Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Celâleddîn-i Hindî (kutb-i Rabbânî, Kebîr-ül-evliyâ)
  30 Mart 2018 Cuma , 23:34
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; Hindistan evliyaları, Pânipût evliyaları, Celâleddîn-i Hindî (kutb-i Rabbânî, Kebîr-ül-evliyâ)

hindistan'ın Büyük Velîlerinden. İsmi, Muhammed Olup Babasınınki Mahmûd'dur. Aslen Kâzrûn Şehrinden Olduğu İçin, Kâzrûnî, Hindistan'da Pâni-püt Şehrinde Yerleştiği İçin Pâni-pütî, Hazret-i Osmân Soyundan Olduğu İçin Osmânî Nisbet Edildi. Celâleddîn, Kebîr-ül-evliyâ, Kutb-i Rabbânî Lakabları Verildi.hindistan'da Celâl Pâni-pütî Diye Tanındı. Yüz Yaşından Fazla Ömür Sürdü Ve 1363 (h.765) Yılında Vefât Edip, Pâni-püt Şehrinde Defnedildi. Mezarının Üstüne Büyük Bir Türbe Yapıldı.

küçük Yaşta Babası Vefât Etti. Amcasının Terbiyesinde Yetişti. Temel Din Bilgileri İle Âlet, Yardımcı İlimleri Öğrendi. Asrın Büyüklerinden Yüksek Din Bilgilerini Tahsîl Etti.

nice Büyük Kimseler, Celâleddîn Hazretlerinin Büyüklüğünü Daha Küçük Yaşta Anlayarak, Yetişmesine Yardımcı Olmak İçin Zaman Zaman Ziyâretine Giderlerdi. Bunlardan Biri De Kutb-i Ebdâl Şeyh Şerefüddîn Ebû Ali Kalender İdi. Kutb-i Rabbânî Celâleddîn Pâni-pütî'yi Çocuk İken De Çok Sever, Her Gün Ziyâretine Gider, Ona Teveccüh Ederdi. Eğer Evde Bulamazsa, Gittiği Yeri Öğrenir Ve Oraya Varırdı. Yine Bir Gün Onun Ziyâretine Gitti. Bağa Gittiğini Söylediler. O Da Atına Binip Bağa Vardı. Onun Geldiğini Gören Şeyh Celâleddîn, Bir Kap İçinde Bir Mikdâr Yem Getirdi. Ebû Ali Kalender; "evlâdım, Bu Nedir?" Diye Sordu. Celâleddîn De; "atınız İçin Yem Getirdim." Dedi."öyleyse, Önce Ata Bir Sor, Bakalım Aç Mı, Tok Mu?" Buyurunca, Ata Döndü. Daha Birşey Sormadan At Konuşmaya Başlayıp; "tokum, Efendim Yem Yedirdikten Sonra Sırtıma Bindi." Dedi. Çocuk Yaştaki Celâleddîn, Bu Hâle Çok Hayret Etti. Kap Elinde Kaldı. Kutb-i Ebdâl Ebû Ali Kalender; "ey Evlâd! Kapta Getirdiğiniz Hediyeyi, Biz De Size Bağışladık Ve Allahü Teâlâdan, Bu Kaptaki Tâneler Kadar Sana Evlât Vermesini Diledik." Buyurdu. Gerçekten De Celâleddîn Hazretlerinin Sayılamayacak Kadar Çocukları, Torunları Oldu.

şerefüddîn Ebû Ali Kalender Hazretlerinin Terbiyesine Verildi. Yıllarca İlim Öğrendi Ve Riyâzetler Çekti. Çöllerde, Sahrâlarda Dolaşıp Nefsini Terbiye Etti. Çöllere Düşmesine, Ebû Ali Kalender Hazretlerinin Bir Sözü Vesîle Oldu. Birgün Şerefüddîn Ebû Ali Kalender Bir Yolun Kenarında Oturuyordu. Kutb-i Rabbânî De Güzel Bir Atın Üstünde Uzaktan Geldi. Ebû Ali Kalender Hazretleri, Atlı Yanına Yaklaşınca; "ne Güzel At, Ne Güzel Binici!" Buyurdu. Bu Sözü Duyan Celâleddîn Birden Değişip, Bambaşka Bir Hâle Geldi. Hocasının Önüne Varıp Attan Düştü. Yakasını Yırtıp Elbisesini Parçaladı. Kalkıp Yola Revân Oldu. Senelerce Çöllerde, ıssız Yerlerde Dolaştı. Pek Çok Âlim Ve Velî İle Sohbet Etti. Herbirinden Çeşitli Nîmetlere Kavuştu. Yine De Aradığını Bulamayıp Memleketine Doğru Yola Çıktı. Herkes Aradığını Onda Buluyor, Fakat O, Aradığını Kimsede Bulamıyordu. Bir Kervandaki Dervişlerle Birlikte Memleketine Doğru Giderken, Hansî Şehrine Geldiler.

zamânın Büyüklerinden Sultân-ül-meşâyıh Şeyh Cemâl Hansevî'ye Rüyâsında Celâleddîn'i Karşılamak İçin Emir Verilip; "şeyh Celâl Kebîr-ül-evliyâ Pâni-pütî Geliyor, Ona Hizmet Etmekte Acele Et. Senin Silsilenin Devâmı, Onun Senin Hakkındaki Hayırlı Duâlarına Bağlıdır." Denildi. Daha Kervan Şehre Girmeden, Gelenleri Karşılamaya Çıktı. Hizmetçisine De Târif Edip; "şöyle Şöyle Dervişler Göreceksin, Onların Hepsini Al Gel!" Diyerek Gönderdi. Dervişler, Eşyâlarını Taşıttıkları Celâleddîn-i Hindî'yi Eşyâların Başında Bırakıp Geldiler. Cemâl Hansevî, Onları Görünce; "içinizden Kimse Ayrıldı Mı?" Diye Sorup, Celâleddîn'in Kaldığını Öğrendi. Gidip Onu Da Evine Dâvet Etti. Hepsine Çok İzzet Ve İkrâmda Bulundu. Dervişleri Gönderdikten Sonra, Kutb-i Rabbânî Celâleddîn Pâni-pütî Hazretlerinden Duâ İstedi. Aczini Ortaya Koyup, Onun Duâsına Çok İhtiyâcı Olduğunu Söyledi. Çok ısrâr Etti. Hazret-i Kutb-i Rabbânî, Cemâl Hansevî'ye Duâ Edip, Fâtiha Okudu. Onun Bu Duâsı Bereketiyle, Cemâl Hansevî Hazretlerinin Silsilesi, Oğlu Nûreddîn Vâsıtasıyla Devâm Etti.kutb-i Rabbânî, Derviş Arkadaşlarının Yanına Döndü. Dervişler, Onun Büyüklüğünü Anlayıp, Çok Edeb Gösterdiler. Eşyâları Alıp Kendileri Taşımak İstediler. Ancak Celâleddîn-i Hindî Râzı Olmadı. Zorla Eşyâları Yüklendi. Yola Koyuldular. Onlardan Önde Yürüyen Celâleddîn Hindî'nin Eşyâları Taşımasına Hayret Edip Baktıklarında, Eşyâların, Başının Üstünde Asılı Olduğunu Ve Devamlı Onu Tâkib Ettiğini Gördüler. Ona Olan Bağlılıkları Daha Da Kuvvetlenip, Eşyâları Alarak Özür Dilediler. Affedilmelerini İstediler. Hazret-i Kutb-i Rabbânî; "ey Azîzler, Bize Sizden Hiçbir Sıkıntı Gelmedi. Belki Sizin Sohbetinizde, Aranızda Mahfûz Kaldım. Bir Kusûr Olmuşsa Bile, Affedilmiştir." Buyurdu.

bu Arada Şeyh Cemâl, Henüz Oradan Fazla Uzaklaşmıyan Kâfileye Tekrar Adamlar Gönderip, Evine Dâvet Etti. Dönmek İstemediyse De, Çok Yalvardılar. Birkaç Gün Daha Onda Misâfir Kaldılar. O Günler, Hazretin Muhabbetinin Coştuğu Ve Sarhoş Olduğu Zamanlar İdi. Vatanına Dönmek İstemiyordu. Şeyh Cemâl, Nasîhatler Edip Râzı Etti. "bâbâ, Sen Allah'ın Sevgilisisin. İnsanların Olgunlaşmasını Sana Verdi. Senin Böyle Hayrân Durman Uygun Değildir. Memleketinize Gidip Oturmanız İyi Olur. Bu Günlerde Oraya Bir Kemâl Sâhibi Gelecek. Sizin Fütûhâtınız Onun Elinde Olacaktır. Onun Hizmetinde Murâdınıza Kavuşacaksınız. Bana Da İzin Olsa, Ben De Gelir Feyzlenirdim. Bugün Hangi Yoldan Olursa, Pâni-püt'e Gidiniz!" Dedi. O, Sultân-ül-evliyâ Kutb-i Âlem Cemâl Hansevî'nin ısrârına Dayanamayıp Memleketine Döndü. O Kemâl Sâhibi Bir Kimse Olarak Bildirilen Zât, Şems-ül-evliyâ Hâce Şemsüddîn Türk Pâni-pütî'den Başkası Değildi. Sonunda O Mübârek Zâtın Sohbetine Kavuşmakla Şereflendi.

bir Rivâyete Göre İse; Bir Gün Celâleddîn-i Hindî, Kutb-i Ebdâl Şeyh Şerefüddîn Ebû Ali Kalender'e, Kendini Yetiştirmesi İçin Çok Yalvardı. Kutb-i Ebdâl; "ey Azîz Oğlum! Senin Kalbinin Açılması, Başkasının Eliyle Olur. O Da Bugün Yarın Bu Şehre Gelir." Dedi. Bekledi. Birkaç Gün Sonra Vilâyet Sâhibi, Hidâyet Semâsının Güneşi Şems-ül-evliyâ Hâce Şemseddîn Türk, Üstâdının İzni İle Pâni-püt'i Teşrif Etti. O Beldeyi Vilâyet Nûrları İle Aydınlattı. Celâleddîn-i Hindî, İlâhî Bir İlhâmla Onun Huzûruna Gitti. Talebeliğe Kabûl Edildi. Çetin Riyâzet Ve Mücâhedeler Çekti, Hilâfetle Şereflendi, Yüksek Derecelere Kavuştu. Hocasından Hiç Ayrılmak İstemedi. Hâce Şemseddîn Buyurdu Ki: "sen Benim Oğlumsun. Allahü Teâlâdan, Benden Sonra Benim Yerime Senin Oturmanı İstedim. Senin Rehberliğin İle Çok İnsanlar Maksadlarına Kavuşurlar. Yalnız Resûlullah'ın Sünnetini, Yâni Evlenmeyi Yerine Getirmek, İki Dünyâ Saâdetlerindendir. Tâ Ki, Yarın Resûlullah Efendimize Karşı Mahcûb Olmayasın." Kutb-i Rabbânî; "buyurduklarınız Doğrudur. Tekrar Özür Dilemem Yakışık Almaz. Ancak Çocuklarımın, Kıyâmette Beni Mahcûb Edecek Ameller İşlemesinden Korkuyorum." Diye Arz Etti. Şems-ül-evliyâ; "buna Üzülme! Allahü Teâlânın Emri İle Sana Söz Veriyorum Ki, İyileri Sana, Kötüleri Bana Âittir. Onların Cevâbını Yarın Ben Vereceğim. Dünyâda Da Kimin Bir Müşkili Olursa, Gelsin, Bana Hatırlatsın, Ona Yardım Ederim. Sana Bu İşte Çok Yüklenmemin Sebebi Bunu Ben Levh-i Mahfûzda Görmemdir. Senden Çok Sayıda Evlâd Dünyâya Gelecek. Bu Hususta Bir Şüphen Varsa, Gel, Başını Kaftanımın Altına Sok Ve Gör." Buyurdu. Emre Uyup, Başını Kaftanın Altına Sokunca, Levh-i Mahfûzu Gördü. Orada Evlâdı Gerçekten Sayılamıyacak Kadar Çoktu. Onları Silmek İçin Elini Uzattı. Birden Görmesi Durdu. Şems-ül-evliyâ, O Anda Elini Tuttu Ve; "ey Azîz Oğlum, Allahü Teâlânın İrâdesine Karışma. O Kudret Ve Kudsiyet Sâhibi, Senin Amel Defterine Evlâd Yazınca, Sen Onu Silemezsin." Buyurdu. Kutb-i Rabbânî, Hocasının Ayaklarına Kapandı. İstigfâr Etti Ve; "emir, Hazret-i Pîrin Emridir. Onun Rızâsı Nasıl Ve Nerede İse, Bu Kul Onu Kendi İçin Saâdet Bilir." Dedi Ve Evlenmeye Râzı Oldu. Lâkin Bir Şart Koştu. "sağır, Kör, Topal Ve Benzeri Kadın Olursa, Benim Nikâhıma Onu Verin." Dedi. Araştırmalardan Sonra, Kirnâl Şeyhzâdelerinde Onun Aradığı Gibi Temiz, Afîf, Zâhide Ve Benzeri Üstün Vasıflarda Bir Kız Bulundu. Şems-ül-evliyâ, Kutb-i Ebdâl, Akrabâlar, İleri Gelenler, Kutb-i Rabbânî İle Birlikte Kirnâl'e Gittiler, Düğün Yapıp, Pâni-püt'e Döndüler. Kutb-i Rabbânî'nin Hanımına İlk Sözü; "ey Hanım, Bana Bak, Kalk Bana Abdest Suyu Getir." Oldu. Hanım Hemen Yüzünü Açıp, Kalktı Ve Abdest Suyu Getirdi. Abdest Aldırdı Ve Emir Gereği Kendisi De Abdest Aldı. Sonra O Hazret, Ağzının Temiz Suyunu O Afîfenin Ağzına Sürdü, Kur'ân-ı Kerîmi Önüne Koydu Ve "oku!" Buyurdu. Hemen Okudu. Bu Hanım, Mücâhede Ve Riyâzetle Meşgûl Oldu. Nefsinin İstediklerini Yerine Getirmeyip, İstemediklerini Yapmayı Âdet Edindi. Neticede, Bu Hanımdan, Beş Oğlu Ve İki Kızı Dünyâya Geldi.

rabbânî İlhâmla, Şems-ül-evliyâ Hâce Şemseddîn Türk'ün Sohbet Ve Hizmetini Seçen, Onun Teveccühü İle Kısa Zamanda Kemâl Mertebelerine Ulaşan Ve Kutb-ül-aktâb Olan Kutb-i Rabbânî, Dünyâya Hidâyet Sunup, İnsanları Yakınlık Mertebelerine Kavuşturdu. Üstâdı Şems-ül-evliyâ Hâce Şemseddîn Türk Pâni-pütî, Şeyh Celâleddîn Kebîr-ül-evliyâya İcâzet Verip, Kendi Yerine Tâyin Etti. İcâzetnâmesinde, Talebelerine Onun Hizmetinde Bulunmalarını, Duâlarına Kavuşmak İçin Çırpınmalarını Bildirdi. Hocası, İcâzetnâmede Onun Silsilesini Şöyle Açıkladı: "resûlullah Efendimiz, Hazret-i Ali, Hasan-ı Basrî, Abdülvâhid Bin Zeyd, Fudayl Bin İyâd, İbrâhim-i Edhem, Hüzeyfe-i Mer'aşî, Hübeyret-il-basrî, Mimşâd-i Dîneverî, Kutbüddîn Ebû İshâk Şâmî, Ebû Ahmed Çeştî, Ebû Muhammed, Nâsıreddîn Ebû Yûsuf, Hâce Mevdûd, Hâcı Şerîf Zendânî, Osman Hârûnî, Mu'înüddîn-i Çeştî, Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî, Ferîdüddîn Mes'ûd Şeker Genc, Alâeddîn Ali Ahmed Sâbir Kalyârî, O Da Fakîre Hilâfet Vermiştir. Ben De, Hırka, Asâ, Makas Ve Kâseyi, Maddî Ve Mânevî İrşâdlarımla, Halîfem Muhammed Bin Mahmûd Bin Yâkûb'a Verdim. Ona, Çeştî İsimlerinden Olan Celâleddîn İle Hitâb Ettim. Onu Şu Anda Makâmına Oturttum. Bundan Sonra Kimseyi Bu Görevle Vazîfelendirmem. Bendeki Her Vazîfeyi Ona Teslim Eyledim. Ona İcâzet Verdim Ve Hepinizi Ona ısmarladım." Buyuran Yüksek Hocası Şemseddîn Türk Pâni-pütî, Talebelerini De, Kimsenin Erişemeyeceği Üstün Derecelere Yükselmiş Olan Talebesi Celâleddîn Pâni-pütî'ye Teslim Etti. Onun Üstünlüğünü, Zamânın Büyükleri Îtirâzsız Kabûl Ederlerdi. Kutb-i Rabbânî Celâleddîn Hazretlerinin Hizmetlerine Koşarlar, Pekçok Nîmetlere Kavuşurlardı. Duâsı Kabûl Olunanlardandı. Her Sözü Söylemez, Dilinden Çıkan Birçok Şey, Allahü Teâlânın İzniyle Arzusuna Uygun Vâki Olurdu.

dayanılmayacak Riyâzet Ve Mücâhedelerin Ve Hocasına Yaptığı Hizmetlerin Sonunda Kalbden Kalbe Gelen Halîfeliğe Ve İsm-i Âzama Kavuştu. Dünyâlığı Da Çok Görünürdü. Mutfağında Her Gün Çeşit Çeşit Yemek Hazırlanır, Yemek Sofrasında Bin Kişi Hâzır Bulunurdu. Binden Aşağı Düşse; Hizmetçiler, Emre Uyarak Sokak Ve Çarşılardan Eksik Olan Kadar Adam Getirirlerdi. Canı Ava Çıkmak İstese, Ava Giderdi. Bâzan On Beş, Bâzan Bir Ay Avda Kalır; Orada Da O Mikdar Yemek Gâibden Mevcûd Olur, O Kadar İnsan Da Sofrada Hazır Bulunur Ve Yemek Yerdi. Bütün Bu Hallerine Rağmen, Evinde Fakirlik Hâkim Olup, Bir Günlük Yiyecek Bulunmazdı. Bu Hâli Bilenler; "aman Yâ Rabbî, Bu Ne Ev, Bu Ne İkrâm, Bu Ne Büyük Bir Tasarruftur." Derlerdi.

tayy-i Zaman Ve Tayy-i Mekân Sâhibi Olup Zaman Ve Mekan Elinde Dürülür, Allahü Teâlânın İzniyle, Kendisine Uzaklar Yakın Olur, Zaman Uzar Ve Kısalırdı. Çok Zaman, Cumâ Namazlarını Kâbe-i Şerîfte Kıldığı Halk Arasında Meşhûrdu.

bir Gün Kutb-i Rabbânî Hazretleri Oturuyordu. Bu Sırada İhtiyar Bir Kadın, Elinde Boş Bir İbrikle, Güç Belâ Su Taşımaya Gidiyordu. Kutb-i Rabbânî Kıymetli Bakışlarını Ona Çevirdi Ve Hâline Acıdı; "anacığım, Sana Yetecek Kadar Suyu Taşıyacak Kimsen Yok Mu?" Buyurdu. "efendim, Bir Kimsem Olsaydı, Yâhut Ücretle Su Taşıtacak Kadar Param Olsaydı, Bu Sıkıntıyı Hiç Çeker Miydim?" Dedi. Kutb-i Rabbânî, Hemen Kalktı, İbriği Elinden Aldı, Kuyunun Başına Gidip, Doldurdu. Omuzuna Alıp, Kadının Evine Götürdü Ve; "yâ Rabbî, Bu Suya Bereket İhsân Et!" Diye Duâ Etti. O Günden Sonra, İhtiyar Kadın Bu Sudan Ne Kadar Harcadıysa, Hiç Eksilmedi Ve Hayâtı Boyunca Su Taşımak Zahmetinden Kurtuldu.

bir Zaman Doğu Tarafına Sefere Çıkmıştı. Bir Gün Bir Yere Geldi. Gördü Ki, O Köyün Halkı, Mallarını Toplamış, Kaçmak Üzereler. Halkın Ne İçin Kaçtığını Sordu. Onlardan Biri; "sultan Çok Vergi İstiyor. Biz De Veremiyoruz. Başka Çâremiz Kalmadı. Köyü Terk Edeceğiz." Deyince; "reisinizi Bana Çağırın." Buyurdu. Gidip Reisi Çağırdılar. Reis Geldi. "ey Reis, Eğer Şu Kadar Altın Bulunur, Sultânın İstediğini Verdikten Sonra, Sizin İçin De Bir Miktâr Kalırsa Burada Kalır Mısınız?" Buyurdu. Reisleri; "bu İş, Bizim İçin İmkânsız, Lâkinallah Dostlarının Teveccühüyle Çok Kolaydır." Dedi. Bunun Üzerine Kutb-i Rabbânî; "önce Köyü Bana Sat, Benim Olsun, Sen Rahat Et." Buyurdu. O Bunu Canına Minnet Bilip Kabûl Etti. Sonra; "köyünüzde Ne Kadar Âlet Varsa, Toplayın." Buyurdu. Hemen Toplandı. "bunların Hepsini, İçine Tezek Konmuş Tandıra Atın Ve Tandırı Yakın." Buyurdu. Öyle Yaptılar. "şimdi Gidin, Sabahleyin Gelin Bunları Alın." Buyurdu. Kendisi Uyudu. Gecenin Yarısı Geçince Ve İnsanlar Uykuya Dalınca, Oradan Kalktı Ve Memleketine Döndü. Sabah Olunca, Köylüler Tandırın Yanına Geldiler. Atılan Her Âleti, Saf Altın Olarak Buldular Ve Bozdurarak Vergi Borçlarını Ödeyip Râhata Kavuştular. Öyle Ki, Çocukları Bile Zengin Olup, O Günden Sonra Sıkıntı Çekmedi.

bir Gün Dağ Başında Bir Yere Gitti. Bir Cûkî, (hind Fakîri) Gördü. Oturmuş, Gözü Kapalı Duruyordu. Önüne Vardı. Cûkî Gözünü Açtı. Baktı Ki, Karşısında Bir Fakir Durur. Cebinden Bir Taş Parçası Çıkarıp Ona Uzattı Ve; "buna Fâris Derler. Hangi Demire Sürsen, Onu Altın Yapar." Dedi. Hazret Onu Aldı Ve Yanlarındaki Pınarın Havuzuna Attı. Cûkî Bu Hâli Görünce, Şaşakaldı. Kalktı Ve Hazreti Hırpaladı, Ağır Lâflar Söylemeye Başladı Ve: "ağam, Bu Taş Parçasını Binlerce Gayret Ve Mihnetle Buldum. Yazık Ki, Kıymetini Bilmedin. Ben Acıdım Da, Onu Sana Verdim. Fakirlikten, Darlıktan Kurtulmanı İstedim. Şimdi Senin Kurtuluşun, Ne Yapıp Yapıp O Taşı Bulup Bana Vermendedir. Senin İşine Yaramadı İse, Niçin Bana İâde Etmedin?" Dedi. Hazret; "ey Cûkî! Mâdemki O Taşı Sen Bana Bağışladın, O Benim Malım Oldu. Ne İstersem Yaparım." Buyurdu. Cûkî; "doğru Söylersin, Ama Gözümün Önünden Gitseydin, İstediğin Gibi Yapardın. Sen Tutup Benim Yanımda Suya Attın, Beni Çok Kızdırdın. Sen Taşımı Vermezsen, Yakanı Bırakmam." Dedi. Adamın İstediği Olmazsa, Rahat Edemeyeceğini Anlayıp: "ey Kıt Düşünceli! O Pınara Git Ve Taş Parçanı Al! Ancak Şu Şartla Ki, Orada O Cinsten Birçok Taş Görebilirsin. Seninkinden Başkasına Tama' Edip, El Uzatmayacaksın." Buyurdu. Cûkî Kabûl Etti. Pınara Geldi. Orada Milyonlarca Fâris Taşının Olduğunu Gördü. En Üst Taraflarında Onun Taş Parçası Duruyordu. Hayran Ve Şaşkınlığından Ne Yapacağını Şaşırdı. Kendi Taşını Aldı. Kendi Taşına Kanâat Etmeyip, Bir Taş Daha Aldı. İkinci Aldığını Gizlemek İstedi. Kutb-i Rabbânî Kalb Nûru İle Onun Hâlini Anladı Ve; "ey Taş Yürekli, Kör Kalpli (basîretsiz)! Sana Öyle Yapmayacaksın Demedim Mi? Sözünde Durmadın." Buyurdu. Cûkî Pişmân Oldu. Hemen Gelip Taşların İkisini De Hazret-i Kutb'un Önüne Koydu Ve Yüzünü Kutb-i Rabbânî'nin Mübârek Ellerine Sürdü Ve; "ey Hazret! Seni Bu İhtiyâçsız Hâle Getiren İlim Ve Mârifetten Bana Da Bir Parça Ver Ve Teveccüh Eyle." Dedi. Kalp Gözü İle, Cûkînin Saâdet Vaktinin Geldiğini Anladı. Önce Ona İslâmı Anlattı. O Da Sıdk Ve İhlâsla Kelime-i Tayyibeyi Söyledi Ve Müslüman Oldu. Sonra Hazret-i Kutb'un Talebesi Olmakla Şereflendi, Hizmetinde Ve Sohbetinde Bulundu. Mücâhede Edip, Nefsine Karşı Gelerek Kısa Zamanda Kâmil Bir Velî Oldu.

kutb-i Rabbânî Celâleddîn Pâni-pütî Hazretlerinin, İlk Evlendiği Hanımından Beş Oğlu İki Kızı Olmuştu. Oğulları; Hâce Abdülkâdir, Hâce İbrâhim, Hâce Şiblî, Hâce Kerîmüddîn, Hâce Abdülvâhid İdi. Temiz, Afîf Ve Zâhide İki Kızları Kirnâl Şehzâdeleriyle Evlendi. On İkinci Torunu, Senâullah-i Pâni-pütî, Pek Kıymetli Tefsîr-i Mazhârî Kitabının Yazarıdır.

kutb-i Rabbânî Celâleddîn Pâni-pütî Hazretleri Pekçok Talebe Yetiştirdi. Kırk Kâmil Halîfesi Vardı. Torunlarından Siyer-ül-aktâb Kitabının Yazarı Hidâye Bin Abdürrahîm Yüksek Dedesini Öven-birçok Şey Yazdıktan Sonra, Şu Kıt'ayı İlâve Eder:

 

"bu Ne Söz, Bu Ne Dil, Bu Ne Bilgidir,

diyen De, Demeyen De Pişmandır.

 

gönül Nerde, Bu Kol Kanat Nerede,

ben Kimim, Celâl'i Tâzîm Nerede."

 

uzun Zaman Hindistan'ı Nurları İle Aydınlatan Ve İnsanları Ebedî Saâdete, Âb-ı Hayat Suyuna Kavuşturmak İçin Uğraşan Kebîr-ül-evliyâ Kutb-i Rabbânî Celâleddîn Pâni-pütî, Birçok Kıymetli Eser De Yazdı. Fevâid-ül-füâd Ve Zâd Ül-ebrâr Adlı Eserleri Çok İnce Bilgileri İhtivâ Etmekte, Severek Okuyanların Kalplerini Serinletmekte Ve Gönüllere Huzûr, Sürûr Ve Neşe Vermektedir.

 

kerâmet Ve Menkîbeleri

kazanlar Boş Kaldı

şeyh Ahmed Kalender Adında Bir Derviş, Kemâl Sâhibi Bir Kimse Bulabilmek İçin Hindistan'a Gitti. Lüki-çengel Denilen Yerde İkâmet Etti. Âlim Ve Talebe Bulunduğunu Duyduğu Her Yere Mektup Yazıp, Onları Dâvet Etti. Bu Dâvet Üzerine, Oraya Pek Çok Kimse Geldi. Kutb-i Rabbânî De Gitti. Bir Sofra Yayıp Herkesi Sofranın Başına Dâvet Etti. Sofradaki Kazan Kapakları Açılınca, Yemeklerin Haram Ve Şüpheli Şeyler Oldukları Görüldü. Her Kazanın İçinde, Eti Pişirilen Hayvanın Başı Da Vardı. Orada Bulunanlar Bu Hâli Görünce, Ellerini Yemeklere Uzatmadılar. Uzun Zaman Hayrette Kaldılar. Hepsi Kutb-i Rabbânî'ye Döndüler Ve; "ne Yapmak Lâzım?" Diye Arz Ettiler. "dostlar! Niye Şaştınız. "hak Teâlâ, Kullarını Koruduğu Şeylerden Kulları Yemesin Diye, Onlara, Onları Haram Eyledi." Diyen Siz Değil Miydiniz? Şimdi Emredin De, O Gibi Şeyler Bu Sofradan Çıksın Gitsin." Dedi. Bu Söz Ağızlarından Çıkmakla, Eti Pişen Ve Kellesi Kazanda Bulunan Hayvanların Hepsi Canlanıp Yerinden Fırladı Ve Doğru Kapıya Koştu. Kazanlar Boş Kaldı. Ahmed Kalender Bu Büyük Kerâmeti Görünce, Kalktı, Kutb-i Rabbânî'nin Ellerine Sarıldı Ve; "ey Hazret, Fakir Bunun İçin Bu Ziyâfeti Tertib Etmiştim. Kemâl Sâhibi Arıyordum. Allahü Teâlâ Benim İstediğimi Verdi. Bu Nîmetin Şükrünü Hangi Dille Yapayım." Dedi. Sonra Ziyâfeti Tertib Eden Ahmed Kalender, Bütün Âlimleri Hürmetle Uğurladı. Kutb-i Rabbânî Orada Bir Müddet Kaldı. O Sâdık Tâlib, Dileğine Hazretin Hizmetinde Bir Defâda Kavuştu Ve Kâmil Evliyâdan Oldu. Kutb-i Rabbânî Ona Hilâfet Verdi Ve Mültân'a Gönderdi. Kendisi De Pâni-püt'e Geldi.

 

kaynaklar

1) Siyer-ül-aktâb; S.197

2) Hediyyet-ül-ârifîn; C.2, S.163

3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; S.993, 1064

4) "the Big Five Of ındia İn Sufism", National Press, ındia, 1972; S.124, 126

5) Mir'ât-ül-esrâr; S.22

6) Sevâti-ul-envâr; No. 26

7) Hazînet-il-asfiyâ; C.1, S.361

8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.10, S.57

Yorumlar
Kod: HE6KD