şemseddîn Attâr Anlatır: Mevlânâ Bir Gün Câmide Vâz Ederken, Mevzû; Hızır İle Mûsâ Aleyhimesselâmın Kıssasına Gelmişti. Bu Kıssayı, Öyle Fesâhat Ve Belâgat İle Anlatıyordu Ki, Herkes Nefesini Kesip, Can Kulağı İle Dinliyordu. Benim Yanımda Bir Şahıs Başını Önüne Eğmiş Bir Şeyler Mırıldanıyordu. Kulak Verdim, Dediklerini Anladım. "sanki Yanımızda İdin, Sanki Üçüncümüz Sen İdin." Diyordu. Bunun Hızır Olduğunu Anladım. Yanına Sokuldum. "anladım. Sen Hızır'sın, Ne Olur, Bana İhsân Eyle!" Dedim. Cevâben; "burada Hazret-i Mevlânâ Varken, Benim Sana İhsânda Bulunmam Deniz Yanında Teyemmüm Gibi Olur. Senin Bütün Müşkillerini O Halleder." Dedi Ve Gözümden Kayboldu. Ben Bu Hâli Mevlânâ Hazretlerine Anlatmak İçin Yanına Gittiğimde, Ben Daha Söze Başlamadan; "ey Attâr! Hızır Aleyhisselâmın Sözleri Doğrudur." Diyerek Benim Sözümü Kesti.
mevlânâ, Allahü Teâlânın Yarattığı Bütün Mahlûkâta Merhamet Sâhibi İdi. Bir Gün Nefîsüddîn Sivâsî'ye Bir Kuruş Verip Ekmek Aldırdı. Ekmeği Eline Alıp Bir Virâneye Gitti. Nefîsüddîn De Gizlice Onu Tâkibe Başladı. Sonunda, Mevlânâ'nın O Ekmeği Yeni Yavrulamış Bir Köpeğe Kendi Elleriyle Yedirdiğini Gördü. Mevlânâ Dönüşünde, Nefîsüddîn'in Kendisini Tâkib Etti?ini Anlayip; "bu Hayvan Yedi gündür Açtir Ve Yavrularina Şefkatle Bakmiş Ve Hiç Yanlarindan Ayrilmamiştir. Resûlullah Efendimiz Bir Hadîs-i Şerîflerinde; "merhametlilerin En Büyü?ü Olan Allahü Teâlâ, Kullarindan Merhametli Olanlara Merhamet Eder. Ey Ümmet Ve Eshâbim! Siz De O'nun Yarattiklarina Merhamet Ediniz Ki, Size De Semâ Ehli Merhamet Etsin" buyurdu. Nefîsüddîn Bu Sözler Üzerine A?layarak Mevlânâ'nin Ellerini Öptü Ve Hayvanlara Bile Bu kadar Merhametli Olan Siz, Tabiatiyle Ahbâb Ve Dostlarınıza Da Merhamet Edersiniz." Dedi. Bunun Üzerine Mevlânâ; "evliyâullahın Merhameti Pek Çoktur; Bütün Mahlûkâta Ve Ahbâblarına Da Şüphesiz Merhamet Eder." Buyurdu.
selçuklu Sultânı Rükneddîn, Mevlânâ'ya Beş Kese Altın Gönderip Almasını Arzu Etti. Talebelerinden Mecdüddîn, Mevlânâ'ya Altınları Arz Edince; "beni Hakîkaten Seviyorsanız, Bu Altınları Dışarıdaki Çamurun İçine Atın!" Buyurdu. Talebeleri Bu Emri Derhal Yerine Getirdiler. Dünyâya Kıymet Veren Bâzı Kimseler, Bu Altınları Almak İçin Çamurun İçinde Aramaya Başladılar. Fakat Üstleri, Başları, Yüzleri Çamurdan Görünmez Hâle Geldi. Mevlânâ, Talebelerine Onların Bu Vaziyetlerini Göstererek; "bu Altınlar, Şu Gördüğünüz Dünyâ Ehlinin Üstünü Başını Batırdığı Gibi, Âhiret Ehli Olanların Da Kalbini Karartır, Kirletir. Çeşitli Günahlara Sevkedip, İbâdetlerden Alıkoyar. Bu Sözlerimi Yanlış Anlamayınız. Dünyâ İçin Çalışmayınız Demek İstemiyorum. Dünyâ Malının Muhabbetini Kalbinize Koymayınız Diyorum. Hiç Ölmeyecekmiş Gibi Dünyâya, Yarın Ölecekmiş Gibi Âhirete Çalışmak Lâzım Geldiğini Herkes Bilir. Burada Dikkat Edilecek Nokta; Hırs Ve Tamâ Yapmadan Kanâat Üzere Bulunmaktır. Dünyâda, Âhiret Saâdeti İçin Çalışmalı, Kazanmalı, Niyeti Düzeltmelidir. Çünkü İslâmiyet, İnsanlara Faydalı Olmayı Emreder. En Büyük Saâdet, En Büyük Sermâye, Helâlinden Kazanıp, Hayır Ve Hasenât Yaparak Âhirete Göndermektir. Buna Rağmen Asıl Sermâye, Mal, Mülk, Para Sâhibi Olmak Değil, İlim, Amel, İhlâs Ve Güzel Ahlâk Sâhibi Olmaktır." Buyurdu.
bedreddîn Tirmizî İsminde Biri Simyâ İle Uğraşırdı. Mevlânâ'nın İsmini Duyarak Konya'ya Ziyâretine Geldi. Önce Oğlu Sultan Veled'e Uğrayarak, Yapacağı Altınlardan Hergün Bir Dirhem Mevlânâ'nın Talebelerine Vereceğini Vâd Eyledi. Bu Haberi Mevlânâ'ya Ulaştırdılar, Fakat O Hiç Cevap Vermedi. Birkaç Gün Sonra Bedreddîn'in Çalıştığı Yere Gitti. Bedreddîn Simyâ İlmiyle Uğraşarak Altın Yapmaya Çalışıyordu. Mevlânâ'nın Geldiğini Görünce, Ayağa Kalkarak Hürmette Bulundu. Mevlânâ, Oradaki Demirden, Bakırdan Ve Diğer Mâdenlerden Yapılmış Eşyâları Teker Teker Alıp Bedreddîn'e Vermeğe Başladı. Bedreddîn, Her Eline Gelen Eşyânın En Yüksek Ayarda Som Altından Yapılmış Olduğunu Hayretle Gördü. Mevlânâ, Bedreddîn'in Şaşkın Bir Hâlde Kendisine Baktığını Görünce; "ey Bedreddîn! Sen Simyâ İle Uğraşmayı Bırak. Çünkü Sen Âhirete Gidince, Simyâ Dünyâda Kalacaktır. Sen Öyle Bir Simyâ İle Uğraş Ki, Seninle Berâber Âhirete Gitsin. İşte O Da Din İlmidir. Bu, Kalbden Mâsivâyı, Allahü Teâlâdan Başka Her Şeyin Sevgisini Çıkarıp, Allahü Teâlânın Beğendiği Şeyleri Kalbe Doldurmakla Olur." Buyurdu.
mevlânâ'nın Celâleddîn İsminde Bir Talebesi Vardı. Ticâretle Uğraşır, At Alıp Satardı. O Anlatır; "bir Gün Mevlânâ Hazretleri Sarığını Sarıp, Giyinmiş Olduğu Hâlde, Bana Bir At Hazırlamamı Emretti. Ben, Atların İçinden En Güçlüsünü Eğerlemek İçin Huzûrundan Ayrıldım. Fakat At Huysuzluk Yaptığından, Bir Türlü Eğerleyemiyordum. Yanıma İki Kişi Daha Alıp, Atı Zorla Eğerledik. Buna Rağmen At Hâlâ Huysuzluk Yapıyordu. O Hâliyle Mevlânâ'nın Bulunduğu Yere Getirip, Atın Hazırlandığını Bildirdik. Mevlânâ Dışarı Çıkar Çıkmaz At Sâkinleşti Ve Önceki Huysuzluğu Kalmadı. Mevlânâ Ata Binip, Kıble İstikâmetinde Yola Çıktı. Ancak Akşama Doğru, Ter İçinde, Toza Gark Olmuş Bir Vaziyette Döndü. At Oldukça Zayıflamış Görünüyordu. Cesâret Edip Bir Şey Soramadık. Ertesi Gün Yine Bir At Hazırlamamı Emretti. Başka Bir Atı Eğerleyip Getirdik. Dünkü Gibi Gitti, Akşama Doğru Geldi. Üçüncü Gün De Aynı Şekilde Gitti. Akşama Doğru Geldiğinde; "elhamdülillah! Ey Cemâat! Müjdeler Olsun Ki, O Kâfir, Cehennem'in Dibini Boyladı." Dedi. Biz Edebimizden Yine Bir Şey Soramadık. Aradan Birkaç Gün Geçmişti. Şam Tarafından Bir Kâfile Gelip, O Taraflarda, Müslümanlar İle Moğolların Yaptığı Savaşı Anlattılar. Dediler Ki; "düşman Askeri Oldukça Çoktu. Müslümanlar Mağlub Olmak Üzere İdiler. Son Üç Günde, Mevlânâ Hazretleri, Bir Atın Üzerinde Olduğu Hâlde Savaş Meydanında Göründü. En Ön Safta; "allah, Allah" Nidâlarıyla Düşmana Hücûm Edip Önüne Geleni Bir Vuruşta İkiye Bölüyordu. Müslümanlar, Mevlânâ'nın Akıl Almaz Hâllerini Ve Yardımını Görünce, Bozulan Moralleri Düzeldi. Ard Arda Yaptıkları Hücûmlarla Düşmanı Geriye Püskürttüler. Mevlânâ Hazretleri Düşman Komutanını Öldürünce, Kâfirler Kaçmaya Başladılar." Ben Bu Haberi İşitince, Doğruca Hocam Mevlânâ'nın Huzûruna Çıktım. Beni Görünce; "müslüman Askerlere Yardım Edilmiş Ve Zafere Kavuşmalarına Sebeb Olunmuştur. Ey Celâleddîn! Bize Cân U Gönülden Hizmet Edenler Dünyâ Ve Âhirette Gam Ve Kederden Kurtulur." Buyurdu.
mevlânâ'nın Talebelerinden Biri, Hac Vazîfesini Yapmak Üzere Hicaz'a Gitti. O Hicaz'da İken, Evinde Hanımı, Arefe Gecesi Bir Tepsi Helva Yapıp, Mevlânâ'nın Talebelerine Gönderdi. Mevlânâ, Helvayı Kabûl Edip, Orada Bulunan Bütün Talebelerine Bizzat Kendi Eliyle Taksîm Etti. Herkes Hissesine Düşeni Aldığı Hâlde, Tepsiden Hiçbir Şey Eksilmedi. Alanlar Tekrar Aldılar, Doyuncaya Kadar Yediler, Yine Eksilmedi. Bunun Üzerine Helvâ Dolu Tepsiyi Mevlânâ Mübârek Eline Alıp; "bu Tepsiyi Sâhibine Göndereyim." Diyerek Dışarı Çıktı. İçeri Girdiğinde, Elinde Tepsi Yoktu. Ertesi Gün Helvayı Getiren Hanım, Tepsisini Medresenin Mutfağında Arattı, Ancak, Bulamadı. Mevlânâ'yı Da Bunun İçin Rahatsız Etmedi.
aradan Günler Geçti, Hacca Gidenler Dönmeye Başladılar. Bu Hanımın Da Beyi Kâbe'den Dönüp Konya'ya Geldiğinde, O Tepsi, Eşyâlarının Arasından Çıktı. Kadın Tepsiyi Görür Görmez Tanıyıp, Hayretinden Dona Kaldı. Beyine; "ben Arefe Gecesi Bu Tepsi İle Helva Yapıp Mevlânâ'nın Talebelerinin Yemesi İçin Göndermiştim. Tepsiyi Ertesi Günü Arattığım Hâlde Bulamadım. Nasıl Oldu Da Bu Tepsi Senin Eline Geçti?" Deyince, Şaşırma Sırası Hacıya Geldi. O Da; "arefe Gecesi Hacı Arkadaşlarımla Oturup Sohbet Ediyorduk. Bir Ara Çadırın Kapısından Bir El Bu Tepsiyi Uzattı. Biz De Tepsiyi Aldık, Elin Sâhibini Araştırmak Da Aklımıza Gelmedi. Helvayı Yedikten Sonra Tepsiyi Tanıdım. Kimseye Vermeyip Eşyâların Arasına Koydum. Başka Bir Şey Bilmiyorum." Dedi. Bunun Mevlânâ'nın Bir Kerâmeti Olduğunu Anlayınca, Ona Olan Bağlılıkları Daha Da Arttı.
mevlânâ'yı Sevenlerden Bir Kimse, Mısır'a Ticâret Yapmak İçin Gitmeye Hazırlandı. Akrabâsı Gitmemesi İçin Çok Zorladı İse De, Dinlemedi Ve Kararından Vazgeçmedi. Bunun Üzerine Yakınları, Durumu Mevlânâ'ya Bildirip, Gitmemesini İstirhâm Ettiler. Mevlânâ Da: "gitme!" Dedi. Ancak O Kimse Dinlemeyip Gizlice Yola Çıktı. Gemi İle Yolculuk Yaparken, Bir Küffâr Gemisi Bu Gencin Bulunduğu Gemiye Saldırdı. Pek Çok Yolcu İle Berâber, Bu Genci De Esir Aldılar. Memleketlerine Götürüp Çeşitli Yerlerde Çalıştırdılar. Genç, Başına Gelen Felâketlerin Sebeblerini, Allahü Teâlânın Sevdiği Bir Kulun Sözünü Dinlememekten Olduğunu Anlayıp, Çok Pişmân Olup, Tövbeler Edip İstigfârda Bulundu. Bu Şekilde Kırk Gün Devâm Etti. Ertesi Gün Rüyâsında Mevlânâ'yı Gördü. Ona;
"yarın Senden Bâzı Şeyler Soracaklar. Ne Sorarlarsa, Biliyorum, De!" Diye Tenbihte Bulundu. Bir Hastalık İle İlgili İlâç Târif Etti. Genç Uyandığında Sevince Gark Olup, Sabahı İple Çekti. Sabahleyin Yanına Gelenler Kendisine; "doktorlukla İlgili Bir Bilgin Var Mı?" Diye Sordular. Genç De; "var!" Deyince, Genci Alıp O Yerin Hükümdârına Götürdüler. Meğer O Yerin Hükümdârı Hasta İmiş. Hiçbir Doktor Derdine Çâre Bulamamış, Hükümdâr Da Hastalıktan Kurtulamamış. Bu Genç, Hasta Hükümdârı Görüp; "bana, Şu Şu Meyvelerden Şu Kadar, Şu Şu Otlardan Şu Kadar Getirin." Dedi. Kısa Zamanda Bulup Getirdiler. Genç, Hepsini Güzelce Öğütüp Karıştırdı Ve Mâcun Hâline Getirerek Hastaya Yedirdi. Hasta, Allahü Teâlânın İzniyle Bir Anda Şifâ Buldu. Hükümdâr Bu Hastalıktan Ümidini Kesmiş İken, Birden Şifâya Kavuşunca, Gence; "bir Murâdın Varsa Söyle, Yerine Getireyim. Mal, Mülk İstersen Seni Zengin Edelim." Diye ısrârla Sorunca, Genç;
"ben, Hiçbir Şey Bilmeyen Bir Kimseyim. Âilemden Ve Hocamdan İzinsiz Para Kazanmak İçin Evden Çıktım. Beni Yolda Esir Alıp, Buralara Getirdiler. Esir Olunca, Başıma Gelen Bu Musîbetin Sebebini Anlayıp, Çok Tövbe Ettim Ve Hocam Mevlânâ Hazretlerinden Mânen Af Diledim. Kendisini, Kurtulmam İçin Allahü Teâlâya Vesîle Eyledim. Bu Akşam Hocam Mevlânâ, Bana Bu Size Yaptığım Şeyleri Târif Eyledi. Ben De Aynen Yaptım. Gördüğünüz Gibi, Bütün Bunlar, Hocamın Himmeti Ve Bereketiyle Oldu." Dedi. Hükümdâr Genci Serbest Bıraktı. Çok Para Vererek Zengin Eyleyip, Memleketine Gönderdi. Mevlânâ'ya Da Pek Çok Hediyeler Gönderdi.
konya'da Tâceddîn Adında Evliyâyı Ve Hâllerini İnkâr Eden Biri Vardı. Mevlânâ Hazretlerinin De Aleyhinde Bulunurdu. Bu Kişi Bir Gece Kendisini Nasılsa Cehennem Kapısında Durmuş Gördü. Cehennemliklerin Durumunu Olduğu Gibi Seyretti. Orada Bir Adamı Eli Ayağı Bağlı Olduğu Hâlde Bir Cehennem'den Çıkarıp, Öteki Cehennem'e Sokuyorlardı. Dört Kişi De Orada Durmuş; "ey Tâlihsiz Kişi! Bu Aman Vermeyen Ağır Ve Acıklı Yükün Altından Kurtulman İçin Velîlerin Sözlerini Oku." Diyorlardı. Tâceddîn Bu Heybetten Orada Donup Kalmişti. O Zavalli Kişi; "bana Allahü Teâlânin Rizâsi İçin Birkaç Kelime Ö?retiniz." Diye Ricâ Ediyordu. Bu Sirada Kendisine Mevlânâ Hazretlerinin mesnevî'sinden Birkaç Beyit Ö?rettiler. O Da Bu Beyitleri Okudu. Okur Okumaz Bütün Zincirleri Ve Ba?lari Üzerinden Çözüldü. Sonra Da Cennet Tarafına Yönelip Gitti. Tâceddîn Uykudan Uyanır Uyanmaz Mevlânâ'nın Medresesine Koştu. Yolda Mevlânâ Hazretleri İle Karşılaştı. Mevlânâ Hazretleri Ona; "ey Tâceddîn! Bir Yerde Sâdece Velîlerin Sözleri İnsanın Böyle İmdâdına Yetişir Ve Yardım İsteyenlere Yardım Ederse, Artık Onların Sohbetinin Neler Yapacağını Ve Onlara Karşı Beslenen Sevginin Bereketinin İnsanı Nerelere Ulaştıracağını Düşün." Buyurdu. Gördüğü Rüyâya Mevlânâ Hazretlerinin Vâkıf Olduğunu Anlayan Tâceddîn, Ellerini Öpüp Sâdık Talebelerinden Biri Oldu.
mevlânâ Hazretleri Gece-gündüz Cenâb-ı Hakk'a Niyâz Eder Yalvarırdı: "yâ Rabbî! Bizim Hâlimize Bakarak Muâmele Etme. Kendi İkrâm Ve İhsânına Göre Bize Muâmele Eyle.
yâ Rabbî! Kerem Ve Lütfunla Hidâyet Ettiğin Kalbi Tekrar Dalâlete, Sapıklığa Meylettirme. Belâları Bizden Sarf Eyle, Çevir Ve Değiştir.
ey Affı Çok Olan, Günahları Örten Rabbim! O Günahlar Dolayısı İle Bizden İntikam Alma. Bize Azâb Etme.
yâ Rabbî! Biz Nefis İle Şeytana Köpek Gibi Tâbi Olduksa Da Sen, Azab Arslanını Bize Saldırtma.
ey Hayy, Ebedî Diri Olan Rabbim! Taleb Ve Duâ Üzerine Nasıl Olur Da Kerem Etmezsin. Sen Kerem Sâhibisin.
ey Mahlûkâtın, Yaratıkların Canlıların İhtiyâcını Gideren Rabbim! Sen Varken Hiç Bir Kimseyi Hatırlamak Ve Ondan Bir Şey Ummak Lâyık Değildir.
yâ Rabbî! Rûhumda Bir İlim Katresi Var. İlâhî Onu Hevâ Rüzgarıyla Ten Toprağından Muhâfaza Eyle.
ey İhsânı Çok Olan Rabbim! Cefâ İçinde Geçip Giden Ömre Merhamet Et.
ey Affetmeyi Seven Rabbim! Bizi Affeyle. İsyân Derdimize Çâre Eyle.
ey Yardım İsteyenlerin Yardımcısı! Bizi Hidâyete Çıkar.
yâ Rabbî! Duâ Ve Yakarışlarımızda Sana Lâyık Olmayan Sözleri Bilmeyerek Söyleyip Hatâlarda Bulunmuş İsek, O Kelimeleri Sen ıslâh Et Ve Duâmızı Kabul Buyur. Çünkü Sözlerin Hâkimi Ve Sultanı Ancak Sensin.
ey Âlemin Yaratıcısı! Kasvetli, Kararmış, Katılaşmış Âdetâ Taş Gibi Olmuş Olan Kalbimizi Mum Gibi Yumuşat, Feryâdımızı, Âh U Vâhımızı, Hoş Eyle Ki Rahmetini Celbetsin, Çeksin.
bizi Köle Gibi Kullanan Bu Serkeş Nefisten Bizi Satın Al. O Nefis Bıçağı Kemiğe Dayandı (zulmü Canımıza Yetti).
yâ Rabbî! Sana Ne Arz Edeyim. Çünkü Sen Gizli Ve Açık Her Şeyi Bilirsin."
moğolların Anadolu Umûmî Vâlisi Baycu Noyan, Konya'yı Muhâsara Etti. Konyalılar Gâyet Sıkıntılı Ve ızdıraplı Günler Yaşadı. Muhasaranın Kaldırılması İçin Mevlânâ Hazretlerinin Huzûruna Çıkıp; "efendim! Bize Merhamet Ediniz. Baycu Noyan, Bildiğiniz Gibi Konya'yı Muhasara Etti. Çoluk-çocuğumuzla Gâyet Sıkıntıya Düştük. Korku İçinde Yaşıyoruz. Şâyet Bize Yardım Etmezseniz, Sonumuz Felâket Olur. Çünkü Baycu Noyan, Hangi Şehri Fethettiyse Halkı Kılıçtan Geçirip, Mallarını Yağmaladı. Bu İşe Bir Tedbir İstirhâm Ediyoruz." Dediler. Mevlânâ;
"siz, Allahü Teâlâya Tevekkül Edin. Doğru Bir Îtikâd İle Cenâb-ı Hakk'ın Evliyâsını Vesîle Ederek Duâ Edin. İnşâallah Sıkıntınız Def Olur." Buyurdu. Sonra Şehirden Dışarı Çıkıp Meydanın Ortasında Durdu. Kıbleye Dönerek Namaz Kılmaya Başladı. Etrafta Binlerce Moğol Askeri Vardı. Baycu Noyan'a Kocaman Bir Çadır Kurmuşlardı. Askerler Hemen Komutanlarına Koşup;
"şehirden Yaşlı Bir Kimse Çıktı. Mâvi Kaftanlı, Sarıklı, Heybetli Bir Kimse... Meydanda Namaz Kılmaya Başladı. Ne Bir Korku, Ne Bir Heyecânı Var. Askerlerden Hiçbiri Yanına Yaklaşmaya Cesâret Edemiyor...." Dediler. Baycu Noyan, Askerlerine; "ok Yağmuruna Tutarak Derhal Öldürün!" Dedi. Bu Emir Üzerine, Okçular Ellerini Sadaklarına Atmak İçin Davrandıklarında, Herbirinin Kolları Yerinden Kalkmaz Hâle Geldi. Hiçbirisi Ok Atamıyordu. Bu Durumu Gören Baycu Noyan, Süvârilere; "atlara Binip Kılıçla Üzerine Saldırın!"emrini Verdi. Süvâriler Hemen Ata Binip Sürmek İstediler, Fakat Atların Ayakları Toprağa Battı. Atlar, Üzerindeki Askeri Götüremez Hâle Geldi. Bunu Da Hayretle Gören Baycu Noyan'ın Canı Sıkıldı. Kendisi Okunu Çekip Yayını Gerdi. Nişan Alarak Mevlânâ'ya Fırlattı. Attığı Üç Ok Da Hedefe Değil, Baycu'nun Önüne Düştü. Bu Hâli De Gören Vâli Noyan, İyice Öfkelenip Atını Getirmelerini Emretti. Ata Bindiyse De, Atı Bir Türlü Hareket Ettiremedi. Hiddeti Ziyâdeleşen Baycu, Attan İnip Yaya Olarak Hücûm Etmek İstedi. Fakat Ayakları Tutulup Yüzüstü Yere Düştü. Yüzü Yaralanan Baycu, Ne Yapacağını Şaşırdı. Olanları Şehirden Tâkib Eden Halk, Hayretten Hayrete Düştüler, Hep Bir Ağızdan Tekbîr Getirdiler. Nihâyet Baycu Noyan Hiçbir Şey Yapmaya Kâdir Olamayacağını Ve Mevlânâ Karşısında Âcizliğini Anlayınca;
"bu Kimse, Şimdiye Kadar Karşılaştığım İnsanların Hiçbirine Benzemiyor. Bunun, Allahü Teâlânın Himâyesi Altında Olan Kimselerden Olduğu Anlaşılıyor. Bu Kadar Askerî Gücümle, Değil Kendisiyle Mücâdele Etmek, Üzerine Doğru Bir Adım Bile Atamadık. Dolayısıyle Bununla İyi Geçinmekte, Anlaşma Yapmakta Fayda Vardır." Diyerek, Askerini Toplayıp Muhâsaradan Vaz Geçti.
oğlu Sultan Veled'e Şöyle Nasîhatlerinde; "ey Oğlum! Sana Vasiyet Ediyorum Ki: Her Halde İlim, Edep Ve Takvâ Üzerine Bulun. Her Zaman Geçmiş Din Büyüklerinin Eserlerini İnceleyerek, Ehl-i Sünnet Vel-cemâat Yolundan Ayrılmamayı Vazîfe Edin. Fıkıh (islâm Hukûku) Ve Hadîs-i Şerîf Öğren, Câhil Sofulardan Olma. Namazı Her Zaman Cemâatle Kıl, Fakat İmâm Ve Müezzin Olma. Şöhret İsteme, Zîrâ Şöhret Âfettir. Makâma Bağlı Olma. Yazdığın Şeylerde Adını Yazma. Mahkemede Hâkim Huzûruna Çıkma. Kimseye Kefil Olma. Halkın İşlediği İşlere Karışma. Devlet Büyüklerinin Çocuklarıyla Arkadaşlık Etme. Uzlete Çekilme, Yalnız Kalma. Çok Söz Söyleme. Çok Söz İşitmek Kalbe Nifak Verir. Sözü İnkâr Etme. Onun Söyleyenleri Ve Sâhipleri Çoktur. Az Söyle Ve Halkın Kötülük Ve Eğrilerinden Arslandan Kaçar Gibi Kaç, Bir Kenarda Dur. Kadınlardan Ve Dinde Eğri Yollara Girenlerden Sakın. Herkesle Ve Zenginlerle Sohbet Etme (oturup Kalkma). Helal Ye Ve Şüphelilerden Kaçın. Dünyâ Malına Kapılma. Dünyâ Arzusu Dînin Zâyi Olmasına Sebeb Olur. Çok Gülme Ve Kahkaha Atma. Zîrâ Fazla Gülmek Kalbin Ölümüdür.
herkese Şefkatle Bak. Hâinlikle Bakma. Dişini Süsleme. Zîrâ Dişin Süsü; İçin, Kalbin, Rûhun Harâb Oldu?unu Gösterir. Başkalariyla Mücâdele Etme Ve Hiç Kimseden Bir Şey İsteme. Kimseye Hizmet Buyurma. Âlimlere, Evliyâya, Mal, Can Ve Tenle Hizmet Et. Din Büyüklerinin Hâllerini İnkâr Etme. Zîrâ İnkâr Edenler Rahat Ve Kurtuluş Yüzünü Göremezler." Buyurdu.
mevlânâ Hazretlerinin Sağlığında Kasabın Biri, Bir Öküzü Kesmek İçin Satın Aldı. Öküzün Ayaklarını Bağlayıp Yatırmak İstediğinde, Öküz, İpleri Koparıp Kaçtı. Kasap Arkasından Yakalamak İçin Koştuysa Da Yetişemedi. Öküz, Mevlânâ'nın Babasının Mezarı Yakınlarına Geldi. O Esnâda Mezarın Başında Mevlânâ Hazretleri Kur'ân-ı Kerîm Okuyordu. Hâl Lisânıyla Ona; "beni Bu Kasabın Elinden Kurtar." Dedi. Mevlânâ, Öküzün Üzerine Elini Koyup Okşadı; "üzülme, Cenâb-ı Hak Her Şeye Kâdirdir." Buyurdu. Bu Sırada Kasap, Elinde Urgan Ve Bıçak Olduğu Hâlde Soluk Soluğa Çıkageldi. Mevlânâ Gelen Kasaba, Öküzün Âzâd Edilmesini, Hürriyetine Kavuşturulmasını İstedi. Kasap Da Mevlânâ Hazretlerinin Hatırı İçin Öküzü Âzâd Etti. Kasap Gidince Mevlânâ, Mübârek Elini Öküzün Üzerine Koyup Duâ Etti Ve O Günden Sonra Bir Daha O Öküzü Gören Olmadı. Bunun Üzerine Mevlânâ; "bu Öküz, Kesilip Pişirilecek Zamâna Gelmiş İken, Bizim Tarafımıza Gelmek Sûretiyle, Kesilip Parçalanmaktan Kurtuldu. İşte Bunun Gibi Bir İnsan Da, Allahü Teâlânın Evliyâsına Cân U Gönülden Teslim Olup Emirlerine Uygun Yaşar, Ona Talebe Olursa, Kıyâmet Gününde Cehennem'e Götüren Meleklerin Elinden Kurtulur." Buyurdu.
mevlânâ Hazretleri Vefâtından Az Önce Talebelerini Topladı. Şefkatle Onlara Baktı Ve; "vefâtımdan Sonra Hâtırınıza Perişan Ve Huzursuz Oluruz Diye Gelmesin. Ne Hâlde Olursanız Olunuz, Benimle Olun. Beni Hatırlayın. Allahü Teâlânın İzniyle Size Kendimi Gösterir, Maddî Ve Mânevî Yardımlarda Bulunurum. Karada Ve Denizde, Allahü Teâlânın İzniyle İmdâdınıza Yetişirim. Sözlerimi İyi Dinleyiniz, Size Bâzı Tavsiyelerde Bulunacağım. Bunları İşitenler, İşitmeyenlere Söylesinler. Gizli Ve Âşikâr Allahü Teâlâdan Korkunuz. Günahlardan Sakınınız. Az Yiyip, Az Uyuyup, Az Konuşunuz. Çok Oruç Tutunuz. Zamanlarınızı Namaz Kılarak Değerlendirin. Şehveti Terkedip, Sefihlerle, Câhillerle Mücâdele Etmeyiniz. Onlarla Oturup Kalkmayınız. Onları Kendinize Muhatap Etmeyip, Hep İyi İnsanlarla Berâber Olunuz. Ya Hayır Konuşunuz Veya Susunuz. İnsanların Sıkıntılarına Sabrediniz. Biliniz Ki, İnsanların En Hayırlısı, İnsanlara En Faydalı Olandır.
kabrimin Üzerine Yapacağınız Türbenin Kubbesi Yüksek Olsun. Çok Uzaklardan Görünsün. Çünkü, Türbemi Görenler Doğru Bir Îtikâd İle Beni, Allahü Teâlâya Vesîle Ederek Duâ Ederler. Beni Vesîle Ederek Allahü Teâlâdan Rahmet Ve Mağfiret İsterlerse, Duâlarının Kabûl Olması İçin Ben De Rabbimize Yalvarırım. Böylece Duâlarının Netîcesi, Allahü Teâlânın İzniyle Hâsıl Olur. Rahmet Ve Mağfirete Mazhar Olurlar." Buyurdu.
mevlânâ Hazretleri, Merhamet Sâhibiydi,
hayvanlara Bile O, Gâyet Şefkatli İdi.
bir Gün Sevdiklerinden, Para Verip Birine,
bir Ekmek Aldırarak, Aldı Onu Eline.
sonra Bir Virâneye, Gidiverip O Saat,
yedirdi Bir Köpeğe, Eliyle Onu Bizzat.
tâkib Etti O Kimse, Nereye Gittiğini,
ve Gördü Bir Köpeğe, Ekmek Yedirdiğini.
mevlânâ Ona Gelip, Buyurdu Ki: "ey Filân,
bilirim, Yedi Gündür, Aç Duruyor Bu Hayvan.
yeni Yavrulamıştır, Hem De Şu Virânede,
onları Bırakıp Da, Ayrılmıyor Yine De.
bir Anne Şefkatiyle, Yavrulara Bakıyor,
yanlarında Bekleyip, Bir Yere Ayrılmıyor.
resûlullah Hadîste, Buyuruyor Ki Zîrâ;
"allah Da Rahmet Eder, Merhametli Kullara.
ey Eshâbım, Siz Dahi Olun Ki Merhametli,
merhamet Eylesinler Size De Semâ Ehli."
o Kişi Ağlayarak, Dedi Ki Mevlânâ'ya:
"efendim, Hamd Olsun Ki, Allahü Teâlâya,
sizleri Tanımakla, Şereflendirdi Bizi,
himâye Edersiniz, Dünyâda Hepimizi.
âhiret İçin Dahi, Ümitliyim Şimdiden,
bizi Kurtarırsınız, Cehennem Ateşinden."
buyurdu: "velîlerin, Pek Fazladır Şefkati,
kurtarır Dostlarını Onların Şefâati."
mevlânâ, Tahsil İçin, Konya'dan Bir Gün Yine,
şam'a Gidiyordu Ki, Uğradı Nusaybin'e.
hıristiyan Papazlar, Bir Yere Gelmişlerdi,
acâyip İstidraçlar, Halka Gösterirlerdi.
gösteriş Yapmak İçin, Hazret-i Mevlânâ'ya,
bir Oğlan Çocuğunu, Uçurdular Havaya.
celâleddîn-i Rûmî, Bir Duâ Etti O An,
havada Kala Kalıp, Düşmedi Yere Oğlan.
feryâd Ediyordu Ki, Korkusundan O Çocuk;
"düşüp De Öleceğim, İndirin Beni Çabuk!
çok Uğraştılarsa Da, Papazların Birçoğu,
hiç İndiremediler, Havadan O Çocuğu.
oğlan Bağırdı Ki: "sizin Yanınızdaki,
o Zâtın Duâsıyla, İşbu Hâl Oldu Vâki.
ancak Onun Duâsı, Kurtarır Beni Bundan,
yoksa Helâk Olurum, Yere Düşüp Buradan."
papazlar Bil-mecbûri, Ona Gelip Bu Kere,
dediler: "duâ Et De, O Çocuk Düşsün Yere."
buyurdu Ki: "hiçbir Şey Kurtarmaz O Çocuğu,
kelime-i Şehâdet, Kurtarır Yalnız Onu."
oğlan Bunu Duyunca, Sevinip Bu Habere,
kelime-i Şehâdet, Söyleyip İndi Yere.
papazlar Bunu Görüp, Hayrette Kaldı Hepsi
ve İnsâfa Gelerek, Îmân Etti Cümlesi.
birbirinden Habersiz, Kırk Kişi, Ayrı Ayrı,
eve Dâvet Ettiler, Bir Gece Mevlânâ'yı.
hiçbirini Kırmayıp, Eylediler İcâbet,
hepsi İle Oturup, Ettiler Gece Sohbet.
ertesi Gün Onlardan; Birbirini Görenler,
hemen Birbirlerine, Verdiler Bunu Haber.
ve Lâkin Diğerleri, Şaşırarak Bir Nice,
dediler Ki: "mevlânâ, Bizde İdi Dün Gece."
halbuki Hiçbirinde, Değildi O Büyük Zât,
kendi Hânelerinde, Yalnız İdi O Saat.
hazret-i Mevlânâ'nın, Mübârek Hanımları,
diyor Ki, Bir Gün Evde, Görmedik Mevlânâ'yı.
halbuki Biraz Önce, Otururdu Odada,
biraz Sonra Baktık Ki, Görünmüyor Ortada.
biz Böyle Konuşurken, Akşam Oldu Nihâyet,
sonra Kapı Açılıp, İçeri Etti Avdet.
çevirmek İsteyince, Ayakkabılarını,
gördüm Kenarında, Mekke'nin Kumlarını.
nereden Geldiğini, Ondan Suâl Edince,
buyurdu Ki: "mekke'de, Bir Dostum Vardı Önce.
onun Ziyâretine, Gitmiştim Biraz Evvel,
o Kumlar Da Hicaz'ın, Kumlarıdır Muhtemel."
düşündüm Ki "bu Kadar, Kısacık Bir Zamanda,
hicaz'a Gidip Gelmek, Nasıl Olur Acaba?"
o Bunu Anlayarak, Buyurdu Ki: "velîler,
kerâmet Ehli Olup, Sanki Rûh Gibidirler.
kısaltır Hak Teâlâ, Onlar İçin Bu Yeri,
bir Adımda Giderler, Uzun Mesâfeleri."
1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (48. Baskı), S.1047
2) Âbidin Paşa, Mesnevî Şerhi
3) Mevlânâ Câmî, Mesnevî Şerhi
4) Herkese Lâzım Olan Îmân; S.60, 402
5) Rehber Ansiklopedisi; C.3, S.194
6) Ahmed Eflâkî, Menâkıb-ül-ârifîn
7) Nefehât-ül-üns; S.516
8) Risâle-i Sipahsâlar; S.9
9) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.8, S.147