Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Celâleddîn Tebrîzî
  30 Mart 2018 Cuma , 23:33
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; Hindistan evliyaları, Bengal evliyaları, Celâleddîn Tebrîzî

hindistan Evliyâsının Büyüklerinden. Tebriz Taraflarında Doğduğu İçin Tebrîzî Nisbet Edildi. Doğum Târihi Belli Değildir. Celâleddîn Lakabı Verildi. 1345 (h.746) Yılında Bengal Bölgesinde Vefât Etti. İlim Tahsîline Hocası Ebû Saîd Tebrîzî'nin Yanında Başladı. Hocasının Vefâtından Sonra, Şihâbüddîn Sühreverdî Hazretlerinden İlim Öğrenip Feyz Aldı. Ferîdüddîn-i Attâr Hazretlerinin Nazarlarından İstifâde Etti. Hâce Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinin Vefâtından Önce Hindistan Taraflarına Gitti. Onun Sohbetleriyle De Şereflendi. Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî Ve Behâüddîn Zekeriyyâ İle Sohbet Etti.

şihâbüddîn Sühreverdî'nin Yanında Zâhirî Ve Bâtınî, Maddî Ve Mânevî İlimleri Öğrenen Celâleddîn Tebrîzî, Hocasına Hiçbir Talebeye Nasîb Olmayan Hizmetleri Yaptı. Şihâbüddîn Hazretleri, Her Sene Hacca Giderdi. Sonunda Yaşlandı. Zayıf Ve Güçsüz Oldu. Onun İçin Bulundurulan Yiyecekler, Bünyesine Pek Uygun Değildi. Bu Sebepten Şeyh Celâleddîn Tebrîzî, Hocası İçin Bir Tencere İle Tencere Altı Yapıp Başının Üzerinde Taşırdı. Bunu Öyle Yapmıştı Ki, Başını Yakmazdı. Hocası Yemek İsteyince, Hemen Önüne Sıcak Yemek Koyardı. O Mübârek Kimsenin Duâsı Bereketiyle Çok Yüksek Makamlara Kavuştu. Şihâbüddîn Sühreverdî Bir Gün Hacdan Dönmüştü. Bağdatlılar, Huzûruna Geldiler. Herbiri Fakirlere Verilmesi İçin Para Ve Diğer Hediyeler Getirdiler. Bu Arada Bir İhtiyâr Geldi Ve Eski Elbisesinin Cebinden Bir Gümüş Çıkarıp Verdi. Şeyh Şihâbüddîn, O Bir Gümüşü Aldı, Hediyelerin En Üstüne Koydu. Sonra Orada Bulunanlara; "kime Ne Lâzımsa Bunlardan Alsın." Buyurdu. Her Biri Kalkıp, Para Kesesi Ve Elbiseleri Aldılar. Şeyh Celâleddîn Tebrîzî De Orada İdi. Ona İşâret Edip; "sen De Birşey Al." Buyurdu. Şeyh Celâleddîn Kalktı. İhtiyârın Getirdiği Gümüşü Aldı. Şeyh Şihâbüddîn Bunu Görünce; "bunların Hepsini Sen Aldın." Buyurdu.

şihâbüddîn Sühreverdî Hazretlerinin Yanında Kemâl Mertebesine Kavuşan Celâleddîn Tebrîzî Hazretlerinin Kerâmetleri Meşhûr Oldu. Hülâgü'nün İşgâl Ettiği Bağdât'ta, Halîfe Olan Mu'tasım'ın Katledileceğini, Allahü Teâlânın İzniyle, Bir Gün Önceden İşâretle Haber Verdi. Ertesi Sabah Halîfe Hunharca Katledildi.

celâleddîn Tebrîzî, Kırk Sene Gündüzleri Hep Oruç Tuttu. On Günde Bir Kendi İneğinden Sağdığı Sütten Bir Mikdâr İçer, Başka Hiç Bir Şey Yemezdi. Bütün Gecelerini Namazla Geçirirdi. Gecede Bin Rekat Namaz Kıldığı Olurdu.

allahü Teâlânın Dînini Yaymak Ve Kullarını Ebedî Olan Cehennem Azâbından Kurtarmak İçin Çalışırdı. Müînüddîn Çeştî Hazretlerinin Hizmetinde Bulunmak Ve Feyzlerinden İstifâde Etmek İçin Hindistan Taraflarına Gitti. Dehli'de Bulundu. Onun Yüksek Derecesi, Hâllerinin Açıklığı, Bâzı Kimselerin Kıskançlığına Sebep Oldu. Bunlar Arasında Zamanın Dehli Şeyh-ül-islâmı Da Vardı. Necmeddîn Sugrâ Adındaki Bu Kimse, Onu Çirkin Bir Suçla İthâm Eyledi Ve Bengal Tarafına Sürdürdü. Bengal'e Gelince, Bir Gün Bir Su Kenarında Oturuyordu. Kalktı, Yeniden Abdest Aldı Ve Orada Olanlara; "gelin, Dehli Şeyh-ül-islâmının Cenâze Namazını Kılalım. Zîrâ Bu Saatte Vefât Etmiştir." Dedi. Gerçekten Böyle Söylediği An Vefât Etmişti. Namazdan Sonra Yüzünü İnsanlara Çevirip; "dehli Şeyh-ül-islâmı Bizi Şehirden Çıkardıysa, Rabbimiz De Onu Dünyâdan Çıkardı." Buyurdu.

ferîdüddîn-i Genc-i Şeker (kuddise Sirruh), Çocukken Çok Zikreder Ve Kendinden Geçmiş Bir Hâlde Bulunurdu. Öyle Ki, Ona İnsanlar; "kâdı Dîvâne Çocuk" Derdi. Bir Defâ Celâleddîn Tebrîzî Oraya Geldi. "burada Bir Derviş Var Mıdır?" Dedi. "bir Çocuk Vardır. Dîvâne Hâldedir. Büyük Mescidde Düşmüş Kalmıştır." Dediler. Şeyh Celâleddîn Onu Görmeye Gitti Ve Eline Bir Nar Verdi. Çocuk Oruçlu İdi. O Narı Oradakilere Taksim Ettiler. Nardan Bir Tâne Yere Düşüp Kaldı. İftar Vaktinde, Çocuk Yaştaki Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker, O Bir Tâne İle Orucunu Açtı. O Gün Derecesi Pek Yükseldi. Kendi Dedi Ki: "eğer O Narı Tamâmen Yeseydim, Kim Bilir Ne Faydalara Kavuşurdum." Şeker-genc, Şeyh Kutbüddîn'e Bu Hikâyeyi Anlattı. Şeyh Buyurdu Ki: "bâbâ Celâleddîn Ne Verdiyse, Senin İçin Olan, Yediğin O Bir Nar Tânesinde Verdi."

bir Vakitler Çin Taraflarına Gitti. Oranın İnsanlarının Da Huzur Ve Saâdete Kavuşmaları İçin Çalıştı. Bir Dağ Köyünde İkâmet Etti. O Köylüler Ve Çevre Sâkinleri Hep Kâfir İdi. Onun Bereketiyle, Bulunduğu Köy Ve Çevresindekiler Müslüman Olmakla Şereflendiler. Bir Dergâh İnşâ Ettiler. Yıllarca Orada İnsanlara Feyz Membaı Oldu. Devlet İleri Gelenleri Ve Diğer Kimselerden Birçok Talebeleri Oldu. Tayy-i Mekân Ve Tayy-i Zaman Sâhibi Olup, Gitmek İstediği Yere Allahü Teâlânın İzniyle Kısa Zamanda Varırdı. Dünyâ Sanki Ayağının Altındaydı. Her Gün Sabah Namazını Mekke'de Kılardı. Her Sene Arefe Ve Bayram Günü İnsanların Gözünden Kaybolur. Hacca Giderdi. Kimse Onun Nereye Gittiğini Bilmezdi.

meşhûr Seyyah Ve Âlim İbn-i Battûta, seyahatnâme'sinde Anlatir: "çin Taraflarinda Celâleddîn Hazretlerinin Ziyâretine Gittim. Onun İkâmet Etti?i Yere İki Gün Mesâfe Kala, Talebelerine Misâfir Oldum. Akşamleyin Bana, Nereden Gelip Nereye Gitti?imi Sordular. Onlara; "ben Acem Memleketinden Gelip, Çin Memleketine Celâleddîn Hazretlerinin Ziyâretine Gidiyorum." Deyince, Onlar Da Onun Talebeleri Olduklarını Söylediler. Bana; "her Gece Yatsı Namazından Sonra Celâleddîn Hazretleri Yanımıza Gelir, Bir Saat Yanımızda Kalır Ve Ondan Sonra Gider." Dediler. Ben Bu Hâle Çok Sevindim Ve Hakîkaten Yatsı Namazından Sonra Talebeler Bir Telâş İçine Girdiler Ve Celâleddîn Hazretleri Geldi. Biz Orada Onunla Müşerref Olduk, Bir Saat Sohbet Ettiler Ve Kalkıp Gittiler. Sabah Olunca, Ben Yine Onun Bulunduğu Dağ Köyüne Hareket Ettim. Yanına Vardığım Zaman Elini Öptüm. Benim Memleketimi Suâl Ettiler. Acemistan Olduğunu Söyledim. Sonra Şehrimi Suâl Etti. Bulunduğum Şehri De Ona Söyledim. Sonra Talebelerine; "bu, Benim Bir Arab Misâfirimdir. Ona Çok İzzet Ve İkrâmda Bulunun." Buyurdu. Ben De; "efendim! Ben Arab Değilim, Ben Acemim." Dedim. Bana; "yâ İbn-i Battûta! Senin Falan Deden Bağdât'tan Oraya Gitmiştir. Onun İçin Senin Aslın Arabdır. Ben De Ona İstinâden Size Arab Dedim." Buyurdu. Daha Önce, Benim Öyle Bir Şeyden Haberim Yoktu. Memleketime Döndükten Sonra Araştırdım. Baktım, Hakîkaten O Hazretin Buyurduğu Gibi Dedem, Bağdât'tan Oraya Hicret Etmiş Ve Bizim Esas Soyumuz Arab İmiş.

celâleddîn Hazretlerinin Yanında Bir Müddet Kaldım. Birçok Kimsenin Onu Ziyâret İçin Geldiklerini Gördüm. Onların İçinde İnanmıyanlar Da Vardı. Onun Sohbetinde Bulunan Bu İnançsızlar, Allahü Teâlânın İzni İle Hidâyete Kavuşurlar, Müslüman Olurlardı. Öyle Kalabalık Olurdu Ki, Gelen Misâfirleri Evi Almaz, Mağarada Yatarlardı.

celâleddîn Hazretlerinin Üzerinde Güzel Bir Elbise Vardı. Kalbimden; "keşke, Şu Elbiseyi Bana Verse De Bereketlensem." Diye Geçirdim. Başka Bir Gün Huzûruna Vardığımda, Bana; "ey İbn-i Battûta, Bu Elbiseler Bana Hocamdan Yâdigârdır. Buna Rağmen İki Parçadan Birini Sana Vereceğim." Deyip, Elbisenin Şal Olan Parçasını Bana Verdi. Onun Bu Söz Ve Hareketine Hayret Ettim. Çünkü Bu İsteğimi Yalnız Kalbimden Geçirmiş, Kimseye Söylememiştim.

gideceğim Zaman, Onun Bulunduğu Yere Vardım Ve Vedâlaşmak İstedim. Yanında Edeble Oturan Bir Şahıs Gördüm. O Anda Beni Yanına Almadı. Bir Müddet Sonra Beni Huzûruna Çağırdı. Talebelerine Suâl Edip, Yanında Bulunan Şahsın Kim Olduğunu Sordum. Yanında Edeble Oturan Şahıs, Kâfir Olan, Bu Beldelerin Pâdişâhıymış. Kısa Bir Zaman Sonra Yine Celâleddîn Tebrîzî'nin Yanına Gittiğimde, O Kâfir Pâdişâhın Müslüman Olduğunu Öğrendim.

ertesi Sene Yine Çin Tarafına Seyahat Edip Hanbalık'a (pekin'e) Gittim. Sagurcî Zâviyesine Vardım. Orada Burhâneddîn İsminde Büyük Bir Zât Vardı. Onun Ziyâretine Gittim. Üzerime Celâleddîn Hazretlerinin Hediyesi Olan Şalı Almıştım. O Mübârek Zâtın Elini Öpmek İstedim. Benim Yüzüme Bakıp Elini Öptürmedi. Tutup, Elimi Kendisi Öptü. Sebebini Sorduğumda; "ben, Senin Elini Üzerindeki Şal İçin Öptüm. İlk Önce Şalı Tanıdım. Ancak Nereden Elde Edebileceğinizi Düşündüm. Hocama Râbıta Ettim. Kendisinin Hediye Ettiğini Söyledi. Ben De Hocamın Şalına Hürmeten Senin Elini Öptüm." Dedi. Burhâneddîn Hazretlerinin Yanında Bir Müddet Kaldım. Sohbetlerinde Hep Celâleddîn Hazretlerinden Bahseder, Onun Çok Büyük Bir Âlim Ve Velî Olduğunu Söylerdi. Bu Durumdan Sonra Celâleddîn Hazretlerinin Büyüklüğü Kalbime Daha Çok Yerleşti. Buradan Yine Onun Bulunduğu Dağlık Bölgeye Gittim Ve Onu Ziyâret Ettim. Beni Görür Görmez; "yâ İbn-i Battûta! Şimdi De Benim Kardeşim Olan Burhâneddîn'den Anlat, Onun Durumu Nasıldır Acabâ?" Dedi. Ben De İyi Olduğunu Ve Selâmlar Gönderdiğini Söyledim. Sonra; "o, Çok Mübârek Bir Zâttır. Üzerinde Hocasının Şalı Bulunan Kimseye Elini Öptürmez Ve O Onun Elini Öper." Dedi. Ben Bu Hâle Çok Hayret Ettim Ve Şaşırdım. Bir Müddet Sonra Yine Ziyâretine Gittiğimde; "bundan Birkaç Ay Evvel Vefât Etti." Dediler."

celâleddîn-i Tebrîzî Vefât Etmeden Önce, Vefâtını Haber Verdi. Vefâtından Bir Gün Önce Yanına Gelen Talebelerine; "yarın Öğle Vakti, İnşâallah Ebedî Sefere Çıkacağım, Onun İçin Vedâlaşmak İsterim. Zîrâ, Bu Dünyâda Bir Daha Birbirimizi Görmeyeceğiz." Buyurdu. Hakîkaten, Ertesi Gün Öğle Vakti, Namaz Kılarken, Son Rekatın Son Secdesinde Rûhunu Teslim Etti.

köylüler Yanına Geldiklerinde Kaldığı Mağaranın Yanında Kazılmış Bir Mezar, Üzerinde De Kefen Ve Cenâze İçin Gerekli Şeyler Durduğunu Gördüler. Hemen Cenâze İşlerini Tamamlayıp, Namazını Kıldıktan Sonra Kazılmış Olan Mezara Defnettiler.

talebelerine Vasıyyetinde; "benim Size Nasîhatim, Allahü Teâlâdan Korkarak, O'nun Emir Ve Yasaklarina Riâyet Etmenizdir." buyurdu.

celâleddîn-i Tebrîzî, Behâeddîn Zekeriyyâ'ya Yazdığı Bir Mektubunda; "allahü Teâlâdan Başka Şeye Gönül Bağlamak, Dünyâya Tapmak Demektir." Buyurdu.

 

kerâmet Ve Menkîbeleri

bende Bir Gümüş Kaldı

celâleddîn Tebrîzî Hazretleri, Bedâyin Şehrine Vardığı Sıralardaydı. Birgün Evin Önünde Otururken, Sokakta Bir Yoğurtçu Göründü. O, Yoğurt Satmak Behânesiyle Eşkıyâlık Yapıp Milleti Soyan Bir Adamdı. Celâleddîn-i Tebrîzî, Ona Acıdı. Merhametinden Keskin Nazarlarla Bakıp; "muhammed Aleyhisselâmın Dîninde, Böyle Adamlar Da Olur." Buyurdu. Adam, Hemen Tövbe Etti. Şeyh, İsmini Ali Koydu. Evine Gidip Yüz Bin Gümüş Getirdi. Celâleddîn Tebrîzî Hediyesini Kabûl Etti Ve Buyurdu Ki: "bu Gümüşleri Yine Sen Sakla, Söylediğimiz Yere Harcarsın." Vel-hâsıl Bu Gümüşleri Herkese, Her Muhtâca, Verdiriyordu. Kimine Yüz, Kimine Elli, Kimine Daha Az, Kimine Daha Çok Verin Diyordu. En Az Verdiği Beş Gümüş İdi. Bu Dağıtma İşi Bir Müddet Devâm Etti. Bütün Gümüşleri Verdi. Sâdece Bir Gümüş Kaldı. Tövbekâr Olan Bu Talebesi, Bundan Sonrasını Şöyle Anlatır: Kalbimden; "bende Bir Gümüş Kaldı. Hocamın En Az İkrâmı İse Beş Gümüştür, Bir Kimseye Daha Verin Derse, Ben Ne Yapacağım." Diye Düşünüyordum. Böyle Düşünürken, Bir Dilenci Çıka Geldi. Şeyh Bana: "bir Gümüşü De Ona Ver." Buyurdu.

 

kaynaklar

1) Câmiu Kerâmât-il-evliyâ; C.1, S.382

2) Ahbâr-ül-ahyâr; S.50

3) Rıhletü İbn-i Battûta, Beyrût-1960; S.612

4) Persian Literature; C.2, S.971

5) Siyer-ül-ârifin; No. 12

6) Sefînet-ül-evliyâ; S.93

7) Hazînet-ül-asfiyâ; C.1, S.278

8) Nüzhet-ül-havâtır; S.22

9) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.10, S.66

Yorumlar
Kod: HF7KE