on Altıncı Asır Osmanlı Âlimi Ve Büyük Devlet Adamı. 1491 (h. 895) Senesinde Tosya'da Doğdu. 1567 (h.975) Yılında İstanbul'da Vefât Etti.
babası, Tosyalı Kâdı Celâl'dir. Celâleddîn Efendi, Medreseden Yetişerek Rumeli Tarafındaki Kazâlarda Kâdılık Etmiş, Derecesi Eşrâf-ı Kudât Rütbesine Kadar Yükseldikten Sonra Kâdılıktan Çekilerek, Emekliye Ayrılmış Ve 1528 Târihinde Vefât Etmiştir. Kâdı Celâleddîn, Doğruluğu, Yumuşak Huylu Ve Mütevâzi Olmasıyla Kendisini Sevdirmiş, İçi Dışı Tertemiz Bir Zât İdi. Kâdı Celâleddîn'in Mustafa, Sâlih Veatâullah İsimlerindeki Üç Fazîletli Oğlunun Büyüğü Mustafa Çelebi'dir.
mustafa Çelebi İlk Medrese Tahsîlini Memleketinde Gördükten Sonra İstanbul'a Gelip, Sahn-ı Semân Medreselerinde Dânişmendliğe Kadar Yükseldi. Dîvânî Yazıdaki Üstün Kâbiliyeti Ve Vezîriâzam Pîrî Mehmed Paşa İle Nişancı Seydî Beyin Kendisini Himâye Etmeleriyle, Medrese Hayâtından Ayrılarak, Genç Yaşında Devlet Hizmetine Alındı. Yavuz Sultan Selîm Hanın İltifâtına Mazhâr Olup, 1516 Senesinde Dîvân-ı Hümâyûn Kâtipliğine Tâyin Edildi.
bir Gün Yavuz Sultan Selîm'e Bâzı Kimseler Gelerek Amasya'da Gümüşlüoğlu Şeyh Mehmed'in, Sultan Korkut Sağdır Diye Propaganda Yaptığını Ve Başına Adamlar Topladığını Bildirdiler. Bunun Üzerine Pâdişâh Şeyhi Getirtip İstanbul'da Hapsettirdi. Şeyh Mehmed Efendi Doğru Sözlü, İhlâslı Ve Muhterem Bir Zâttı. Bunu Bilen Vezîriâzam Pîri Paşa Derhal Pâdişâhın Yanına Gelerek Şeyh Mehmed Hakkındaki Sözlerin Asılsız Olduğunu Ve Bunu Tahkik İçin Mûtemed Birisinin Memur Edilmesini Arzetti. Bunun Üzerine Sultan Selîm Han Da; "ehl-i Vukûftan Birisini Bana Gönder." Diye Tenbihledi. Celâlzâdemustafa Çelebi'yi Gören Pîri Paşa; "dîvânda Meseleler Görüşüldükten Sonra Pâdişâhın Yanına Gideceksin, Bir Yere Ayrılma." Diye Bildirdi. Pâdişâhın Huzûruna Çıkacağını Duyan Celâlzâde Büyük Bir Heyecan Geçirdi Ve Dîvân Müzâkerelerinden Sonra Arz Odasına Girdi. Sultan Selîm Han Bu Esnâda Bir Kitap Mütâlaası İle Meşguldü. Celâlzâde'yi Görünce; "celâl Oğlu Mustafa Sen Misin?" Diye Sordu. "ben Kulun Pâdişâhım." Demesi Üzerine; "gümüşlüoğlunu Nasıl Bilirsin? Cevher Veya Meder Midir? (yâni Cevher Veya Toprak Mıdır) Nice İdrâk Kılursın, Bilürsin?" Dedi. Mustafa Çelebi De; "evliyâlık Membaının, Kaynağının Cevheri Ve Nefisle Mücâdele Meydanının Hâlis Eri Bir Ulu Kişi Bilirim." Diye Cevap Verince; "ulu Mu, Ulu Mu, Ulu Mu?" Diye Üç Kere Tekrar Ederek Hiddet Göstermiş. Fakat Mustafa Çelebi'nin Her Defâsında; "evet Pâdişâhım Ulu Kişidir." Demesiyle Hiddeti Geçmiş Ve Kendisiyle Sonra Yumuşak Bir Şekilde Konuşmuştur. Bu Arada Celâlzâde'ye Yevmiyesini De Soran Selîm Han, On Akçe Olduğunu Duyunca Çok Az Bulmuş Ve Artırılmasını Emretmiştir. Sonra Da; "şeyhe Bizden Selâm Söyle, Hatırını Hoş Tutsun." Diyerek Celâlzâde'yi Gümüşlüoğlu'na Göndermiştir.
celâlzâde Mustafa Çelebi Çalışkanlığı, Vazîfesini Kavraması Ve Sır Saklaması Sebebiyle Gün Geçtikçe Pâdişâhın Îtimâdını Kazandı. Yavuz Sultan Selîm Han, Devlet Erkânından Mahrem, Gizli Olarak Bâzı Yerlere Göndereceği Emirleri, Mustafa Çelebi'yi Çağırtarak Kendisine Yazdırırdı.
celâlzâde Mustafa Çelebi'nin Dîvân İşlerinde Yetişmesinde, İkinci Hâmisi Nişancı Seydî Beyin Çok Gayreti Oldu. Nîmetin Kadrini Bilen Bir Kimse Olan Mustafa Çelebi, Seydî Bey Hakkında: "benim Mürebbî, Muallim Ve Üstâdım İdi. O, Kânûn-şinâs İdi. Umûr-ı Kalemiyyede, Yazışma İşlerinde Gâyet Mâhirdi" Demektedir.
mustafa Çelebi, Daha Sonra Hâmisi Olan Vezîriâzam Pîri Mehmed Paşaya Tezkireci, Özel Kalem Müdürü Oldu. Tahkîki Îcâbeden Bâzı Mühim İşlerde Bulundu. Pîrî Paşa Vezîriâzam Bulunduğu Müddetçe, Onun Tezkireciliğini Yaptı. 1523 Senesi Şâban Ayında Pîrî Paşa Emekliye Sevk Edilerek, Yerine Rumeli Beylerbeyliği De Üzerinde Olarak, Enderûndan Has Odabaşı İbrâhim Ağa Vezîriâzamlığa Getirildi. Nişancı Seydî Beyin Tavsiyesiyle Mustafa Çelebi, İbrâhim Paşaya Da Tezkireci Oldu. Celâlzâde, Bunu Şöyle Anlatıyor: "maktûl İbrâhim Paşa, Harem-i Pâdişâhîden İlk Defâ Vezîriâzamlıkla Çıkdıkda, Kâtiplerden Ehl-i Vukûf, İşini Bilen Bir Kimse İsteyip Bu Hakîri Getirtip Tezkireci Edindi. Kendisinin Ahvâl-i Âleme, Hükümet İşlerine Dâir Durumlara Tecrübesi Olmadığından, Şikâyetçiler De Sıkıştırırdı. Durum Aramızda Gizlice İttifâk Olundu. Eğer Dînî Meseleleri İlgilendiriyorsa Kâdıaskere Gönderilir, Mâlî İşleri İlgilendiriyorsa Defterdâra Gönderilir Ve Eğer Kendisine Ait Vezâret İle Alâkalı İse Ben Divit Ve Kaleme Yapışırdım. O, Hüküm Yazılsın Diye Emrederdi."
yavuz Sultan Selîm Hanın, Mısır'ı Fethinden Bir Müddet Sonra, Çerkes Beyleri Halkı Kışkırtıp İsyâna Teşvik Ederek, Eski Çerkes Kölemen Ocağını Yeniden Tüttürmek İstemişlerdi. Halka Adâlet Gösterilmediğini Ve Birçok Kimsenin Bu Durumdan Şikâyetçi Olmalarını Da Bahâne Olarak İleri Sürüyorlardı. Bu Şikâyetleri Yerinde İncelemek, Tetkik Ve Tahkîk Etmek Üzerevezîr-i Âzam İbrâhim Paşanın Mısır'a Gitmesine Lüzum Görülmüş Ve Tezkireci Celâlzâde Mustafa Çelebi İle Berâber, Oldukça Kalabalık Bir Heyet Ve Beş Yüz Kadar Yeniçeri İle Ve Deniz Yoluyla, 1524 Senesi Zilhicce Ayının Başlarında Hareket Etmişlerdi. Mevsimin Sonbahar Ve Gün Dönümü Fırtınalarına Tesâdüf Etmesi Sebebiyle, Ancak Rodos Adası Önlerine Vemarmaris Taraflarına Kadar Gidilebilip, Oradan Karayolu İle Sûriye Üzerinden Mısır'a Varıldı. Vezîr-i Âzam Kâhire'de Durumu Tahkîk Etti. Memlûk Sultanlarından Kayıtbay Ve Kansu Gavri İle Mısır'ın İlk Osmanlı Beylerbeyi Hayır Bey'in Tatbik Ettikleri Kânunları Getirterek İnceledi. Bunun Üzerine Hem Hazîneyi, Hem De Halkı Koruyacak Âdilâne Bir Kânun Tertib Ettirdi. Bu Yeni Kânunun Tedvîninde, Hazırlanmasında, Celâlzâde'nin Büyük Hizmeti Görüldü. İbrâhim Paşa On Bir Ay Sonra, 1525 Senesi Zilkâde Ayında Karayoluyla İstanbul'a Geldi. Mustafa Çelebi, Göstermiş Olduğu Hizmet Ve Liyâkatına Karşılık, Haydar Çelebi'nin Yerine Reîs-ül-küttâb Tâyin Edildi. Bu Hizmette On Sene Bulundu Ve Seferlere İştirâk Etti.
kânûnî Sultan Süleymân'ın 1554 Senesinde ırakeyn (ırak-ı Acem Ve ırak-ı Arab) Seferinde Tebriz'den Bağdât'a Hareketinden Sonra Nişancı Seydî Beyin Vefâtı Sebebiyle Makâmı Boş Kalmıştı. Bağdât'a Girildikten Sonra 5 Aralıkta, 180.000 Akçe Has İle Celâlzâde Mustafa Çelebi, Nişancılığa, Osmanlı Devletinde Yabancı Hükümdârlara Gönderilecek Mektuplarla Ahidnâmelerin, Vezirlere Verilecek Menşûr Ve Berâtların Müsveddelerini Hazırlamak, Pâdişâhın Adına Yazılan Fermân, Berât Vb. Yazıların Başına Pâdişâhın Tuğrasını Çekmekle Vazîfeli Makama Tâyin Edildi. Celâlzâde Nişancılıkta 23 Sene Kaldı Ve Asıl Şöhrete Bu Çeyrek Asırda Kavuştu. Devlet Kânunlarında Mürâcaat Edilen Yegâne Merci Oldu. Kendisini Yetiştiren Seydî Beyden Daha Fazla Şöhret Buldu. Devlet İdâresine Dâir Bütün Kânunlar Onun Elinden Geçti Ve Onun Tedbirleriyle Hallolundu. Kânunlar Üzerindeki Bilgisi, İlmi Ve Ahlâkî Fazîleti Sâyesinde Pek Fazla Şöhret Bulduğundan; "koca Nişancı" Diye Anılmaya Başladı. En Karışık Meselelerin Halli İçin Onun Mütâlaası Alınıyordu. Meşhûr Tâcizâde Câfer Çelebi'den Sonra Celâlzâde Kudretinde Bir Nişancı Gelmemiş Ve Yapmış Olduğu Kânunlar, Yazışmalar, Ahkâm Ve Menşûrlardaki İfâde Tarzı, Kendisinden Sonra Yarım Asırdan Ziyâde Nümûne Olmuştur. Celâlzâde'nin Yüksek Vukûf Ve Mesâisine Mükâfât Olarak, Nişancılık Hasları, O Târihe Kadar Hiç Bir Nişancıya Nasîb Olmayan 300.000 Akçeye Çıkarılmıştır.
celâlzâde Mustafa Çelebi, 1557 Senesine Kadar Nişancılık Makâmında Kaldı. Yaşı Yetmişe Dayanmıştı. O Târihte Vezîr-i Âzam Bulunan Dâmâd Rüstem Paşanın Tavsiye Ve ısrârı Üzerine Görevinden İstifâ Etti Ve"müteferrika Başılık" Rütbesi Verildi. Yerine Değerli Bir Zât Olan Eğri Abdizâde Mudurnulu Mehmed Bey Tâyin Olundu. Kânûnî Sultan Süleymân Han, Celâlzâde'nin Kıymet Ve Ehliyetini Ve Uzun Yıllar Devâm Eden Hizmetini Takdir Ettiğinden, Vezîr-i Âzam Rüstem Paşaya Rağmen, O Târihe Kadar Emsâli Görülmemiş Bir Mükâfatla Kendisini Taltif Etti. Nişancılığında Almakta Olduğu Haslar İle Emekli Yaptı.
kânûnî Sultan Süleymân Hanın Son Seferinde Müteferrika Olması Dolayısıyle, Onun Maiyyetinde Bulundu. Zigetvâr Muhâsarası Esnâsında Nişancı Eğri Abdizâde Mehmed Bey Vefât Ettiğinden, Celâlzâde İkinci Defâ Nişancı Tâyin Edildi. Kendisi, İhtiyarlığını İleri Sürerek Kabûl Etmek İstemedi İse De, Kesin Emir Üzerine Kabûle Mecbur Kaldı. Nişancılığa Tâyini Esnâsında Sultan Süleymân Han Vefât Etmişti (1566). Fakat Vefât Haberi Pek Gizli Tutulduğundan Hâriçten Duyulmamıştı. Celâlzâde, Pâdişâhın Ölümünden Haberdâr Olmadığı İçin, Nişancılık Hil'atı Giymek İçin Otağ-ı Hümâyûna Girdiği Vakit, Hayatta Zannettiği Kadirşinâs Pâdişâhının Öldüğünü Anlayınca, Kendisini Tutamayarak Ağlamaya Başladı. Fakat Vezîr-i Âzam Sokullu Mehmed Paşanın Îkâzı Üzerine Kendisini Toplayanmustafa Çelebi Memuriyet Hil'atını Giydikten Sonra Pâdişâhın Vefâtını Kimseye Sezdirmemek İçin İçi Kan Ağlar Olduğu Halde Memnun Bir Şekilde Sevinerek Otağ-ı Hümâyûndan Dışarı Çıktı. Onun Bu Hâlini Görenler, Pâdişâhın Sıhhatte Olduğu Zannı İle Şüphelerini Giderdiler.
mustafa Çelebi, Ordu İle Berâber İstanbul'a Döndü Ve Sultan İkinci Selîm Han Zamânında Da Kısa Bir Müddet, Yâni On Üç Ay Kadar Nişancılıkta Bulundu. 1567 (h. 975) Senesi Rebîulâhir Ayında, Yaklaşık 75 İlâ 80 Yaşları Arasında Vefât Etti. Eyyûb Sultan Nişancası'nda Yaptırdığı Câminin Bahçesine Ve Kendisinden Evvel Vefât Eden Kardeşi Sâlih Çelebi'nin Yakınına Defnedildi. Vefâtı Hakkında, Deli Kâdı'nın Söylediği Manzum Târih, Mezar Taşına Hâkkedilmiş, Yazılmış Olup, Aynen Şöyledir:
celâl Oğlu Nişânî Ki Cihânın,
fenâsın Gördü Azmetti Bekâya.
teni Hâki Olup Aslına Râci,
karıştı Rûh-ı Pâki Asfiyâya.
yeri Cennet Ola Diyu Melekler,
feleklerden El Açtılar Duâya.
işitip Rûh-ı Kudsî Dedi Târih:
ilâhî Rahmet Eyle Mustafa'ya!
celâlzâde Mustafa Çelebi, Câmiden Başka, Yine O Civarda Bir Hamam Ve Halvetiye Tarîkatı İçin Bir Tekke Yaptırdı.
celâlzâde, Uzun Süren Reîs-ül-küttâblık Ve Nişancılığı Zamânında Çok Adam Yetiştirdi. Bunlar, Gerek Kendi Zamânında Ve Gerekse Sonradan Devlet İşlerinde Mühim Mevkilere Geldiler. Kendisinin Maiyyetinde Bulunmuş Olan Nevbaharzâde, Celâlzâde'nin Nişancılığı Zamânında Onun Divitdârı İdi. Sonradan Süratle Yükselerek, Defterdâr Oldu. Defterdârlar, Kânun Üzere Dîvân-ı Hümâyûnda Nişancının Üst Tarafında Otururlardı. Bundan Dolayı Nevbaharzâde'nin, Nişancı Celâlzâde'den Daha Yüksekte Oturması Îcâbediyordu. Fakat Nevbaharzâde'nin; "senelerce Karşısında El Kavuşturup Durduğum Devletlünün Üst Tarafına Oturmam, Azl-i İhtiyar Ederim." Demesi Üzerine, Keyfiyet, Kânûnî Sultan Süleymân Hana Arzedildi. Pâdişâh, Nevbaharzâde'nin Bu Kadirşinâslığına Memnûn Olmuş Ve Bundan Sonra Nişancı Ve Defterdârdan Hangisi Kıdemli İse, O Tekaddüm Etsin (üst Tarafta O Bulunsun) Diyerek, Kânunu Değiştirmiştir.
celâlzâde Mustafa Çelebi, Fevkalâde Cömert Bir Zât İdi. Tezkire Sâhipleri Ve Atâî, Eserlerinde Onun Hâlinden Çeşitli Örnekler Kaydetmektedirler. Bundan Başka, Çok Merhametli Ve İyilik Sever Bir Zât Olduğunda Da, Zamânının Âlimleri Ve Bütün Halk İttifâk Etmişlerdir. 1558 Senesinde, Eyyûb Sultan'daki Konağında Kendisini Ziyâret Etmiş Olan Mekke Emîrinin Elçisi Kutbüddîn-i Mekkî, Mustafa Çelebi Hakkında; "bu Zât, Huyunun Güzelliği Ve Cömertliği İle O Günkü İnsanların Hepsinden Üstün İdi. Beni Dâvet İle Çok İhsânlarda Bulundu. Ezcümle İstanbul'dan Çıkacağım Sırada Bana; "karadan Mı, Denizden Mi Gideceksiniz?" Diye Sordu. Ben De, Denizden Gideceğimi Söyledim. "niçin Deniz Tehlikesini Tercih Ediyorsunuz?" Dedi. Ben De; "elim Dardır, Onun İçin." Diye Karşılık Verdim. Derhâl Bana Yüz Altın Liradan Ziyâde Para İle, Gâyet Latîf Çuhalar Ve Güzel Elbiseler Verdi. Bir Gece Onun Konağında Yattım. Pek Ziyâde İkrâm Gördüm. Cenâb-i Allah Da Onu Azîz Etsin, Ona İkrâmda Bulunsun, Onun Şânini Yükseltsin!" Diyerek, Fevkalâde Cömertli?ini Dile Getirmektedir. Celâlzâde'yi Taniyan Ve Meclislerine Devâm Eden Ve Çeşitli Hediyelerine Kavuşan Latîfî, tezkire sâhibi Âşik Çelebi Ve Kinalizâde Hasan Çelebi Gibi Zâtlar Da, Onun İlmî Kudretini Uzun Uzun Medhettikten Sonra, Cömertlikte De zamânının En Üstünü Olduğunu, Güzel Ahlâk İle Şöhret Bulduğunu, İhsân Ve İkrâmlarının Bolluğunu, Zayıfların Ve Fakirlerin Hâmisi Olduğunu Yazmaktadırlar.
mustafa Çelebi Türkçe İnşâ, Yazı Yazmadaki Kudret Ve Mahâretinden Başka Arapça Ve Farsçada Da Kalem Sâhibi, Âlim Ve Şâir Bir Zâttı. Kaleme Aldığı Berât Veya Menşûrlardaki İnşâ, Yazma Sanatı Kudreti, Zamânına Göre Pek Kuvvetlidir Ve Münşeâtı, Yazışmaları, Senelerce Nümûne Olarak Kullanılmıştır. Bilhassa Safevî Hükümdârı Şah Tahmasb'a Yazılan Nâme-i Hümâyûn Ve Pâdişâhın Emriyle Vezîr-i Âzam İbrâhim Paşa İçin Kaleme Aldığı Seraskerlik Menşûru, Kuvvetli Kalem Sâhibi Olduğunun En Parlak Nümûnelerindendir.
celâlzâde Mustafa Çelebi, mevâhibü'l-hallâk Fî Merâtibi'l-ahlâk isimli Eserinde, İyi Ve Kötü Huylarin Fayda Ve Zararlarindan Bahsetmektedir. Celâlzâde, Her Konuyu Îzâh Ettikten Sonra O Konu İle İlgili Olan Âyet-i Kerîme, Hadîs-i Şerîf Ve Velîlerin Sözlerini Yazip Çeşitli Hikâyeler De Zikrederek Okuyucuyu Aydinlatma Yoluna Gider. Eser Bu Hâli İle Hem Bilgi Kayna?i, Hem De Bir İbretler Hazînesidir. Sanki Bir Sohbet Niteliğindedir. Okuyucu, Âlim Bir Zâtın Huzûrunda Oturuyor Ve Ondan Ders Alıyormuş Gibi Olmakta Ve Aradaki Menkıbelerle De Dikkatini Toplamaktadır.
işte Bütün İnsanlara Lâzım Olan, Kalplere Şifâ Sunan, Ruhlara Ferahlık Veren Nasîhatlerinin Birinde Buyurdular Ki:
tasavvuf Ehline Göre Murâkabe; Kulun, Kalbi İle Allahü Teâlâyı Zikredip, Devamlı Allahü Teâlânın, Kullarının Hâllerine Muttali Olduğunu, Görüp Bildiğini Hatırından Çıkarmaması, Her Nefeste Allahü Teâlânın Azâbından Ve Cezâsından Korku Üzere Olmasıdır. Büyüklerden Birisi; "kul Harama Bakmamak Ve Günah İşlememek İçin Ne Yapmalıdır?" Diye Sorduklarında; "kul Bir Günah İşleyince, Allahü Teâlânın O Hâline Vâkıf Ve İşlediği Günâhı Gördüğünü Aslâ Unutmamak Sûretiyle Günah İşlemekten Korunabilir." Buyurmuştur.
hikâye: Abdullah İbni Ömer Hazretleri Köle Bir Çobana Rastladı. Çoban Koyunları Otlatıyordu. Çobana, Koyunlardan Birini Kendisine Satmasını Söyledi. Çoban; "koyunlar Benim Değildir." Dedi. Bunun Üzerine İbn-i Ömer Hazretleri; "sen Bana Koyunu Sat, Sâhibine Kurt Yedi Dersin." Dedi. Çoban; "fakat Allahü Teâlâ Her Yerde Hâzır Ve Nâzırdır. O Bizi Görmektedir." Deyince, İbn-i Ömer Hazretleri Çobanı Ve Koyunları Sâhibinden Satın Aldı. Çobanı Âzâd Ederek, Koyunları O Gence Hediye Etti.
allahü Teâlânın Kendisini Her An Gördüğünü Düşünen Kimse O'ndan Hayâ Eder, Günah İşlemekten Utanır. Allahü Teâlânın Azâbından Ve Cezâsından Çok Korkar. Bu Sebepten Günahlardan Çok Sakınır. Allahü Teâlânın Her Şeyden Onu Hesâba Çekeceğini Bildiği İçin, Hiçbir Nefesini Zâyi Etmez, Boşuna Geçirmez. Dâimâ Allahü Teâlâya Tâatla Meşgûl Olur.
hikâye: Sâlihlerden Birisi Vefât Etmişti. Cenâzesini Sabahleyin Kaldırmalarına Rağmen, Çok Kalabalık Olduğundan, Ancak İkindiden Sonra Defnedilebilmişti. O Beldenin Sâlihlerinden Birisi, Defnedilen Zâtı Rüyâsında Görüp, Ne Hâlde Olduğunu Sordu. O Da Şöyle Cevap Verdi: "allahü Teâlâ Beni Af Ve Mağfiret Eyledi. Pekçok İhsânlarda Bulundu. Fakat Çok Çetin Hesap Verdim. Çünkü Bir Gün Oruçlu İdim. Bir Arkadaşımın Anbarının Önünde Oturdum. İftar Zamânı Gelince O Anbardan Bir Buğday Tânesi Alıp, İkiye Böldüm. Tam Yiyeceğim Sırada, Benim Olmadığını Düşünerek, İki Parça Buğdayı Tekrar Yerine Koydum. Bu Sebeple, Kırdığım O Bir Tâne Buğday Yüzünden Sevaplarımdan Alıp, O Buğdayın Sâhibine Verdiler."
hikâye: Selmân-ı Fârisî Hazretleri Gecelerini Namaz Ve İbâdetle Geçirirdi. Çok Namaz Kılmaktan Dolayı Yorulduğu Zaman, "sübhânallah, Elhamdülillah, Allahü Ekber, Lâ İlâhe İllallah" Gibi Tesbîhle Vakitlerini Geçirmeye Çalışırdı. Bundan Da Yorgunluk Meydana Gelince, Allahü Teâlânın Celâlini Ve Azametini, Büyüklüğünü Düşünürdü. Bir Müddet Tefekkürden Sonra, Nefsine; "epeyce Dinlendik, Rahatladık." Der, Tekrar Namaza Dönerdi. Gece Bitinceye Kadar Bu Şekilde Meşgûl Olurdu.
çok Zaman Olur Ki, İnsan Birinin İhtiyâcını Gidermek İçin Çok Gayret Sarfeder, Fakat Bu Onun İçin Mümkün Olmaz. Allahü Teâlâ, Bu İhtiyâcı Başka Yoldan Gönderir.
mümin Olan Kimse Başkalarinin Ayibini Setredip, Gizlemeli, Onlari İfşâ Etmemelidir. Resûlullah Efendimiz Buyurdu Ki: "kim Bir Müminin Ayibini Örterse, Allahü Teâlâ Da Kiyâmet Gününde Onun Ayibini Örter." kabahatleri Ve Noksanliklari Görmemezlikten Gelmek, Dâimâ İyi Şeyleri Görmek, Güzel Ahlâktır.
şöyle Rivâyet Edilir: Îsâ Aleyhisselâm, Havârîleri İle Birlikte Bir Yere Gidiyordu. Yolda Bir Köpek Leşi Gördüler. Çok Da Fenâ Kokmaktaydı. Havârîlerin Çoğu, Köpek Leşinin Çok Pis Koktuğunu Söylediler. Bunun Üzerine Îsâ Aleyhisselâm; "ne Kadar Beyaz Dişleri Varmış." Buyurdu. Yâni Dâimâ İyi Tarafları Görüp, Onlardan Bahsetmeli, Kötü Ve Ayıp Tarafları Görmezlikten Gelmelidir. Ancak, Dînen Bildirilmesi Îcâbeden Ayıpların Bildirilip, Müslümanların Aynı Duruma Düşmelerini Önlemek İçin Olursa, Mahzuru Yoktur."
yine Haberde Şöyle Gelmiştir: Kıyâmet Gününde, Birisinin Cehennem'e Atılması Emrolunur. Cehennem'e Götürülürken, O Şahıs Cehennem Ateşinden Kurtulma Ümidi İle Üç Defâ Geriye Dönüp Bakar. Allahü Teâlâ O Kulunu Geri Çevirir. Ona; "üç Defâ Geriye Dönüp Niçin Baktin?" Buyurur. O Da Şöyle Cevap Verir: "yolun Üçte Birine Geldi?imde; "...gerçekten Rabbin Cezâyi Çok Çabuk Verendir. Yine Şüphe Yok Ki, O Çok Ba?işlayandir Ve Çok Merhametlidir." (a'râf Sûresi: 167) Meâlindeki Âyet-i Kerîmeyi Hatirladim. Yolun Yarisina Gelince; "ve Bir Günah İşledikleri Veya Nefslerine Zulmettikleri Zaman, Allahü Teâlâyi Anarak Hemen Günahlarinin Ba?işlanmasini İsteyenleri (ki Günahlari Allahü Teâlâdan Başka Kim Ba?işlayabilir?), hem De Yaptiklari Günaha Bile Bile İsrâr Etmemiş Olanlar (var Ya)." (âl-i İmrân Sûresi: 135) Meâlindeki Âyet-i Kerîmeyi Hatirladim. Ümîdim Daha Da Kuvvetlendi. Yolun Üçte İkisine Gelince; "(ey Resûlüm, Tarafimdan Kavmine) de Ki: Ey (günah İşlemekle) nefslerine Karşi Haddi Aşmiş Kullarim! Allahü Teâlânin Rahmetinden (sizi Ba?işlamasindan) ümîdi Kesmeyiniz. Çünkü Allahü Teâlâ (şirk Ve Küfürden Başka Diledi?i Kimselerden) bütün Günahlari Ma?firet Buyurur." (zümer Sûresi: 53) Meâlindeki Âyet-i Kerîmeyi Hatırladım." Allahü Teâlâ Mağfiret Ve Rahmeti İle O Kulu Cehennem Azâbından Kurtardı.
allahü Teâlâ Kullarına Pekçok Rızık Vericidir. Rızık, Mahlukların Faydalandığı Şeydir. Rızıklar Zâhirî Ve Mânevî Olur. Zâhirî Rızıklar; Yiyecekler, İçecekler Ve Giyecekler V.b.dir. Mânevî Rızıklar Sayısızdır. Allahü Teâlâ Bunları Kullarına İhsân Eder. Kullar Bunlardan Faydalanırlar. Bütün Faydalı Rızıklar Arasında İki Rızık Vardır Ki, Herkes Ondan Faydalanır. Merhum Şeyh Sâdî, Bunu Gülistan'ın Başında Şöyle Bildirmektedir: "insanın İçine Çektiği Her Nefes Hayâtın Devâmına, Dışarı Verilen Nefes İse, Vücûdun Ferahlamasına Ve Rahatlamasına Vesîledir. Her Nefeste İki Nîmet Vardır. Her Nîmetin Şükrü İse Vâciptir.
allahü Teâlâ Kulları Arasına, Âlimler, Pâdişâhlar, Mürşidler, Rehberler, Sadaka Verenler, İnsanlara Faydalı Kimseler Koymuştur. Bunların Hepsi Rızıktır. İlme Muhtâc Olanlara Âlimler Yeter. İrşâda Doğru Yolu Öğrenmeye Muhtac Olanlara Mürşid-i Kâmiller Yol Gösterir. Yiyecek Ve İçeceği Olmayanların İhtiyâcını Sadaka Verenler Giderir. Adâlete Muhtâc Olan Mazlumlara Âdil Sultanlar Fayda Verir. Diğer Dilek Sâhiplerine De Muhakkak Bir Yardım Eden Vardır.
allahü Teâlâ, Düşmanlarından İntikam Alıcı, Çirkin İşleri Beğenmeyip Âsilere Azâb Edicidir. Allahü Teâlânın Cezâsı Çok Çetindir.
hikâye: Peygamberlerden Birisine Bir Cemâat Gelip; "allahü Teâlânın, Kullarından Râzı Olmasının Alâmeti Nedir?" Diye Sordular. Allahü Teâlâ O Peygamberine Şöyle Bildirdi: "onların İşlerini, Onların İyilerine Seçilmişlerine Bırakırım. Yâni Sultanlarını İyilerden Eylerim. Gazabımın Alâmeti Odur Ki, Onların İşlerini Onların Kötülerine Bırakırım. Yâni Adâletten Ayrılan Kimseleri Onların Başlarında Bulundururum."
eserlerinden Başlıcaları Şunlardır:1) Tabakâtü'l-memâlik Ve Derecâtü'l- Mesâlik, 2) Mohaçnâme, 3) Rodos Fetihnâmesi, 4) Fetihnâme-i Karabo?dan, 5) Selîmnâme, 6) Mevâhibü'l-hallâk Fî Merâtibü'l-ahlâk, 7) Delâil-i Nübüvvet-i Muhammedî Ve Şemâil-i Fütüvvet-i Ahmedî, 8) Hediyyetü'l- Mü'minîn, 9) Cevâhirü'l-ahbâr Fî Hasâilü'l-ahyâr, 10) Kânunnâme, 11) Târih-i Kale-i İstanbul Ve Ma'bed-i Ayasofya, 12) Mensûr, 13) Münşeât, 14) Dîvânçe.
1) Şakâyik-ı Nu'mâniyye Tercümesi (mecdî Efendi); S.466
2) Tuhfe-i Hattâtîn; S.152
3) Peçevî Târihi; C.1, S.743
4) Künh-ül-ahbâr; C.2, Vr. 167
5) Tezkiret-üş-şu'arâ (hasan Çelebi); V.227
6) Şakâyik-ı Nu'mâniyye Zeyli (atâî); S.113
7) Rehber Ansiklopedisi; C.3, S.197
8) Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi; C.1, S.406
9) Osmanlı Müellifleri; C.3, S.37
10) Selânikî Târihi; S.51
11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.13, S.351