Hicri bin senesinde teşrif etti dünyaya.
Kararmış gönülleri, kavuşturdu ziyaya.
Bu zat, Mektubat’ında şöyle buyurmaktadır:
İslamın bir sureti, ve bir de aslı vardır.
İslamın suretine kavuşunca bir insan,
Nefsi iman etmemiş, olmamıştır müslüman.
Bunlar, kalpleri ile inanmışlardır, ama,
Nefsleri girmek ister, her günah ve harama.
Kıldıkları namazlar, namazın suretidir.
Sair taatleri de, tam hakiki değildir.
Bir nefis ki, inkârda olunca, tabii ki,
İman ve ibadetler elbet olmaz hakiki.
Ve lakin Hak teâlâ, pek çok merhametlidir.
İmanın suretini kabul eylemektedir.
Sırf kalbin imanının, kabul buyurulması,
Nefsin imanının da, yani şart olmaması,
Allahü teâlânın çok büyük ihsanıdır.
Ve lakin Cennetin de, suret ve aslı vardır.
İmanın suretine kavuşmuşsa bir kimse,
Cennetin suretinden alır o, pay ve hisse.
Kim ki, hakikatine kavuşmuşsa imanın,
Cennette, hakikatten pay alır o da yarın.
İmanın suretine, bir de hakikatine,
Kavuşan iki mümin, Cennete girdiğinde,
Aynı meyvelerinden yiyeceklerdir, fakat,
Herbiri, başka başka alacak lezzet ve tad.
Nitekim o Serverin zevceleri de yarın,
Yanında olacaktır, hepsi Resulullahın.
Velakin herbirinin duyacakları lezzet,
Aynı olmayacaktır Resulünkiyle elbet.
İslamın suretiyle, kim ki şeref bulmuştur,
Umumi evliyalık, ona nasib olmuştur.
Yani bu müminler de, yine cenab-ı Hakkın,
Rıza ve sevgisine kavuşmuştur bi hakkın.
Ve lakin kimin nefsi, yakin ve itminana,
Yani kavuşmuş ise hakiki bir imana,
(Vilayet-i Hassa)ya kavuşmuştur o artık.
Yani ona verilir, hususi evliyalık.
Böyle evliyalığa kavuşabilmek için,
Nefsi de inanması lazımdır o kişinin.
Bu da, islamiyet’e uymakla olur ancak.
Bu uymak tam olmazsa, mümkün olmaz kavuşmak.
Tamamen terk etmek de, her günah ve isyanı,
Evliyalık yolunda ilerletir insanı.
Yani dine uymakta, gevşeklik olursa az,
Havada uçsa bile, evliyalık olamaz.