Allah'ın Resulü'yle, onikibin müslüman,
Mekke’nin fethi için, oldular yola revan.
Medine’den çıkalı, dört gün olmuş idi tam.
Mekke’nin sınırına yaklaştılar bir akşam.
Orası, Merrüzzehran denilen bir yer idi.
Resul’ün emri ile, orda mola verildi.
Ve vazife verdi ki hazret-i Ömer’e de,
(Her kişi, ayrı ayrı ateş yaksın bu yerde.)
Bir anda, onikibin ateş yanınca birden,
Aydınlığa boğuldu Mekke şehri aniden.
Hiç bir şeyden haberi olmayan Kureyşliler,
Ateşleri görünce, bir telaşa düştüler.
Yanına iki kişi alarak Ebu Süfyan,
Gizli gizli oraya yaklaştılar o zaman.
Ve islam ordusuna doğru ilerledikçe,
Hayret ve dehşetleri artıyordu iyice.
Resulullah, Eshaba buyurdu ki o zaman:
(Bize doğru geliyor şu anda Ebu Süfyan.)
Gidip Hazret-i Abbas, rastladı yolda ona.
Ve Resul-i zişan'ın getirdi huzuruna.
Ebu Süfyan, Abbas’a merakla etti sual.
Dedi: (Anlayamadım, ya Abbas nedir bu hal?)
O da cevap verdi ve dedi: (Ya Eba Süfyan!
Yemin ediyorum ki, haliniz oldu yaman.
Zira Resul-i ekrem geliyor üstünüze.
Vay Kureyş'in haline, vay sizin halinize!)
Az sonra Ebu Süfyan, hem de yanındakiler,
Korku ile Resul’ün huzuruna geldiler.
Resulullah, onları çok iyi karşıladı.
Mekkeliler hakkında onlardan bilgi aldı.
Geç vakitlere kadar konuşup, en nihayet,
Onları, tatlı dille islama etti davet.
Lakin iman etmedi o zaman Ebu Süfyan.
Zira tereddütleri vardı hala o zaman.
Resulullah o sabah, bakıp Ebu Süfyan'a,
Dedi: (Ya Eba Süfyan, yazıklar olsun sana.
Allah'tan başka ilah olmadığını bilmek,
Zamanı, senin için gelmedi hala demek.)
Ebu Süfyan utanıp, arz eyledi ki Ona:
(Anam, babam, herşeyim feda olsun yoluna.
Yumuşak huylulukta, şeref ve meziyette,
Bir tanesin, akraba hakkını gözetmekte.
Bu kadar işkence ve cefadan sonra dahi,
Sen, hala hidayete çağırırsın bizleri.
Ne güzel huylusun ve ne kerem sahibisin.
İnandım ki, Allah'ın sen Hak Peygamberisin.
Evet, Allah’tan gayri ilah yok hakikaten.
Şu putlardan, bir fayda olmadı bize zaten.)