hindistan'ın Büyük Velîlerinden. İsmi Abdullah Olup, Babasınınki Şah Muhammed Ömer'dir. Lakabı Muhyiddîn'dir. Çırağ-ı Nebevî İsmi İle De Meşhurdur. Dedesi, Büyük Âlim Abdullah-ı Dehlevî'nin Halîfesi Ahmed Saîd-i Fârûkî'dir. Ebü'l-hayr, 1856 (h.1272) Senesinde Abdullah-ı Dehlevî Dergâhında Doğdu.
ebü'l-hayr'ın Babası Şah Muhammed Ömer'in Çocuğu Olmuyordu. Bir Gün Ağabeyi Muhammedmazhar, Babası Ahmed Saîd'in Huzûrunda İken; "kardeşim Şah Muhammed Ömer'in Bir Çocuğu Olması İçin Duâ Buyursanız." Dedi. Ahmed Saîd-i Fârûkî De; "inşâallah Çocuğu Olur. Allahü Teâlâ Kerîmdir Ve Kâdirdir. Dilerse Bir Çocuk İhsân Eder." Buyurdu. Sonra Ahmed Saîd-i Fârûkî'nin Tasavvur Ve Himmeti İle Muhammed Ömer'in Evlenmesinden On Sene Sonra Bir Oğlu Dünyâya Geldi. Dedesi Ona Abdülkâdir-i Geylânî Hazretlerinin Lakabı Olan Muhyiddîn Lakabını, Abdullah İsmini Ve Hayırlı Bir İnsan Olması Dileğiyle Ebü'l-hayr Künyesini Verdi.
onun Doğumu İle İlgili Olarak Şöyle Bir Şiir Yazılmıştır:
"ebü'l-hayr, Saîd Ve Ömer'in Servi Bahçelerinde, Şerrin Kökünü Kazıyıcı Hep Hayır Söyleyicidir. O, Allah Ve Resûlünü Sever. Resûlullah'ın Hak Saçan Yolunun Fedâisidir. Onun Gönlü Tevhid İle Öyle Doludur Ki, Başkası Onda Yer Bulamaz. Onun Gönlü Hep Allahü Teâlâyı Anmakla Meşgûldür. Eğer Onun Lütuf Gözü, Nazarı Erip Olgunlaşmamış Bir Tâlibe Düşse Onu Asrın Kâmili Yapar."
ebü'l-hayr Henüz İki Yaşına Geldiği Sırada İngilizler Delhi'yi İşgâl Etti. Bunun Üzerine Dedesi Ahmed Saîd-i Fârûkî, Talebeleri İle Medîne-i Münevvereye Hicret Etti. Ahmed Saîd Hazretleri, Torunu Ebü'l-hayr'ı Çok Severdi. Ekseriyetle Onun İle Berâber Mescid-i Nebîye Giderdi. Küçük Bir Çocuk İken Dedesinin Feyz Ve Bereketinden İstifâde Etmeye Başladı. Bir Gün Ahmed Saîd-i Fârûkî, Talebeleri İle Sohbet Ediyordu. Torunu Ebü'l-hayr Da Yanında İdi. Mecliste Bulunanlardan Birisi; "efendim! Sizden Sonra Muhterem Çocuklarınızdan Hangisi Yerinize Geçecek?" Diye Suâl Etti. Ahmed Saîd Hazretleri; "allahü Teâlânın Lütuf Ve İhsânı İle Üç Oğlum Da Kur'ân-ı Kerîmi Ezberledi. Üçü De Âlim, Veliyy-i Kâmil Ve Takvâ Sâhibidir. Nakşibendiyye Yolunda Nihâyete Kavuşmuş, Hilâfet Almışlardır. Bizim Yerimize Geçmeye Üçü De Lâyıktırlar. Fakat Benden Sonra Halîfem Bu Mübârek Çocuk Olacaktır." Buyurarak Ellerini Ebü'l-hayr Fârûkî'nin Başına Koydu. Beş Yaşına Girince, Babası, Ebü'l-hayr'ı Elinden Tutup Ahmed-i Saîd-i Fârûkî'nin Huzûruna Götürdü Ve Ona Bîat Ettirdi. Böylece Küçük Yaşta Dedesine Talebe Olmakla Şereflendi. Ahmed-i Saîd-i Fârûkî Hazretleri Bu Olaydan Kısa Bir Süre Sonra 1860 Senesinde Vefât Etti. Dedesinin Vefâtından Sonra Babası Ayrılık Acısına Dayanamayıp, Âilesi İle Birlikte Mekke-i Mükerremeye Gitti. Ebü'l-hayr Dokuz Yaşına Geldiğinde Kur'ân-ı Kerîmi Ezberledi. On Bir Yaşına Geldiğinde Nahv İlminden İbn-i Hâcib'in kâfiye kitabını, On Üç Yaşında Hâfız Abdullah Darirî'den Sarf İlmine Dâir Olanşâfiiyye kitabını Okudu. Ebü'l-hayr Hazretleri delâil-i Hayrât'ın Başına Şu Tavsiyeleri Yazdı:
"havanın Ağarmaya Başlamasından Bir Saat Önce Olan Teheccüt, Seher Vaktinde Uyanık Olup, Birkaç Rekat Namaz Kılmalıdır. Sonra Bir Müddet Allahü Teâlâyı Zikretmeli, Havanın Ağarmaya Başladığı Vakitte İse Sabah Namazını Kılmalıdır. Bundan Sonra İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin mektûbât'ını, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin mesnevî'sini, İmâm-ı Gazâlî Hazretlerinin ihyâu Ulûmiddîn'ini, Molla Câmî'nin nefehât'ını Ve İmâm-ı Birgivî'nin tarîkat-ı Muhammediye'sini Mütâlaa Etmelidir. Yemek Yedikten Sonra Bir Müddet Kaylule Yapmalıdır. Sonra Bir Mikdâr Zikirle Meşgul Olmalı Ve Her Gün En Az Altı Sahife Kur'ân-ı Kerîm Okumalıdır. Her Talebe Planlı Ve Proğramlı Bir Şekilde Bu İşleri Zevkle Yerine Getirmelidir."
ebü'l-hayr, On Beş Yaşına Gelince Resûlullah Efendimizin Kabr-i Şerîfini Ve Amcalarını Ziyâret İçin Medîne'ye Gitti. Bu Ziyâreti Sırasında Amcasından Hadîs İlminde İcâzet, Diploma Aldı. Böylece İlim Tahsîlini Tamamladıktan Sonra 1888 Senesinde Hindistan'a Dönerek Dehli'deki Abdullah-ı Dehlevî Dergâhına Yerleşti. Dergahın Tâmir İşlerini Tamamladıktan Sonra Birkaç Sene Dergâhtan Dışarı Çıkmadı. Sonra İnsanlara Allahü Teâlânın Emir Ve Yasaklarını Anlatmaya Başladı.
ebü'l-hayr Fârûkî, Hediye Kabûl Etmekte İhtiyatlı İdi. Haram İşleyen Ve Îtikâdı Bozuk Kimselerden Hediye Kabûl Etmezdi. Aldığı Hediyeleri Evinde Husûsî Bir Köşeye Bırakırdı. Eğer Kalbinde Bir Sıkıntı, Bulanıklık Meydana Gelirse, Ertesi Gün O Hediyeyi Getiren Şahsa İâde Ederdi. Sevenlerinden Afganlı Bir Zât, Bir Mikdâr Yağ Getirmişti. Ertesi Gün Yağı Geri Gönderdi Ve; "bana Bu Yağdan Haram Kokusu Geliyor." Buyurdu. O Şahıs Hayret İçinde Kaldı. Koyunları Helâl Para İle Satın Almış, Hanımı Da Yağı Kendi Eliyle Çekmişti. Evine Dönünce Yağın Durumunu Araştırdı. Koyunlarından Bâzısı Bir Ara Başkalarının Arâzisine Giderek Orada Otlamış. Yağdaki Haramlık Kokusunun Buradan Geldiğini Anladı.
mevlevî Bereketullah İlk Talebelerinden İdi. Bir Gün Ebü'l-hayr'ın Huzûruna Gelip, Bir Mikdâr Para Hediye Etti. Bir İki Gün Dergâhta Kaldıktan Sonra, Memleketine Geri Döndü. Ebü'l-hayr Arkasından Şöyle Bir Mektup Yazdı:
"sizin Dönmek Üzere İzin Aldığınız Gün İkindiden Sonra Kalbime Hakkınızda Bir Lütufsuzluk, Hoşnutsuzluk Vâsıl Oldu. Hemen Sizi Aradık, Fakat Gitmişsiniz. Hediyeniz Geri Gönderildi. Çünkü Sizin Hâliniz Şüphelidir. Eğer Durumunuz İyi Olsa İdi, Kalbimde Size Karşı Hoşnutsuzluk Meydana Gelmezdi. Biz Her Şahsın Hediyesini Almadığımız Gibi, Herkes De Bizden Nasîbdâr Olamaz. Size Düşen Tövbe Etmenizdir."
allahü Teâlâ Ebü'l-hayr Hazretlerinin Bütün İşlerini Ve Vakitlerini Güzel Hoş Eylemişti. mişkatkitabında Geçen Bir Hadîs-i Kudsîde; "ey Âdemoğlu! Kendini Bana İbâdete Ver. Böyle Yaparsan Gönlünü Zenginlik İle Doldurur, İhtiyâcını Gideririm. Eğer Böyle Yapmazsan Elini Meşgûliyetle Doldururum. İhtiyâcını Gidermem." buyrulmaktadır. Ebü'l-hayr Hazretlerinin Bu Hadîs-i Kudsîye Uygun Şekilde Allahü Teâlânın Lütuf Ve İhsânı İle Gönlü Mâsivâdan, Dünyâ Düşüncelerinden Temizlenmişti. Onların Her Ânı Böyle Saf Ve Temiz İdi. Kalbi Her An Allahü Teâlâyı Zikrederdi.
ebü'l-hayr'ın Birkaç Sene Dergâhtan Dışarı Çıkmamaları Yüzünden Sıhhatlerinde Bozukluk Görüldü. Bunun Üzerine Sevenlerinden Bir Zât Dışarı Çıkıp, Biraz Gezinmelerini Tavsiye Etti. O Günden Îtibâren Böyle Dolaşmaya Başladı. Ekseri Yanlarında İki Kişi Bulunurdu. Bunlardan Birisi Hâfız Münîrüddîn Diğeri Mevlevî Abdüssübhân İdi. Hâfız Münîrüddîn Devamlı Kur'ân-ı Kerîm Okurdu. Ebü'l-hayr Okunan Âyet-i Kerîmelerin Tefsîrini Yaptığı Zaman, Mevlevî Abdüssübhân Çok Lezzet Alırdı. Bir Gün Hâfız Münîrüddîn, Lut Kavmi İle Alâkalı Olan Âyet-i Kerîmeleri Okudu. Ebü'l-hayr Bu Âyet-i Kerîmeleri Öyle Açıkladı Ki, Allah Korkusundan Mevlevî Abdüssübhân'ın Gözlerinden Yaşlar Aktı.
ebü'l-hayr Hazretlerinin Bâtını, İç Dünyâsı Allahü Teâlânın Aşkı İle Yanardı. Bâzan Bu Aşk Dışına Da Vurur Ve Görenler Vücûdundan Buhar Çıkıyor Zannederlerdi. Yazın Sıcak Günlerinin Harâreti De Eklenince, Onun İnce Ve Zayıf Vücudu Bu Harârete Dayanamaz Ve Hastalanırdı. Sevenlerinden Hakim Abdülhakîm Bir Yaz Mevsiminde Kendilerine Serin Bir Yere Gitmelerinin İyi Olacağını Bildirdi. Bunun İçin Belücistan'da Kuita'nın Uygun Olduğunu Arzetti. Burasıebü'l-hayr Hazretleri İçin Yeni Bir Yerdi. Tanıdık Kimsesi Yoktu. 1900 Senesi Başlarında Çoluk Çocukları İle Berâber Kuita'ya Gidip Orada Bir Ev Kiraladılar. Berâberinde Yalnız Hindli Bir Hizmetçi Vardı. Ebü'l-hayr Hazretleri Ne Afgan Ne De Beluci Dillerini Biliyordu. Buna Rağmen Allahü Teâlâ Oradaki İnsanların Kalplerini Ona Meylettirdi. Onu Herkese Sevdirdi. Nitekim mişkât kitabında sahîh-i Müslim'den Alınan Bir Hadîs-i Şerîfte Buyrulduğu Gibi:"şüphesiz Allahü Teâlâ Bir Kulundan Râzı Olup, Onu Sevdiğinde, Cebrâil Aleyhisselâmı Çağırır Ve Ona Buyurur Ki: Ben Falan Kulumu Seviyorum Sen De Onu Sev. Cebrâil Aleyhisselâm Onu Sever. Sonra Semâda Seslenip Der Ki: Allahü Teâlâ Falan Kulu Seviyor, Siz De Onu Sevin. Semâdakiler Onu Sever. Sonra Onun Sevgisi Yerdekilerin Gönüllerinde Yerleşir."
nitekim Ebü'l-hayr Hazretleri Kuita Bölgesine Gittiği Zaman Buradaki Âlimler, Sâlihler Onun Sohbetine Koştular. Devrin Âlimlerinden Olan Mîr Hasan Sâhibzâde, Kuita'ya Uzak Bir Yerde Oturuyordu. Küçük Oğlu Seyyid Abdülhalîm'i Çağırıp; "mübârek Bir Zâtın "dehli'den Teşrif Ettiğini Duyduk. Kuita'ya Git. Onun Ahvâlini, Durumunu Öğrenip Bize Haber Getir." Dedi. Abdülhalîm Kuita'ya Gelip Ebü'l-hayr'ı Ve Hallerini Sordu. Yakınlarından Da Onun Hakkında Bilgi Aldı. Dönüp Babasına Şöyle Anlattı: "o Zât, İyi Bir Âlim Ve Kur'ân-ı Kerîm Hâfızıdır. Herkesle Görüşmüyor. Kendini Açıkça Günâh İşleyenlerden Uzak Tutuyor. Kimse Hakkında Kötü Konuşmuyor. Yolda Yürürken Ayaklarına Bakarak Yürüyor. Onun Meclisi İlim Meclisi Olup, Yalnız İlimden Konuşuluyor. Talebelerini Uygun Olmayan Şeylerden Men Ediyor." Bunları Dinleyen Mîr Hasan Sâhibzâde; "ey Oğlum! Anlattığına Göre O Zât Muhakkak Allahü Teâlânın Velîlerindendir. Onların Huzûruna Varmak Saâdettir." Dedi. Daha Sonra Ebü'l-hayr'ı Ziyâret Etmek İçin Kuita'ya Gitti Ve Sohbetlerinde Bulundu.
ebü'l-hayr Hazretleri Çok Sevdiği Kuita'da 1910 Yılında Bir Ev Satın Aldı. 1911'de Kuita'dan Dehli'ye Geldi. 1915'te İse Çoluk Çocuğu İle Birlikte Rampur'a Gitti. Rampur'da Çok Güzel Bir Bahçe Vardı. Şeyh Hazretleri Bâzan Ferahlamak Ve Dolaşmak İçin Oraya Giderlerdi. Yolda Giderken Her Gün Okudukları Zikir Kelimelerini Ve Esmâ-i Hüsnâyı Söylerlerdi. Genellikle İçlerinden Okudukları Halde Bâzan Da Yanındakilerin Duyacağı Kadar Yüksek Sesle Okurlardı. Bir Gün Yine Böyle Yüksek Sesle Zikrederek Giderken Kendilerinden Mânevî Bir Hal Meydana Geldi. Yolda Kimse Yoktu. Karanlık Bir Gece İdi. Etrafta Derin Bir Sessizlik Vardı. Bir Anda Ebü'l-hayr Hazretleri Buyurdular Ki: "ey Ağaçlar! Ey Kırık Dökük Taşlar! Ey Yer! Yarın Kıyâmet Gününde Bir Kul Bu Yolda Allahü Teâlâyı Zikrederek, Anarak Giderdi Diye Şâhitlik Ediniz." Dedi. Bu Esnâda Gözlerinden Yaşlar Geliyordu.
molla Tayyib, Ebü'l-hayr Efendinin Talebelerinden İdi. Ebü'l-hayr, Onun Kur'ân-ı Kerîm Okumasını Çok Beğenirdi. Bir Gün Sohbet Esnâsında Ebü'l-hayr Efendi; "acabâ Molla Tayyib Vefât Mı Etti?" Dedi. Orada Bulunanlar O Gün Ve Târihi Yazdılar. Birkaç Gün Sonra Molla Tayyib'in Vefât Haberi Geldi. Araştırdıklarında Molla Tayyib'in, Ebü'l-hayr Efendinin; "acabâ Molla Tayyib Vefât Mı Etti?" Buyurduğu Gün Vefât Ettiği Öğrenildi.
ebü'l-hayr Efendi Bir Gün Dergâhda Oturmuştu. Yanında Bâzı Talebeleri Vardı. Bu Sırada Gökyüzüne Baktı Ve; "melekler Sâlih Birisini Götürüyorlar." Buyurdu. Oradaki Talebelerinden Birisi Kimin Vefât Ettiğini Araştırdığında, Yüzücü Bir Pehlivanın Vefât Ettiğini Öğrendi. Gerçi O Şahıs Sâlih Ve Gönül Ehli Birisi Değildi. Ancak, Şâh Cihân Kalesinin Yanındaki Nehir Taştığı Zaman Yüzlerce İnsanı Boğulmaktan Kurtarmıştı.
hâfız Fazlurrahmân, Pâniputlu İdi. Kur'ân-ı Kerîmi Gâyet Güzel Okurdu. Ebü'l-hayr Sohbetlerinde Kur'ân-ı Kerîmi Ona Okuturdu. Bir Gün Ebü'l-hayr Efendi Bir Yere Gitmişti. Orada Birisi Kur'ân-ı Kerîm Okuyordu. Fakat Tecvide Vâkıf Olmadığından Doğru Okumuyordu. Bunun Üzerine Ebü'l-hayr Fârûkî Onu Kur'ân-ı Kerîm Okumaktan Men Etti Ve Hâfız Fazlurrahmân'a Seslendi. Fazlurrahmân O Sırada Bir İşi İçin Pânipût'a Gitmişti. İşini Bitirmiş, Dinlenmek İçin Bir Yerde Otururken Uyuya Kalmıştı. Uykuda Ebü'l-hayr Fârûkî'nin Sesini İşitti. Hemen Kalkıp Dehli'ye Doğru Yola Çıktı. Akşamdan Sonra Dehli'ye Vardı. Durumu Arkadaşlarına Anlatınca, Onlar Da; "gündüz Hocamız Sana Seslenmişti." Dediler.
ebü'l-hayr Fârûkî, Talebelerinin Ahlâkını Güzelleştirmek İçin Çok Gayret Gösterirdi. Onları Benlik Ve Ucub, Kendini Beğenme Girdâbından Çekerdi. Buyururdu Ki: "kötü Ahlâk Yok Olmadıkça Kalp Kemâle Gelmez."
fadl Ömer Dehlevî, Ebü'l-hayr Fârûkî'nin Hindistan'daki En Yakınlarından Ve Hâlis Bağlılarından İdi. Fadl Ömer Vefât Ettiği Sırada Ebü'l-hayr Efendi Kuita'da İdi. Dehli'ye Döndüklerinde Hemen Fadl Ömer'in Kabrini Ziyârete Gitti. Beraberinde Sevenleri Ve Fadl Ömer'in Akrabâları Da Vardı. Ebü'l-hayr Fârûkî Kabrin Başında Fâtiha Okuduktan Sonra Orada Bulunanlara; "bakınız! Fadl Ömer'in Kabrinde Bulunan Toprağın Her Zerresi Allahü Teâlâyı Zikretmekte." Buyurdular.
ebü'l-hayr Fârûkî'yi Sevenlerden Birisinin Çocuğu Olmuyordu. Muhaccer-i Mübârek Denilen Yerde Bulunduğu Esnâda Kalbinden; "ebü'l-hayr Hazretleri Duâ Buyursalar Da Bir Çocuğum Olsa, Murâdıma Kavuşsam." Diye Geçti. O Anda Karşısında Ebü'l-hayr Fârûkî'yi Gördü. Yanına Yaklaşıp; "niçin Ecmir'e Gidip, Muînüddîn-i Çeştî'nin Kabrini Ziyâret Edip Duâ Etmiyorsun?" Dedi. O Zât, Muînüddîn-i Çeştî'nin Kabrini Ziyâret Edip Duâ Etti. Allahü Teâlâ O Büyük Zâtın Hürmetine Duâsını Kabûl Ederek, Bir Çocuk İhsân Etti.
ebü'l-hayr Fârûkî, Seyyidlere Çok Hürmet Ederdi. Bir Gün Abdülkâdir-i Geylânî'nin Soyundan Gelen Seyyid Süleymân Şerîf İle Habîburrahmân Şirvânî, Ebü'l-hayr'ı Ziyârete Geldiler. Habîburrahmân Şirvânî, Süleymân Efendinin Seyyidlerden Ve Abdülkâdir-i Geylânî Hazretlerinin Soyundan Olduğunu Söyleyince, Ebü'l-hayr Fârûkî Onu Her Zaman Nasihat İçin Oturduğu Yere Dâvet Ederek, Oturmasını Ricâ Etti. Seyyid Süleymân Efendi De; "efendim Orası İrşâd Makâmıdır. Oraya Siz Lâyıksınız." Deyince, Ebü'l-hayr Efendi; "siz Seyyidsiniz. Size Hürmet Etmek Lâzımdır. Bize Bir Şeyler Anlatınız Da Onunla Amel Edelim." Buyurdu.
şâkir Ahmed Ensârî Bir Gün Habîbullah Pânî-pütî İle Beraber Ebü'l-hayr Fârûkî'nin Huzûruna Gitmişlerdi. Ebü'l-hayr Fârûkî O Sırada Üzerinde İki Şal Olduğu Halde Taht Gibi Bir Şeyin Üzerinde Oturuyordu. Ebü'l-hayr Fârûkî'yi Bu Halde Görünce, Habîbullah'ın Kalbinden; "şeyh Olan Birisi İki Şala Bürünüp Böyle Taht Üzerinde Nasıl Oturur? Bu, Sultanlara Mahsus Bir Haldir." Diye Geçti. Ebü'l-hayr Efendi Başını Kaldırıp; "eğer Şeyh Olan Kimse Eski Bir Elbise Giyip, Kül Üzerinde Otursa, Fakat Kendini Bir Şey Zannetse, O Hiçbir Şey Değildir. Başka Şeyh De İki Şala Bürünüp, Taht Üzerinde Otursa, Fakat Kendini Hiçbir Şey Olarak Görse, Bil Ki O Esas Şeyhdir." Buyurdu. Habîbullah Bu Durumu Arkadaşlarına Anlatınca, Arkadaşı; "onlar Allahü Teâlânın İzni İle Kalpten Geçeni Bilirler. Onun İçin Bizler, Onların Yanına Kalbimizi Vesveselerden Temizleyerek Girelim." Dedi.
ebü'l-hayr Fârûkî, Dehli'de Hacca Gitmek İçin Yola Çıkanlara Şöyle Tavsiyede Bulundu: "yolculuğun Meşakkat Ve Güçlüklerine Zevkle, Şevkle Katlanmalıdır. Sabırsızlık, Sıkıntı, Rahatsızlık Sözlerini Ağıza Almamalıdır. Eğer Bir Kimsenin Sıkıntı Ve Meşakkatlere Katlanmaya Gücü Yoksa, Ona Bu Sefere İzin Vermek Doğru Değildir."
"dehli'de Hacı Zafirüddîn İsminde Temiz Kalpli Bir Zât Vardı. Bir Gün Ebü'l-hayr Hazretlerine; "efendim! Nefsânî Arzu Ve İstekler Biz İnsanların Tabiatında, Yaratılışında Var, Bunlardan Korunamayız Ki." Deyince; "allahü Teâlâ İnsanda Bu Nefsin İsteklerini Yarattı. Fakat Onları Def Edecek Kuvveti De Verdi. İnsan Bu Kuvvetleri Kullanarak, Meşrû Yollarla, Nefsin İsteklerini Gidermeye Çalışması, Allahü Teâlânın Emirlerini Yerine Getirmesi Ve Yasaklarından Sakınması Lâzımdır. İşte Dindarlık Da Budur."
birisi Dehli Civârında Bulunan Çok Yüksek Bir Tepeye Çıkmış, Kendini Oradan Aşağıya Atıp İntihar Etmek İstiyordu. Tam Kendisini Dağdan Aşağı Atacağı Sırada Arkasından Birisi Onu Kuvvetle Tuttu. Dönüp Baktığında, Kendisini Tutanın Ebü'l-hayr Fârûkî Olduğunu Gördü. Ebü'l-hayr Fârûkî Buyurdu Ki: "intihar Etmeye Utanmıyor Musun? İrâden Kadınlardan Da Aşağı İmiş." Sonra Ona Birkaç Dirhem Verip; "al Şu Balta İle İpi; Odun Satarak Helal Kazan." Dedi. O Şahıs Yaptığına Tövbe Etti Ve Talebelerinden Oldu.
ebü'l-hayr Fârûkî, Kabir Ziyâretlerine Gider, Mânen İstifâde Ederdi. Kabir Ziyâreti İçin Sefere Çıkmak Câizdir Buyururdu. Serhend Ve Pâni-püt'e Oradaki Kabirleri Ziyâret İçin Gitmişti. Din Büyüklerinin Kabirlerini Ziyârete Gidince Tam Bir Edeb Üzere Bulunurdu. Ayakkabılarını Çıkarıp, Ellerini Bağlar, Başını Önüne Eğerek, Kabrin Yanına Giderdi. Yüzünü Kabre Dönerlerdi. İki Dizi Üzerine Oturarak Kur'ân-ı Kerîm Okurdu. Edeb Ve Hürmetle Geri Geri Giderek Kabrin Yanından Ayrılırdı.
ebü'l-hayr Fârûkî, Sohbetlerinde Sık Sık Şöyle Nasihat Ederdi:
"din Bilgisini Öğreniniz. Geliş-gidişlerinizde, Oturup Kalkmalarınızda, Kısaca Her Vakit, Kalbinizi Allahü Teâlâyı Anmak Ve Hatırlamakla Meşgul Ediniz. Böylece Dâimâ Allahü Teâlâyı Anma Ve Hatırlama Hâli, Melekesi Hâsıl Olur."
"çok İstiğfâr Ve Lâ Havle Velâ Kuvvete İllâ Billah, Okuyunuz. Kalpteki Vesveselerden Ve Günahlardan Uzaklaşmak İçin Çok Faydalıdır."
"musibet Ve Sıkıntı Zamanlarında Sabırlı Olunuz. Böyle Vakitlerde Allahü Teâlâyı Anmakla Meşgul Olmak Kalbe Rahatlık Verir. Allahü Teâlâyı Çok Anınız. Bu Dünyâya Gelen Bir Gün Mutlaka Buradan Göç Edecektir. Saâdetli O Kimsedir Ki, Tövbe Edip Zikr İle Meşgul Olarak Vefât Eder."
"tâatler, İbâdetler İçin Çok Gayretli Olunuz. Kıymetli Ömür Sermâyesini Zâyi Etmeyiniz. Sıkıntı Ve Kederden Kendinizi Uzak Tutunuz. Gıybetten Ve Yalan Söylemekten Çok Sakınınız. Kötü Huylardan Sakınmakta Çok Gayret Ediniz."
"hocasının Huzûrunda Sağa Sola Bakan, Kalben Hazır Bulunmayan Edepsizlik Etmiş Olur. Nefislerinin Esiri Olanlar Ölüdürler. Kalb Ehli İse Diridirler. Ey Allah'ın Kulu! İnsanlara Karşı Mütevâzî Ol. Kibirli Ve İnâd Olma. Halka Tevâzû Ederek, Başını Önüne Eğ. Fakir Kimse Gibi Yürü. Emir Gibi, İhtişamlı Yürüme. Din Büyüklerine Hizmet Et. Dünyâda Nefsi Ölen Bir Daha Ölmez. Seher Vakti Kalkıp Namaz Kılmakla, Kur'ân-ı Kerîm Ve İstiğfâr Okumakla Meşgul Olanlara Ne Mutlu. Zikirlerin En Üstünü "lâ İlâhe İllallah" Söylemektir.
"ey Aziz! Fırsat Ganîmettir. Hadîs-i Şerîfte; "sonra Yaparım Diyenler Helâk Oldu." buyruldu.
"uzun Emel, Uzun Arzular İle Kıymetli Vaktinizi Zâyi Etmeyiniz. Kötü Düşüncelerden Kalbinizi Uzak Tutunuz. Vesveselerden, Boş Düşüncelerden Zihninizi Temizleyiniz. Her Gün Belli Bir Vakitte Kur'ân-ı Kerîm Okuyunuz. İyilerin Yolu Budur. Dünyâ Gam Ve Kederinde Kalmak, Eline Dünyâlık Geçmedi Diye Üzülmek, Akıllıların İşi Değildir. Dünyâlık İçin Üzülmekten Ele Ne Geçer? Zamânı İyi İşlerde Harcamak Gerekir. Ticâret Ve Zirâat İyi İşlerdendir. İhlâsla Allahü Teâlâyı Anmak En Büyük Nîmettir."
dünyâlık Elde Etmek Ve Zengin Olmak İçin Yanına Gelenlere, Kendisinden Duâ İsteyenlere İse Şöyle Buyururdu:
"dünyevî Maksatlar İçin Benim Yanıma Gelmeniz Ve Benden Bir Şey Taleb Etmeniz Ahmaklıktır. Allahü Teâlâ Kitaplarını, Dünyevî Kazanç Yollarını Bildirmek İçin İndirmemiş, Peygamberlerini Bunun İçin Göndermemiştir. Bilakis Onları Kullarına Dîni Öğretmek İçin Göndermiştir. Dünyâlık Kazanmak İçin Kitap Ve Peygambere İhtiyaç Yoktur. Kitap Ve Peygamber Olmadan Da Dünyâlık Kazanılabilir. Cenâb-ı Hak Bu Hususta Dinli Dinsiz Bütün Yaratıklarının Rızıklarına Kefildir. Bir Kimse Uygun Bir Mürşid-i Kâmil, Rehber Elinde Kemâlin Zirvesine Ulaşırsa, Peygamber Efendimizin Vekîli Olur. Peygambere Dünyâyı Kazanma Yollarını Öğretmesi Lâzım Değil İken Onun Vekillerine Niye Lâzım Olsun. Pîr-i Kâmilin Duâsıyla Dünyâlık Elde Etmek Makbûl Değildir. Bid'at Ve Gaflet Ehli Böyle Şeylere Müptelâ Olmuş, Tutulmuştur. İşin Özü Şudur Ki: Bir Kul Namaz, Oruç, Kur'ân-ı Kerîm Okumak Ve Zikri Bu Maksatla Yaparsa, Dünyâlık Bakımından Onun Durumu İyi Olur. Fakat Âhiret Sevabından Mahrûm Kalır. Nitekim Âyet-i Kerîmede Meâlen Şöyle Buyrulmaktadır: "kim Dünyâ Hayâtını Ve Onun Süsünü İsterse, Onlara Yaptıklarının(çalıştıklarının) karşılığını Burada Tam Olarak Veririz. Bu Hususta Bir Eksikliğe De Uğratılmazlar. Onlar Öyle Kimselerdir Ki, Âhirette Kendileri İçin Ateşten Başkası Yoktur. Dünyâda Yapageldikleri Şeyler Orada Boşa Gitmiştir. Zâten Yapageldikleri Şeyler Hep Boştur." (hûd Sûresi: 15-16)
yine Buyurdu Ki:
"her Söylediğinizi Kalp Huzûru İle İhlâsla, Allahü Teâlâ İçin Söyleyiniz. Gafletten, Allahü Teâlâyı Unutmaktan, Kötü Ve Bozuk Ahlâktan Uzak Durunuz."
"kur'ân-ı Kerîmi Okumanın Üç Derecesi Vardır. En Aşağı Derecesi, Yalnız Tecvid İle Okumaktır. Orta Derecesi Tecvidle Ve Mânâsını Anlayarak Okumaktır. En Üstün Derecesi İse, Tecvidle Ve Mânâsını Anlayarak Ve Tadını Kalbinde Duyarak Okumaktır."
"yabancı Kadın, Bid'at Sâhibi Ve Fâsıkla Berâber Olmaktan Çok Sakının."
"bedenin Sıhhati Şu Üç Şeye Bağlıdır: İyi Gıdâ, Vücutta Bozuk Zararlı Bir Madde Bulunmaması Ve Zararlı Şeylerden Uzak Durmak. Kalbin Sıhhati İse Şunlara Bağlıdır: 1) Sâlih Amel; Kalbin Ve Rûhun Gıdâsıdır. 2) Kin, Kibir Gibi Kötü Ahlâktan Sakınmak; Bunlar Bedendeki Bozuk Maddeler Gibidir.3) Günahlardan Sakınmak."
"mânevî Perdelerin, Kalp Gözünün Açılması, Herkese Nasîb Olmaz. Allahü Teâlâ Bunu Dilediğine İhsân Eder. Allahü Teâlânın Lütuf Ve İhsânına Kavuşmadıkça, Bu Saâdet, Pazu Kuvveti İle Ele Geçmez."
"bir Kimse İhlâsla, Her Şeyi Allahü Teâlânın Rızâsı İçin Yapmakla, Ona Saâdet Kapıları Açılır. Bir Zât, Okuma-yazma Bilmezdi. Fakat Allahü Teâlâya Ve Resûlullah Efendimize O Kadar Âşık İdi Ki, Bu Hâli Bütün Bedenine Sirâyet Etmişti. Okuma-yazması Olmadığı İçin Kur'ân-ı Kerîmi Okuyamazdı, Ancak Kur'ân-ı Kerîme Olan Sevgisinden Kıbleye Doğru Oturur, Kur'ân-ı Kerîmi Bir Rahle Üzerine Koyar, Her Satırı Parmağı İle Okuyormuş Gibi Tâkib Ederdi. Sonra Sevgi Ve İhlâsla; "allah'ım! Ne Hoş Buyuruyorsun." Derdi. Her Gün Belli Vakitlerde Öyle Kur'ân-ı Kerîmle Meşgul Olurdu. Bir Müddet Sonra Kendisinde Yüksek Haller Meydana Geldi Ve Murâdına Kavuştu."
ebü'l-hayr Fârûkî, 1925 (h.1341) Senesinde Dehli'de Vefât Etti. Kalabalık Bir Cemâat Tarafından Kılınan Namazdan Sonra Dedesi Ebû Saîd Fârûkî'nin Yanına Defnedildi. Kabri Ziyâret Mahallidir. Oğullarından Zeyd Efendi Hâlen Sağ Olup Dergâhda Ders Vermektedir.
ebü'l-hayr Fârûkî İstasyonda Tren Beklerken Bir Köşede Oturuyordu. Yanında Da Hâfız Hafîzüddîn İsminde Bir Talebesi Vardı. Bu Talebenin Birden Kalbine; "böyle Büyük Bir Zâtın Talebesiyim, Fakat Nasîpsizim." Diye Geldi. O Anda Ebü'l-hayr Efendi Onu Yanına Doğru Çekerek; "ey Kardeşim! Hem Dîne, Hem De Dünyâya Kavuştun. Allahü Teâlânın Lütuf Ve İhsânından Başka Ne İstersin." Buyurdular. Bir Müddet Sonra Cenâb-ı Hakk'ın Lütuf Ve İhsânı İle Hem Mânevî Derecesi Arttı, Hem De Dünyevî Makam, Mevki, Mal Ve Servete Kavuştu.
ebü'l-hayr Fârûkî'yi Sevenlerden Hâfız Abdülhakîm Dehlevî Ticâretle Uğraşıyordu. Ticâretinde Zarar Etmişti. Bu Durum Ona Mânen De Zarar Vermişti. Bir Gün Ebü'l-hayr Dükkanın Önünden Geçerken, İçeri Girdi. Hâfız Abdülhakîm'in Omuzuna Elini Koydu. İltifât Göstererek; "ey Aziz! Niçin Kendini Perişan Ediyorsun? Niçin Keder, Üzüntü Ve Sabırsızlıkla Vakitlerini Geçiriyorsun. Allahü Teâlâ Sana Mal, Hanım, Çoluk-çocuk, Sıhhat, Şeref Ve Îtibâr Gibi Pekçok Nîmet İhsân Etmiş. Bunlar İçerisinde Maldan Bir Kısmı Zâyi Olsa Ne Olur Sanki? Şâyet Allahü Teâlâ Kalanını Da Alırsa Ne Yapacaksın?" Buyurdu. Bu Sözler Hâfız Abdülhakîm'in Kalbindeki Derde Şifâ Oldu. Kalbi Şaşılacak Derecede Sükûnet Ve Huzur Buldu, Bütün Mânevî Kirlerden Ve Bulaşıklardan Temizlendi.
ebü'l-hayr Hazretleri Buyurdu Ki: Bir Gece Resûlullah Efendimizi Gördüm. Bir Taraftan Diğer Tarafa Gidip Geliyorlardı. Mübârek Yüzlerinde Keder Ve Üzüntü Görülüyordu. Anam-babam Sana Fedâ Olsun Yâ Resûlallah! Üzüntü Ve Kederinizin Sebebi Nedir? Diye Sordum. Resûlullah Efendimiz Buyurdu Ki: Bugün Abdülhamîd Han Tahttan İndirildi. Bunun İçin Kederliyim." Ebü'l-hayr Hazretleri Rüyâsını Naklettikten Sonra, Gözleri Yaş İçerisinde Şöyle Buyurdu: "bu Yüz Sene İçerisinde Sultan Abdülhamîd Han Gibi Takvâ Sâhibi Bir Sultan Gelmemiştir. O, Kavminin Derdi İle Dertlenir, Milletinin İyiliğini Ve Refahını İsterdi. Müttekî Ve İlmi Seven Bir Sultândı. Hocam Rahmetullah Efendiyi Mekke-i Mükerremeden İstanbul'a Yanına Dâvet Etmiş, Çok İkrâm Ve İltifâtta Bulunmuştu. Hattâ Kendi Eliyle Ona Namaz İçin Seccâde Sermişlerdi. O Yüce Hâkana Bu Muâmeleyi Revâ Görenlerin Sonları Pek Fecî Olacaktır. Ama Din Ve Millet Çok Zarar Görecektir, Ona Yanıyorum."
"ey Oğlum! Temennîleri Bırak. Gece-gündüz Dünyâ Malı Toplar, Amel Yapmazsan, Hiçbir İsteğine Kavuşamazsın. Yalnız Yaptıklarının Meyvesini Bulursun. Gece Gündüz Dünyâ İçin Çalışırsın, Sonra Da Dindârların Kavuştuğu Derecelere Kavuşmayı Beklersin. Ne Kadar Uzak. İşin Sonunda Kurtuluş, Sizin Temennî Ve Arzûlarınıza Bağlı Değildir. Bilakis Îmân Ve Amele Bağlıdır. Kötü Amel Yapan Herkes Onun Cezâsını Görür. Hiç Kimsenin Allahü Teâlâdan Başka Hakîkî Yardımcısı Yoktur. Îmân Edip, İyi Amel İşleyenler Cennet'e Girerler. Büyüklerimiz; Allahü Teâlâdan Ve Sevdiklerinden Başkasına Tutulmuş Olandan Ne Hayır Beklenir." Buyurmuşlardır.
1) Makâmât-ı Ahyâr; S.116
2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye (48. Baskı); S.1039