on İkinci Yüzyılda Endülüs, Mısır Ve Filistin Taraflarında Yaşamış Olan Büyük Velîlerden. İsmi Muhammed Bin Ahmed Bin İbrâhim'dir. Hazret-i Hasan'ın Soyundan Olup, Kureşî Ve Hâşimî Nisbeleriyle Bilinir. Ebû Abdullah Künyesiyle Meşhûr Olmuştur. 1150 (h.544) Senesinde Endülüs'te Doğdu. 1202 (h.599) Senesinde Kudüs'te Vefât Etti. Kabri Orada Olup Ziyâret Yeridir.
endülüs'te Dünyâya Gelen Ebû Abdullah El-kureşî, Küçük Yaşından Îtibâren İlim Tahsîline Başladı. Memleketinin Âlimlerinden Aklî Ve Naklî İlimleri Tahsîl Etti Ve Velîlerin Sohbetlerinde Bulunup Tasavvuf Yolunda İlerledi. Hem Zâhirî Hem De Mânevî İlimlerde Yükseldi. Fıkıh, Tefsîr, Hadîs Gibi İlimlerde Yüksek Âlim, Tasavvuf Yolunda İse, Üstün Bir Velî Oldu.
büyük Velî Ebû Yezid El-kurtubî'den Feyz Aldı Ve Uzun Müddet Hizmet Ve Sohbetinde Bulundu. Hocası Ebû Yezîd El-kurtubî'den Tasavvuf Yoluna Girişini Sordu. O Da Buyurdu Ki: "beni Bu Yola Sevk Eden Şu Hâdisedir: "ticâretle Meşgûl Oluyordum Ve Benim ıtır Ve Koku Sattığım Bir Attar Dükkanım Vardı. Bu Dükkânda Kıymetli Ve Pahalı Şeyler Satıyordum. Giydiğim Elbiselerim De Kıymetliydi. Bir Gün Sabah Namazını Kılmak İçin Câmiye Girmiştim. Namazı Bitirir Bitirmez Büyük Bir Halka Hâlinde İnsanların Toplanmaya Başladıklarını Ve Bir Şeyler Okuyup Anlattıklarını Gördüm. Bir Kenara Çekilip Dinlemeye Başladım. Topluluktan Biri Bir Kitaptan Sâlihlerin Hal Ve Menkıbelerini Okuyordu.
kendi Kendime Yanımdaki Kimsenin İşitebileceği Kadar Hafif Bir Sesle; "sübhânallah, Bu Kitaba Şu Hikâyeleri De Almışlar. Hayret Edilecek Şey Doğrusu." Dedim. Yanımda Bulunan Bir Kimse; "ya Bu Kitapta Neler Anlatılmasını Beklerdin?" Dedi. Ben; "bu Anlatılan Şeyler Yalan Veya Çok Abartılmış Sözlere Benziyor. Adam Bir Sene Müddetle Su İçmiyor, Fakat Yaşıyor." Dedim. O Kimse; "bu Anlatılanları İnkâr Etme. Çünkü Ben Buradaki İnsanlar Arasında Sâlih Ve Velî Kimseler Görüyorum." Dedi. Bu Sırada Halkada Oturan Zayıf, Elbisesi Yıpranmış Bir Kimse Başını Kaldırıp Bana Baktı Ve; "sâlih Kimseler Hakkında Böyle Konuşmaktan Sıkılmıyor Musun" Dedi. Ben; "nerede O Senin Dediğin Sâlih Kimseler?" Dedim.
bu Konuşmalardan Sonra Oradan Ayrılıp Şaşkın Bir Hâlde Dükkanıma Geldim. Öğleye Yakın, Dükkanda Her Zaman Olduğu Gibi Oturuyor, Alış-verişe Devâm Ediyordum. Bakınca Câmide Gördüğüm O Kimsenin Dükkanın Önünden Geçtiğini Gördüm. Beni Görmeden Geçti. Az Sonra Geri Dönüp Geldi. Beni Arıyordu. Selâm Verdi, Selâmına Cevap Verdim. Bana; "senin İsmin Nedir?" Diye Sordu. Ben De; "abdurrahmân'dır." Dedim. "beni Tanıyor Musun?" Diye Sordu; "evet Tanıyorum. Sen Câmide Konuştuğum Kimsesin." Dedim. Bana; "sâlih Kişiler Hakkında Hâlâ Aynı Düşünce Ve İnanışa Sâhip Misin? Yoksa Tövbe Ettin Mi?" Dedi. Ben Ona; "benim İnanışımda Tövbe Edilecek Bir Yer Yoktur." Dedim. O Kimse Dükkanın Masasına Dayandı Ve Bana;
"ey Ebû Yezîd! Sâlih Kimseler Hakkında Ne Diyorsun?" Dedi. Ona; "nerede Senin Dediğin Sâlih Kimseler?" Dedim. O Da; "çarşıda Yürüyorlar. Eğer Onlardan Birisi, Şöyle Şöyle Söylese" Derken Dükkanın Boşluğundaki Taşa İşâret Etti. Onun İşâreti İle Dükkan Sarsılmaya Başladı. Dükkanın Depo Kısmının Duvarında İki Yarık Meydana Geldi. Hayretle O Yarıklara Bakıp; "insanların Böyle Yapabilmek Gücü Var Mıdır?" Dedim. O Kimse; "bu Gördüklerin,allahü Teâlânın Sâlih Ve Velî Kullarına Verdiği Kerâmetler Yanında Nedir Ki." Dedi. "bundan Daha Büyük Hâller De Mi Var?" Dedim. O Kimse; "eğer O Kimseler Senin Bu Dükkanın Tamâmen Sarsılmasını Dileseler, Bu Dükkanın İçinde Cam Ve Kap Cinsi Bir Şey Kalmazdı." Dedi. O Kimsenin Bu Sözleri Karşısında Hayret Ve Şaşkınlık İçinde Bakıp Kaldım. Sonra Yanımdan Ayrılıp Gitti.
olanlar Karşısında Korku Ve Dehşete Düştüm. Kendi Kendime; "benim Gibi Bir Adamın Ömrü O Sâlih Kimselerin Bir İşâretiyle Yıkılabilecek Olan Bu Dükkanı Beklemekle Geçiyor. Halbuki Sâlih Kimseleri Her Zaman Bulmam Mümkün Değildir." Dedim. Ertesi Gün Câmiye Gidip O Zâtın Ders Halkasına Dâhil Oldum. Sonra Dinlemeye Başladım. Dinlediğim Şeyler Benim Hâlimde Büyük Değişikliklere Yol Açtı. Dükkana Gidecek Hâlim Kalmadı. Sonunda Gidip Anahtarları Dayıma Verdim. Dükkanın Sâhibi Dayım Oldu. Dayım Bana; "nereye Gidiyorsun?" Diye Sorunca; "inşâallahü Teâlâ Geleceğim." Deyip Ayrıldım. Dayım Asıl Maksadımı Bilmiyordu. Bundan Sonra Dükkana Dönmedim. Böylece Dünyâ İşlerini Terk Edip Tasavvuf Yoluna Yöneldim. Kısa Bir Müddet İçinde Yüksek Hâl Ve Derecelere Kavuştum."
ebû Abdullah El-kureşî Bir Müddet Sonra Mısır'a Gidip Âlim Ve Velî Zâtların Sohbetlerinde Ve İlim Meclislerinde Bulundu. İnsanlara İslâm Dîninin Emir Ve Yasaklarını Anlatıp, Onların Kurtuluşu İçin Çalışmaya Başladı. Mısır'da Bulunduğu Sırada Pekçok Kimse Onun İlim Meclislerinde Ve Sohbetlerinde Bulundu. Kâdıl-kudât İmâdüddîn Bines-sükkerî, Allâme Şihâbüddîn Ebü'l-hasan, Ebü'z-zâhir Muhammed El-ensârî, Ebü'l-abbâs Ahmed Bin Ali El-ensârî El-kastalânî Ve Daha Birçok Âlim Ve Velî Ondan Ders Aldılar.
insanlara İslâm Dîninin Emir Ve Yasaklarını Anlatarak Onların Dünyâ Ve Âhirette Saâdete Kavuşmalarına Vesîle Olan Ebû Abdullah El-kureşî, Birçok Âlim Ve Velî Yetiştirdi. Güzel Ahlâkı, Güler Yüz Ve Hoş Sohbetleriyle İnsanların Gönüllerini Fethetti. Herkes Onun Yüksek Bir Velî Olduğunu Kabûl Edip, Uzaktan Yakından Gelerek Sohbetlerinden İstifâde Ettiler. İlim Ehline Son Derece Saygılı Olan Ebû Abdullah El-kureşî Halk Arasında Hikmetli Sözleriyle Onların Kalplerine Şifâ Akıttı. İnsanlar Onun Hikmetli Sözleriyle İlim Ve İhlâs Sâhibi Oldular.
sohbetlerinde Allahü Teâlânın Velî Kullarına Karşı Edepli Olmayı Ve Kusur Etmemeyi Tavsiye Etti. Bir Defâsında Buyurdu Ki:
evliyâya Dil Uzatan, Onlara Karşi Edep Dişi Harekette Bulunan Ve Onlari İnkâr Eden Kimse, En Kötü Hâl Üzere Ölür.
talebeye Tövbeden Sonra İlk Emredilen, Kötü Arkadaşları Terk Etmesi, Maksaddan Uzaklaştıracak Şeylerden Uzak Durmasıdır.
verâ Yâni Şüphelilerden Kaçmak, Amellerin, İbâdetlerin Esâsı, Temelidir.
bir İşin Başı, Sonuna Delildir, Alâmettir.
dünyâ Mezbelelik Gibidir. Hiç Bir Kıymeti Yoktur. Bunun İçindir Ki, Sâdık Mümin, Dünyânın Ne Sevgisi, Ne Buğzu İle Uğraşmaz.
dostlarının, Arkadaşlarının Hukûkunu Gözetmeyen, Onlarla Sohbetin, Berâber Olmanın Bereketine Kavuşamaz.
ömrü Uzadığında İyi Amelinin Artması, İhtiyâcı Çoğaldığında Cömertliğinin Artması, İlmi Arttıkça Tevâzûunun Artması, Evliyânın Alâmetlerindendir.
kul, İbâdetlerinde Do?ru Olursa, Ummadi?i Yerden Yardimlara Kavuşur.
mâsiyetin, Günâh İşlemenin Sebebi Gaflettir. Yâni Allahü Teâlâyı Unutmaktır.
rehberi Olmayan Yolunu Şaşırır.
ihtiyâcın Olmadıkça, Kimseden Bir Şey İsteme.
her Makâmın Kendine Mahsus Bir İlmi, Her Hâlin Riâyet Edilmesi Gereken Bir Edebi Vardır.
kalben Hocasını Beğenmeyen, Hocasından Gelen Hiç Bir Feyze Kavuşamaz.
allahü Teâlânın Velî Kullarını Hakîr Görmek, Kötü İşleri Yapmaya Bir Vesîledir.
"her Kim Allahü Teâlânın Ârif Bir Kulunu Veya Bir Velîsini Üzerse, Onun Kalbi Mühürlenir. Onları Üzmeye Devâm Eden, Îtikâdı Bozulmadıkça Ölmez."
allahü Teâlâya Kulluk Vazîfelerini İhmâl Etmemek Ve O'na Tevekkül Etmek Husûsunda Da Buyurdu Ki:
"allahü Teâlâya Kullukta Edepten Ayrılma! O'na Karşı Haddini Aşma! Seni İsterse Kendisine Ulaştırır."
"allahü Teâlâya Kavuşturan Doğru Yoldan Ayrılmayınız. Çünkü O'na Bu Yoldan Başka Bir Yolla Kavuşulamaz."
fıkıh Âlimi Ebû Tâhir Şöyle Anlatır: "bir Gün Kudüs'te Bir Medresenin Önünden Geçtim. Fıkıh Âlimleri Medresenin Kapısında, Üzerlerinde Süslü Elbiseler Olduğu Hâlde Toplanmışlardı. Oradan Geçip Ebû Abdullah El-kureşî Hazretlerinin Yanına Döndüm. Geceyi Orada Geçirdim. Ertesi Gün Ebû Abdullah Kureşî Bana; "o Medreseye Git. Orada Hoca Ol!" Dedi. Bu, Büyük Ve Olması İmkânsız Bir İşti. Oraya Gidince, Kapıcıların Beni İçeri Almayacaklarını Zannettim. Fakat Hiçbiri, İçeri Girmeme Mâni Olmadı. İçeri Girdim. Müderrisin Bir Yere Oturduğunu Ve Etrâfında Birçok Zâtın Dâire Hâlinde Ders Halkası Teşkil Ettiklerini Gördüm. Ben De Onların Arasına Katılmak İstedim. Beni Hakîr Görerek Yer Açmadılar. Bunun Üzerine Arkalarına Oturdum. Sonra Medreseye Bir Zât Geldi. Müderris Onu Görünce, Yüzünün Rengi Değişti Ve Ona Doğru Giderek Karşıladı. Oradakiler De Peşi Sıra Gittiler. Ben, Orada Birisine Gelenin Kim Olduğunu Sordum. Ondan, Münâkaşa Ve Münâzarası Çok Kuvvetli Biri Olduğunu, O Gelince Kimsenin Ona Cevap Yetiştiremediğini, Herkesin Ondan Korkup Çekindiğini Öğrendim. O Kişi Baş Köşeye Oturup Konuşmaya Başlayınca, Bende Birşeyler Olduğunu Hissettim Ve Sorularına Cevap Vermeye Başladım. Neticede, Söyleyecek Bir Şeyi Kalmadı. Oradakiler Ve Müderris, Benim Böyle Ona Hiç Zorlanmadan Cevap Vermeme Çok Şaşırdılar. Sırf Bu Yüzden Hürmet Ve Saygı Göstermeye Başladılar. Münâzara Eden O Zât, Müderrise Dönerek Benim Kim Olduğumu Sordu. Müderris Bilmediğini Söyleyince; "medreseler Bu Gibiler İçin İnşâ Edilmiştir." Dedi. Müderris Buna Çok Sevindi Ve Yanıma Gelerek Benim Kim Olduğumu Sordu. Ben De Söyleyince; "sizi Bu Medreseye Hoca Kabûl Ettik." Dedi. Ben, Ebû Abdullah El-kureşî'nin Yanına Gitmek Üzere Kalkınca, Hepsi Kalkarak Bana; "bizim Âdetimiz Medresemize Hoca Kabul Ettiğimiz Kişiyi, Evine Kadar Uğurlarız." Dediler. Medreseden Çıkınca, Büyük Bir Kalabalık Arkamdan Yürümeye Başladı. Gelmemelerini Söyleyince Geri Döndüler. Ebû Abdullah Kureşî'nin Huzûruna Varınca; "ey Tâhir! Niye Onların Gelmelerine Mâni Oldun? Âdetlerini Yerine Getirselerdi." Buyurunca; "efendim, Zâtı Âlinizin Hatırını Düşünerek Onlara Mâni Oldum." Dedim. Bu Olanlar Onun Kerâmetiydi. Ebû Abdullah Kureşî'nin Vefâtına Kadar O Medresede Hocalık Yaptım."
hanımı Şöyle Anlatır: "bir Gün Onun Yanından Çıkmıştım. Odada Yalnız İdi. Sonra Bulunduğu Odadan Bâzı Sesler İşittim. Birisiyle Konuşuyordu. Konuşmaları Bitinceye Kadar Bekledim. Sonra Odaya Girerek Kiminle Konuştuğunu Sorduğumda; "o Hızır Aleyhisselâm İdi. Bana Uzak Bir Yerden Meyve Getirmiş. Onu Yememi İstedi Ve Şifâ Olacağını Söyledi. Ben De, Bu Hâlimle Daha İyi Olduğumu Belirterek Ona Teşekkür Ettim Ve O Meyveye İhtiyâcım Olmadığını Söyledim." Buyurdu."
ebû Abdullah Kureşî Oturduğu Şehrin Vâlisi İle Bir Yerde Yemek Yerken, Vâli Yemekten Elini Çekti. Ebû Abdullah; "eğer Elinizi Çekmeniz, Benim Şu Yaralı Elim Sebebi İle İse Mesele Yok." Buyurdu Ve Eli Gümüş Gibi Parlayan Bir El Oldu. Onda Hiç Bir Hastalık Kalmadı.
ebû Abdullah El-kureşî Hazretleri Duâsı Makbul Bir Zât İdi. Mısır'da Bulunduğu Sırada Büyük Bir Kıtlık Olmuştu. Rüyâsında Ona; "bu Hususta Sizin Hiçbirinizin Duâsı Kabûl Olmaz." Denildi. Bunun Üzerine Mısır'dan Ayrılıp Kudüs'e Gitti. Filistin'deki Halîlürrahmân Denilen Yerdeki İbrâhim Aleyhisselâmın Makamını Ziyâret Etti. Ziyâret Sırasında İbrâhim Aleyhisselâmın Makâmı Yanında Uyuya Kaldı. Rüyâsında İbrâhim Aleyhisselâm Tarafından Karşılandı. Ebû Abdullah El-kureşî, İbrâhim Aleyhisselâma; "ey Halîlullah! Mısır'da Büyük Bir Kıtlık Var. Duâ Buyurunuz." Diye Arz Etti. Hazret-i İbrâhim De Kıtlığın Kalkması İçin Duâ Etti. Ebû Abdullah El-kureşî Daha Sonra Uyanıp Kudüs'e Döndü. Çok Geçmeden Kıtlığın Kalktığı Haberini Öğrendi.
ebû Abdullah Bin Es'ad, Ebû Abdullahkureşî'nin Şöyle Anlattığını Nakletti: Bana Hocam Ebü'r-rebî Bir Gün Şöyle Dedi: "sana Bitmek Tükenmek Bilmeyen Bir Hazîne Öğreteyim Mi?" Ben De; "evet." Deyince, Ebü'r-rebî Bana; "şu Duâyı Devamlı Oku." Dedi.
okumamı İstediği Duâ Şöyle İdi: "yâ Allah, Yâ Vâhid, Yâ Mûcid, Yâ Cevâd, Yâ Bâsit, Yâ Kerîm, Yâ Vehhâb, Yâ Ze't-tavl, Yâ Ganî, Yâ Mugnî, Yâ Fettâh, Yâ Razzâk, Yâ Alîm, Yâ Hayy, Yâ Kayyûm, Yâ Rahmân, Yâ Rahîm, Yâ Bedîassemâvâti Vel-ard, Yâ Ze'l-celâli Vel İkrâm... Yâ Hannân, Yâ Mennân İnfehnî Minke Bi Nafhat-i Hayrin Tugnînî Bihâ Ammen Sivâk... İn Testeftihü Fekad Câekümü'l-feth... İnnâ Fetehnâleke Fethan Mübînâ... Nasrun Minellahi Ve Fethun Karîb... Allahümme Yâ Ganî, Yâ Hamîd, Yâ Mubdî, Yâ Muîd, Yâ Vedûd, Yâ Ze'l-arşil-mecîd, Yâ Fe'âlen Limâ Yürîd, İkfinî Bihelâlike An Harâmike Ve Agninî Bi Fadlike Ammen Sivâke İhfaznî Bimâ Hafizte Bihizzikr... Vensurnî Bimâ Nasarte Bihirrusül... İnneke Alâ Küllî Şey'in Kadîr..." Sonra Bana Şöyle Dedi."her Kim Bu Duâyı Namazlardan Özellikle Cumâ Namazından Sonra Okursa, Allahü Teâlâ Onu Her Türlü Kötülükten Muhâfaza Eder. Düşmanlarına Karşı Muzaffer Kılar, Ona Ummadığı Yerlerden Rızıklar Verir, Geçimini Kolaylaştırır. Borcu Dağlar Kadar Büyük Ve Kabarık Olsa Dahi, Allahü Teâlânın Lütfu Keremi Ve İnâyeti İle Öder."
kendisi Şöyle Anlatır: "bir Gün Abdullah El-muâvirî'ye Gittim. Bana; "ey Şerîf! Başın Darda Kaldığı Zaman, Yapacak Olduğun Bir Duâ Öğreteyim Mi?" Diye Sordu. Ben De; "evet." Dedim. Bunun Üzerine Şu Duâyı Öğretti: "yâ Vâhid, Yâ Ehad, Yâ Vâcid, Yâ Cevâd, İnfehnâ Minke Bi Nefhati Hayrin İnneke Alâ Külli Şey'in Kadîr..." Abdullah El-muâvirî Bu Duâyı Bana Öğretmek İçin Okuduktan Sonra Başım Hiç Darda Kalmadı, Rızkım Çoğaldı."
ebû Abdullah El-kureşî Hac İçin Mekke-i Mükerremeye Gitmişti. Minâ'da Bulunduğu Sırada Çok Susamıştı. Fakat Su Bulamadı. Su Alacak Parası Da Yoktu. Bir Kuyunun Yanına Gitti. Kuyunun Başında Bâzı İnsanlar Vardı. Su Kabını Uzatarak, Biraz Su Vermelerini İstedi. Onlar Ona Ezâ Edip, Su Kabını Uzak Bir Yere Fırlattılar. Kırık Bir Kalp Ve Üzgün Olarak Kabını Almak İçin Oraya Gittiğinde İçi Tatlı Su Dolu Bir Havuz Gördü. Kanıncaya Kadar O Sudan İçti Ve Kabını Doldurdu. Başka Yerde Olan Arkadaşlarına Haber Verdi. Onlar Da Gelip O Havuzdan İçtiler. Sonra Başından Geçen Hâdiseyi Onlara Anlattı. Daha Sonra, Önceden Gittiği Kuyunun Yanına Hep Berâber Gittiler. Orada Sudan Hiç Bir Eser Yoktu. O Zaman Bunun Allahü Teâlânın Bir İmtihanı Olduğunu Anladı.
ebû Abdullah El-kureşî Hazretleri Çok Cömert Ve Hayır Sâhibi İdi. Çarşıdan Kendi Evinin İhtiyâcı İçin Un Satın Alır, Eve Getirirken De İhtiyaç Sâhibi Kimselere Verirdi. Fakat Eve Geldiğinde Un Kesesinden Hiç Eksilme Olmadığı Görülürdü. Bir Gün Yine Çarşıdan Un Satın Alıp Geliyordu. Yolda Muhtaç Birine Rastladı. Bu Kimse Kendisinden Un İsteyince, Her Zamanki Gibi Verdi. Yolda Giderken; "eve Vardığımda Un İsterlerse Ne Diyeceğim?" Diye Düşünerek Gidiyordu. Elinde Bir Şeyin Var Olduğunu Hissetti. Avucuna Baktığında Fakire Verdiği Unun Değeri Kadar Para Vardı. Tekrar Çarşıya Dönüp O Parayla Un Aldı Ve Evine Götürdü.
bir Kişinin, Gece Devamlı Ağlayan Bir Çocuğu Vardı. Annesi İle Babası, Abdullah Kureşî Hazretlerinin Huzûruna Gelerek Dört Yıldır Durmadan Ağlayan Çocuklarının Durumunu Anlattılar. Bunun Üzerine Abdullah Kureşî, Çocuğun Annesi Ve Babası İle Evlerine Gidip, Çocuğa; "ey Yûsuf! Bu Gece Ağlama." Dedi. Çocuk O Günden Sonra Hiç Ağlamadı.
ebû Abdullah Kureşî Hazretlerinin, Vefâtına Yakın Gözleri Görmez Oldu. Hanımının Yanına Girince Cüzzam Hastalığından Kurtulduğu Gibi, Gözleri De Açılıyordu. Bir Gün Gözleri Açılmış, Vücûdu Cüzzam Hastalığından Kurtulmuş Bir Hâlde, Gümüş Gibi Bembeyaz Bir Tenle Dostlarının Yanına Girdi. Onlar Abdullah Kureşî'nin Bu Hâline Çok Şaşırdılar. Sonra; "bu Hâl Ne?" Diye Sormaktan Kendilerini Alamadılar. Bunun Üzerine Abdullah Kureşî; "allahü Teâlâ Bana Önce Âfiyet, Sonra Da, Beni İmtihân İçin, Hastalık Elbisesini Giydirdi. Şimdi İse Gördüğünüz Gibi, Yine Âfiyet Elbisesini Giymiş Bulunuyorum." Diye Îzâh Etti.
ömrünü İslâm Dîninin Emir Ve Yasaklarını Öğrenmek Ve Öğretmekle Geçiren Ebû Abdullah El-kureşî Hazretleri 1202 (h.599) Senesinde Kudüs'te Vefât Etti. Orada Defnedildi. Eski Kudüs'de Olan Kabri Hâlen Sevenleri Tarafından Ziyâret Edilmektedir. Burada Yapılan Duâların Kabûl Olduğu Çok Tecrübe Edilmiştir.
ebû Abdullah El-kureşî'nin Sohbetleri Ve Hâllerini Talebeleri fusûl adli Eserde Toplamişlardır.
kendisi Şöyle Anlatır: "bir Arkadaşımla Berâber Gemiyle Bir Yere Gidiyorduk. Arkadaşım Çok Susadı. Su Alacak Paramız Yoktu. Yalnız Bende, Kadifeden Bir İhram Vardı. Onu Verip, Su Satın Almak İstedik. Gemidekilerden Hiç Kimse Su Satmadı. Arkadaşıma İhrâmı Verip; "bunu Geminin Kaptanına Götür." Dedim. Arkadaşım Gitti Ve Üzüntülü Bir Hâlde Geri Geldi. Kaptanın Kendisini Yanından Kovduğunu Ve Elindeki Su Testisini Fırlattığını Söyledi. O Zaman; "allahü Teâlâ Bizlerin Yardımcısıdır." Dedim. Su Kabını Alıp, Denize Daldırıp Çıkardım Ve Arkadaşıma Verdim. Allahü Teâlânın İzniyle Deniz Suyu Tatlı Bir Su Olmuştu. Arkadaşım Kanıncaya Kadar İçti. Sonra Ben İçtim. Sonra Yanımızda Suyu Olmayan Bir Başkası Da İçti. İkinci Sefer Daldırdığımda, Allahü Teâlânın İhsânıyla Su Kabı, Un Ve Et İle Dolu Çıktı. Unu Ve Eti Pişirerek Yedik. Üçüncü Defâ Kabı Denize Daldırdığımda, Bildiğimiz Tuzlu Deniz Suyu Çıktı. Anladım Ki, Bizim İhtiyâcımız Tamam Olmuştu."
ebû Abdullah El-kureşî'yi Sevenlerden Bir Kişi Bir Gün Evinden İşine Giderken, Hanımına Bir Arzusu Olup Olmadığını Sordu. Hanımı; "kızına Sor." Dedi. O Zât Kızına Dönerek; "ne Arzu Ediyorsan Söyle." Deyince, Kızı; "benim İsteğime Senin Gücün Yetmez." Dedi. Bunun Üzerine O Zât Kızına; "allah'ın İzniyle Dediğini Yapmaya Çalışırım, İstersen Bin Altın Olsa Bile." Deyince, Kızı; "o Hâlde Beni Ebû Abdullah Kureşî İle Evlendir." Dedi. O Zât Buna Çok Şaşırdı. Çünkü, Ebû Abdullah Kureşî Cüzzamlı Olduğu İçin, Dış Görünüşüne Göre Hiç Bir Kadın Onunla Evlenmeye Râzı Olmazdı. Bunun Üzerine, Kızına Söz Verdiği İçin Ebû Abdullah Kureşî'nin Yanına Gitti Ve Durumu Ona Anlattı. Ebû Abdullah Kureşî O Zâta; "kâdıyı Çağır." Dedi. Adam Kâdıyı Çağırdı. Kâdı Geldi Ve Kızla Nikâhlarını Kıydı. Kızı, Ebû Abdullah Kureşî'nin Yanına Girmesi İçin Hazırladılar. Bütün Hazırlıklar Bitince, Herkes Evden Ayrıldı. Ebû Abdullah Kureşî İle Kız Evde Yalnız Kaldıklarında, Ebû Abdullah Kureşî Hamama Girdi. Hamamdan Çıktığı Zaman, Uzun Boylu Ve Yakışıklı Bir Sûret Almıştı. Üzerinde Güzel Bir Elbise Vardı. Değişik Bir Hâlde Gören Kız Onu Tanıyamadı. Kendine Yakın Olmamasını Söyledi. Ebû Abdullah El-kureşî; "benden Çekinme, Ben Yabancı Değilim. Nikâhlın Ebû Abdullah El-kureşî'yim." Deyince, Kız; "sen Kureşî Değilsin." Dedi. Bunun Üzerine Ebû Abdullah El-kureşî;
"allah Adına Yemin Ederim Ki, Ben Kureşî'yim." Deyince, Kız İnandı Ve;"bu Ne Hâldir?" Diye Sordu. Ebû Abdullah Kureşî, "bundan Sonra, Seninle Olduğum Zaman Böyle Kalacağım. Ama Başkaları İle Berâber Olunca, Öbür Şeklimle, Yâni Cüzzamlı Olacağım. Fakat Bu Durumu, Ben Ölünceye Kadar Kimseye Söyleme." Dedi. Bunun Üzerine Gelin Hanım;"kimseye Söylemeyeceğime Söz Veriyorum. İstersen Benim Yanımda Dururken De Cüzzamlı Olarak Kalabilirsin." Dedi. Ebû Abdullah Kureşî, Onun Kendisiyle Dış Görünüşü İçin Değil De, İlmi Ve Takvâsı İçin Evlendiğini Anlayarak; "allahü Teâlâ Sana Bolca Hayırlar İhsân Etsin." Diye Duâ Etti. Hanımı Bu Durumu, Ebû Abdullah Kureşî Hazretleri Ölünceye Kadar Kimseye Anlatmadı.
annesinden Kendisine Bir Ev Mîrâs Kalmıştı. Bu Evi Elli Altına Sattı. Altınları Bir Keseye Koyup Beline Bağladı Ve Hacca Gitmek Üzere Yola Çıktı. Yolda Eşkıyâ Yolunu Kesip; "neyin Var?" Dedi. "elli Altınım Var." Buyurdu. Eşkıyâ; "altınları Ver!" Deyince; Çıkarıp Verdi. Eşkıyâ Altınları Eline Alıp Bir Müddet Düşünceye Daldı. Sonra Geri Verip, Devesini Çöktürdü Ve; "buyurunuz Efendim, Deveme Bininiz!" Dedi. Ebû Abdullah Hayret Edip; "sana Ne Oldu?" Buyurdu. O Kimse; "siz, Bu Altınların Bulunduğunu İnkâr Etmeyip Doğruyu Söylediğiniz İçin Kalbimde Size Karşı Muhabbet Hâsıl Oldu. Ben Şimdiye Kadar Yaptıklarıma Pişman Olup Tövbe Ettim. Sizinle Berâber Gelmek İstiyorum." Dedi. Berâberce Hacca Gittiler. O Kimse, Hazret-i Ebû Abdullah İle Olan Bu Berâberliği Ve Sohbetinde Bir Müddet Bulunmasıyla Allahü Teâlânın Velî Kullarından Oldu.
1) Tabakâtü'l-kübrâ; C.1, S.159
2) Ravdu'r-reyyâhîn; S.33, 247, 248, 255, 269, 270
3) Nevâdirü'l-âlem; S.58
4) Câmiu Kerâmâti'l-evliyâ; C.1, S.114
5) Kalâidü'l-cevâhir; S.123
6) El-a'lâm; C.5, S.319
7) Şezerât-üz-zeheb; C.4, S.342
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.6, S.162
9) Mu'cemü'l-müellifîn; C.8, S.226
10) Füsûl (fâtih Kütüphânesi Numara 5375)
11) Brockelman; Gal.1, S.461, Sup.1, S.833