohbeti İle Şereflendiğimde, Talebelerinin Büyüklerinden Olan Şeyh Şâdî, Bana Çok Nasîhat Etti Ve Edebden Bahsetti. Bana Emrettiklerinden Biri; Hazret-i Hâce'nin Bulunduğu Yere Doğru Hiçbirimiz Ayağımızı Uzatmayız Nasîhati İdi. Bir Gün Hava Çok Sıcaktı. Gazyût'tan Kasr-ı Ârifân'a Hâce Hazretlerini Ziyârete Geliyordum. Bir Ağacın Gölgesinde Dinlenmek İçin Yattım. Bir Hayvan Gelip, Ayağımı İki Kere Kuvvetlice Tekmeledi. Fırladım Kalktım. Ayağım Çok Fazla Ağrıyordu. Tekrar Yattım. Yine O Hayvan Gelip Beni Tekmeledi. Kalkıp Oturdum Ve Sebebini Düşünmeğe Başladım. Nihâyet Şeyh Şâdî'nin Nasîhatını Hatırladım Ve Ayaklarımı, Hocamızın O Anda Bulunduğu Kasr-ı Ârifân'a Doğru Uzatarak Yattığımı Anladım."
alâeddîn-i Attâr Şöyle Anlatmıştır: "hocamız, Emîr Hüseyin'e, Kış Mevsiminde Çok Odun Toplamasını Emr Etti. Odun Toplama İşi Bittiğinin Ertesi Günü, Kırk Gün Devâm Eden Kar Yağmağa Başladı. Sonra Hâce Hazretleri, Hârezm'e Gitmek İçin Yola Çıktı. Şeyh Şâdî De Hizmetinde İdi. Hırâm Nehrine Geldiklerinde, Suyun Üzerinden Yürümesini Ona Emretti. Şeyh Şâdî Korktu, Çekindi. Bir Defâ Daha Emretti. Yine Yapamadı. O Zaman Büyük Bir Teveccühle Ona Baktı. Bununla Kendinden Geçti. Kendine Gelince, Ayağını Suyun Üzerine Koyup Yürüdü. Suya Batmadı. Hocamız Da Arkasından Yürüdü. Suyun Üzerinden Karşıya Geçince, Hocam; "bak Bakalım, Pabucun Hiç ıslandı Mı?" Buyurdu. Baktığında, Allahü Teâlânın Kudreti İle, En Küçük Bir ıslaklık Yoktu."
talebelerinden Biri Anlatır: "hâce Hazretlerini Sevmem Ve Sohbetinde Bulunmamın Sebebi Şudur: Bir Gün Buhârâ'da Dükkânımda İdim. Gelip Dükkânıma Oturdu Ve Bâyezîd-i Bistâmî'nin Bâzı Menkıbelerini Anlatmağa Başladı. Anlattığı Menkıbelerden Biri Şu İdi: "bâyezîd-i Bistâmî Buyurdu Ki: "elbisemin Eteğine Bir Kimse Dokunsa, Bana Âşık Olur Ve Ardımdan Yürür." Ve Sonra Buyurdu Ki: "eğer Kaftanımın Kolunu Hareket Ettirsem, Buhârâ'nın Büyükleri, Küçükleri Bana Âşık Ve Hayran Olup, Ev Ve Dükkânlarını Bırakarak Bana Tâbi Olurlar."o Sırada Elini Yeni Üzerine Koydu. O Anda Gözüm Yenine Daldı. Beni Bir Hâl Kapladı. Kendimi Kaybettim. Uzun Zaman Öyle Kalmışım. Kendime Gelince, Muhabbeti Beni Kapladı. Ev Ve Dükkânı Terk Edip, Hizmetini Canıma Minnet Bildim."
şeyh Ârif-i Dikgerânî, Seyyid Emîr Külâl'in Halîfelerinin Büyüklerindendi. O Anlatır: "bir Gün, Behâeddîn Buhârî Hazretlerini, Kasr-ı Ârifân'da Ziyârete Gittik. Buhârâ'ya Döndüğümüzde, Oranın Fakirlerinden Bir Grup Da Bizimle Berâberdi. Onlardan Biri, Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Aleyhinde Konuştu. Sen Onu Tanımıyorsun, Allah'ın Evliyâsına Karşı Sû-i Zan Ve Sû-i Edepte, Kötü Zan Ve Edepsizlikte Bulunman Uygun Değildir Dedik. Susmadı. Bir Eşek Arısı Gelip, Ağzına Girdi Ve Dilini Soktu. Dayanamayacak Kadar Canı Yandı. Bu, O Büyük Zâta Edepsizliğinin Cezâsıdır Dedik. Çok Ağladı, Pişmân Oldu, Tövbe Etti. Ona Karşı Îtikâdını Düzeltti Ve Hemen Ağrısı Geçti.
bir Defâsında Kıpçak Çölü Askerleri, Buhârâ'yı Bir Müddet Kuşattılar. Buhârâlılar Çok Zor Günler Yaşadı. Birçok İnsan Öldü. Buhârâ Vâlisi, Husûsî Adamlarından Birini Hazret-i Hâce'ye Gönderip; "düşmana Karşı Koyacak Gücümüz Yok. Her Çâremiz Tükendi, Plânlarımız Bozuldu. Sizin Yüksek Kapınıza Sığınmaktan Başka Çâremiz Kalmadı. Bizi Bu Zâlimlerden Siz Kurtarırsınız. Müslümanların Onların Elinden Kurtulması İçin Allahü Teâlâya Yalvarınız, Duâ Ediniz. Şimdi Yardım Zamânıdır." Deyip, Ricâda Bulundu. Hazret-i Hâce; "bu Gece Allahü Teâlâya Yalvarırız. Bakalım Allahü Teâlâ Ne Yapar." Buyurdu. Sabah Olunca, Onlara; Altı Gün Sonra Bu Belânın Kalkacağı Müjdesini Verdi Ve; "vâlinize Böyle Müjde Verin!" Buyurdu. Buhârâlılar Bu Müjdeye Son Derece Sevindiler. Buyurduğu Gibi Oldu. Altı Gün Sonra, Şehri Kuşatan Düşman Askerleri Çekilip Gitti.
hazret-i Hâce, Herat Melîkinin Arzusuyla Tûs'dan Herat'a Geldiklerinde, Pâdişâhın Sarayına Girdi. Her Uğradığına Dikkatle Baktı. Kapıcıdan Vezîrlere Kadar, Herkeste Bir Hal Ve Değişiklik Oldu. Hâlden Hâle Girdiler. Kendilerinde Olmayan Mertebelere Kavuştular.
yâkûb-i Çerhî Hazretleri Anlatır: Buhârâ'nın Âlimlerinden İlim Öğrenip Fetvâ Vermeye İzin Aldıktan Sonra, Memleketime Dönmeyi Düşündüm. Hazret-i Hâce'ye Uğrayıp; "beni Hâtırınızdan Çıkarmayın." Dedim Ve Çok Yalvardım. "gideceğin Zaman Mı, Yanımıza Geldiniz?" Buyurdu. "hizmetinize Müştâkım, Arzu Ve İstekliyim." Dedim. "hangi Bakımdan?" Buyurdu. "siz Büyüklerdensiniz Ve Herkesin Makbûlüsünüz." Dedim. "bu Kabûl Şeytânî Olabilir, Daha Sağlam Delîlin Var Mı?" Buyurdu. Sahîh Hadîsde;"allahü Teâlâ Bir Kulunu Severse, Onun Sevgisini Kullarının Kalbine Düşürür." buyuruluyor Dedim. Tebessüm Edip; "biz Azîzânız." Buyurdu. Bunu Duyunca Birden Hâlim Değişti.
bir Ay Önce Rüyâda Birisi Bana: "git, Azîzân'ın Talebesi Ol!" Demişti. Onu Unutmuştum. Onlardan Duyunca, Bu Rüyâyı Hâtırladım. Yine Devâm Ederek Anlatır: "hazret-i Hâce'ye, Beni Şerefli Hâtırınızdan Çıkarmayın!" Dedim. Bunun Üzerine; "bir Kimse Azîzân Hazretlerinden, Beni Unutmayın Diye Ricâda Bulundu, O Da Allah'tan Başka Hâtırımda Bir Şey Kalmaz. Yanımda Bir Şey Bırak Ki, Görünce Hâtırıma Gelsin Buyurdu." Diye Anlattıktan Sonra, Mübârek Takyelerini Bana Verip: "senin Bana Bırakacak Bir Şeyin Yoktur. Bâri Bu Takyeyi Sakla! Bunu Gördüğün Zaman Beni Hatırlarsın, Beni Hâtırladığın Zaman Yanında Bulursun." Buyurdu. Ayrılırken; "bu Yolculukta Muhakkak Mevlânâ Tâcüddîn Deşt-i Gülekî'yi Gör!o Evliyâullahdandır." Buyurdu. Hâtırıma; "ben Belh'e Gidip, Oradan Vatanıma Varırım; Belh Nerede, Deşt-i Gülek Nerede?" Diye Geldi. Sonra Belh Yolunu Tuttum. Ama Öyle Bir Zarûret Hâsıl Oldu Ki, Yolum Deşt-i Gülek'e Düştü. Hazret-i Hâce'nin İşâreti Aklıma Gelip, Şaştım Kaldım.
seyyid Burhâneddîn, Hâce Hazretlerine Bir Mikdâr Balık Getirdi. Hâce Hazretleri Bağda İdi. Balıkları Da Bağda Pişirmek İstediler. İlkbahar Mevsimiydi. Hâce Hazretleri Balıkları Pişirirken, Gök Yüzünü Büyük Bir Bulut Kapladı. Yağmur Yağmaya Başladı. Hâce Hazretleri, Seyyid Emîr Burhâneddîn'e; "duâ Et, Benim Olduğum Yere Yağmur Yağmasın!" Buyurdu. Burhâneddîn; "efendim, Benim Ne Haddime?" Dedi. Hâce Hazretleri; "benim Dediğimi Yap." Buyurdu. Seyyid Burhâneddîn Emre Uyarak Duâ Etti. Kudret-i İlâhî İle Hâce Hazretlerinin Olduğu Yere Yağmur Yağmadı. Diğer Yerlere O Kadar Yağdı Ki, Suları, Sel Gibi Yanımızdan Akıyordu. Bu Hâli Görenler Hayretler İçinde Kaldı. Bu Kerâmetten Çokları İstifâde Ettiler.
hâce Hazretleri, Talebeleri İle Bir Kimsenin Evinin Terasında Otururlarken, Gönülleri Yakan, Kalblere Tesir Eden Bir Sohbet Ettiler. Sohbet Esnâsında Talebelerine; "siz Mi Beni Buldunuz, Ben Mi Sizi Buldum?" Dediler. Talebeleri; "biz Sizi Bulduk." Dediler. "mâdem Ki, Siz Beni Buldunuz, Bu Terasta Beni Bulun." Buyurup, Talebelerinin Gözünden Kayboldular. Talebeleri Her Tarafı Arayıp, Bulamadılar. Söyledikleri Söze Pişmân Olup; "sizin Câzibeniz Olmasa, Siz Lutf Etmeseniz, Kim Sizin Sohbetinize Kavuşabilir?" Deyip Özür Dilediler. Bunun Üzerine Hâce Hazretleri Kendisini Gösterdi. Biraz Önce Oturdukları Yerde, Aynı Şekilde Oturuyordu.
bir Defâ Buyurdu Ki: "bizim Yolumuz Resûlullah Efendimizin Sünnetine Uymak Ve Eshâb-ı Kirâmın Hâllerine Bakmaktır. Bunun İçin Bu Yolda Az Bir Amel, Büyük Kazançlara, Netîcelere Sebeb Olur. Sünnete Uymak Çok Büyük Bir İştir. Bu Yoldan Yüz Çeviren, Dînini Tehlikeye Atmış Olur."
behâeddîn Buhârî Hazretleri Buhârâ'da, Yaz Mevsiminde Bir Akşam, Talebeleriyle Birlikte Atâullah Adında Bir Zâtın Evinin Damında Oturmuş Sohbet Ediyordu. Mübârek Ağzından İnci Gibi Güzel Sözler Dökülüyor, Dinleyenlere Feyz Saçıyordu. Evin Yakınında, Buhârâ Vâlisinin Sarayı Vardı. O Akşam Vâli De, Sarayının Damında Adamlarıyla Birlikte Def Ve Çalgı Çalıp, Eğleniyordu. Ses Her Tarafa Yayılıyordu. Behâeddîn Buhârî; "bizim Bu Sesleri İşitmemiz Câiz Değildir, Kulağımıza Pamuk Tıkamak Lâzımdır." Dedi.
böyle Söyledikten Sonra, Sohbet Meclisinde Bulunan Talebeleri Ve Kendisi, Çalgı Sesini İşitmez Oldular. Hâlbuki Vâli Ve Adamları Sabaha Kadar Çalgı Çalmışlardı. Sabahleyin Komşular, Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Talebelerine; "biz Çalgı Sesinden Sabaha Kadar Uyuyamadık, Siz Nasıl Durabildiniz?" Dediler. Talebeler; "hocamız Bu Sesi Dinlememiz Uygun Olmaz, Kulağımıza Pamuk Tıkamamız Lâzımdır." Buyurdu. O Andan Îtibâren Sabaha Kadar Hiç Çalgı Sesi İşitmedik." Dediler. Bu Durum, O Vâliye Anlatıldı. Vâli Durumu Öğrenince, Yaptığı İşe Pişmân Olup, Tövbe Etti. Bu Hâdise Buhârâ'da Günlerce Anlatıldı. Herkes Behâeddîn Buhârî'nin Büyüklüğünü Gördü. Ona Muhabbetleri Daha Çok Arttı.
behâeddîn Buhârî Hazretleri Kâbe'yi Ziyârete Giderken, Horasan'a Uğramıştı. Orada Hâce Müeyyiddîn Adında Bir Zâtın Evinde Misâfir Olup, Birkaç Gün Kaldı. Bu Sırada Bir Gün, Kârubanî Saray Mesîresine Gitmişlerdi. Orada Huzûruna Bir Derviş Geldi. Dervişe İltifât Edip; "bunlar Bizim Sevdiklerimizdendir, Fakat Bizi Tanımazlar." Dedi. Sonra O Dervişi Yanına Alıp, Misâfir Kalmakta Olduğu Eve Götürdü. Ev Sâhibi Yemek Koyunca, Ev Sâhibine; "bugün Şehrimizdeki Allah Dostlarından Birini Bulup Getirdim. Müsâade Ederseniz Bizimle Birlikte Yemek Yesin." Dedi. Ev Sâhibi; "hay Hay Efendim, Emrediniz, Sofraya Gelsin." Dedi. Bunun Üzerine O Derviş De Sofraya Oturdu. Yemekten Sonra Sohbete Başladılar. O Derviş İle Tarîkat Hâllerinden Ve Hakîkat Sırlarından Bahsettiler.
bir Müddet Sohbetten Sonra, O Derviş Müsâade İsteyip, Gitmek Üzere Kalktı. Oradan, Havada Uçarak Ayrılıp Gitti. Behâeddîn Buhârî, Dervişin Bu Hâline Tebessüm Edip; "bu Kolay İştir." Buyurdu. Yatsı Namazı Vaktinde, O Derviş Tekrar Geldi. Behâeddîn Buhârî Ona Uçarak Ayrılıp Gitmesini Sorarak; "allah Dostlarının Yanında Böyle İşler Mûteber Değildir. Allahü Teâlâ Bâzı Kullarına Öyle Sırlar İhsân Etti Ki, Bu Sırlardan Birini İnsanlara Gösterse, Halk Perişân Ve Mahvolur." Buyurdu. Derviş Zât; "ben, Kırk Beş Seneden Beri Denizlerde Ve Karada Dolaşırım, Söylediğiniz Gibi Tasarruf Sâhibi Bir Zât Bulamadım. On Defâ Kâbe'yi, On Defâ Da Resûlullah Efendimizin Kabr-i Şerîfini Ziyâret Ettim. Bahsettiğiniz Sırlardan Hiç Birinin Kokusunu Duymadım." Dedi. Behâeddîn Buhârî Hazretleri O Dervişe; "bir An Bana Teslîm Olursan, Sana Nice Sırları Koklamak Nasîb Olur Ve Âlemde Öyle Kimse Olup Olmadığını Anlarsın." Buyurdu. Derviş; "peki" Deyip Teslîm Oldu. Yanına Oturdu. Behâeddîn Buhârî, Şehâdet Parmağı İle Dervişe Dokundu. Derviş Kendinden Geçip Yere Yıkılıverdi. Nefesi Dahi Kesildi. Bir Müddet Öylece Kaldı. Sonra Şehâdet Parmağını Dervişin Alnına Dokundurdu. Derviş Kendine Gelip Kelime-i Şehâdet Getirerek Kalktı, Özür Ve Af Dileyerek; "câhillik Ettim. Sizin Gibi Allah'ın Sevgili Bir Kulunun Huzûrunda Edepsizlik Ettim. Uygunsuz Sözler Söyledim. Kerem Ve İhsân Ediniz, Küstahlığıma Bakmayıp, Beni Bağışlayınız Ve Terbiye Ediniz. Bunca Zamandır Gezip Dolaştım Ve Hep Sizin Gibi Kemâl Ehli Bir Büyük Âlim Aradım. Şimdi Himmetiniz Bereketiyle Aradığımı Buldum." Dedi. Bunun Üzerine Behâeddîn Buhârî; "bu Mertebeye Erişmek İçin, Allahü Teâlânın Rızâsına Uygun Amel İşlemek Ve O'nun Sevgili Bir Kuluna Teslîm Olmak Lâzımdır." Buyurdu. Derviş Dedi Ki: "emriniz Başım Üstüne, Emir Buyurun, Hizmetinizde Kâbe'ye Gideyim." "sen On Defâ Kâbe'ye Gitmişsin." Buyurunca; "sizinle Gitmeyi Arzu Ediyorum." Dedi. Dervişe Dedi Ki: "senin İçin Hayırlı Olan Şudur: Sen Herat'a Git Ve Bize Bağlılığını Sürdür. Derviş Söz Dinleyip, Herat'a Gitti. Behâeddîn Buhârî Hazretleri De, Talebeleriyle Birlikte Kâbe'ye Gitmek Üzere Misâfir Olduğu Evden Ayrılıp, Horasan'dan Yola Çıktılar.
behâeddîn Buhârî Hazretleri Hacda İken Hacılar Mina'da Kurban Kesiyorlardı. "bizim De Kurban Kesmemiz Lâzım, Fakat Biz Oğlumuzu Kurban Edeceğiz." Buyurdu. Talebeleri Bu Sözde Bir Hikmet Vardır Diyerek, O Günün Târihini Kaydettiler. Hacdan Sonra Buhârâ'ya Döndüklerinde, Behâeddîn Buhârî'nin O Sözü Söylediği Gün, Oğlunun Vefât Ettiğini Öğrendiler. Oğlunun Vefâtı Üzerine Buyurdu Ki: "allahü Teâlânın İhsânı İle Oğlumun Vefât Etmesi Husûsunda Da Resûlullah Efendimize Uymuş Oldum. Çünkü Peygamberimizin De Oğlu Vefât Etti. Resûlullah'ın Başından Geçen İşlerin Hepsi Benim Başımdan Da Geçti. Yapmış Olduğu Her İşle Amel Ettim. Hiçbir Sünneti Terketmedim. Hepsini Yerine Getirdim Ve Netîcesini Buldum.
behâeddîn Buhârî Hacda İken, Kâbe'yi Tavaf Sırasında, Ak Sakallı Bir İhtiyârın, Kâbe'nin Örtüsüne Sarılarak Ağladığını Ve Göz Yaşları İle Orayı ıslattığını Gördü. İmrenilecek Bir Hâlde Olan İhtiyârın, Bir De Kalbine Teveccüh Etti. Keşfiyle Gördü Ki, İhtiyârın Kalbi Tamâmen Dünyâlık Şeylerle Meşgûl. Minâ Pazarında İse Genç Bir Tüccar Gördü. Bu Genç Tüccar, Aşağı Yukarı Elli Bin Altın Değerinde Alış Veriş Yapıyordu. Görünüşte Tamâmen Dünyâya Dalmış Gözüken Gencin Kalbine Teveccüh Ettiğinde, Kalbini Hep Allahü Teâlâyı Zikretmekle Meşgûl Bir Hâlde Gördü.
behâeddîn Buhârî Hazretleri, Asrının En Meşhûr Âlimi Ve Mürşid-i Kâmili İdi. Tasavvufta En Yüksek Dereceye Ulaşmıştır. Yıllarca İnsanları Hidâyete, Kurtuluşa, Doğru Yola Kavuşturmuş, Nice Gönüller Onun Feyzleriyle Nurlanmıştır. Vefâtına Yakın Halleri Ve Talebelerinin Bu Hususta Nakilleri İse Şu Şekildedir. Büyük Âlimlerden Mevlânâ Muhammed Miskin Şöyle Anlattı:
"buhârâ'da Şeyh Nûreddîn Halvetî Adında, Sâlih Ve Meşhûr Bir Zât Vefât Etmişti. Behâeddîn Buhârî Hazretleri Talebeleriyle Birlikte Vefât Eden O Zâtın Yakınlarına Tâziyeye Gitmişlerdi. Tâziyeye Gelenlerden Bir Kısmı Ve O Evin Halkı, Yüksek Sesle Ağlayıp Feryâd Ediyorlardı. Behâeddîn Buhârî Hazretleri Bu Hâli Görüp, Onları Yüksek Sesle Ağlamaktan Men Etti. Orada Bulunanlardan Her Biri Bu Hususta Bir Şeyler Söyledi. Bu Arada Behâeddîn Buhârî Hazretleri Buyurdu Ki: "benim Ömrüm Sona Erince, Ölmek Nasıl Olurmuş Dervişlere Öğreteyim!" Bu Sözü Dâimâ Benim Hatırımda Kaldı. Behâeddîn Buhârî Hazretleri Hastalandılar. Bu Hastalığı Ölüm Hastalığı Olup, Ömrünün Son Günleri İdi. Husûsî Odasına Çekildi. Vefâtına Kadar Orada Kaldılar. Her Gün Talebeleri Oraya Giderler Huzûrunda Bulunurlardı. Talebelerinin Herbirine Şefkat Gösterip, İltifatta Bulunurdu. Vefât Etmek Üzere İken, Ellerini Kaldırıp Duâ Etmeye Başladı. Ellerini Uzatıp Uzun Müddet Duâ Etti. Sonra Ellerini Yüzüne Sürüp Vefât Etti."
alâeddîn-i Attâr Hazretleri De Şöyle Anlatmıştır: Behâeddîn Buhârî Hazretleri Ömrünün Son Günlerinde Bana Kabrini Kazmamı Emretti. Gidip Emredildiği Gibi Kabri Kazdıktan Sonra Huzûruna Geldim. Bu Sırada, Acaba Kendilerinden Sonra İrşâd Emrini Kime Verecekler Diye Hatırımdan Geçmişti. O Anda Mübârek Başını Kaldırıp; "söyleyeceğimi, Hicaz Yolunda Söylemiştim. Her Kim Bizi Arzu Ederse, Hâce Muhammed Pârisâ'ya Nazar Etsin." Buyurdu. Bu Sözü Söyledikleri Günden Sonraki Gün Vefât Etti.
yine Alâeddîn-i Attâr Şöyle Anlatmıştır: "hâce Behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Vefâtı Sırasında Yâsîn-i Şerîfi Okuyorduk. O Da Bizimle Okuyordu. Yarısına Gelince, Nûrlar Gözükmeye Başladı. Kelime-i Tevhîdi Söyleyerek Son Nefeslerini Verdiler." Kasr-ı Ârifân'da Toprağa Verildi. Talebeleri, Üzerine Güzel Bir Türbe Yaptırdılar. Daha Sonra Türbenin Yanına Genişce Bir Mescid İnşâ Edildi. Gelen Pâdişâhlar O Mescid İçin Vakıflar Kurdular. Oranın Bakımını Yapmak, Şanını, Şerefini Duyurmak İçin Çok Îtinâ Gösterdiler. Bu Muhabbet Günümüze Kadar Devâm Edegelmiştir. Temiz Rûhu Vesîle Edilerek Cenâb-ı Hak'tan Yardım İstenmektedir. Eşiğinin Toprağı Gözlere Sürme Gibidir. Dar Zamanlarda Onun Kapısına Sığınılır.
zamânın Büyüklerinden Abdülkuddüs Şöyle Anlatmıştır: Behâeddîn Buhârî Hazretlerini Kabrine Koyduk. Gördüm Ki, Mübârek Yüzleri Tarafından "mü'minin Kabri Cennet Bahçelerinden Bir Bahçedir." hadîs-i Şerîfinde Buyurulduğu Gibi, Cennet'ten Bir Kapı, Kabr-i Şerîflerine Açıldı. O Kapıdan İki Hûri Gelip, Ona Selâm Verdi Ve; "allahü Teâlâ Bizi, Sizin İçin Yarattığı Vakitten Beri Sizi Bekliyoruz." Dediler. Hâce Hazretlerinin Onlara; "ben Hak Teâlâ Hazretleri İle Ahdettim Ki, O'nun Hiçbir Şeye Benzemeyen, Nasıl Olduğu Anlatılamayan Dîdârını Görmedikçe, Benim Yolumda Bulunanlara Ve Benden Hakkı İşitip Amel Edenlere Şefâat Etmedikçe, Hiçbir Şey Ve Hiçbir Kimse İle Meşgûl Olmam." Dedi. Vefâtından Sonra Sevenlerinden Biri Onu Rüyâda Görmüş Ve; "ne Amel İşleyelim Ki Kurtuluşa Erelim?" Diye Sormuştur. "son Nefeste Ne İle Meşgûl Olmak Gerekirse, Onunla Meşgûl Olunuz." Buyurmuştur.
behâeddîn Buhârî Hazretleri Orta Boylu, Mübârek Yüzü Değirmi Olup, Yanakları Kırmızıya Yakın İdi. İki Kaşı Arası Açık, Gözleri Sarı İle Elâ Renk Karışımı Olan Kestane Renginde İdi. Sakalının Beyazı Siyahından Çok İdi. Ne Hızlı, Ne De Yavaş Yürürdü. Konuşmaları Peygamber Efendimizin Konuşması Gibi Tâne Tâne İdi. Konuştuğu Kimseye Yönünü Dönmüş Olarak Konuşurdu. Kahkaha İle Gülmez, Tebessüm Ederdi. Her Gün Kendini Yirmi Kere Ölmüş Ve Mezara Konmuş Olarak Düşünürdü. Kimseyi Küçük Ve Hakîr Görmez, Dâimâ Güler Yüzle Karşılardı. Ancak Celâllendiği Zaman Kaşlarını Çatardı. Bu Zamanda Heybetinden Karşısında Durulmaz Olurdu. Şemâili, Görünüşü Birçok Bakımdan Resûlullah Efendimize Benzediği Gibi, Sözleri, İşleri Ve Bütün Hareketleri Sünneti Seniyyeye Uygun İdi.
en Başta Gelen Talebelerinden Alâeddîn-i Attâr Şöyle Anlatmıştır: "hâce Behâeddîn Nakşibend Hazretleri O Derece Fakir İdi Ki, Evlerinde Kış Günleri Namaz Kılmak İçin Yere Serecek Bir Şey Bulunmadığından, Eski Bir Kilim Serip, Onun Üzerinde Namaz Kılarlardı. Maîşet Ve Geçimlerine Bir Çekirdek Bile Haram Karıştırmazlardı. Kendilerinin Ve Âile Efrâdının Helâl Yemesine Çok Dikkat Ederdi. Şüphelendiği Herhangi Bir Şeyden Uzak Dururlardı. "ibâdet On Kısımdır. Dokuzu Helâl Rızık Aramaktır. Diğer Kısmı Sâlih Ameller Ve İbâdetlerdir." buyurulan Hadîs-i Şerîfi Bildirirlerdi.
fakir Olmalarına Rağmen, Lütuf Ve Keremleri Bol Olup, Cömert İdiler. Bir Kimse Bir Hediye Getirse, Mümkünse Getirilen Hediyenin İki Misli Kıymetinde Bir Hediye Verirlerdi. Tanıdığı Veya Tanımadığı Bir Kimse Evlerine Ziyârete Gelse, Güleryüzle Karşılar, Nezâketle Yol Gösterir, Evde Ne Bulunursa İkrâm Ederlerdi. Misâfirlerine Bizzat Kendisi Hizmet Ederdi. Eğer Ev Soğuk Olursa, Kendi Giyeceğini Ve Yatağını Misâfire Verirdi. Misâfirin Hayvanı Varsa, Hayvanın Yemini Ve Suyunu Verirdi. Nafakasını Çalışarak Temin Ederdi. Bunun İçin Eker, Biçerdi. Bir Mikdar Arpa, Biraz Da Hayvan Yemi Eker Kaldırır, Bununla Geçinirdi. İşinde Bizzat Kendisi Çalışır, Bütün İşlerini Görürdü.
zamânında Âlim Ve Sâlih Kimseler Ziyâretine Gelip, Hâlis Ve Helâl Yemek Yiyelim Diye Onun Yemeklerini Yerlerdi. Her Zaman Ve Her İşte Sünnet-i Seniyyeye Uyar Ve Bilhassa Yemek Husûsunda Peygamber Efendimize Uymaya Çok Dikkat Ederdi. Çoğu Zaman Ekmeği Kendi Pişirir Ve Sofra Hizmetini Kendi Yapardı. Yemek Yerken; "sofra Başında Kendinizi Allahü Teâlânın Huzûrunda Biliniz. O'nun Verdiği Nîmeti Yediğimizi Unutmayınız." Buyururdu. Cemâat İle Toplu Hâlde Yemek Yerken, İçlerinden Biri Gaflet İle Ağzına Bir Lokma Alsa; "önündeki Yemeği, Allahü Teâlânın Huzûrunda Olduğunu Unutmadan Ye! Allahü Teâlâyı Hatırla, Başka Şeyler Düşünme. Allahü Teâlâ, Sana Senden Yakındır. O'nu Düşün." Buyururdu. Bir Yemek Gafletle, Öfkeyle Veya Zorla Pişirilse, O Yemekten Kendisi Yemez, Yedirmezdi.
rivâyet Edilir Ki, Bir Zaman Şâh-ı Nakşibend Hazretleri Gazyut Denilen Bir Yere Gitti. Orada Talebelerinden Birisi Onlara Yemek Getirdi. Şâh-ı Nakşibend Hazretleri Buyurdu Ki: "bu Hamuru Yoğuran Ve Yemekleri Pişiren Kimse, Başlamasından Bitirmesine Kadar Gadab Hâlinde İdi, Kızmış Hâlde İdi. Biz Ondan Hiçbir Şey Yiyemeyiz. Zîrâ Böyle Yapılan Yemeklerde Hiçbir Hayır Ve Hiçbir Bereket Yoktur. Belki De Şeytan Yemek Yaparken Hep Onunla Bulunmuştur. Bizler Böyle Bir Yemeği Nasıl Yiyebiliriz?"
buyurdu Ki: "yenilecek Bir Gıdâ, Bir Yiyecek, Her Ne Olursa Olsun Gaflet İçinde, Gadabla Veya Kerâhatle Hazırlansa, Tedârik Edilse, Onda Hayır Ve Bereket Yoktur. Zîrâ Ona Nefs Ve Şeytan Karışmışdır. Böyle Bir Yiyeceği Yiyen Kimsede, Mutlaka Bir Çirkin Netice Meydana Gelir. Gaflete Dalmadan Yapılan Ve Allahü Teâlâyı Düşünerek Yenen Helâl Ve Hâlis Yiyeceklerden Hayır Meydana Gelir. İnsanların Hâlis Ve Sâlih Ameller İşlemeye Muvaffak Olamamalarının Sebebi; Yemede Ve İçmede Bu Husûsa Dikkat Etmediklerinden Ve İhtiyatsızlıktandır. Her Ne Hâl Olursa Olsun, Bilhassa Namazda Huşû' Ve Hudû' Hâlinde Bulunmak, Zevkle Ve Göz Yaşı Dökerek Namaz Kılabilmek, Helâl Lokma Yemeye, Allahü Teâlâyı Hâtırlıyarak Yemeği Pişirmek Ve Yemeği Allahü Teâlânın Huzûrunda İmiş Gibi Yemeğe Bağlıdır.vücûduna Haram Lokma Karışmış Bir Kimse, Namazdan Tad Duymaz."
tasavvufdaki Hâllerinin Kaybolduğunu Söyleyen Bir Talebesine; "yediğin Lokmaların Helâlden Olup Olmadığını Araştır." Buyurmuştur. Talebesi Araştırdığında, Yemeğini Pişirirken Ocakta Helâl Olup Olmadığı Şüpheli Bir Parça Odun Yakmış Olduğunu Tesbit Ederek Tövbe Etmiştir.
namazda Hûdû' Ve Huşû' Nasıl Elde Edilir? Diye Sorulunca, Buyurdu Ki: "huzurlu Bir Hâlde Helâl Lokma Yiyeceksiniz. Huzûr İle Abdest Alacaksınız Ve Namaza Başlarken İftitâh Tekbirini, Kimin Huzûruna Durduğunuzu Bilerek, Düşünerek Söyleyeceksiniz."
buyurdu Ki: "nefsinizi Dâimâ Töhmet Altında Tutunuz Ve Ona Uymayınız. Her Kim Bunda Muvaffak Olursa, Allahü Teâlâ Ona Bu İşinin Mükâfâtını, Karşılığını Verir, Sâlih Amel İşlemeye Muvaffak Olur, Buna Tahammül Ve Güç Bulur. Yaptığı Her İşi Allahü Teâlânın Rızâsı İçin Yapmaya Başlar. Bütün İşlerde Niyeti Düzeltmek Çok Mühimdir.
buyurdu Ki: "namaz Müminin Mîrâcıdır." buyurulan Hadîs-i Şerîfte, Hakîkî Namazın Derecelerine İşâret Vardır. Namaza Duran Kimsenin, İftitâh Tekbîrini Söylerken, Allahü Teâlânın Azametini, Yüceliğini Düşünerek, Hudû' Ve Huşû' Hâlinde Olması Gerekir. Öyle Ki, Bu Hâlini İstigrâk, Kendinden Geçme Hâline Eriştirmelidir. Bu Sıfatın Kemâl Derecesi, Resûlullah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemde Vardı. Rivâyet Edilmiştir Ki, Resûlullah Efendimiz Namazda İken, Mübârek Göğsünden Öyle Bir Ses Gelirdi Ki, Bu Ses, Medîne-i Münevverenin Dışından İşitilirdi. Namazda Kalp Huzûru Nasıl Elde Edilir? Diye Sorulunca Da; "helâl Lokma Yemek Ve Yerken Gaflet İçinde Olmamak, Abdest Alırken, İftitâh Tekbirini Söylerken, Tam Bir Âgâhlık, Gafletten Uzak Olma, Uyanıklık İçinde Bulunmakla." Buyurdu.
buyurdu Ki: "oruç Bana Mahsustur. Onun Karşılığını Ben Veririm." buyrulan Kudsî Hadîste, Hakîkî Oruca İşâret Vardır. Bu İse, Mâsivâyı, Allahü Teâlâdan Başka Her Şeyi Terketmektir." Yine Buyurdu Ki: "allahü Teâlânın Doksan Dokuz İsmi Vardır. Kim Onları Sayarsa, Cennet'e Girer."buyurulan Bu Hadîs-i Şerîfteki "ahsa" Kelimesinin Bir Mânâsı, Saymaktır. Diğer Bir Mânâsı İse, Bu İsm-i Şerîfleri Öğrenip, Bilmektir. Bir Mânâsı Da, Bu Esmâ-i Şerîfenin Mûcibince Amel Etmektir. Meselâ "rezzâk" İsmini Söylediği Zaman, Rızkı İçin Aslâ Endişe Etmemeli. "mütekebbîr" İsmini Söyleyince, Allahü Teâlânın Azametini Ve Kibriyâsını Düşünmelidir."
behâeddîn Buhârî Hazretlerine Bu Dereceye Nasıl Ulaştınız? Diye Suâl Olununca; "resûlullah Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Tâbi Olmakla." Buyurdu. Yine Buyurdu Ki: "bizim Yolumuz Sohbettir. Halvette, Yalnızlıkta Şöhret Vardır. Şöhret İse Âfettir. Hayır Ve Bereket Cemiyyette, Bir Araya Gelmektedir. Bu Da Sohbet İle Olur. Sohbet, Bir Kimsenin Arkadaşında Fânî Olmasıyla, Arkadaşını Kendine Tercih Etmesiyle Hâsıl Olur. Bizim Sohbetimizde Bulunan Kimseler Arasında, Bâzılarının Kalblerindeki Muhabbet Tohumu Başka Şeylere Bağlılığı Sebebiyle Gelişmez, Büyümez. Biz Böyle Kimselerin Kalblerini Başka Şeylere Olan Bağlılıktan Temizleriz. Bizim Sohbetimizde Bulunanlardan Bâzılarının Da Kalblerinde Muhabbet Tohumu Yoktur. Biz Böyle Olanların Kalblerinde Muhabbet Hâsıl Etmek İçin Çok Himmet Ederiz, Yardımcı Oluruz."
"insanlara Rehber Olan, Onları İrşâd Eden Doğru Yolu Gösteren Âlimler, Usta Avcıya Benzerler. Usta Avcılar, İnce Mahâretlerle Vahşî Bir Canavarı Tuzağa Düşürüp Yakalarlar, Sonra Avladıkları O Vahşî Hayvanı Terbiye Edip, Ehlileştirirler. Bunun Gibi, Allahü Teâlânın Velîleri De Hikmet Ehli Olup, Güzel Tedbirler İle, Huylarına Göre Tâliblere Gereği Gibi Muâmele Ederek, Teslimiyyet Makâmına Ulaştırırlar. Sonra Sünnet-i Seniyyeye Tâbi Olmalarını Sağlayarak, Maksada Ulaştırırlar." Yine Buyurdu Ki: "insanlara Rehber Olan Zâtlar, Herkesin Kâbiliyetine Ve İstidâdına Göre Muâmele Ederler. Eğer Tâlib Yeni İse, Onun Yükünü Çekip, Ona Hizmet Ederler. Dâvûd Aleyhisselâma; "ey Dâvûd! Beni Taleb Eden Birini Gördüğün Zaman, Ona Hizmetçi Ol!" Buyrulduğu Gibi, Çok Hizmet Ve Himmet Göstermek Gerekir Ki, Tâlibde Bu Yola Girme Kâbiliyeti Peydâ Olsun. Bizim Yolumuzda Olan Kimse, Bu Yola Tam Uyup, Bunun Aksine Bir İş Yapmamalıdır Ki, İşin Netîcesi Meydana Çıksın. Sünnet-i Seniyyeye Uymaktan İbâret Olan Yolumuza Uyarak, İşlerde Ve Amellerde Dikkatli Davranmalıdır Ki, Yolumuzda Olanlarda Ehlullahın Tam Bir Mârifetine Kavuşma Saâdeti Hâsıl Olsun."
yine Buyurdu Ki: "resûlullah Efendimizin, Benim Ümmetim Buyurduğu Ümmet, İbrâhim Aleyhisselâmın Nemrud'un Ateşinden Kurtulduğu Gibi Cehennem Ateşinden Kurtulurlar. Çünkü Resûlullah Efendimiz; "benim Ümmetim, Dalâlet (sapıklık) üzerinde Birleşmez." buyurdu. Buradaki Ümmetten Maksad, Hakîkî Ümmettir. Yâni Resûlullah'a Tâbi Olan Ümmettir. Bunun İçin Resûlullah Efendimiz Buyurdu Ki: "benim Ümmetim Üç Kısımdır. Birincisi Dâvet Ümmeti (müslüman Olmayanlar), ikincisi İcâbet Ümmeti (müslüman Olanlar), üçüncüsü De Müteâbât (tam Uyanlar)ümmetidir."
buyurdu Ki: "bir Kimse Nefsine Muhâlefet Etmeye Muvaffak Olursa, Ameli Az Da Olsa, Nefsinin İsteklerine Boyun Eğmemeye Muvaffak Olduğu İçin Şükretmesi Lâzımdır. Ebdâllerin Makâmını İsteyen Kimsenin, Hâlini Değiştirmesi, Yâni Nefsine Muhâlefet Etmesi Lâzımdır."
buyurdu Ki: "bizim Yolumuz, Allahü Teâlânın Gösterdiği Kurtuluş Yoludur. Çünkü Bu Yol, Sünnete Uymak Ve Eshâb-ı Kirâma Tâbi Olmaktır. İşte Bu Sebeple, Bizim Yolumuzda Az Zamanda Çok Kazanç Elde Edilir. Fakat Sünnete Uymak Ve Riâyet Etmek, Sabır Ve Tahammül İster. Biz, Bizim Yolumuza Girenleri, İstersek Kolayca Çekme İle, Dilersek Bir Başka Usûlle Terbiye Ederiz. Çünkü Rehber Olan Âlim, Bir Tabîbe Benzer. Hastanın Hastalığını, Derdini Tesbit Eder Ve Ona Göre İlâç Verir. Bizim Yolumuzda Yalnız Kalmak Değil, Sohbet Esastır. Sohbetin De Şartları Vardır. İki Kişi Sohbet Etmek İsterse, Birbirinden Emin Olmaları Gerekir. Böyle Olmazsa, Sohbetten Fayda Hâsıl Olmaz. Bizim Sohbetimize Girenlerin Kalblerinde, Muhabbet Tohumu Vardır. Kısaca Bu Yola, Ehl-i Sünnet Ve Cemâat Yolu Denir. Bizim Sohbetimize Dâhil Olanların Kalbine Muhabbet Tohumu Atılmıştır. Fakat Allahü Teâlâdan Başka Her Şeyden Alâkasını Kesmemiş Olabilir. Bu Durumda Sohbetimize Katılan Kimsenin Kalbinde, Allahü Teâlânın Sevgisinden Başka Neye Bağlılık Varsa, Onu Kalbinden Temizleriz. Kalbinde Bize Karşı Meyli Ve Muhabbeti Olanlara Muhabbet Tohumu Ekip, Gece Gündüz Onu Terbiye Etmemiz Bizim Vazîfemizdir. Muhabbet İçin Uzakta Olmak Farketmez."
behâeddîn Buhârî Hazretlerine Siz Nasıl Bir Yolda Bulunuyorsunuz? Diye Suâl Sorulunca, Buyurdu Ki:
"ancak Ârif Olanların İstifâde Edebileceği Bir Yolda Bulunuyoruz. Bu Yol Da Üç Şeyden İbârettir. Bunlar; Murâkabe, Müşâhede Ve Muhâsebedir. Murâkabe: Bu Yola Giren Kimsenin, Her Şeyi Bırakıp Allahü Teâlâya Dönmesidir. Murâkabe Ehli Pek Azdır. Olanlar Da Gizlidir. Biz Şu Netîceye Vardık Ki, Murâkabeyi Elde Etmenin Yolu, Nefse Muhâlefet Etmektir. Müşâhede: Gayb Âleminden Gelir Ve Kalb Üzerine İşlenen Bir Tecellîdir. Celâlî Veya Cemâlî Olmak Üzere İkiye Ayrılmışdır. Muhâsebe: Bizim Yolumuzda Olan Kimse, Düşünüp Araştırır. Kendini Hesâba Çekip Bakar. Geçmiş Zamânı Gaflet İle Mi, Huzûr İle Mi Geçti? Eğer Huzûr İle Geçmişse, O Kimsenin Vakti Değerlendirilmiştir. Allahü Teâlâya Hamd Etsin. Eğer Geçen Zaman Gaflet İle Geçmişse, O Kimse Vaktini Zâyi Etmiştir. Yapacağı İş, Geleceği İçin Tedbirli Olup, Tövbe Etmektir. Ârif Olanlar, Bu Üç Husûsa Riâyet Ettikleri İçin Pekçok Fayda Elde Ederler. Ârif Olmadan İstifâde Edemezler. Bizler, Maksada Ulaşmakta Vâsıtayız. Allahü Teâlânın İnâyeti Olmadan Ve Rehber Olmadan Maksada Erişmek Mümkün Olmaz. Şu Hâlde Bu Yolda İlerleyen Kimse, Kıyâmete Kadar Yaşasa, Kendisine Rehber Olan Zâtın Terbiye Nîmetinin, Lütuf Ve Himmetinin Şükrünü Yerine Getiremez."
behâeddîn Buhârî, Allahü Teâlânın Kullarına Şefkat Ve Acımalarının Çokluğundan, On İki Gün Başını Secdeye Koyup, Allahü Teâlâdan, Tasavvufta Kolay İlerlenen, Kolay Ele Geçen Ve Elbette Kavuşturucu Olan Bir Yol İstedi. Duâsı Kabûl Edildi. Bu Yol; Yeme, İçme, Giyimde, Oturmada Ve Âdetlerde Orta Derecede Olmaktır. Kalbi Çeşitli Düşüncelerden Korumaktır. Her Ân Güzel Ahlâkla Ahlâklanmaktır.
kendisinden Kerâmet İsteyenlere Buyurdu Ki: "bizim Kerâmetimiz Açıktır. Bu Kadar Çok Günâh İle Yeryüzünde Yürümemizden Büyük Kerâmet Olur Mu?" bir Defâsında İse; "biz Allahü Teâlânın Fadlına, İhsânına Kavuştuk. Bizi Murâdlardan, Çekip Götürülenlerden Eyledi." Buyurdular.
behâeddîn Buhârî Hazretlerinin Yolunun Esaslarından Olan; "biz Sonda Ele Geçecek Şeyleri Başa Yerleştirdik." Buyurması, Resûlullah Efendimizin Daha İlk Sohbetinde Bulunan Bir Kimsenin Kalbine Hikmet Ve Feyz Akmasına Ve Bir Sohbetle Nihâyete Kavuşmasına Benzetilmiştir.
buyurdu Ki:
"yolun Esâsı, Kalbe Teveccühdür. Kalp İle De, Allahü Teâlâya Teveccühtür. Kalp İle Çok Zikretmektir. Farz Ve Sünnetleri Edâ Etmektir. Yeme, İçme, Giyme Ve Oturmada, İşlerde Ve Âdetlerde Orta Derecede Olmaktır. Kalbi Kötü Düşüncelerden, Vesveseden Korumaktır. Kendisine Rehber Olan Âlimin Sohbetini Ganîmet Bilmektir. Hocasının Huzûrunda İken Ve Yanında Yok İken Edebe Uymaktır. Bu Yoldan Maksad Ve Ele Geçen Şey; Allahü Teâlânın Devamlı Huzûrunda Olmaktır. Eshâb-ı Kirâm Zamânında Buna "ihsân" Denilmişti. Bu Yolda İlerleme Esnâsında; Nefsin Arzularını Yok Etmek, Nûrlara Ve Hâllere Gömülmek, Fenâ Ve Bekâ Makamlarına Ulaşmak, Üstün Ahlâk İle Ahlâklanmak Gibi On Makam Ele Geçer."
buyurdu Ki: "lâ İlâhe İllallah Kelimesini Söylemenin Hakîkati, Allahü Teâlâdan Başka Ne Varsa Hepsini Yok Bilmektir."
yine Buyurdu Ki: "islâm Dîninin Hükümlerini Yapmak, Yâni Emirleri Yapıp Yasaklardan Sakınmak, Haramları, Şüpheli Şeyleri, Hattâ Mübahların Fazlasını Terketmek, Ruhsatlardan Uzak Durmak, Mübahları Zarûret Mikdârınca Kullanmak, Tamâmen Nûr Ve Safâdır. Aynı Zamanda Evliyâlık Derecelerine Kavuşturan Bir Vâsıtadır. Vilâyet Derecelerine Bunlarla Ulaşılır. Uzak Kalanların Hepsi, Bunlara Dikkat Etmediklerinden Uzak Kalırlar Ve Kendi Arzularına Uyarlar. Yoksa Cenâb-ı Hakk'ın Feyzi Her Ân Gelmektedir."
bir Kimse Sizin Yolunuzun Esâsı Ne Üzere Kurulmuştur? Deyince; "zâhirde Halk İle, Bâtında Hak İle Olmak Üzere Kurulmuştur." Buyurdu Ve Şu Beyti Okudu:
"içerden Âşinâ Ol, Dışdan Yabancı,
az Bulunur Cihânda Böyle Yürüyüş."