allahü Teâlâya Ve Âhirete Âit İlimler Yâni Mârifetler Sâhibi Büyük Âlim Ve Velî. Künyesi Ebü'l-hasan, İsmi Ali Bin Câfer'dir. Bistâm'ın Bir Kasabası Olan Harkân'da Dünyâya Geldi. Ebü'l-hasan-ı Harkânî, Uzun Boylu, Güzel Yüzlü, Geniş Alınlı, İri Gözlü Ve Kumral İdi. Hazret-i Ömer'e Benzerdi. İnsanları Hakk'a Dâvet Eden, Onlara Doğru Yolu Gösterip, Hakîkî Saâdete Kavuşturan Ve Kendilerine Silsile-i Aliyye Denilen Büyük Âlim Ve Velîlerin Altıncısıdır. Büyük İslâm Âlimi Bâyezîd-i Bistâmî'nin Rûhâniyetinden İstifâde Ederek Kemâle Gelmiş, Yükselmişti. Zamânının Kutbu İdi. 1034 (h.425) Senesinde Harkân'da Vefât Etti. Kabri Harkân'dadır.
ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretleri, On İki Sene Harkân'dan Bistâm'a, Hocasının Kabrini Ziyâret İçin Gitti. Bu Ziyârete Giderken, Yolda Kur'ân-ı Kerîmi Hatm Ederdi. Her Gittiğinde Ziyâret İle İlgili Vazîfelerini Yaptıktan Sonra; "yâ Rabbî! Bâyezîd'e İhsân Ettiğin Sana Âit İlimlerden, Büyüklüğünün Hakkı İçin, Ebü'l-hasan Kuluna Da İhsân Eyle!" Diye Yalvarırdı. Geri Dönerken, Hiçbir Zaman Bâyezîd'in Türbesine Arkasını Dönmezdi. On İki Sene Sonra, Allahü Teâlânın Lütfu İle Bâyezîd'in Rûhâniyetinden İstifâde Edip Olgunlaştı. Allahü Teâlâyı Tanıtan Kalb İlimlerinde Ve Diğer İlimlerde Talebe Yetiştirmeye Başladı. Pekçok Talebesi Vardı. Kerâmetleri Pekçokdur. Böyle Büyük Zâtların Halleri, Sözleri, Yaşayışları Hep Kerâmetlerle Doludur. Sevenleri Onlarda Her An Kerâmetler Görmekte, Bağlılıkları Artmaktadır. Onlar Allahü Teâlânın Sevgilisidir. Sevgiliye Her İkrâm Yapılır. Kör, Güneşi Göremiyorsa Güneşin Kabahati Olmaz.
bir Gün İbn-i Sînâ, Harkân'a Ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretlerini Evinde Ziyârete Geldi. Hanımı, Azarlayarak, Ormana Gittiğini Söyledi. Hanımı, Ebü'l-hasan Hazretlerinin Büyüklüğüne İnanmadığı İçin, Ona Uygunsuz Şeyler Söyledi. İbn-i Sînâ Ormana Doğru Giderken, Ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretlerinin, Bir Arslana Odun Yüklemiş Gelmekte Olduğunu Gördü."bu Ne Hâldir?" Diye Sorunca, "evimdekinin Sıkıntı Ve Belâ Yükünü Taşıdığım İçin, Bu Arslan Da Bizim Yükümüzü Taşıyor." Buyurdu.
bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, Her Sene Bir Defâ, Dıhistan'da Şehidlerin Kabirlerinin Bulunduğu Kum Tepeyi Ziyârete Giderdi. Harkân'dan Geçerken Durur Ve Havayı Koklardı. Talebeleri Kendisine; "efendim, Sizin Bu Şekilde Havayı Koklamanızdaki Hikmet Nedir? Biz Herhangi Bir Şeyin Kokusunu Duymuyoruz." Diye Sorduklarında, Buyurdu Ki; "evet Öyledir. Fakat Bu Kasabadan Öyle Birisinin Kokusu Geliyor Ki, Onun Adı Ali, Künyesi Ebû Hasan'dır. O, Zamânın Kutbu Olacaktır."
vaktiyle Bistâm Şehrine Bir Çekirge Sürüsü Hücûm Etti. Bütün Ekinleri Ve Sebzeleri Yediler. Halk, Çekirgelerden Ve Bu Musîbetten Kurtulmaları İçin Feryâd Ederek, Duâ Ediyordu. Fakat Bu Musîbetten Bir Türlü Kurtulamadılar. Halkın Telâşını Ve Üzüntüsünü Gören Ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretleri; "ne Oldu, Bu Halkın Feryâdı Nedir Böyle?" Diye Sordu. Çekirge İstilâsı Bütün Ekinlerin Perişanlığını Ve Halkın Bundan Üzüntülü Olduğunu Söylediler. Bunun Üzerine, Ayağa Kalkarak Dama Çıktı. Ve Etrafa Bir Nazar Etti. Çekirgeler Toplanıp Şehirden Derhal Uzaklaştılar. İkindi Namazı Vaktine Kadar Bir Tek Çekirge Kalmadığı Gibi, Bütün Ekinlerin Yaprakları Da Eski Hâline Gelip, Hiç Ziyân Olmadı.
sultan Mahmûd Gaznevî, Bütün Asya'ya Hâkim Olduğu Zamanda, Harkân Şehrine Yakın Gelmişti. Adamlarından Bir Kaçını, Harkân'a Şeyh Ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretlerinin Huzûruna Göndermiş Ve Şeyh Hazretlerini Yanına Çağırmıştı. Şeyh Hazretleri Buna Karşılık, Bir Özür Beyân Ederek Gitmek İstemediler. Durum, Mahmûd Gaznevî'ye Bildirilince, "haydi Kalkınız! Zîrâ O, Bizim Sandığımız Kimselerden Değildir. Biz Ona Gidelim." Dedi. Sonra Kendi Elbisesini Kâdı İyâd'a Giydirdi Ve Kendisi De Silâhtar Olarak, Kâdı İyâd'ın Yanında Ebü'l-hasan-ı Harkânî'nin Evine Girdi. Mahmûd Gaznevî Selâm Verince, Ebü'l-hasan Hazretleri Selâmını Aldı. Fakat Ayağa Kalkmadı. Mahmûd Gaznevî, Ebü'l-hasan-ı Harkânî'ye; "sultan İçin Neden Ayağa Kalkmadınız?" Diye Sorunca, Ebü'l-hasan, Sultan Mahmûd'a; "mâdem Ki Seni Öne Geçirmişler, Yanıma Gel Bakalım." Dedi. Soruya O Ânda Cevap Vermediler.
sultan Mahmûd Gaznevî, Ebü'l-hasan-ı Harkânî'ye; "bâyezîd-i Bistâmî Nasıl Bir Zât İdi?" Diye Sordu. Ebü'l-hasan-ı Harkânî: "bâyezîd, Öyle Kâmil Bir Velî İdi Ki, Onu Görenler Hidâyete Kavuşurdu. Allahü Teâlânın Râzı Olduğu Kimselerden Olurdu." Diye Cevap Verdi. Sultan Mahmûd Bu Cevâbı Beğenmedi Ve; "ebû Cehl, Ebû Leheb Gibi Kimseler, Fahr-i Kâinâtı, Server-i Âlemi Nice Kere Gördüler. Fakat Hidâyete Gelmediler. Hâl Böyle Olunca, Bâyezîd'i Görenlerin Hidâyete Geldiklerini Nasıl Söylüyorsun?" Dedi. O, Resûlullah Efendimizden Daha Yüksek Mi Ki, İki Cihânın Efendisini, Üstünlerin Üstünü Olan Allahü Teâlânın Sevgili Peygamberini Gören, Küfürden Kurtulamadı Da, Bâyezîd'i Görenler Mi Kurtulur Demek İstedi. Ebü'l-hasan; "ebû Cehl Ve Ebû Leheb Gibi Ahmaklar, Allahü Teâlânın Sevgili Peygamberini, İnsanların En Üstünü Olan Hazret-i Muhammed Olarak Görmediler. Ebû Tâlib'in Yetimi, Abdullah'ın Oğlu Olarak Gördüler. O Gözle Baktılar. Eğer, Ebû Bekr-i Sıddîk Gibi Bakarak, Resûlullah Olarak Görselerdi, Eşkıyâlıktan, Küfürden Kurtulur, Onun Gibi Kemâle Gelirlerdi." Buyurdu.
sultan Mahmûd Han Bu Cevâbı Çok Beğendi. Din Büyüklerine Olan Sevgisi Arttı. Sultan Mahmûd; "bana Nasîhat Ediniz." Deyince Ebü'l-hasan-ı Harkânî; "şu Dört Şeye Dikkat Et: Günahlardan Sakın, Namazını Cemâatle Kıl, Cömert Ol, Allahü Teâlânın Yarattıklarına Şefkat Göster." Dedi. Sultan Mahmûd; "bana Duâ Buyurun." Deyince, Ebü'l-hasan-ı Harkânî; "ey Mahmûd, Âkıbetin Makbûl Olsun." Dedi. Bunun Üzerine Sultan Mahmûd, Ebü'l-hasan-ı Harkânî'nin Önüne Bir Kese Altın Koydu. Buna Karşılık Ebü'l-hasan, Sultânın Önüne Arpa Unundan Yapılmış Bir Yufka Ekmeği Koydu. Sultan Ekmekten Bir Lokma Aldı. Fakat Lokmayı Yutamadı. Bunun Üzerine Ebü'l-hasan Hazretleri; "bir Lokma Ekmeği Yutamıyorsun. İster Misin, Şu Bir Kese Altın Bizim De Boğazımızda Dursun? Biz Paralarla Olan Alâkamızı Kestik. Şu Altınları Önümden Alınız." Dedi. Sultan, Ebü'l-hasan'ın Paraları Almasını Çok İstedi İse De, Kabûl Etmeyince, Ondan Bir Hâtıra İstedi. Ebü'l-hasan Hazretleri Ona Hırkasını Verdi.
sultan Mahmûd Giderken, Ebü'l-hasan Ayağa Kalktı. Bunun Üzerine Sultan Mahmûd; "geldiğim Zaman Hiç İltifat Etmemiştin, Fakat Şimdi Ayağa Kalkıyorsun. O Hâl Niye İdi? Bu İkrâm Nedir?" Diye Sordu. Ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretleri; "buraya Pâdişâhlık Gururu İle Beni İmtihan İçin Geldin. Şimdi İse Dervişlik Hâliyle Gidiyorsun Ve Dervişlik Devletinin Güneşi Üzerinde ışıldamaya Başladı. Önce Gurur İçinde Olduğundan Dolayı Ayağa Kalkmadım. Fakat Şimdi Derviş Olduğun İçin Ayağa Kalkıyorum." Dedi.
sultan, Sonra Gazâya Gitmek Üzere Harkân'dan Ayrıldı. Sevmenât'a Geldi. İçine Mağlûb Olma Korkusu Düştü. Birden Atından İnip, Bir Köşede Ebü'l-hasan Hazretlerinin Hırkasını Eline Alıp; "yâ İlâhî! Şu Hırkanın Sâhibinin Yüzü Suyu Hürmetine, Şu Kafirlere Karşı Bizi Muzaffer Kıl. Ganimet Olarak Ele Geçireceğim Her Şeyi Dervişlere Vereceğim." Diye Duâ Eder Etmez, Düşman Tarafında Bir Toz-duman Ortaya Çıktı. Düşmanlar, Bu Toz-duman İçinde Birşey Görmiyerek, Kılıçlarını Birbirlerine Vurdular Ve Kendi Kendilerini Öldürdüler. Sağ Kalanları Dağılıp Gitti. O Akşam Sultan Mahmûd, Rüyâsında Ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretlerini Gördü. Ebü'l-hasan-ı Harkânî, Sultan Mahmûd'a; "allahü Teâlânın Dergâhında, Hırkamızın Yüzü Suyu Hürmetine Zafer Kazandın. Eğer O Anda İsteseydin, Kâfirlerin Hepsinin Müslüman Olmasını Sağlayabilirdin." Buyurdu.
bir Gün, Ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretlerinin Bir Talebesi Çok Hastalandı. Buna Hiç Bir Tabîb Çâre Bulamadı. Talebe, Hastalığın Ağrısına Dayanamaz Hâle Gelmişti. Sonunda Durumu Ebü'l-hasan-ı Harkânî'ye Bildirdiler. Bunun Üzerine Ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretleri Terliklerini Vererek; "bunları Ağrıyan Yere Sürün." Buyurdu. Ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretlerinin Dediği Gibi Yaptıklarında, Allahü Teâlânın Yardımıyla Talebe İyileşti Ve Hiçbir Rahatsızlığı Kalmadı.
talebelerinden Biri, Ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretlerinden; "lübnan Dağına Gidip Kutb-i Âlemi Görmek İçin Bana İzin Ver." Diye Ricâda Bulundu. Ebü'l-hasan Hazretleri İzin Verince, O Talebe Lübnan Dağına Vardı. Orada, Yüzleri Kıbleye Dönmüş Hâlde Oturan Bir Cemâat Gördü. Önlerinde Bir Cenâze Duruyordu. Fakat Cenâze Namazını Kılmıyorlardı. Talebe Dayanamıyarak; "niçin Cenâzenin Namazını Kılmıyorsunuz?" Diye Sordu. Oradakiler; "kutb-i Âlemin Gelmesi Lâzımdır. Kutb-i Âlem Buraya Her Gün Beş Kere Gelir Ve İmâmlık Yapar." Diye Cevap Verdiler. Talebe Bunu Duyunca Çok Sevindi Ve Beklemeye Başladı. Bir Süre Sonra Herkes Ayağa Kalktı. Kendi Hocası Ebü'l-hasan-ı Harkânî'nin Kutb-i Âlem Olduğunu Gördü. Bu Durum Onu Dehşete Düşürdü Ve Kendinden Geçti. Tekrar Kendine Geldiğinde, Namaz Kılınmış Ve Cenâze Defnedilmişti. Kutb-i Âlem De Gitmişti. Talebe Orada Bulunanlara; "kutb-i Âlem Tekrar Ne Zaman Gelir?" Diye Sorunca; "önümüzdeki Namaz Vakti." Diye Cevap Verdiler. Talebe Onlara; "ben Onun Talebesiyim. Ona Karşı Şöyle Şöyle Demiştim. Uzun Süreden Beri Yollardayım. Ona Durumumu Arzedin De, Beni Berâberinde Harkân'a Geri Götürsün." Diye Yalvardı. Ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretleri, Tekrar Namaz Kıldırmak İçin Oraya Geldiklerinde, Talebe Elini Ona Doğru Uzattı Ve Tekrar Bayıldı. Ayıldığı Vakit, Rey Şehrinin Çarşısındaydı. Harkân'a Hocasının Yanına Gidince, Ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretleri Ona; "gördüklerini Kimseye Anlatma. Çünkü, Allahü Teâlâdan Bu Dünyâda Beni Halktan Gizlemesini Ve Bir Tâne Ârif Ve Büyük Zât Hariç, Hiçbir Kimsenin Görmemesini İstedim. Öyle De Oldu. O Zât Da Bâyezîd-i Bistâmî'dir." Buyurdu.
bir Gün Ebû Saîd, Ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretlerinin Yanına Büyük Bir Kalabalıkla Ziyâret İçin Gelmişti. Hizmetçi Kadın, Arpadan Yapılmış Birkaç Adet Ekmeği, Bir Sepet İçinde Ebü'l-hasan-ı Harkânî'nin Yanına Getirdi. Ebü'l-hasan Hazretleri O Kadına; "şu Ekmeklerin Üzerine Bir Örtü Ört Ve Oradan İstediğin Kadar Ekmek Çıkar." Diye Tenbih Etti. Kadın Denileni Yaptı Ve Kalabalık Bir Halk Topluluğuna, Durmadan Örtünün Altından Ekmek Çıkardı. Fakat Ekmekler Bitmiyordu. Bir Süre Sonra Kadın Örtüyü Kaldırınca, Sepetin İçinde Hiçbir Şey Kalmadığı Görüldü. Bunun Üzerine Ebü'l-hasan Hazretleri; "şâyet Örtüyü Kaldırmasaydın, Kıyâmete Kadar Bunun Altından Ekmek Çıkarıp Duracaklardı." Buyurdu."
bir Gece Ebü'l-hasan-ı Harkânî; "bu Gece Falan Sahrada Savaş Yapılıyor. Şu Kadar Kişi De Yaralandı." Buyurdu. Durumu Araştırdıklarında, Ebü'l-hasan Hazretlerinin Dediği Gibi Olduğu Anlaşıldı. Aynı Gece, Ebü'l-hasan Hazretlerinin Oğlunun Kafasını Kesip, Kapısının Eşiğine Attılar. Ebü'l-hasan-ı Harkânî'nin Hiç Haberi Olmadı. Kendisini İnkâr Eden Hanımı; "o Kimseye Ne Demeli, Şu Kadar Mesâfe Uzaklıktaki Cereyân Eden Bir Olayı Haber Veriyor, Ama Oğlunun Kafasını Kesip Kapısına Attıkları Hâlde, Bundan Haberi Olmuyor?" Deyince, Ebü'l-hasan-ı Harkânî; "evet, Dediğin Doğrudur. Ama Biz Onu Gördüğümüz Vakit, Aradaki Perde Kaldırılmıştı. Oğlanı Katlettikleri Zaman İse, Perde Çekmişlerdi." Dedi.
ihlâs Ve Riyâ Nedir? Diye Sorduklarında; Ebü'l-hasan Hazretleri Buyurdular Ki: "allahü Teâlâ İçin Yaptığın Her Şey İhlâstır. Halk İçin Yaptığın Herşey De Riyâdır."
ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretleri, Birgün Sohbetinde Bulunanlara Şöyle Sordu: "dünyâda En İyi Şey Nedir?" Orada Bulunanlar; "siz, Bizden Daha İyi Bilirsiniz. Siz Bildirin." Dediler. Bunun Üzerine Ebü'l-hasan Hazretleri, "en İyi Şey, Allahü Teâlâyı Unutmayan Gönüldür." Buyurdu.
ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretleri Buyurdular Ki: "nîmetlerin En İyisi, Çalışarak Kazanılanıdır. Arkadaşların En İyisi, Allahü Teâlâyı Hatırlatandır. Kalblerin En Nurlusu, İçinde Mal Sevgisi Olmayandır."
"dünyâda, Âlimler Ve Âbidler (ibâdet Eden) Çoktur. Ama, Akşam Ve Sabah Cenâb-ı Hakkın Rızâsı Üzere Bulunmak Mühimdir."
"kalblerin En Nurlusu, İçinde Allahü Teâlânın Sevgisinden Başka Bir Şey Bulunmayandır. Amellerin En İyisi, Riyâdan Uzak Olan, Yâni İhlâs Üzere Olanıdır."
"siz Allahü Teâlâdan Konuşurken, Başka Şeyden Bahsedenle Arkadaşlık Etmeyiniz."
"cennet'te Tûbâ Ağacının Altında, Allahü Teâlâdan Bîhaber Olarak Bulunmaktansa, Dünyâda Bir Diken Ağacının Altında, Dâimâ O'nu Hatırlamayı Daha Çok Arzu Ederim."
"resûlullah Efendimizin Vârisi; O'nun İşlerine Uyan Ve Şerîatine Tâbi Olandır."
"ömrüme Bakınca, Yetmiş Üç Yıllık İbâdetlerimin Hepsini, Bir Saatlik Kadar Kısa, Günahlara Bakınca Da, Nûh Aleyhisselâmın Ömrü Kadar Uzun Gördüm."
"dünyâ, Peşinden Koştuğun Sürede Senin Pâdişâhındır. Ondan Yüz Çevirince, Sen Ona Sultan Olursun."
"allahü Teâlâ, Nasıl Senden Vaktinden Evvel Namaz Kılmanı İstemiyorsa, Sen De O'ndan, Vaktinden Önce Rızık İsteme."
"ulemâ; "biz Peygamberin Vârisiyiz." Diyor. Fakat Peygamberimizin Vârisleri Arasında Biz De Varız. Çünkü O'nda Olan Şeylerin Bâzısı Bizde De Var. Resûlullah Efendimiz Fakirliği Seçmişti. Biz De Fakirliği Tercih Etmiş Bulunuyoruz. O Cömertti. Güzel Bir Ahlâkı Vardı. Hâinlik Bilmezdi. Basîret Sâhibiydi. Halkın Rehberiydi. Aç Gözlü Ve Hırs Sâhibi Değildi. Hayır Ve Şerri Allahü Teâlâdan Bilirdi. Tabiatında Yalan Ve Kandırma Diye Bir Şey Yoktu. Zamânın Esiri Değildi. İnsanların Korktuğu Şeyden Korkmazdı. İnsanların Güvendiği Şeye Güvenmezdi. Hiç Gururlanmazdı. İşte Bunlar Evliyânın Sıfatlarıdır. Resûlullah Efendimiz, Ucu Bucağı Bulunmayan Bir Umman İdi. Eğer O Ummandan Bir Damla Ortaya Çıksaydı, Bütün Âlem Ve Mahlûkât Şaşırır Kalırdı. Sûfîlerin Kervanı; Allahü Teâlâ, Resûlullah Ve Eshâb-ı Kirâm Sevgisinden İbârettir. Bu Kervanda Bulunan Ve Ruhları Bunların Ruhlarıyla Kaynaşan Kimseye Ne Mutlu."
"yol İkidir: Biri Hidâyet, Öbürü Dalâlet, Sapıklık Yoludur. Kuldan Allahü Teâlâya Giden Yol Dalâlet Yoludur. Allahü Teâlâdan Kula Gelen Yol İse Hidâyet Yoludur. Şimdi Her Kim Hidâyete Erdim Derse, O, Hidâyete Ermemiştir. Her Kim Beni Hidâyete Erdirdiler Derse, O, Hidâyete Ermiştir."
"allahü Teâlânın Karşısında Şu Üç Şeyi Muhâfaza Etmek Zordur: Hak İle İken Sırrı, Halk İle İken Dili, Amel (iş, İbâdet) Yaparken Temizliği."
"yakınların Yakını, Bizim Maksadımız Olanın Yanında Uzak Kalır. Ey Kardeşim, Suya Daha Yakın Olan Daha Çok Batar; Ateşe Daha Yakın Olan, Daha Çok Yanar.
"ne Zaman Allahü Teâlânın Varlığına Nazar Etsem, Kendi Yokluğumu Görürüm, Ne Zaman Kendi Varlığıma Nazar Etsem, Allahü Teâlânın Varlığını Görürüm."
"şu İki Kişinin Çıkardıkları Fitneyi, Şeytan Bile Çıkaramaz: Dünyâ Hırsına Sâhip Âlim Ve İlimden Yoksun Sûfî."
"şâyet Bir Mümini Ziyâret Edersen, Hâsıl Olan Sevâbı, Yüz Adet Kabûl Edilmiş Hac Sevâbı İle Değiştirmemen Lâzımdır. Çünkü Bir Mümini Ziyâret İçin Verilen Sevap, Fakirlere Verilen Yüz Bin Altın Sadakanın Sevâbından Daha Fazladır. Bir Mümin Kardeşinizi Ziyârete Gittiğinizde, Allahü Teâlânın Rahmetine Kavuştuk Diye Îtikâd Edin."
"ilimden En Fazla Nasîb Alan, Onunla Amel Edendir. En Fazîletli Amel İse, Üzerine Farz Olandır."
"dilini, Allahü Teâlâdan Başkası Hakkında Konuşmamak İçin Mühürle! Kalbini, Allahü Teâlâdan Başkasını Düşünmemek İçin Mühürle! İhlâssız Bir İş Yapmaman Ve Helâl Olmayan Bir Şeyi Yememen İçin De, Davranışlarına, Dudaklarına Ve Dişlerine Aynı Şekilde Mühür Vur!"
"bir Mümin Kardeşini Sabahtan Akşama Kadar İncitmeyen Kimse, O Gün Akşama Kadar Peygamber Efendimizle Yaşamış Olur. Eğer Bir Mümin Kardeşini İncitirse, Allahü Teâlâ Onun O Günkü İbâdetini Kabûl Etmez."
"allahü Teâlâ Kuluna, Îmândan Sonra Temiz Yürek Ve Doğru Dilden Daha Büyük Hiçbir Şey İhsân Etmemiştir."
"çok Ağlayınız, Az Gülünüz; Çok Susunuz, Az Konuşunuz. Çok Veriniz, Az Yiyiniz; Çok Uyanık Olunuz, Az Uyuyunuz."
"insanoğlu, Şu Üç Şeyle Sürekli Olarak Tâatı Yaparsa, Sorgusuz Suâlsiz Cennet'e Gidebilir: Kalb, Nefs Ve Dil."
ebü'l-hasan-ı Harkânî'nin beşâretnâme adlı Eseri Ve Türkçeye Tercüme Edilen esrâr-üs-sülûkkitapları Vardır.
ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretleri Vefâtları Yaklaştığında; "kabrimi Derin Kazın. Yatacağım Yer, Hocam Bâyezîd Hazretlerinin Mezarından Aşağıda Bulunsun." Diye Vasiyet Etti. Bu Vasiyetini Yaptığı Gece Harkan'da Vefât Etti. Toprağa Verildiği Günün Akşamı, Çok Kar Yağdı. Ertesi Gün Baş Ucuna, Büyük Ve Beyaz Bir Taşın Dikildiğini Gördüler. Mezarın Çevresinde, Sâdece Bir Arslanın Ayak İzleri Vardı.
kim Kabrinin Üzerine Elini Sürerek, Cenâb-ı Hak'tan Maksadının Hâsıl Olmasını İstese, Allahü Teâlânın İzniyle Duâsının Kabûl Edildiği Ve Hâlis Kalple Yapılan Duâların Da Kabûl Olduğu Çok Görülmüştür.
bir Rivâyete Göre Ebü'l-hasan Harkânî, Kars'ın Fethine Katılmış Ve Kale Önlerinde Şehit Düşmüştür. Kars'ta, Hasan Harkânî'nin Kabrinin Bulunmasıyla İlgili Çeşitli Rivâyetler Vardır. Evliyâ Çelebi,seyahatnâme'sinde Bir Rivâyeti Şöyle Nakletmektedir:
kars Kalesi Osmanlılar Tarafından Üçüncü Murâd Han Devrinde Tekrar Geri Alınınca, Kale Tâmirâtı Lala Mustafa Paşaya Verilmişti. Tâmirâtın Yapıldığı Sırada Askerlerden Hâfız Osman İsimli Hal Sâhibi Biri Rüyâsında Hasan-ı Harkânî'yi Gördü. Ona; "oğlum Hâfız Osman! Uzun Müddetten Beri Toprak Altında Yatmaktayım. Paşana Söyle, Kabrimi Ayan Edip Açığa Çıkarsın, Okunacak Fâtihalardan Nasîbdâr Olayım." Dedi. Ertesi Gece Hâfız Osman Aynı Rüyâyı Tekrar Gördü. Fakat Cesâret Edip Paşaya Söyleyemedi. Üçüncü Gece De Aynı Rüyâyı Gördü. Ebü'l-hasan Harkânî, Mütebessim Çehresiyle Bu Defâ Şöyle Dedi: "yavrum Hâfız Osman! Gördüğün Rüyâlar Sâdık Rüyâlardır. Yalnız Makâmımın Nerede Olduğunu, Evvelki Rüyâlarında Söylemediğim İçin, Seni Tereddütte Bıraktım. Bunun İçin De Paşaya Söylemeye Cesâret Edemedin. Şimdi Dikkatlice Dinle Târif Ediyorum. Yarın Hemen Paşaya Çık Ve Söyle. Kars Kale İçi Mahallesinde Kağızman Kapısı'na Girdiğinde Yirmi İki Adım Gün Batı Tarafına Gidersin, Son Adımın Altında Benim Tabutum Bulunur. Üzerimdeki Kül Ve Toprak Yığınlarını Temizledikten Sonra, Hâlis Topraktan Üç Arşın Eşin. Sandukam Meydana Çıkar. Tekrar Kars Kalesine Doğru On Sekiz Adım Götürür Oradan Da Üç Arşın Derinliğinde Hâlis Topraktan Kabrimi Eşer Oraya Defnedersiniz. Baş Ucuma Bir De Câmi İnşâ Edersiniz." Hâfız Osman Gördüğü Bu Sâdık Rüyâyı Ertesi Gün Paşaya Büyük Bir Heyecanla Anlattı. Paşa Bu Askerini Kucakladıktan Sonra; "yâ Evlâdım! Sen De Mi Bu Rüyâyı Gördün? Evet Oğlum, Bir Pîrî Fânî, Bana Da Bu Husûsu Defâlarca Rüyâda Buyurdularsa Da Senin Tafsilâtlı Rüyân Gibi Olmadığından Büyük Tereddüt Ve Endişe İçindeydim. Bihamdillah Bu Telaşlı Endişeden Beni Kurtardın." Dedi.
ertesi Gün Lala Mustafa Paşa Bir Tamim Yayınladı. Bütün Halk Ve Askerî Erkân, Tekbir Sesleriyle Rüyâda Târif Edilen Yere Geldi. Kazma İşi Tamamlanıp Tabut Çıkınca, Mustafa Paşa Ulemânın Müsâdesiyle Açtı. Tabuttan Hoş Bir Koku Yayıldı. Arkasındaki Yaş Hırka Bile Henüz Çürümemişti Ve Savaş Sırasında Yaralanan Sağ Bacağı İle Sol Pazusuna Bağlanan Mendillerden, Hâlâ Kan Damlamaktaydı. Durum Sultana Bildirilince, Üçüncü Murâd Hemen Bir Türbeyle Yanına Câmi Yaptırılmasını Emretti.
ebü'l-hasan Harkânî'nin Asıl Türbesi Harkân'dadır.
bir Kâfilede Bulunan İnsanlar, Ebü'l-hasan Harkânî Hazretlerinin Huzûruna Gelip; "yollar Korkuludur. Bize Bir Duâ Öğretiniz." Diye İstirhâm Edince; Buyurdu Ki: "o Zaman, Ebü'l-hasan'ı Hatırınıza Getiriniz!" Bu Söz, Gelenlerin Hoşlarına Gitmedi. Yolda Eşkıyâ, Önlerine Çıktı. Hepsinin Mal Ve Metâlarını Aldı. Yalnız, Ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretlerini Hatırlayan Bir Kimsenin Malına Zarar Gelmedi. Bu Hâle Arkadaşları Şaşıp, Sebebini Sorduklarında; "ebü'l-hasan-ı Harkânî'yi Hatırladım Ve Kurtuldum." Cevâbını Aldılar. Gelip Durumu Ebü'l-hasan Hazretlerine Anlattılar. Ve; "biz Allah'tan Yardım İstedik, Eşkıyâlar Bizi Soydu. Fakat Seni Hatırlayıp, Senden Yardım İsteyen Şu Arkadaş Kurtuldu. Bunun Hikmeti Nedir?" Diye Sordular. "o Arkadaşınızı Kurtaran, Allahü Teâlâdır. Günahkâr Ağızdan Çıkan Duâyı Cenâb-ı Hak Kabûl Etmez. Bunun İçin Siz Allah'a Yalvardığınız Zaman Duânız Kabûl Olmadı. Bu Arkadaşınız Beni Hatırlayıp İmdât İsteyince, Ben De Rabbime Duâ Ettim; "yâ Rabbî! Şu Kulunu İçinde Bulunduğu Belâdan Kurtar." Dedim. Rabbim Benim Duâmı Kabûl Ettiği İçin, O Arkadaşınız Kurtuldu. Mesele Bundan İbârettir." Buyurdu.
ebü'l-hasan-ı Harkânî Hazretleri Şöyle Anlatır: "iki Kardeş Vardı. Her Gece Sırayla Annelerinin Hizmetiyle Uğraşır, Diğeri Allahü Teâlâya İbâdet Ederdi. Bir Akşam, Allahü Teâlâya İbâdet Eden Kardeş, Yaptığı İbâdet, Duyduğu Hazdan Dolayı Çok Memnun Oldu. Bu Sebepten Ertesi Gün Kardeşine; "bu Gece De Anneme Sen Hizmet Et, Ben İbâdet Edeyim." Dedi. Kardeşi Kabûl Etti. İbâdet Ederken Secdede Uyuya Kaldı Ve O Anda Bir Rüyâ Gördü. Rüyâsında Bir Ses Ona; "kardeşini Affettik, Seni De Onun Hâtırı İçin Bağışladık." Deyince, Genç; "ben, Allahü Teâlâya İbâdet Ediyorum. Kardeşim İse Anneme Hizmet Ediyor. Fakat Beni, Onun Yaptığı Amel Yüzünden Bağışlıyorsunuz." Dedi. Ses Ona; "evet, Senin Yaptığın İbâdetlere Bizim Hiç İhtiyâcımız Yok. Fakat Kardeşinin Annene Yaptığı Hizmetlere, Annenin İhtiyâcı Vardı." Dedi."
1) Nefehât-ül-üns Tercümesi; S.337
2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye (49. Baskı); S.375, 948, 1031, 1067, 1070
3) Keşf-ül-mahcûb; S.268
4) Hadâik-ül-verdiyye; S.105
5) Behcet-üs-seniyye; S.16
6) Reşahât; S.14
7) Müjdeci Mektuplar; S.225
8) Eshâb-ı Kirâm; S.150
9) Rehber Ansiklopedisi; C.4, S.323
10) Sefînet-ül-evliyâ; S.74
11) Mecâlis-ül-uşşâk; No: 6
12) Heft İklim; No: 837
13) Riyâd-ül-ârifîn; S.47
14) Hazînet-ül-asfiyâ; C.1, S.522
15) Makâmât-ı Ebû Saîd Ebü'l-hayr; S.53
16) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.5, S.39