anadolu Velîlerinin Meşhurlarından. İsmi, Muhammed Bin Ali'dir. Feyzullah Lakabı İle Meşhurdur. Şimdi Bulgaristan Sınırları İçinde Bulunan Silistre'nin Sazlı Köyünde 1805 (h.1220) Senesinde Doğdu. 1876 (h.1293)'de İstanbul'da Vefât Etti. Fâtih Câmiinde Kalabalık Bir Cemâat Tarafından Cenâze Namazı Kılınıp, Halıcılar Semtindeki Dergâhına Defnedildi.
çocukluğunu Ve Tahsil Hayâtını Kendisi Şöyle Anlatmıştır:
"çocukluk Zamânında Yaşım Îcâbı Olarak; Oyun, Eğlence Gülüp Oynamak Ve Neşelenmek Gibi Şeylere Aslâ Rağbet Etmezdim. Mektebe Başlamadan Önce; (rabbi Yessir: Rabbim Kolaylaştır) İle (rabbi Zidnî İlmen Ve Fehmen: Yâ Rabbî İlmimi Ve Anlayışımı Artır) Mübârek Sözlerini Çok Söylerdim. Yine Bir Vâizden Namazı Özürsüz Terk Etmenin Çok Büyük Günâh Olduğunu İşittikten Sonra Onun Tesiri İle Namazlarımı Ve Oruçlarımı Hiç Terk Etmedim. Ayrıca Nâfile Namazlar Yanında Gece Teheccüd Namazı Da Kılardım.
beş Yaşına Vardığımda Bir Gece Şu Rüyâyı Gördüm: "nûrânî Yüzlü Yedi Zât, Büyük Bir Sahrada Büyük Bir Gürzü Alıp İleriye Doğru Atıyor Ve Düştüğü Yerden Kaldırıp, Sonra Geriye Doğru Atıyordu. Atma Sırası Bana Gelip, Orada İdâreci Mevkiinde Olan Zât, Gürzü Alıp Atmamı Emredince, Yaşımın Küçüklüğünden Ve Gürzün Ağırlığından Bahsederek, Buna Gücümün Yetmeyeceğini Söyledim. Bana Besmele-i Şerîfeyi Okuyup, Kaldırıp Atmam Emredilince, Besmele İle Alıp Attım. Sanki Gürz, Bir Ok Gibi Havada Uçarak Hayli Uzağa Düştü. Peşinden Gidip Yine Besmele İle Yerden Alıp Beri Tarafa Attığımda, Oradaki Zâtların Başı Üzerinden Uzak Bir Mesâfeye Düştü.hazır Bulunanlar, Atışımı Beğenip, Arkamı Sığadılar, Müsâfeha Edip, Sarıldılar. Başkanları Olan Zât İse; "bundan Sonra Bizim Yol Arkadaşımız, Dostumuz Oldunuz. Fakat Gündüzleri Oruç Tutunuz, Geceleri İbâdet Ediniz." Buyurdular. Buna Benzer Daha Nice Mânevî Yüksek Hallere Kavuştum. Zaman Zaman Resûlullah Sallallahü Aleyhi Ve Sellem Efendimizi Görmekle Şereflenirdim Ve Bana; "sen Benim En Gayretli, İzzetli En Yakınlarımdansın." Buyururdu.
yedi Yaşımda Ve 1812 (h.1227) Târihinde Mektebe Başladım. Bir Sene Zarfında Kur'ân-ı Kerîmi Hatmettim Ve İkişer Defâ Tecvid Ve İlmihâl Ve Birgivî Kitaplarını Okuyup Yazdım. On Sekiz Yaşıma Kadar Sarf, Nahiv, Farsça Ve Fıkh-ı Şerîften Çok Kitap Okudum. Bundan Sonra Her Hâlim Allah Korkusu, Düşüncem Dâimâ Namaz, Oruç, İbâdet Ve Tâat, Resûlullah Sallallahü Aleyhi Ve Sellem Efendimizin Sünnet-i Seniyyesine Uymaktı. İçimizde Allahü Teâlânın Sevgisi Ve Hakîkat Yolunun Sevdâsı Parıldamakta Olup, Her Zaman Âlimlerin Tasavvuf Ehli Zâtların Meclislerine Ve Sohbetlerine Devâmla Vakitlerimi Geçirirdim.
doğum Yerim, Silistre Eyâletine Bağlı Hezârgrad Kasabasına Üç Saat Mesâfede Bulunan Sazlı Köyüdür. 1809 (h.1224) Târihinde O Havâliyi Rusya'nın İstilâsı, Halkını Esirlik Pençesine Düşürmüş. Babam, Kulzâde Diye Bilinen Tanınmış Bir Âileden Ali Bin Hasan'dır. Babam Bütün Âile Efrâdı Ve Akrabâsıyla Vidin'e Hicret Edip, Orada Üç Sene Kaldı. Ruslarla Sulh Yapılmasından Sonra Vidin Vâlisi Molla İdris Paşa İsyân Etti. Vidin'den Ayrılmayıp Yerine Tâyin Edilen Ali Paşayı Şehre Sokmadı. Şehrin Kale Kapılarını Kapattı. Bunun Üzerine Ali Paşa İle Aralarında Çarpışma Çıktı. Şehir Topa Tutuldu. Bu Yüzden Uzun Müddet Yer Altında Sığınakta Yaşadık. Sonunda İdris Paşa Devlet Kuvveti Karşısında Dayanamayıp Bir Gece Firar Etti. Şehrin Kapıları Açılıp Yeni Vâli Şehre Geldi. Üç Ay Sonra Şehirde Büyük Bir Veba Salgını Oldu. Sonra Silistre'ye Döndük. İki Buçuk Sene Kadar Kaldıktan Sonra, 1816 (h.1232) Senesinde Tekrar Vidin'e Göçüp Yerleştik. Babam Ve İki Birâderimle Kale Neferliğine Kaydolduk. Gündüz Mektebe Gidiyordum. O Sırada Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye Ordusunun Kurulması Sebebiyle Askerî Eğitimlere Katıldım."
feyzullah Efendi, Çeşitli Vazîfeler Yaptı. Bütün Bu Vazîfeleri Sırasında Kendisine Rehberlik Edecek Bir Mürşid, Yol Gösterici De Aradı. Bu Hususta Şunları Anlatmıştır:
"mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin Halîfelerinden Müftî El-hâc Hüseyin Vâiz Efendinin Huzûruna Gidip Talebeliğe Kabûl Edilmemi Arzettim. Ancak Sekiz Ay Geçmesine Rağmen Talebeliğe Kabûl Etmedi. Benim İse Bu Arzum Günden Güne Artıyordu Ve Aslâ İncinmiyordum. Devamlı Huzûruna Gider Sohbetlerini Dinlerdim. Nihâyet Benim İçin Saâdet Günü Olan Bir Gün Bana Bu İş İçin İstihâre Yapmamı Emretti. Ben De İstihâre Yaptım. İki Gece Hiçbir Şey Görmedim. Çok Üzgün Ve Mahzûn Bir Halde Üçüncü Gece De İstihâreye Yattım. Üçüncü Gece Rüyâmda Hüseyin Vâiz Hazretlerini Ziyârete Gitmek İçin Atıma Bindim. Yolda Şiddetli Bir Yağmura Tutulup İyice ıslandım. Bu Hal Üzere Huzûruna Vardım. Bir Cemâatle Yemek Yiyorlardı. Beni De Sofraya Çağırdılar. Hüseyin Vâiz Hazretleri Eliyle Bana Ekmek Ve Yemek Verip Yememi Emretti. Yemek Yenip Kalkınca, Benim Doymadığımın Farkına Varıp Yeniden Yemek Getirtti. Onları Da Yiyip Bitirdim. Yine Doymadım. Üçüncü Defâ Yemek Getirildi. Bu Nefis Yemekleri De Bitirdim. İştahım Kesilmiyordu. Bu Sefer Kendim Yemek İstedim. Bunun Üzerine; "kalk Artık Bizde Sizi Doyuracak Yemek Kalmadı. Abdest Al Da Namaza Gidelim." Buyurdu. Abdest Aldım Berâberce Mescide Gittik. Namaz Vaktinin Girmesini Beklemek Üzere Mescidin Önünde Durduk. Bu Sırada Başımı Kaldırıp Semâya Baktım. Semâda, Allahü Teâlânın İsm-i Şerîfini Gâyet Parlak Ve Büyük Bir Şekilde Yazılmış Gördüm. Kendimden Geçip Allah, Allah, Diye Zikretmeye Başladım Ve Bu Hal Üzere Uykudan Uyandım.
sabahleyin Hemen Hüseyin Vâiz Hazretlerinin Huzûruna Koştum. Gördüğüm Rüyâyı Anlattım. Bunun Üzerine Abdestli Olarak Karşısına Oturtup Beni Bîat Ettirdi. Tasavvufta Yetiştirmek Üzere Talebeliğe Kabûl Etti. Bana Günde On Beş Bin Defa Söylemem İçin Verdiği Zikir Vazîfesini Yapmaya Başladım. Bir Müddet Tesirini Göremedim. Beni Tekrar Huzûruna Alıp İkinci Defâ Benimle İlgilendi. Kalbimin Açılması İçin Teveccüh Etti. Fakat Yine Bir Tesiri Görülmedi. Bunun Üzerine Benim Yüzüme Bakarak Bir (âh) Çekti. Bu Sırada Nefesi Yüzüme Dokunup Ağzıma Ve Burnuma Doldu. Ben De Nefesini İçime Çekip, Kalbim Açılmadıkça Bu Nefesi Salmayacağım Diye Düşünerek Nefesimi Tuttum. Ölsem Bile Salmıyacağım Diye Niyet Ettim Ve Salmadım. Bu Halde İken Birdenbire Kalbim Mânen Açılıp Genişleyiverdi. Bambaşka Bir Hâle Girdim. Tasavvufta Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibendiyye Hallerine Kavuşup, Tattım.
feyzullah Efendi, Hüseyin Vâiz Hazretleriyle Tanışıp Ondan Feyz Aldıktan Sonra Vazîfeli Olarak Bir Müddet Çeşitli Memleketlere Gitti. Vazîfesi İcâbı Hanımı Ve Çocuklarıyla Birlikte Deniz Yoluyla İskenderiyye'ye Giderken Hanımı Hastalandı.
yolculukları Sırasında Şiddetli Bir Rüzgâr Esiyor Ve Yağmur Yağıyordu. Bu Hava Şartlarında Çok Tehlikeli Ve Sıkıntılı Bir Hâle Düştüler. Şöyle Anlatır: "şimşekler, Yağmur Ve Şiddetli Rüzgârdan Ateş Ve Kandil Yakmak İmkânsız İdi. Kaptan Ve Tayfalar Hayatlarından Ümit Kesmişlerdi. O Gün O Ürpertici Ve Dehşetli Havada, Hasta Hanımımın Başında Ümitsiz Duruyor Ve Üzgün Üzgün Etrâfıma Bakınıyordum. Bu Sırada Peygamber Efendimizin Rûhâniyeti Göründü; "bu Kızım Fâtımâ'yı Size Emânet Ettim, Güzelce Hizmetinde Bulunun." Buyurdu. Hanımım İyileşmeye Başlayıp Kısa Zamanda Tam Sıhhatine Kavuştu."
feyzullah Efendi, Daha Önce Görüşüp Feyz Aldığı Hocası Hüseyin Vâiz Hazretleri Vefât Edince, Başka Bir Rehber Arıyordu. Şöyle Anlatır: "mürşidimin Vefâtıyla Muhtaç Olduğum Bir Rehber Buluncaya Kadar Dünyânın Her Tarafını Dolaşmak En Büyük Arzumdu. Bu Şekilde Başıboş Kalışım Beni Kahrediyordu Ve Yerimde Duramıyordum. Ancak (işler Vakitlerine Bırakılır, Zaman Gelince Olur) Buyrulduğu Gibi Bir Müddet Sabırla Bekledim. Bu Hal Üzere Bir Ay Geçti. (daha Sonra Verilen Bir Vazîfede Dokuz Ay Daha Çalıştım.) Hakîkî Maksadıma Kavuşuncaya Kadar Gezip Dolaşacaktım. İskenderiye'den Anadolu'ya Giden Bir Gemiye Binip Yola Çıktım. Yolda Bir İngiliz Korsan Gemisi Bizi Esir Aldı. Birkaç Gün Sonra Da Serbest Bıraktı. Bundan Sonra Denizde Fırtına Çıktı. Alaiye İskelesine Güçlükle Geldik Ve On Beş Gün Kaldık. Bu Sırada O Memleketin İnsanlarından Bâzılarıyla Görüşüp Konuştuk. Bu Konuşmalarımız Sırasında Konya'da Büyük Bir Âlim Ve Meşhûr Bir Velî Olan Muhammed Kudsî Efendiden Bahsettiler. Onun Büyüklüğünü Ve Üstünlüğünü Anlattılar. O Zâta Karşı Kalbimde Bir Muhabbet Ve Meyl Hâsıl Oldu. Derhal Âilemin Bulunduğu Yere Gidip Onlara; "ben Aradığımı Buldum! Hazırlanın Yarın Konya'ya Gideceğiz." Dedim. Onlar Hazırlıklarını Yaptılar Ve Ertesi Gün Yola Çıktık. Meğer Muhammed Kudsî Hazretleri Konya'da Değil, Bozkır'ın Hoca Köyünde İmiş. Yola Çıkışımızın Dördüncü Yâni Cumâ Günü O Köye Ulaştık. Köye Yaklaşınca, Köyün Yakınında Akan Bir Çaydan Geçerken Ayakkabımın Teki Suya Düştü. Bulmak Mümkün Olmadı. Atımdan İndim, Üzerimde Kıymetli Elbise, Bir Ayağımda Ayakkabı Ve Bir Ayağımda Da Mest Olduğu Halde Yürüyordum. Arkamdan Da Hanımım, Çocuklarım Ve Hizmetçilerim Geliyordu. Eşyâlarımızla Yüklü Bir Halde Pazar Yerinden Geçerken Bize Bakıp Birbirlerine; "acaba Nereye Gidiyorlar?" Diyorlardı. Hava Soğuk Ve Kar Yağmıştı. Önce Bir Evde Misâfir Olduk. Sonra Hemen Bir Ev Kirâlayıp Yerleştik.
hemen O Gün Muhammed Kudsî Hazretlerinin Huzûruna Gittim. Mübârek Yüzünü Görünce, Ben De Tam Bir Aşk Ve Muhabbet Hâsıl Oldu. İçimden Bu Büyük Zât Beni Talebeliğe Kabûl Etse Diye Geçerken, Bana; "soyun Da Gel!" Buyurdu. Dünyâlık Nâmına Neyim Varsa Her Şeyimi Bırakmamı İşâret Ettiğini Farkettim. Hemen Kirâladığım Eve Gidip Bütün Âile Efrâdımı Yanıma Çağırdım. Bütün Altın Kıymetli Mücevherât Ve Silah Sandıklarını Açıp Bunları Taksim Edip Dağıttım. Sonra Da Hizmetçilerimin Tamâmını Serbest Bıraktım. Onlara; "ey Evladlarım! Küçüklüğümden Beri Cân U Gönülden Aradığım Mürşid-i Kâmili Ve Mürebbi-i Mükemmili Allahü Teâlâya Hamdolsun Ki Bugün Buldum. Yıkayıcının Elindeki Ölü Gibi Ona Teslim Ve Tâbi Oldum. "bana Soyun Da Gel!" Buyurdu. Artık Benim Dünyâ İle İşim Kalmadı. Siz Beni Öldü Kabûl Ediniz! İşte Sizi Allah İçin Serbest Ve Hür Bırakıyorum. Serbestsiniz." Dedim. Sonra Oğullarım Tâhir Ve Sâdık'a Ve Hanımıma Dönerek; "işte Yaptığımız Muâmeleyi Gördünüz Ve Anladınız. İsterseniz Sizi Buradan Vidin'e Göndereyim. Orada Oturunuz. Nasîbimizde Var İse Bir Gün Yine Kavuşuruz. Eğer Burada Kalmayı İsterseniz Sabır Ve Tahammül Göstermeniz Îcâb Eder. Hocam Ne Zaman İzin Verirse O Zaman Gelip Sizinle Görüşürüm." Dedim. Hanımım Ve Oğullarım Tam Bir Teslîmiyetle; "saçının Bir Teline Bin Can Ve Baş Fedâ Olsun." Diyerek Orada Kalmayı İstediler. Feyzullah Efendi Onların Bu Samîmi Teslîmiyeti Üzerine Onları Kirâladığı Evde Bırakıp Muhammed Kudsî Hazretlerinin Huzûruna Gitti. Hocası Onu Hemen Halvete Soktu. Kırk Gün Bir Yerde Yalnız İbâdet Ve Tâatla Meşgûl Oldu. Daha Bu Vazîfeye Başladığı Sıralarda İdi. Bir Gün Bir Âh Çektiğinde Yanında Bulunan Arkadaşlarının Süratle Yanından Kaçıştıklarını Görüp Niçin Kaçtıklarını Sordu. Onlar: "sen Âh Çektiğin Zaman Ağzından Ateş Çıkıyordu. Biz Bu Ateşten Korkup Kaçtık." Dediler.
kendisi Şöyle Anlatır: "bir Sabah Vakti Muhammed Kudsî Hazretlerinin Sohbet Meclisinde En Ön Saftan Bir Adım İleri Oturmuştum. İçeri Teşrif Ettiklerinde Safların Düzeltilmesi İle Vazîfeli Olan Celâl Efendi İle Birlikte Yanıma Gelip Kalabalık Bir Cemâat Önünde Kolumdan Tutarak Beni En Arka Safa Geçirdi. Bunun Bir Hikmetinin Ve Nefsimin Kusuru Sebebiyle Olduğunu Düşünerek Dışarı Atılmadığıma Şükrettim."
feyzullah Efendi, Muhammed Kudsî Hazretlerinin Yanında Yedi Ay Müddetle Tasavvufta Çok Sıkı Bir Şekilde Çalıştı. Meşakkatli Riyâzetler Çekti. Yedi Ay Sonra Ona Tasavvufta İcâzet Ve Hilâfet Verdi. Kendisi Şöyle Anlatmıştır: "h.1257 Senesi Rebî'ülevvel Ayının Başında Bir Cumâ Günü, Cumâ Namazından Sonra Muhammed Kudsî Hazretleri Câmiden Çıktığı Sırada Pazar Halkı Büyük Bir Kalabalık Hâlinde Saf Saf Dizilmiş Bekler Bir Halde İdi. Hocam Halka Selâm Verdikten Sonra Ellerini Açıp Onlara Duâ Etti. Büyük Kalabalık Da; "âmîn!" Dedi. Bu Duâdan Sonra Beni Medresenin Bir Odasına Götürüp, Daha Önceden Benim İçin Yazdığı İcâzetnâmeyi Çıkarıp Açtı Ve Okudu. Sonra Bana Verdi Ve Beni İrşâd Vazîfesi Yapmakla Vazîfelendirdi. Hemen O Gün Malatya'ya Gitmemi Emretti. Hazırlanıp Vedâlaşarak Yola Çıktım. Kırk Beş Günde Malatya'ya Ulaştım. Burada İnsanları Terbiye Etmek Ve Talebe Yetiştirmekle Meşgul Oldum.
1842 (h.1258) Senesinde Hacca Gitmek Üzere Yola Çıktım. Şam'a Kadar Atla, Maan'a Kadar Merkeble, Maan'dan On Sekiz Saat Yürüyerek Yol Aldıktan Sonra Bir Nargileci Katırı Kiraladım. Kendimden Geçmiş Bir Halde Aşk Ve Şevk İçinde Medîne-i Münevvereye Ulaştım. Üç Gün Medîne'de Kalıp Resûlullah Efendimizin Türbesini Ziyâret Ettim. Sonra Bir Deve Kiralayıp Mekke-i Mükerremeye Gittim. Arafat'taki Cebel-i Rahmeye Yürüyerek Çıkıp İndim. Hac Farîzasını Yerine Getirdikten Sonracidde'den Bir Gemiye Binerek Kısa Yoldan Dönerkenakabe-i Resi Muhammed Denilen Körfez Önünden Berr-ül-acem Denilen Tarafa Yöneldiğimiz Sırada Şiddetli Bir Rüzgâr Çıktı. Gemimizin Direği Kırıldı. Dalgaların Şiddetle Çarpmasıyla Gemi Su İle Doldu. Herkes Geminin Batmak Üzere Olduğunu Görerek Feryâda Başladı. Ben Allahü Teâlâya Tevekkül Ederek Sessiz Bir Halde Duruyordum. Bu Sırada Gemideki Hacılar Benim Sâkin Hâlime Bakıp Yanıma Toplandılar. "bu Dehşet Verici Halden Kurtulmamız İçin Bildiğiniz Duâları Okumanızı İstirham Ediyoruz." Dediler. Bunun Üzerine Behâeddîn Nakşibend Buhârî Hazretlerini Hatırlayarak; "yâ Şâh-ı Nakşibend Yetiş, Yardım Et, Bizi Allahü Teâlânın İzni İle Kurtar!" Diye Nidâ Ettim. Bu Sırada Behâeddîn Buhârî Hazretleri Allahü Teâlânın İzni İle Geminin Gerisinde Deniz Üzerinde Gözüktü. Batmak Üzere Olan Gemimizi Tutup Doğrultarak Yoluna Koydu. Himmet Ve Yardımlarıyla Gemimiz Tehlikeyi Atlattı. Bütün Yolcular Sevinçle Gemiden Karaya İndiler. Bu İşin Farkında Olanlar Yanıma Toplanıp Bizim Kurtuluşumuza Vesîle Oldunuz Diye Teşekkür Ettiler.
kasîr'den Kana Ve Saîd Yoluyla Mısır'a İskenderiyye'ye Ve Bir Yelkenli Gemiyle Beyrut'a Vardığımızda Yolcuları Karantinaya Aldılar. Beni Yol Arkadaşlarımdan Ayırıp; "sende Altın Vardır." Diyerek İnsanlar Arasında Üzerimi Aradılar. Bende Altın Olmadığını Gördüklerinde, Karantina İşlerine Bakan Kimse Uygunsuz Sözler Söyleyerek Hakâret Etti. Sonra Da; "alın Bunu, Hapisteki Frenk Gavurunun Odasına Koyun." Dedi. Beni Bir Frenkin Hapsedilmiş Olduğu Odaya Götürüp, Yanına Koydular. Hapsedildiğim Odada Ben Namaz Kılıyordum. Frenk İse Kendi Âleminde İdi. Küfür Ve Hezeyân Dolu Sözler Söylerdi. Tam On Beş Gün Orada Hapsedildim. Müddet Dolunca, Çıkardılar. Oradan Şam'a Gittim. Şam'da Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin Kabr-i Şerîfini Ziyâret Ettim. Ziyâretimi Yapıp Beyrut'a Döndüm. Beyrut'tan Bir Gemi İle Trablus Ve Lazkiye'ye, Sonra Antakya'ya, Oradan Da Kilis'e Ve Anteb'e Geçtim. Anteb'de İlk Mürşidim Hüseyin Vâiz Hazretlerinin Kabrini Ziyâret Ettim. Sonra Malatya'ya Geldim. Altı Ay Kadar Malatya'da Kaldıktan Sonra, Hicaz'dan Aldığım Bâzı Hediyeler İle Hocam Muhammed Kudsî Hazretlerini Ziyâret İçin Yola Çıktım. Sivas'a Varınca Atımın Ayağı Sakatlandı. Zile'ye Kadar Yaya Yürüdüm. Oradan Başka Bir Hayvan Bulup, Yozgat Üzerinden Yoluma Devâm Ettim. Konya-bozkır'a Gelip Hocamı Ziyâret Ettim. Tekrar Malatya'ya Döndüm.
1845 (h.1262) Senesinde Üçüncü Defâ Huzûruna Gittim. Daha Sonra İzin Alıp Memleketim Vidin'e Ziyârete Gittim. Üç Ay Vidin'de Kaldım. Kâbiliyetli Kimselerden, Âlimlerden, Sâlihlerden Pekçok Kimsenin Tasavvufta Yolumuza Girmesine Vesîle Oldum. Daha Sonra Vidin'den Ayrılıp İstanbul Üzerinden Malatya'ya Döndüm. Malatya Ahâlisi Bize Çok Yakın Alâka Ve Muhabbet Gösterdi. Fakat Eyâletin Merkezi Olan Harput Ahâlisi Tasavvuf Ehlini Sevmiyor, Kendilerini İrşâd İçin Giden Dervişleri Kovuyorlardı. Oraya Da Hizmet Etmek İçin Gittim. Harput'ta Halka Ön Ayak Olup Tasavvuf Ehline Düşmanlık Ettiren Müftî, Benim Harput'a Vardığım Gün Ölmüştü. Yine Halkı Kışkırtanlardan İleri Gelen Biri De Bir Sebeple Başka Yere Sürgün Edilmişti. Bir Hafta Kadar Harput'ta Kaldım Halk Alâka Gösterdi. Onlara Rehberlik Etmesi İçin Birini Yerime Vekil Bıraktım. Bir Müddet Sonra İkinci Defâ Harput'a Gittim. Bu Gidişimde Halk Büyük Alâka Gösterip, Pekçok Kimse Tasavvufta Bizim Yolumuza Girdi. Bunun Üzerine Orada Yerime Bir Halîfe Bıraktım. Böylece Yolumuz O Havâlide Her Tarafa Yayıldı."
feyzullah Efendi, 1847 (h.1264) Senesinde İstanbul'a Gidip İnsanları İrşâd, Doğru Yolu Gösterme İle Meşgûl Oldu. Hocası Muhammed Kudsî Efendi Ona Daha Önceden; "istanbul'un Bir Köşesinde Yerleşip, Nice Zaman Tanınmazsın. Yalnızlık Âleminde Gizli Kalırsın!" Buyurmuştu. İşâret Edildiği Gibi İstanbul'da Sekiz Sene Talebeleri Ve Çocuklarıyla Kendi Halleri Üzere Bir Evde Kaldılar. Sessiz Sedâsız İnsanları İrşâd İle Meşgûl Oldu. Daha Sonra İsmi Duyulup Tanındı. Sohbetleri Çok Kıymetli İdi. Uzunca Boylu, Buğday Benizli, Güler Yüzlü, Yumuşak Sözlü, Kalbi Feyz Saçan Büyük Bir Velî Ve Rehberdi. Etrâfına İlim Ve Feyz Saçmaya Başladı. Âlimler, Tasavvuf Ehli Zâtlar, Devletin İleri Gelenleri Ve Halk Büyük Kalabalıklar Hâlinde Sohbetlerinde Toplandı. Böylece Pekçok Kimse Onun Rehberliği İle Saâdete Kavuştu. Talebeleri Gâyet İyi Yetişip Âlim, Sâlih Ve Fazîlet Sâhibi Oldular.
bir Zamanlar Konya Vâlisi Olan Ali Kemâl Paşa Şöyle Anlatır: "istanbul'da Bulunan Bâzı Fitne Ve Fesâd Zümreleri, Feyzullah Efendinin Hizmetlerine, İlim Ve Evliyâlık Yolunda Çok Talebe Yetiştirmesine Tahammül Edemediler. O Zaman Ben Midilli'de Vâli İdim. Tevkif Edilmek, Zindana Atılmak Gibi Şeyler Onun İçin Umurunda Değildi Ve Hizmetine Devâm Ediyordu. Cin Tâifesinden Altı Bin Kişiyi İrşad Edip Yetiştirdiğini Biliyorum."
kerâmetleri Çoktur. Bunlardan Biri, Resûlullah Efendimizin Onun İçin; "dostum Hacı Feyzullah Efendi." Buyurmasıdır. Şöyle Ki: Sâlihlerden Mustafa Efendi İsminde Bir Zâta Rüyâsında, Resûlullah Efendimiz; "sen İstanbul'da Dostum Hacı Feyzullah Efendiye Git." Buyurmuştur. O Da Gelerek Feyzullah Efendinin Sohbetlerine Katılmış Ve Çok İstifâde Etmiştir.
kaynaklar
1) Şems-üş-şümûs; S.116
2) Menâkıb-ı Feyzullah Efendi, Üniversite Kütüphânesi, İbn-i Emîn Kısmı, T.y., No: 2760