Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Gazâlî
  30 Mart 2018 Cuma , 23:37
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; İran evliyaları, Tûs (meşhed) evliyaları, Gazâlî

evliyânın Büyüklerinden Ve İslâm Âlimlerinin En Meşhûrlarından. İsmi, Muhammed Bin Muhammed; Künyesi, Ebû Hâmid; Lakabı Hüccetü'l-islâm Ve Zeynüddîn'dir. Tûsî Ve Gazâlî Diye De Meşhûr Olmuştur. 1058 (h.450) Senesinde İran'ın Tûs Şehrinde Doğdu. 1111 (h.505) Senesinde Tûs'ta Vefât Etti. Kabri Taberân Denilen Yerdedir.

imâm-ı Gazâlî Hazretlerinin Babası Fakir Ve Sâlih Bir Zâttı. Âlimlerin Sohbetlerinden Hiç Ayrılmazdı. Elinden Geldiği Kadar, Onlara Yardım Ve İyilik Eder, Hizmetlerinde Bulunurdu. Âlimlerin Nasîhatını Dinleyince Ağlar Ve Allahü Teâlâdan Kendisine Âlim Bir Evlât Vermesini Yalvararak İsterdi. Allahü Teâlâ Onun Duâsını Kabûl Edip, Muhammed Ve Ahmed İsminde İki Oğul İhsân Etti. Yün Eğirip Tûs Şehrindeki Dükkanında Satan Bu Sâlih Zât, Vefâtının Yaklaştığını Anlayınca, Oğlu Muhammed Gazâlî'yi Ve Diğer Oğlu Ahmed Gazâlî'yi Hayır Sâhibi Ve Zamânın Sâlihlerinden Bir Arkadaşına Bıraktı. Bir Mikdâr Mal Vererek Vasiyet Etti Ve Ona Dedi Ki: "ben Kendim, Âlim Olamadım. Bu Yolla Kemâle Gelemedim. Maksadım, Benim Kaçırdığım Kemâl Mertebelerinin, Bu Oğullarımda Hâsıl Olması İçin Yardımcı Olmanızdır. Bıraktığım Bütün Para Ve Erzâkı, Onların Tahsîline Sarf Edersin!"

arkadaşı Vasiyeti Aynen Yerine Getirdi. Babalarının Bıraktığı Para Ve Mal Bitinceye Kadar, Yetişip Olgunlaşmaları İçin Çalıştı. Sonra Onlara; "babanızın, Sizin İçin Bıraktığı Parayı Tahsil Ve Terbiyenize Harcadım. Ben Fakirim, Param Yoktur. Size Yardım Edemeyeceğim. Sizin İçin En İyi Çâreyi Diğer İlim Talebeleri Gibi Medreseye Devâm Etmenizde Görüyorum." Dedi. Bunun Üzerine İki Kardeş Doğru Söze Uyup, Medreseye Gittiler.

çocukluğundan Îtibâren İlim Tahsîl Eden Muhammed Gazâlî, Fıkıh İlminin Bir Kısmını Kendi Memleketinde Okudu. Bir Müddet Sonra Cürcân'a Giderek İmâm Ebû Nasr İsmâilî'den Ders Alıp, İlim Okudu. Üç Sene Kadar Cürcân'da İlim Öğrendi. Sonra Tekrar Memleketi Olantûs'a Dönmek Üzere Yola Çıktı. Yolculuk Sırasında, Katıldığı Kervanın Önünü Yol Kesiciler Çevirdi. Kervanda Bulunan Kıymetli Şeyleri Aldıkları Gibi, İlim Tahsîlinden Dönen Muhammed Gazâlî'nin Üç Sene Boyunca Tuttuğu Notları Ve Kitaplarını Da Aldılar.

muhammed Gazâlî Hazretleri, Yol Kesicilerin Arkasından Gidip Kitaplarını Ve Notlarını Vermeleri İçin Yalvardı. "ne Olur İşinize Yaramayan Ders Notlarımı Bana Verin." Dedi. Eşkıyâ Çetesinin Reisi; "nedir Onlar? Nasıl Şeylerdir?" Dedi. Muhammed Gazâlî Hazretleri; "onları Öğrenmek İçin Memleketimi Terk Ettim. Gurbetlere Gittim. Benim Öğrendiğim Bilgiler O Notların İçindedir." Dedi. Eşkıyâ Reisi Küçümser Bir İfâdeyle Gülerek; "sen Onları Bildiğini Nasıl İddia Ediyorsun. Biz Onları Senden Alınca İlimsiz Kalıyorsun." Dedi Ve Ders Notlarını Geri Verdi.zâten İlim Âşığı Olan Muhammed Gazâlî Eşkıyâ Reisinin Sözlerinin De Tesirinde Kalarak Kendi Kendine; "allahü Teâlâ Yol Kesiciyi Beni Îkaz İçin O Şekilde Söyletti." Dedi.

tûs'a Gelince, Üç Yıl Bütün Gayretiyle Çalışarak Cürcân'da Tuttuğu Notların Hepsini Ezberledi. O Hâle Geldi Ki, Yol Kesiciler O Notların Hepsini Alsa Ona Zararı Olmazdı.

memleketinde Bulunduğu Üç Sene İçinde Âlim Zâtların Derslerine Ve İlim Meclislerine Devâm Etti. Zaman Zaman Büyük Velî Ebû Ali Fârmedî Hazretlerinin Sohbetlerinde Bulundu. Daha Sonra Zamânının Büyük İlim Ve Kültür Merkezi Olan Nişâbur'a Gitti. Büyük Âlim İmâmü'l-haremeyn Ebü'l-meâlî El-cüveynî'nin Ders Halkasına Devâm Etti. Ondaki Üstün Zekâ Ve Kâbiliyet İle Çalışkanlığını Gören Hocası, Büyük Alâka Gösterdi. Burada Usûl-i Hadîs, Usûl-i Fıkıh, Kelâm, Mantık, İslâm Hukûku Ve Münâzara İlimlerini Öğrendi. Bu Hocasından Başka, Ebû Hâmid Er-razekânî, Ebü'l-hüseyin El-mervezî, Ebû Nasr El-ismâilî, Ebû Sehl El-mervezî, Ebû Yûsuf En-nessâc Gibi Devrin Büyük Âlimlerinden Ders Okudu. Nişâbûr'da Tahsîlini Tamamlayınca, Büyük Bir İlim Ve Edebiyat Hâmisi Olanselçuklu Vezîri Üstün Devlet Adamı Nizâm-ül-mülk'ün Dâveti Üzerine Bağdât'a Gitti.

nizâm-ül-mülk'ün Topladığı İlim Meclisinde Bulunan Zamânın Âlimleri, İmâm-ı Gazâlî'nin İlminin Derinliğine Ve Meseleleri Îzâh Etmekteki Üstün Kâbiliyetine Hayran Kaldıklarını Îtirâf Ettiler. Üstün Vasıflarından Dolayı Hem Âlimler, Hem De Halk Tarafından Çok Sevildi. O Zaman Ortaya Çıkan Sapık Fırkaların Mensupları, Onun Yüksek İlmi Yanında, En Zor, En İnce Mevzûları En Açık Bir Şekilde Anlatması, Hitâbet Ve İzâh Etme Kâbiliyetinin Yüksekliği, Zekâsının Parlaklığı Karşısında Perişan Ve Mağlûb Oldular.

bu Sırada Otuz Dört Yaşında Bulunan İmâm-ı Gazâlî'nin İslâmiyete Yaptığı Büyük Hizmetleri Gören Selçuklu Vezîri Nizâm-ül-mülk, Onu Nizâmiye Medresesi (üniversite)nin Başmüderrisliğine, Şimdiki Tâbiriyle Rektörlüğüne Tâyin Etti. Bu Medresenin Başına Geçen İmâm-ı Gazâlî, Üç Yüz Seçkin Talebeye, Lüzumlu Olan Bütün İlimleri Öğretti. Bunlardan Başka, Pekçok Talebe Yetiştirdi. Ebû Mensûr Muhammed, Muhammed Bin Es'ad Et-tûsî, Ebü'l-hasan El-belensî, Ebû Abdullah Cümert El-hüseynî Talebelerinin Meşhûrlarındandır.

bir Taraftan Da Kıymetli Kitaplar Yazan İmâm-ı Gazâlî, İlim Ehli, Devlet Adamları Ve Halk Tarafından Büyük Bir Muhabbet Ve Hürmet Gördü. Şöhreti Gün Geçtikçe Arttı. Nizâmiye Medresesinde Bulunduğu Yıllarda, kitâb-ül-basît Fil-fürû', Kitâb-ül-vasît, El-vecîz, Meâhiz-ül-hilâf adlı Kitaplarını Yazdı.

ayrıca İsmâiliyye Adındaki Sapık Fırkanın Görüşlerini Çürütmek İçin kitâbü Fedâih-il-bâtıniyye Ve Fedâil-il-müstehzeriyye adlı Eserini Yazdı. Yine Bu Sırada Rumcayı Öğrenerek Felsefecilerin Sapıklığını Ortaya Koymak İçin Eski Yunan Velatin Filozoflarının Kitaplarının Aslı Üzerinde Üç Sene Titizlikle İncelemeler Yaptı. Bu İncelemeleri Esnâsında Ve Neticesinde Felsefecilerin Maksatlarını Açıklayan mekâsid-ül-felâsife kitabı İle Felsefecilerin Görüşlerini Reddeden tehâfüt-ül-felâsifekitabını Yazdı.

o Sırada Dünyânın Tepsi Gibi Düz Oduğunu İddiâ Eden Ve Bu Tür Saçmalıkları İlim Adı Altında İnsanlara Vermeye Çalışan Avrupalı Filozofların Bu Fikirlerinin Yanlışlıklarını Ortaya Koydu. Dünyânın Yuvarlak Olduğunu, Karaciğerde Kanın Temizlendiğini, Safranın, Lenfin Ve Zararlı Madde Eriyiklerinin Burada Kandan Ayrıldığını, Bu İşte Dalağın, Böbreklerin Ve Safra Kesesinin Rollerini, Kanın Madde Mikdârlarındaki Oranın Değişmesi İle Sıhhatin Bozulacağını, Bugünkü Fizyoloji Kitaplarında Olduğu Gibi Anlattı. Bu Bilgileri Kuvvetli Delillerle İsbât Ederekavrupalıların Bilmedikleri Doğru Bilgileri Kitaplarında Yazdı.

imâm-ı Gazâlî'nin, Felsefecilerin Görüşlerini Çürütmek Ve Îtikâdlarına Felsefe Karıştıran Sapık Fırkalara Cevap Vermek İçin Yaptığı Bu Çalışmasını İşiten Bâzı Kimseler, Onu Felsefeci Zannetmişlerdir. Bunun Sebebi, Felsefe İle Tefekkür Arasındaki Mühim Farkı Bilmemek Olabilir. Felsefeciler Aklı Rehber Edinmişlerdir. Mütefekkirler İse Aklı Kullanmakla Berâber, Akla Da Rehber Olarak Peygamberleri Ve Onların Bildirdiği Îmânı Almışlardır. Göz İçin ışık Ne İse, Akıl İçin Îmân Da Odur. ışık Olmayınca Göz Göremediği Gibi, Îmân Olmayınca Akıl Da Doğru Yolda Yürüyemez. İmâm-ı Gazâlî, Filozof Değil Müctehiddir. Zâten İslâmiyette Felsefe Ve Filozof Olamaz. İslâm Âlimi Olur. İslâm Dîninde, Felsefenin Üstünde İslâm İlimleri, Filozofun Üstünde De İslâm Âlimleri Vardır.

bağdât'ta Bulunduğu Sırada İlim Öğretip Talebe Yetiştirmekle Meşgûl Olan İmâm-ı Gazâlî Hazretleri, Kardeşi Ahmedgazâlî'yi Yerine Vekil Bırakarak Uzun Bir Seyahatte Bulunmak Üzere Bağdât'tan Ayrıldı. Şam'a Giderek Velîlerle Görüştü Ve Sohbet Etti. Tasavvuf Büyüklerinin Kitaplarını Okudu Onlardan Rivayet Edilen Sözleri Ve Hallerini İnceledi.

insanlardan Tamâmen Uzaklaşarak Halvet, Yalnız Kalmak; Uzlet, İnsanlardan Uzaklaşmak; Mücâhede, Nefsin İstemediklerini Yapmak Ve Riyâzet, Nefsin İstediklerini Yapmamak Sûretiyle Nefsinin Tezkiyesi Ve Ahlâkının Mükemmelleşmesiyle Meşgûl Oldu. ihyâu Ulûmi'd-dîn adlı Meşhûr Eserini Yazdı.

sonra Kudüs'e Gitti. Bu Sırada Bâtınî Denilen Sapık Fırkaya Karşı mufassıl-ül-hilâf, Cevâb-ül-mesâil ve Allahü Teâlânın İsimlerini (esmâ-i Hüsnâyı) Anlatan el-maksad-ül-esma adlı Eserini Yazdı. Kudüs'te Bir Müddet Kaldıktan Sonra, Hacca Gitti. Haccı Müteâkiben Bağdât'a Döndü. Nizâmiye Medresesinde Şam'da Yazdığı ihyâ'sını Kalabalık Bir Talebe Topluluğuna Ders Olarak Okuttu. Bu Seferki Tedris Hayâtı Uzun Sürmedi. Doğduğu Yer Olan Tûs'a Ve Nişâbur'a Gitti. Burada Yine Bâtınîlere Karşıed-derc-ül-merkûn kitabı İle el-kıstâs-ül-müstekîm, Faysal-üt-tefrika, Kimyâ-ı Seâdet, Nasîhat-ül-mülûk ve et-tibr-ül-mesbûk adlı kıymetli Eserlerini Yazdı.

imâm-ı Gazâlî Hazretlerine; "bağdât'ta, Pekçok İlim Talebesi Varken, Orada İlim Neşretmekten, Öğretmekten Niçin Vaz Geçtiğinizi Kimse Bilemiyor Ve Bu Kadar Uzun Zamandan Sonra Nişâbûr'a Dönmenizin Sebebini Kimse Anlayamıyor!" Dediklerinde Bu Hâdiseyi Şöyle Anlatmıştır:

"ben Şer'î Ve Aklî İlimlere Bu Kadar Alışkanlık Peydâ Edip, Her İkisinde De İnceleme Ve Araştırma Yaptım. O Esnâda Bulunduğum Yolda, Bende; Allahü Teâlâya, Nübüvvete Ve Âhiret Gününe Yakînî Bir Îmân Hâsıl Oldu. Îmânın Bu Üç Aslı İle Kalbim Çok Kuvvetlendi. Ayrıca Takvâ Sâhibi Olmak Nefsin İsteklerini Bırakmak Ve Bütün Dünyevî Arzuları Terk Etmeden Âhiret Saâdetine Kavuşmanın İmkânsız Olduğunu Anladım. Hepsinin Başı Dünyâ Alâka Ve Bağlarını Kalbten Tamâmen Kesmek Ve Bu Dâr-ı Gurûrdan, Aldanma Yeri Olan Dünyâdan Uzaklaşıp, Ona Muhabbet Köklerini, Gönül Bahçesinden Söküp Atarak, Âhirete Dönmek Ve Azîmet Etmek Ve Cenâb-ı Hakk'a Tam Gayret İle Dönüp Tövbe Eylemektir. Bu Da, Emelleri Kısmak, Makamı, Malı Ve Parayı Terk Etmek, Meşgûliyeti, Tutulma Ve İnsanlarla Beraber Bulunmayı Bırakmanın Yanında, Kalbin İçinde Sekîne Ve Karar Hâsıl Olmadan Tamam Olmaz.

sonra Ben Hâllerimi Düşündüm. Çeşitli Bağ Ve Tutulmalar İçine Battığımı Gördüm. Her Tarafımı Kuşatmışlar. Amellerimi Gözümün Önüne Getirince; Hepsinin Üstün Ve Güzelinin İlim Öğretmek Olduğunu Anladım. Öğretmek İstediğim İlimlerin, Bilgilerin Çoğu, Önemsiz Olup, Âhiret İçin Faydasızdırlar.

sonra İlimdeki Niyetimi Düşündüm. Hâlis, Allah Rızâsı İçin Olmayıp, Belki Makam Sevdâsı Ve Şöhretle Berâber Karışık Buldum. Böylece Yakînen Helâk Sâhilinde Olduğumu Anladım. Eğer Hâllerimi Düzeltmekle Uğraşmazsam Helâk Olur, Kendime Kötülük Ve Zarar Ederim. Bir Müddet Böyle Düşündüm Durdum. Fakat Henüz Karar Veremedim. Bâzan Bağdât'tan Ayrılmaya, İçinde Bulunduğum Hâlleri Bırakmaya Karar Verir, Bir Gün Azîmet Yolunu Seçer, Ayağımı İleri Atar, Bâzan Biraz Daha Durayım Deyip, Adımımı Geri Alırdım. Bir Sabah Olmazdı Ki, Âhireti İstemede Sıdk Ve Rağbet Üzere Bulunayım Da, Ona Nefsin İstekleri Ve Dünyâ Arzusu Askerleri Saldırıp, Akşam Olunca Beni Uzaklaştırmasınlar. Düşüncemi Değiştirmesinler.

bir Hadde Geldi Ki, Dünyâ Arzuları Beni, Zincirden Bağlar İle, Kendilerine Çeker Ve Bu Mânânın Hâsıl Olması İçin Zorlarlardı. Îmân Sözcüsü De Seslenip: "hadi, Çabuk Ol! Ömründen Çok Az Kaldı. Önünde İse, Uzun Bir Yolculuk Var. Kazandığın, Elde Ettiğin İlmin Hepsi, Riyâ Ve Aldatmadır. Eğer Sen, Şimdi Âhiret İçin Hazırlanmaz, O Sonsuz Âlem İçin Azık Bulundurmazsan, Ne Zaman Yapacaksın? Şimdi Alâkaları Kesmez, Engelleri Kaldırmazsan Ne Zaman Keseceksin Ve Kaldıracaksın?" Derdi.

o Zaman Kalbimde Bir Rağbet Peydâ Olup, Dünyâ Ve Ehlinden Kaçmak, Onlardan Uzaklaşmak İçin Kesin Karar Verirdim. Sonra Şeytan, Aldatma Ve Hîle Yoluna Başvurup: "bu Düşündüğün Hâl, Çabuk Geçici Bir Şeydir. Sakın Bu Yola Gitme. Zîrâ Sen Bu Görüşü Kabûl Ve Karar Verip, Bu Büyük Makâmı Terk Edersen Ve Eziyetli Olmayan İzzet Ve Şânı Bırakıp Gidersen, Hasımlarla Münâzaradan Hâsıl Olan Zevk Ve Safâdan Geçersen, Nefsin Yine Sana Gâlib Olur. Bu Sefer Ondan Kurtulmaya Uğraşırsın. Hâlbuki O Zaman Bir Daha Dönemezsin, Bî Çâre Ve Dermansız Kalırsın." Derdi.

işte Nefsin Ve Şeytanın Bâtılı Hak Gösteren Bu Aldatma Ve Hîleleri Sebebi İle, Ben De, Dünyâ Arzuları Ve Âhiret İsteği Arasında Tereddüt Ve Hayret Vâdisinde Altı Ay Kadar Şaşkın, İnler Ve Ağlar Hâlde Kaldım. Bu Zaman 1093 (h.486) Yılının Receb Ayında Son Buldu. Nihâyet Aynı Ayın Sonunda İşim İhtiyâr Ve İrâdeden Geçip, Ânîden Allahü Teâlâ, Dilime Susmak Kilidi Vurup, Mühürledi. Dilim Söylemez, Kalbim İse Çok Muzdarib Oldu. Kendimi Çok Zorladım, Gayrete Getirmeğe Çalıştım. Huzûrumda Bulunan Üç Yüz İlim Talebesinin Gönlünü Almak, Hatırlarını Şen Etmek, Bu Vesîle İle Bir Gün Ders Vermek İçin Kendimi Zorladım. Dilimde Söyleyecek Kuvvet, Bir Kelime Telaffuz Edecek Güç Bulamadım. Bu Dil Tutulması, Kalbime Öyle Bir Üzüntü Ve Elem Verdi Ki, Arzu Ve İsteğim Kalmadı. Hazmım Kesildi. Ne Bir Lokma Çiğneyip Yutabilir, Ne De Bir Damla Su İçebilirdim. Böyle Devâm Edip, Kuvvetten Düştüm. Zayıfladım. Hattâ Doktorlar Hayâtımdan Ümid Kestiler. Bana İlâç Vermekten İmtinâ Edip, Bu Böyle Bir Durumdur Ki, Kalbe İndi. Ondan Uzuvlara Sirâyet Edip, Mizâcını Bozdu. İlâç Kabûl Etmez, İyileşmez. Ancak Kalbini Mühim İşlerden Rahata Kavuşturur, Her Şeyden Temizlerse, Belki İyileşir Dediler.

bundan Sonra, Ben Aczimi Anladım Ve Gördüm. Yalvararak Ve Sızlıyarak Allahü Teâlâya Sığındım. Çâresi Olmayan Hasta Gibi Yanarak Ve İnliyerek Duâ Ettim. Nihâyet Neml Sûresi Altmış İkinci Âyetinde Meâlen; "muztar Olan (sıkıntıya Düşen) kimse Duâ Ettiği Zaman Onun Duâsını Kabûl Edip Fenâlığı Kaldıran..." buyrulduğu Gibi, Allahü Teâlâ Duâmı Kabûl Edip, Kalbimi Uyandırdı. İçimdeki Mal Ve Makam Arzusunu Kaldırdı. Hepsinden Yüz Çevirip, Çocuklarımdan, Dostlarımdan, Vatanımdan Ve Eshâbımdan Ayrılmayı Bana Kolay Eyledi. Derhal İçimden Şam Tarafına Gitmek Arzusu Geldi. Ama Görünüşte Hacca Gideceğim Dedim. Halîfenin Ve Eshâbımın, Maksadımın Şam'da Kalmak Ve Bu Sebeble Onlardan Ayrılmak İsteğimi Bilmelerini İstemedim. Sonra Bir Daha Dönmemek Niyeti İle Bağdât'tan Çıktım. Fakat Düşüncemi Gizliyor, Aksini Bildiriyordum. Bunun İçin Çeşit Çeşit İfâde Ve İzâh Yollarına Başvuruyordum. Onlar İse Benimle Alay Ediyor, Beni Cevr-ü Cefâ Oklarına Hedef Tutuyorlardı. Sanki İçlerinde, Benim O Tür Safâ Ve Zevkten Yüz Çevirmem Ve Dünyâlıklardan Kesilmek İstememin Bir Din İşi Ve Yakîn Sebebi Olduğunu Uygun Görecek Bir Kimse Yoktu. Onlara Göre, Benim Bulunduğum Müderrislik Rütbesi, Yüksek Bir Din Mevkii Olup, İlimlerinin Bütünü Buraya Kavuşabilmek İçindi.

sonra Genel Vaziyetten Maksadın Ne Olduğunu Tâyin Konusunda İhtilâf Edip, Bağdât'tan Uzak Olanlar Vâli Ve Hükümdârlardan Bir Şey Olduğunu Sanarak Utandı Ve Orada Duramadı Dediler. Ama Bağdât'a Ve Oradaki Devlet Adamlarına Yakın Olanlar, Devlet Adamlarının Bu Bağlılıklarını, Gitmemem İçin Bana Yalvarmalarını, Beni Zorlamalarını, İltifât Ve Alçak Gönüllülüklerini Ve Benim Onlardan Yüz Çevirmemi, Sözlerine İltifât Etmeyip, Söyledikleri Sözlere, Okşayıcı İfâdeleri Kabûl Etmediğimi Bilirlerdi. Onlar, Bu Semâvî Bir İştir Ki, Âlimlere Ve Müslümanlara Bir Nazar Değmesi Sonucudur Derlerdi.

nihâyet Bağdât'tan Ayrıldım. Yanımda Olan Malı Dağıtmaya Başladım. Kendime Yetecek Ve Çocuklarıma Kâfi Gelecek Kadar Yanımda Bulundurdum. Onda Da Şöyle Bir Ruhsat Yolu Buldum Ki, ırak Malı, Müslümanların İşlerini Görmek İçin Vakıf Olunmuştur. Bunun İçin Dünyâda Âile Nafakası İçin, Bundan Almaktan Daha Sâlih Ve Temiz Bir Mal Bulamadım. Şam Bölgesine Gidip, Şam Şehrinde İki Sene Kadar Kaldım. Orada Bir Meşgalem Yoktu. Ancak Uzlet, Halvet, Mücâhede, Riyâzet, Nefsin Tezkiyesi, Ahlâkın Mükemmelleşmesi İle Meşgûl Oldum. Bütün Bunları Tasavvuf Ehlinin İlminden Öğrendiğim Şekilde Yaptığım Gibi, Allah Kelime-i Celâlini Zikr İle, Kalbin Tasfiyesi Ve Hâllere Kavuşmakla Uğraştım.

böylece O Büyükler Yolunun İlim Ve Amel Olmadan Tamamlanamayacağını Yakînen Anladım. Onların İlimlerinin Hâsılı, Nefsin Geçitlerini Ve Tehlikelerini Aşmak Ve Kötü Ahlâktan Temizlenip, Kötü Sıfatlarının Kökünü Söküp Atmaktır. Bununla Kalbi Allah'tan Başkasına Tutulmaktan Korumak Ve Allahü Teâlânın Zikri İle Süsleyip O'na Kavuşmaktır. O Zaman Bana İlim, Amelden Kolay Geldi. o Büyüklerin İlimlerini Kitaplarından Tahsîl Ve Onları Mütâlaa İle Tamamlamaya Koyuldum. Meselâ Ebû Tâlib-imekkî'nin kût-ül-kulûb kitabını Ve Hâris-i Muhâsibî'nin Kitaplarını; Cüneyd-i Bağdâdî'nin, Şiblî'nin, Bâyezîd-i Bistâmî'nin Ve Başka Meşâyıhın (kuddise Sirruhum) Sözlerini Ve Onlardan Rivâyet Edilen Yazı Ve Haberleri Mütâlaa Eyledim. Herbirinin İlimlerinin Maksadlarına Muttali Oldum. Onların Yolundan Öğrenerek Ve Dinliyerek, Tahsîli Mümkün Olanı Tahsîl Ettim. Onların Seçilmişlerinin Seçilmişlerine Mahsûs Olan İlimlere Kavuşmanın, Öğrenmek Ve Okumakla Mümkün Olmadığını Anladım.

bir Müddet Şam Mescidinde Îtikâf Eyledim. Uzun Günlerde Minâresine Çıkıp, Kapısını Üstüme Kapadım. Orada Durdum. Sonra Hac Farîzasını Edâ İçin Beyt-ül-harama Gidip, Mekke Ve Medîne'nin Bereketi Ve Resûlullah'ın (sallallahü Aleyhi Ve Sellem) Ziyâreti İle O'ndan İmdâd Ve Yardım İstemek Arzu Ve Şevkim Harekete Geldi. Gittikçe Arttı.

hazret-i Halîlürrahmân'ın (aleyhisselâm) Ziyâretinden Sonra, Hicaz'a Doğru Yola Çıktım. Mekke-i Mükerremeye Gidip Hac İbâdetimi Yerine Getirdikten Ve Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâmın Kabr-i Şerîfini Ziyâretle Şereflendikten Sonra Beni, Bâzı Arzu Ve İnsanlarla, Çocukların Ve Âilemin İstemesi Vatanıma Çekti. Böylece Vatanıma Döndüm. Tabîatim Bu Dönüşten Son Derece Uzak Ve Benim Îtikâdım Üzere Bu Görüş Gâyet Yanlış Olduğu Hâlde, Vatanıma Kavuştuktan Sonra, Orada Da Uzlete Çekildim. Zikr İle Kalbin Tasfiyesine Olan Aşırı Bağlılığımdan, Hep Uzlet İstiyordum. Lâkin Günlük Olaylar Ve Çoluk-çocuğun Geçim Durumu Ve Hâl Darlığı Kalbimin Safâsına Mâni Olup, Maksudun Yüzü Bulutlandı Ve Halvetin Safâsı Bulandı. Sonra Safa Hâli Verecek Neticeler Ele Geçmez Oldu. Ancak Arasıra Bir Mikdâr Safâ Hâsıl Olup, Yine Örtülürdü. Lâkin Böyleyken Yine Kesmeyi Tamâ Etmeyip, Bâzan Bir Zuhûrat Engel, Bâzan O Mertebelere Dönmek Vâki Olurdu. O Yıl Bu Şekilde Geçti. O Halvetler Esnâsında Hâsıl Olan Hâlleri Saymak Mümkün Değildir. Faydası Olur Ümidi İle Bir İki Şey Bildirelim:

ben İlm-i Yakîn İle Bildim Ki, Allahü Teâlâya Kavuşanlar Ve Hidâyet Yolunun Yolcusu Olanlar, Bilhassa Tasavvuf Ehli Olan Büyüklerdir. En Güzel Sîret Ve Ahlâk, Onların Sîret Ve Ahlâkları, En Doğru Yol, Onların Yolu, En Güzel Ve En Olgun Ahlâk, Onların Ahlâk Ve Âdetleridir. Belki Bütün Akıllı İnsanların Akılları, Hikmet Sâhiplerinin Hakîmâne Buluşları Ve İslâmiyetin Esrârını Bilen Fukahâ Ve Ulemânın İlimleri Toplanıp Bir Araya Gelse, Onların Sîret Ve Ahlâkından Birini Tahvîl Edemez, Değiştiremez, Ondan Hayırlı Ve Üstün Olana Çevirmeyi Düşünseler, Çâre Ve Yol Bulamazlar. Zîrâ Onların Zâhir Ve Bâtınında Olan Bütün Hareket Ve Hareketsizlikler Peygamberlik Kandilinden Alınmıştır. Yeryüzünde İse, Peygamberlik Nûrunun Ötesinde Bir Nûr Yoktur Ki, Âleme ışık Saçsın Ve Daha Çok Parlasın.

velhâsıl Aklı Olan Kimse, Tasavvuf Hakkında Ne Söyliyebilir Ki, Tasavvuf Ehlinin Kalbi, Allah'tan Başka Her Şeyden Temizlenmek Ve Başlangıcı, Her An Allahü Teâlânın Zikrine Dalmak; Nihâyeti İse, Büsbütün Fenâ Fillah Olmaktır. Bunun Bile Son Olması, İhtiyârı Altında Bulunan Mertebeye Nisbetledir. Keşf Mertebesi Ve Onun Evveliyâtındandır. Gerçekte İse Bu Fenâ Makâmı Tasavvufun Başlangıcıdır. Nitekim İmâm-ı Rabbânî Kuddise Sirruh Da: Fenâ Fillâh, Bu Yolda İlk Adımdır Buyuruyor.) Ondan Önceki Hâller, Sâlik İçin Sülûk Yolunda Dehliz, Aralık Gibidir. Yâni Vâsıtadırlar. Tasavvufun İlk Hâlleri, Keşif Ve Müşâhedenin Zuhûra Gelmesidir. Hattâ Bu Keşif Ve Müşâhede Sâhibleri, Uyanıkken, Melekleri Ve Peygamberlerin Ruhlarını Müşâhede Ederler. Onların Sesini Duyarlar, Fayda Ve Hakîkat İktibâs Ederler. Sonra O Hâl, Sûret Ve Misâllerin Müşâhedesinden, Başka Derecelere Yükselir Ki, O Makam Kelimelerle Anlatılamaz. Bahsedilirse, Sarîh Hatâ Görünür Ve Ondan Sakınmak Mümkün Olmaz.

bu Bildirilen Hâlleri Zevk Yolu İle Tatmak Saâdetine Kavuşamayıp, Şevk Sâhibi Olmayan, Peygamberlik Mertebesinin Hakîkatının Yalnız İsmini Anlar.

1105 (h.499) Senesinde Bağdât'tan Tekrar Ayrılan Ve Uzletle İnsanlardan Uzak Kalma Müddeti On Bir Sene Süren İmâm-ı Gazâlî Hazretleri Nişâbur'a Gitti. Nişâbur'a Gitmek Üzereyken Şöyle Buyurdu:

yakînen Biliyorum Ki, Her Ne Kadar Görünüşte İlme Ve Onun Yayılmasına Dönmüşsem De, Yine Hakîkatta Dönmüş Değilim. Zîrâ Rücû' Etmek, Dönmek, İlk Hâllere Avdet Etmektir. Ben O Zaman Da Bir İlim Neşreder, Yayardım. Hattâ Onunla Makam Ve Devlet Sâhibi Olmak, Dünyâlık Ve Başkanlık Elde Etmek İsterdim. Bütün İnsanları Söz Ve Hareketlerimle Ona Çağırırdım. Ama Şimdi, Bir İlme Dâvet Ederim Ki, Onunla Mevki, Makam Ve Mal Terk Olunur. Sevab Kazanılır. Haşmet Ve Makâmın Derecelerinin Düşüklüğü Bilinir. Hâlâ Niyetim Ve Kastım Budur. Allahü Teâlâ Benim Bu Niyetimi Bilicidir. Maksadım Dâimâ Nefsimi Ve Başkalarını ıslâh Eylemektir. Lâkin O Maksada Kavuşacağımı Bilemem. Hele Yakînî Îmân İle İnanmış Ve Kalbin Müşâhedesi İle İyice Anlamışımdır Ki, Her Ferdde Olan Hareket Ve Kuvvet, Allahü Teâlânın İhsânı İledir. Benim Her Hareketim Ve Amelim O'ndandır. Allahü Teâlâdan Yalvararak, Önce Beni ıslâh Eylemesini, Sonra Da Benimle Başkalarının ıslâhını İsterim. Evvelâ Bana Hidâyet Verip, Sonra Benimle Başkalarına Hidâyet Versin. Bana Hakkı, Sûret-i Hakta Gösterip, Tâbi Olmak, Uymak Nasîb Eylesin. Bâtılı, Sûret-i Bâtılda Gösterip Sakınmak Müyesser Eylesin. Âmin!".

imâm-ı Gazâlî Hazretleri Zâhirî İlimlerde Olduğu Gibi, Tasavvuf İlminden De Büyük Nasîb Almıştır. Onun Tasavvufî Yönünü Anlatan Kitaplar Silsile-i Aliyye Büyüklerinden Ebû Ali Fârmedî Hazretlerine Bağlı Olduğunu Yazmaktadırlar.

ilimde Müctehid Derecesinde Derin Âlim, Tasavvuf Yolunda Yüksek Bir Velî Olan İmâm-ı Gazâlî Hazretleri, Sözleriyle, Halleriyle Ve Eserleriyle İnsanlara İslâmiyetin Emir Ve Yasaklarını Anlatmaya Çalıştı.

ömrünün Son Yıllarını Tûs'ta Geçirdi. Burada Evinin Yakınına Bir Medrese Ve Bir De Tekke Yaptırdı. Günleri, İnsanları İrşâd Etmekle Geçti. Elli Yaşını Aştığı Bu Sıralarda el-münkızü Aniddalâl, fıkhın Kaynaklarına (usûl-i Fıkha) Dâir el-mustasfâ ve Selef-i Sâlihîne (ehl-i Sünnet Îtikâdına) Tâbi Olmayı Anlatan ilcâm'ül-avâm An İlm-il-kelâm adlı Eserlerini yazdı.

imâm-ı Gazâlî Hazretleri, Sultan Sencer İle Görüşmüş, Ona Mektup Yazmış Ve Bizzât Nasîhatta Bulunmuştur. Ayrıca, sultan Sencer'e Nasîhat adlı Bir Risâle Yazmıştır.

selçuklu Sultanı Olan Sultan Sencer; Ehl-i Sünnet Îtikâdında, Dînine Bağlı Ve Bid'atleri Reddeden Bir Pâdişâhtı. Uzun Müddet Tahtta Kalmış Olup İlme Ve Ulemâya Karşı Çok Hürmet Eder, Kendisi De İlimle Meşgûl Olurdu. O Zamanın En Meşhûr Âlimi Olan İmâm-ı Gazâlî Hazretlerine Hased Edenler, İmâm-ı A'zam'ın Aleyhinde Bulunuyor Diye İftirâ Ederek, Sultan Sencer'e Şikâyet Etmişlerdi. Bunun Üzerine Sultan Sencer, İmâm-ı Gazâlî'yi Yanına Dâvet Edip, Görüşmek İstediğini Bildirdi. Durum İmâm-ı Gazâlî'ye İletilince Bâzı Mâzeretlerini Bildirerek Gitmedi. Sultan Sencer'e Mâzeretini Bildirmek Ve Nasîhat Etmek Üzere Bir Mektup Gönderdi. Bu Mektubun Tercümesi Şöyledir: Allahü Teâlâ Pâdişâh-ı İslâmı, İslâm Beldesinde Muvaffak Eylesin, Nasibdâr Kılsın. Âhirette Ona, Yanında Yeryüzü Pâdişâhlığının Hiç Kalacağı Mülk-i Azîm Ve Âhiret Sultanlığı İhsân Etsin.

dünyâ Pâdişâhlığı, Nihâyet Bütün Dünyâya Hâkim Olmaktan İbârettir. İnsanın Ömrü İse, En Çok Yüz Sene Kadardır.

cenâb-ı Hakk'ın, Âhirette Bir İnsana İhsân Edeceği Şeylerin Yanında, Bütün Yeryüzü, Bir Kerpiç Gibi Kalır. Yer Yüzünün Bütün Beldeleri, Vilâyetleri, O Kerpicin Tozu Toprağı Gibidir. Kerpicin Ve Tozunun Toprağının Ne Kıymeti Olur? Ebedî Sultanlık Ve Saâdet Yanında, Yüz Senelik Ömrün Ne Kıymeti Vardır Ki, İnsan Onunla Sevinip, Mağrûr Olsun? Yükseklikleri Ara, Allahü Teâlânın Vereceği Pâdişâhlıktan Başkasına Aldanma.

bu Ebedî Pâdişâhlığa (saâdete) Kavuşmak, Herkes İçin Güç Bir Şey İse De, Senin İçin Kolaydır. Çünkü Resûlullah Sallallahü Aleyhi Ve Sellem;"bir Gün Adâlet İle Hükmetmek, Altmış Senelik İbâdetten Efdaldir." buyurdu. Mâdem Ki Allahü Teâlâ Sana, Başkalarının Altmış Senede Kazanacağı Şeyi Bir Günde Kazanma Sebebini İhsân Etmiştir, Bundan Daha Çok Muvaffakiyete Fırsat Olamaz! Zamânımızda İse İş O Hâle Gelmiştir Ki, Değil Bir Gün, Bir Saat Adâletle İş Yapmak, Altmış Yıl İbâdetten Efdal Olacak Dereceye Varmıştır.

dünyânın Kıymetsizliği, Açık Ve Ortadadır. Büyükler Buyurdular Ki: Dünyâ Kırılmaz Altın Bir Testi, Âhiret De Kırılan Toprak Bir Testi Olsa, Akıllı Kimse, Geçici Olan Ve Yok Olacak Olan Altın Testiyi Bırakır, Ebedî Olan Toprak Testiyi Alır. Kaldı Ki Dünyâ, Geçici Ve Kırılacak Toprak Bir Testi Gibidir. Âhiret İse Hiç Kırılmayan Ebediyyen Bâkî Kalacak Olan Altın Testi Gibidir. Öyleyse, Buna Rağmen Dünyâya Sarılan Kimseye Nasıl Akıllı Denilebilir? Bu Misâli İyi Düşününüz Ve Dâimâ Göz Önünde Tutunuz.

beni Yanınıza Dâvet Etmiş Bulunuyorsunuz. Benim Hâlim Şudur: Elli Üç Senelik Bir Ömür Yaşamış Bulunuyorum. Bunun Kırk Senesi, İlim Öğrenmek Ve Öğretmekle Geçti. Yirmi Senem, Sultan-ı Şehîd'in (melikşah'ın) Saltanâtı Zamânında Geçti. Sultan Melikşah'tan İsfehan'da Ve Bağdât'ta Bulunduğum Sıralarda Pekçok İltifât Ve İkrâm Gördüm. Çok Defâ Mühim İşlerde, Emîr-ül-müminîn İle Onun Arasında Elçilik Vazifesi Yaptım. Din İlimlerinde, Yedi Yüz Kitap Yazmaya Muvaffak Oldum. Yâni Dünyânın Her Türlü Saâdetini Gördüm. Fakat Hepsini Terk Ettim. Bir Müddet Beyt-i Mukaddes'te (kudüs'te) Kaldım. Halîlullah İbrâhim Aleyhisselâmın Mübârek Türbesinde Ahdettim, Bundan Sonra Hiçbir Sultânın Yanına Gitmeyeceğim Ve Hiçbir Sultândan En Ufak Bir Şey Kabûl Etmeyeceğim. Münâzarayı Terk Edeceğim Dedim. On İki Seneden Beri Bu Ahdimde Durdum. Bu Bakımdan, Sultanlar Beni Bu Hususta Mâzûr Gördüler.

şimdi Beni Huzûrunuza Çağırdığınıza Dâir Bir Haber Almış Bulunuyorum. Emre İtâat Olsun Diyerek, Mûsâ Rızâ Hazretlerinin Mübârek Türbesine Kadar Geldim. İbrâhim Aleyhisselâmın Mübârek Makâmında Yaptığım Ahdi Bozmamak İçin, Ordugâha Kadar Da Geldim. Bu Türbede, Kabrin Başucunda Diyorum Ki: "ey Resûlullah'ın Torunu, Sen Şefâatçi Ol Ki, Allahü Teâlâ Pâdişâh-ı İslâm'ı (sultan Sencer'i), Dünyâ Sultanlığında Babalarından Daha İleri Gitmeye Muvaffak Etsin. Âhiret Sultanlığında, Saâdetinde İse, Süleymân Aleyhisselâmın Derecesine Eriştirsin. Halîlullah İbrâhim Aleyhisselâmın Makâmında Yapılan Ahde Hürmet Etmesi İçin Muvaffakiyet Versin. Gönlünü Hakka Çevirip, Halkı Bırakan Bir Kimsenin (imâm-ı Gazâlî'nin) Kalbini Perişân Eylemesin."

inanıyorum Ki, Hakkınızda Böyle Duâ Etmem, Hak Teâlânın Dergâhına Yüz Tutmam, Resmî Olarak Yanınıza Gelmemden Daha Faydalıdır. Eğer Bunu Kabûl Etmeyip, Gelmem İçin Bir Fermânınız Olursa, Emre İtâatın Lâzım Olduğunu Bildiğim İçin, Ahdimi Bozarak, Fermânınızı Kabûl Etme Yolunu Seçerim.

allahü Teâlâ, Dilinize Ve Gönlünüze Öyle Şeyler Getirsin Ki, Bununla Yarın Âhirette Utanmaktan Muhafaza Etsin... Vesselâm."

bu Mektup Sultan Sencer'e Ulaşınca, Mâdem Ki Meşhed'e Gelmiş, Ordugâhımıza Az Bir Mesâfe Var. Oradan Gelmek Güç Bir İş Değildir Diyerek, Gelmesini İstediğini Bildirdi. Bunun Üzerine İmâm-ı Gazâlî, Sultan Sencer'in Yanına Geldi.huzûruna Girince Ayağa Kalkıp, İmâm-ı Gazâlî'yi Karşılayıp Kucakladı. Sonra Da Kendi Tahtına Onu Oturttu. Çok Hürmet Gösterdi. İmâm-ı Gazâlî Oturduktan Sonra, Yanında Bulunan Bir Talebesine, Kur'ân-ı Kerîmden Bir Miktar Oku Buyurdu. Talebesi De Meâlen; "allah Kuluna Kâfi Değil Mi?" buyurulan, Zümer Sûresi 36. Âyetini Okuyunca, İmâm-ı Gazâlî "evet" Dedi. Daha Sonra Söze Başladı. Sultâna Karşı Şöyle Konuştu:

"bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü Teâlâya Hamd Olsun. Kurtuluş Ancak Müttekîler, Takvâ Sâhibi Olanlar İçindir. Düşmanlık Da Ancak Zâlimleredir. Mülk-i İslâm Bâkî Olsun. İslâm Âlimlerinin Âdeti Şöyledir: İslâm Meliklerinin Huzûruna Girdiklerinde; Duâ, Senâ, Nasîhat Ve Bir İhtiyâcın Giderilmesi Husûsunda Konuşma Yaparlar.

duâ Hususunda Evlâ Olan, Gece Karanlıklarında Hak Teâlâya Gizlice Münâcaat Etmek, Yalvarmaktır. Çünkü İnsanlar Arasında Yapılan Duâlarda Riyâ, Gösteriş İhtimâli Var. Hâlis Olmayan Böyle Dualar, Hak Teâlâ İndinde Müstecâb Değildir. Bu Huzûrda Medh Ve Övgüde Bulunmak Da Riyâkârlıktan Uzak Değildir. Yükseklik Ve ışık Bakımından, Güneşin Parmakla Gösterilip, Övülmeye İhtiyâcı Yoktur. Güzellik Kemâle Ulaşınca, Övenlerin Pazarını Bozar, Bunların Eli Boş Kalır.

medih Ve Senâdan Maksad İse Bir İşi Yükseltmektir...

bu Dört Husustan En Mühim Olan, Nasîhat Ve İhtiyâcı Gidermektir.

nasîhat Berâtı, İzni, Risâlet Kaynağından Alınan Yüce Bir Mertebedir. Resûlullah Sallallahü Aleyhi Ve Sellem Buyurdu Ki: "size İki Vâiz (nasîhatçı) bıraktım, Biri Susar, Biri Konuşur. Susan Nasîhatçı Ölümdür. Konuşan İse Kur'ân'dır." dikkat Et, Susan Nasîhatçı Ölüm, Lisân-ı Hâl İle Ne Söylüyor Ve Konuşan Nasîhatçı Ne Söylüyor? Susarak, Hâliyle Nasîhat Eden Ölüm Diyor Ki:

ben, Her Canlıyı Pusuda Beklemekteyim. Zamânı Gelince Âniden Pusudan Çıkıp Yakalayıveririm. Eğer Benim Herkes İçin Yapacağım Muâmelenin Bir Benzerini Görmek İsteyen Varsa; Pâdişâhlar, Kendilerinden Önce Gelip Geçmiş Pâdişâhlara, Emîrler De, Vefât Etmiş Geçip Gitmiş Emîrlere Baksınlar. Melikşâh, Alparslan, Çağrı Bey Toprak Altından Hâlleriyle Şöyle Nidâ Ediyorlar:

"ey Pâdişâh, Ey Gözümüzün Nûru, Bizim Nerelere Sevkedildiğimizi Ve Ne Korkunç İşler Gördüğümüzü Sakın Unutma! Emrinde Bulunanlardan Biri Aç İken, Aslâ Bir Gece Bile Tok Uyuma! Biri Çıplak İken, Sen İstediğin Gibi Giyinme! Şöyle Vasiyet Ederler: Benden Bir Kelime Kabûl Et, bu; "la İlâhe İllallah"dır. Bunu Dâimâ Dilinde Tut, Yalnız Kaldığın Zaman Söylemeyi Aslâ Unutma. Asıl Îmân, Bunu Söylemekle İstikrâra Kavuşur. Buyruldu Ki: "îmân, Suyunu Tâatdan Alır. Kökü Adâlet İle, Devamı Hakkı Zikretmek İle Kâimdir." Bunların Hepsini Yapıp Âhiret Azâbından Kurtulursan Da, Kıyâmette Suâlden Kurtulamazsın. Hadîs-i Şerîfte; "herbiriniz Çobansınız Ve Herkes Emri Altında Bulunanlardan Mesûldür..." buyruldu.

ey Pâdişâh! Hak Teâlânın Hak Nîmetini Edâ Eyle Ki, Nîmet; Doğru Îmân, Doğru Îtikâd, Güler Yüz Ve Güzel Ahlâktır Ve İyi Amellerdir. Bunlardan İyi Amel İşlemek Senin Elinde, Diğerleri Hediye-i İlâhîdir. Mâdem Ki Allahü Teâlâ Bu Nîmetleri Sana İhsân Etmiş, Sen De Dördüncüden, İyi Amel Etmekten Kendini Mahrûm Etme Ki, Küfrân-ı Nîmet Etmiş Olmayasın Ve Ey Ayakta Duran Emîrler! (vezîrler, Kumandanlar!) Eğer Devletinizin Mübârek Ve Dâimî Olmasını İstiyorsanız, Nîmetin Kadrini Biliniz. Nîmeti, Felâket Ve Bedbahtlıktan Ayırd Ediniz. Biliniz Ki; Sizin Bu Horasan Melîkinden Başka, Göklerin Ve Yerlerin Mâliki Olan Başka Bir Pâdişâhınız Vardır. Yarın Kıyâmette, Herkesi Hesâba Çekecek Ve "benim Nîmetimin Hakkını Nasıl Elde Eylediniz, Nasıl Yerine Getirdiniz?" Buyuracak. Meliklerin Kalbleri, Allahü Teâlânın Hazîneleridir. Rahmet, Azâb Ve Cezâya Dâir Yeryüzünde Her Ne Vukû Bulsa, Meliklerin Gönülleri Vâsıtasıyla Olur. Allahü Teâlâ, Kendi Hazînemi Size Emânet Ettim. Sizin Dilinizi O Hazînenin Kilidi Yaptım, Korudunuz Mu? Yoksa Emânete İhânet Mi Ettiniz? Diye Soracak. Hazîneye İhânette Bulunan, Bir Mazlûmun Hâlini Pâdişâhtan Gizliyendir.

bir İhtiyâcın Arz Edilmesine Gelince, Benim Bir Umûmî, Bir De Husûsî Olmak Üzere İki Hâcetim Vardır. Umûmî Olan Şudur: Tûs Ahâlisi Sıkıntı İçindedir. Soğuk Ve Susuzluktan Mahsûller Tamâmiyle Mahvolmuştur. Onlara Acı! Hak Teâlâ Da Sana Acısın. Açlık Dert Ve Belâsıyla Müminlerin Boynu Ve Belleri Kırıldı...

husûsî Hâcetim İse Şudur: Ben, On İki Seneden Beri Halktan Uzaklaşmış, Bir Köşeye Çekilmiştim. Sonra Fahr-ül-mülk, Nişâbûr Medresesi Müderrisliğini Kabûl Etmem İçin ısrâr Etti.ben Ona; "bu Zaman, Benim Sözlerimi Kaldıramaz. Bu Zamanda Bir Hak Söz Söyleyenin, Kapı Ve Duvar Bile Aleyhine Geçer." Demiştim. Bugün İse İş O Raddeye Gelmiş Ki, İşitmiş Olduğum Sözleri Rüyâda Görseydim, Karışık Rüyâdır Derdim. Bunların Aklî İlimler İle Alâkalı Olanlarında Eğer Bir Kimsenin Îtirâzı Varsa, Buna Şaşılmaz. Çünkü Benim Sözlerimde, Herkesin Anlayamayacağı Gibi Mânâlar Çoktur. Bununla Berâber Ben, Kime Olursa Olsun Herhangi Bir Sözümü Açıklayıp İsbât Edebilirim. Böylece Meseleyi Açıklığa Kavuştururum. Bu Gâyet Kolaydır. Fakat, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin Aleyhinde Bulunmuşum Diye Söz Söylüyorlarmış. İşte Buna Aslâ Tahammül Edemem. Allahü Teâlâya Yemîn Ederim Ki, Ben, Ebû Hanîfe'nin Ümmet-i Muhammed Arasında, Fıkıh İlminin İnceliklerinde Ve Mânâsında En Büyük Âlim Olduğunu Kesin Olarak Kabûl Etmekteyim. Her Kim Ki, Bu Söylediğimin Tersine Bir Sözüm Olduğunu Veya Bir Şey Yazdığımı Söylerse O Yalancıdır.

sizden Şunu İsterim Ki; Beni, Nişâbûr'da, Tûs'da Ve Diğer Bütün Şehirlerde Ders Verme İşinden Affediniz. Kendi Hâlimde Kalayım. Bu Zaman, Benim Sözlerime Tahammüllü Değildir Vesselâm."

sultan Sencer, İmâm-ı Gazâlî Hazretlerini Dikkatle Dinledikten Sonra Şu Cevâbı Verdi: "söylediğin Bu Sözleri Duymak Ve İmâm-ı A'zam Hakkındaki Güzel Kanâatlerini, ırak Ve Horasan Âlimlerinin Hepsinin Duyması İçin, Onları Burada Toplamamız Lâzımdır. Büyük İslâm Âlimleri Hakkındaki Kanâatinizi Ve Onlara Olan Hürmet Ve Sevginizi Herkese Duyurmak Üzere, Her Tarafa Dağıtmak İçin Bu İfâdeleri Yazmanızı İstiyorum. Tedristen, Ders Verme İşinden Muaf Tutulma Arzuna Gelince, Bu Mümkün Değil. Fahr-ül-mülk, Seni Nişâbûr Müderrisliğine Celb Edebilmiştir. Biz, Senin Nâmına Medreseler Yaptıracağız. Bütün Âlimler Gelsinler, Kendilerine Kapalı Kalan Meseleleri Öğrensinler, Müşküllerini Halletsinler."

ancak İmâm-ı Gazâlî Hazretleri, Ömrünün Bundan Sonraki Son İki Yılını, Kendi Memleketi Tûs'ta Kitap Yazmak, İnsanları İrşâd Etmek Ve Talebelere Ders Vermekle Geçirdi.

ömrünün Son Senelerinde Memleketi Olan Tûs'da Bulunduğu Sırada İnsanlara Nasihatı Sırasında Buyurdu Ki:

bir Kimsenin Dünyâ Ticâreti, Âhiret Ticâretine Mâni Olursa, Bu Kimse Bedbahttır, Zavallıdır. Bir Çömlek Almak İçin, Altın Kupa Verene Ne Denir? Dünyâ, Saksı Parçası Gibidir. Hem Kıymetsizdir, Hem De Çabuk Kırılır. Âhiret İse, Altından Kupa Gibidir, Hem Çok Kıymetlidir, Hem De Dayanıklıdır, Kırılmaz. Hattâ Hiç Tükenmez. Dünyâ Ticâretinin Âhirete Yaraması İçin Vecehennem'e Sürüklememesi İçin, Çok Uğraşmak Lâzımdır. İnsanın Sermâyesi, Dîni Ve Âhiretidir. Bu Sermâyeyi Kaptırmamak İçin, Çok Uyanık Olmak Lâzımdır. Dînini Kayırmak İsteyenler Yedi Şeye Dikkat Etmelidir:

1. Her Sabah Şöyle Niyet Etmeli; "kendimin, Evlâd Ve Âilemin Rızkını Kazanmak, Onları Kimseye Muhtâc Bırakmamak, Allahü Teâlâya Râhat Ve Temiz İbâdet Edebilmek, Âhiret Yolunda Yürüyebilmek İçin, Vâzifeme Gidiyorum." Demelidir. O Gün Müslümanlara İyilik, Yardım Ve Nasîhat, Emr-i Mârûf, Nehy-i Münker Yapmayı, Kalbinden Geçirmelidir. Namazda Kusûr Edenlere, Günah İşliyenlere, Emr-i Mârûf Yapmalı, Onlara Göz Yummamalıdır. Böyle Niyet Eden Bir Tüccâr, Bir Memur, Bir Öğretmen, Bir Hâkim Ve Bir Subay, Vazîfesini Yaptığı Kadar, Hep Sevap Kazanır. Onun Her İşi, İbâdet Olur. Dünyâda Kazandığı Şeyler De, Fazladan Kârıdır.

2. En Az, Binlerce İnsan Çalışmayacak Olursa, Kendisinin Bir Gün Bile Yaşayamayacağını Düşünmelidir. Meselâ, Çiftçi, Fırıncı, Dokumacı, Demirci, İplikçi Ve Daha Nice Sanatkârlar, Hep Onun İçin Çalışıyor. O Hepsine Muhtaçtır. Herkes Onun İçin Çalışıp, Ona Hazırlayıp Da, Onun Boş Oturması, Kimseye Faydalı Olmaması Doğru Olur Mu? Bu Dünyâda Herkes Yolcudur. Geldik Gidiyoruz. Yolcuların Birbirlerine Yardım Etmesi, El Ele Vermeleri, Kardeş Gibi Olmaları Lâzımdır. Her Müslüman Böyle Düşünmelidir. Vazîfesine Başlarken, Müslüman Kardeşlerime Yardım Etmek, Onları Rahat Ettirmek İçin Çalışacağım. Din Kardeşlerim Benim İşimi Gördükleri Gibi, Ben De, Onlara Hizmet Edeceğim Demelidir. İş Görürken Niyetin Doğru Olmasına Alâmet, İnsanlara Faydalı Olan Bir Meslek, Bir Sanat Seçmektir. Yâni, Öyle Bir İş Görmeli Ki, Eğer O İş Olmasa, Müslümanlar Sıkıntı Çekerdi. O Hâlde, Keyf, Oyun Ve Benzerlerine, Sanat Dense De Ve Haram İşleyenlere Sanatkâr İsmi Verilse De, Bunları Yapmak İbâdet Olmaz. Hattâ, Haram Olmıyan, Mübah Olan, Fakat İnsanlara Lüzûmlu Olmayan Sanatları Seçmemelidir. Hadîs-i Şerîfte Buyruldu Ki; "en İyi Ticâret, Bezzâzlıktır, Kumaş Satmaktır.en İyi Sanat, Terziliktir."

3. Dünyâ İşleri, Âhiret İçin Çalışmaya Mâni Olmamalıdır. Âhiret İçin Ticâret Yeri Câmilerdir. Allahü Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîmde, Münâfikûn Sûresi, 9. Âyetinde Meâlen; "mallarınız Ve Çocuklarınız, Allahü Teâlâyı Hatırlamanıza Mâni Olmasın!" buyuruyor. Halîfe Ömer Radıyallahü Anh Buyurdu Ki; "ey Tüccârlar! Önce Âhiret Rızkını Kazanın! Sonra Dünyâ Rızkına Çalışın!" Ticaretle Meşgûl Olan Büyüklerimiz, Sabah Ve Akşamları Âhiret İçin Çalışır, Kur'ân-ı Kerîm Okur, Ders Dinler, Tövbe Ve Duâ Eder, İlim Öğrenir Ve Gençlere Öğretirlerdi. Kelle Kebâbı, Sabah Çorbası Gibi Şeyleri Çocuklar Ve Zimmîler Satardı. Çünkü, Müslümanlar, Sabah, Akşam Câmilerde Bulunurdu. İnsanların Amellerini Yazan İkişer Melek, Her Sabah Ve Akşam Değişmektedir. Bir Hadîs-i Şerîfte Buyruldu Ki: "melekler İnsanların Amel Defterlerini Götürdükleri Zaman, Başında Ve Sonunda İyi İş Yazılı İse, Gün Ortasında Yapılanları Ona Bağışlarlar."

yine Buyurdu ki; "gündüz Ve Gece Melekleri, Sabah Ve Akşam, Gidip Gelirken Birbirleri İle Karşılaşırlar. Hak Teâlâ, (giden Meleklere), kullarımı Nasıl Bıraktınız? Buyurur. Yâ Rabbî! Namazda Bulduk Ve Namaz Kılarken Bıraktık, Derler. Allahü Teâlâ Da, Şâhid Olun, Onları Affettim Buyurur."

müslüman Tüccârlar, Sanat Sâhipleri, Gündüzleri De, Ezân Sesini Duyunca, İşini Hemen Bırakıp, Câmiye Koşmalıdır. Büyüklerimiz; "ticâretleri, Satışları, Allahü Teâlâyı Unutmalarına Sebeb Olmaz" (nûr Sûresi: 27) Âyet-i Kerîmesine Mânâ Verirken Diyor Ki: Demirciler Vardı. Demir Döğerken, Ezân Okununca, Çekici Kaldırmışken, Demire Vurmaz, Bırakıp Namaza Koşarlardı. Ve Terziler Vardı. İğneyi Sokunca, Ezân Okunduysa, O Hâlde Bırakıp, Cemâate Koşarlardı.

4. Çarşıda, İşte Allahü Teâlâyı Zikr, Tesbîh Etmeli, Her Ân O'nu Hatırlamalıdır. Dili Ve Kalbi Boş Kalmamalıdır. İyi Bilmelidir Ki, O Ânda Kaçırdığını, Bütün Dünyâyı Verse, Bir Daha Eline Geçiremez. Gâfiller Arasındaki Zikrin Sevâbı Çok Olur. Resûlullah Sallallahü Aleyhi Ve Sellem Buyurdu Ki: "çarşıya Girerken, La İlâhe İllallahü, Vahdehü Lâ Şerîke Leh, Lehül Mülkü Ve Lehül Hamdü, Yuhyî Ve Yümît, Ve Hüve Hayyün Lâ Yemût, Bi Yedi-hil-hayr, Ve Hüve Alâ Külli Şey'in Kadîr, Diyen Kimseye, İki Milyon Sevâb Yazılır." cüneyd-i Bağdâdî "kuddise Sirruh" Buyurdu Ki: "pazarda Çok Kimse Vardır Ki, Sûfîler Halkasında Oturanlardan daha Kıymetlidirler." Bir Kerre De Buyurdu Ki: "öyle Kimse Tanıyorum Ki, Pazarda Her Gün Üç Yüz Rekat Namaz Kılmakta Ve Otuz Bin Tesbîh Okumaktadır." Bâzısı Demiştir Ki, Bu Kimse, Kendisidir.

hulâsa, Dîne, İbâdetine Yardım Niyeti İle Dünyâya Çalışanlara, Hep Böyle Sevap Vardır. Yalnız Para Kazanıp, Dünyâ Malı Toplamak İçin Çalışanlar, Sevaptan Mahrûm Kalır. Hattâ Bunlar, Câmide, Namazdayken De, Kalpleri Dükkânın Hesâbındadır. Fikirleri Dağınıktır.

5. Dünyâ İşlerine Çok Düşkün Olmamalıdır. Sabah Namazı Kılmadan Ve Kitap Okuyup Birkaç Şey Öğrenmeden İşe Gitmemeyi Âdet Edinmelidir. İhtiyâcı Kadar Dünyâlık Kazanınca, Âhireti Kazanmakla Meşgûl Olmalıdır. Çünkü, Âhiret Hayâtı Sonsuzdur Ve Ona İhtiyaç Daha Çoktur Ve Âhiret Ticâretinde İflâs Etmek Üzeredir. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin Hocası Hammâd, Ticâret Yapardı.baş Örtüsü Satardı. Her Gün, İki Habbe Kazanınca Eşyâyı Toplar Pazardan Çıkardı. Büyüklerden Bâzısı Dükkâna, Haftada İki Gün Giderdi.bir Kısmı Da, Cumâ'dan Başka Her Gün Gider, Öğle Namazında Geri Dönerdi. Bir Kısmı Nihâyet İkindiye Kadar Alış Veriş Ederdi.hepsi İhtiyâcı Kadar Kazanınca Câmiye Gider, İbâdetle, İlim Öğrenmekle Akşamı Yapardı.

6. Şüpheli Şeylerden Kaçınmalıdır. Harama Yaklaşan Zâten, Âsî, Fâsık Olur. Kalbine Sıkıntı Getiren Şüpheliyi Almamalıdır. Zâlimlerle, Hîle, Hıyânet Edenlerle, Yemîn İle Satanlarla, Dükkânında Haram Şey Satanlarla Alış Veriş Etmemelidir. Zâlimlere, Fâsıklara Veresiye Satmamalıdır. Çünkü, Öldükleri Zaman Üzülür. Hâlbuki, Zâlimler (yâni Müslümanlara Ve İslâmiyete Eli, Dili Ve Kalemi İle Zarar Verenler) Öldüğü Zaman Üzülmek Günahtır. Onlara Yardım Etmek Câiz Değildir. Velhâsıl, Herkesle Muâmele Etmemelidir. Doğru İnsan Aramalıdır.

7. Alış Veriş Yaptığı Kimse İle Olan Sözlerini, Hareketlerini, Aldığını, Verdiğini İyi Ve Doğru Hesâb Etmelidir. Kıyâmette, Bunların Hepsinden Hesâb Vereceğini Bilmelidir. Büyüklerden Biri, Bir Bakkalı Rüyâda Görüp, Allahü Teâlâ Sana Ne Yaptı, Dedi. Önüme Elli Bin Sahife Koydular. Yâ Rabbî! Bu Sahifeler Kimlerindir, Dedim. Elli Bin Kişi İle Alış-veriş Yapmışsın. Her Sahife, Bunların Birisi İle Olan Muâmeleni Göstermektedir, Dediler. Baktım, Her Sayfada Bir Kimse İle Olan Muâmelemin İnceden İnceye Yazılmış Olduğunu Gördüm, Dedi. Bir Kuruş Hîle Yapan, Bir Kuruş Hak Yiyen, Cezâsını Çekecektir Ve Hiçbir Şeyin Yardımı Olmıyacaktır."

âhiretin Dünyâdan Daha İyi Olduğuna İnanan Kimse, Bunların Hepsini De Yapabilir. Bunların Hepsini Gözetmek, Yapsa Yapsa, İnsanı Fakîr Yapar. Sonsuz Saâdete, Ebedî Rahatlığa Sebeb Olacak, Birkaç Senelik Fakîrliğe Elbette Katlanılır. Nitekim Birçok Kimse, Birkaç Şey Kazanmak İçin, Fırtınalı, Karlı Havalarda, Sıkıntılı Yolculuklara; Bir Rütbeye, Dereceye Yükselmek İçin De Nice Mahrûmiyetlere Katlanıyor. Hâlbuki, Ölüm Gelince, Bütün Kazançlar Elden Çıkmakta, Çalışıp Çabalamaları Boşuna Gitmektedir.

kendisi Haramlardan Ve Şüphelilerden Şiddetle Kaçınan İmâm-ı Gazâlî Hazretleri Helâl Kazanmanın Önemiyle İlgili Olarak Buyurdu Ki: Helâl Kazanabilmek İçin, Önce Helâli Öğrenmek Lazımdır. Helâl Ve Haram Meydandadır. İkisi Arasında Şüpheli Olanları Tanımak Güçtür. Şüphelilerden Sakınmayan, Harama Düşer.

allahü Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîmde Mü'minûn Sûresi, Elli İkinci Âyetinde Meâlen buyuruyor Ki: "ey Peygamberlerim! (salevâtullahi Aleyhim Ecma'în) helâl Ve Temiz Yiyiniz Ve Bana Lâyık İbâdetler Yapınız!" işte, Resûlullah Sallallahü Aleyhi Ve Sellem Bunun İçin; "helâl Kazanmak Her Müslümana Farzdır." buyurdu Ve Yine Buyurdu Ki: "bir Kimse, Hiç Haram Karıştırmadan, Kırk Gün Helâl Yerse, Allahü Teâlâ, Onun Kalbini Nûr İle Doldurur. Kalbine, Nehirler Gibi Hikmet Akıtır. Dünyâ Muhabbetini, Kalbinden Giderir."

(dünyâlık Kazanmak İçin Çalışmak Günâh Değildir. Dünyâlık Sevgisi, Dünyâya Gönül Bağlamak Günahtır.) Sa'd Bin Ebî Vakkâs Radıyallahü Anh Dedi Ki: "yâ Resûlallah!(sallallahü Aleyhi Ve Sellem) Duâ Buyur Da, Allahü Teâlâ, Benim Her Duâmı Kabûl Etsin!" Cevâbında Buyurdular ki: "dua Kabûl Olmak İçin, Helâl Lokma Yiyiniz!" peygamber Efendimiz Diğer Hadîs-i Şerîlerinde Şöyle Buyurmuştur:

"çok Kimse Vardır Ki, Yedikleri Ve Giydikleri Haramdır. Sonra Ellerini Kaldırıp Duâ Ederler. Böyle Duâ, Nasıl Kabûl Olunur?"

"haram Yiyenlerin Ne Farzları, Ne De Sünnetleri Kabûl Olmaz." (yâni Sevâbına Kavuşamazlar.)

"on Liralık Elbisenin, Bir Lirası Haram Olsa, O Elbise İle Kılınan Namazlar Kabûl Olmaz."

"haram İle Beslenen Vücûdun Ateşte Yanması Daha İyidir."

"malın Helâlden Mi, Haramdan Mı Geldiğini Düşünmeyenler, Cehennem'e, Neresinden Atılırsa Atılsınlar, Allahü Teâlâ, Onlara Acımayacaktır."

"ibâdet On Kısımdır, Dokuzu Helâl Kazanmaktır."

"helâl Kazanmak İçin Yorulup, Evine Dönen Kimse, Günahsız Olarak Yatar. Allahü Teâlânın Sevdiği Kimse Olarak Kalkar."

"allahü Teâlâ Buyuruyor Ki, Haramdan Kaçınanlara Hesâb Sormaya Utanırım."

"bir Dirhem Fâiz (almak Ve Vermek), otuz Zinâdan Daha Günahtır."

"haram Maldan Verilen Sadaka Kabûl Edilmez. Saklanırsa Cehennem'e Gidinceye Kadar, Ona Yolluk Olur."

ebû Bekr Radıyallahü Anh, Hizmetçisinin Getirdiği Sütü İçti. Sonra Helâlden Olmadığını Anlayınca, Parmağını Boğazına Sokarak Kay Etti, Kustu. O Kadar Zahmetle Çıkardı Ki, Ölüyor Sandılar. Sonra; "yâ Rabbî! Elimden Geleni Yaptım. Mîdemde Ve Damarlarımda Kalan Zerrelerden Sana Sığınırım." Diye Yalvardı. Ömer Radıyallahü Anh Da, Beyt-ül-mala Âit Zekât Develerinin Sütünden, Yanlışlıkla Verilip İçtiği Zaman, Böyle Yapmıştı. Abdullah Bin Ömer Radıyallahü Anhümâ Buyuruyor Ki: "kanbur Oluncaya Kadar Namaz Kılsanız Ve Kıl Gibi Oluncaya Kadar Oruç Tutsanız, Haramdan Kaçınmadıkça, Kabûl Edilmez, Faydası Olmaz." Süfyân-ı Sevrî Buyuruyor Ki: "haram Para İle Sadaka Veren, Câmi Yaptıran, Hayrât Yapan Kimse, Kirlenmiş Elbiseyi İdrâr İle Yıkıyan Kimseye Benzer Ki, Daha Çok Pislenir." Yahyâ Bin Muâz Buyuruyor Ki: "allahü Teâlâya İtâat Etmek, Bir Hazîneye Benzer. Bu Hazînenin Anahtarı Duâ, Anahtarın Dişleri De Helâl Lokmadır." Sehl Bin Abdullah-ı Tüsterî Buyuruyor Ki: "hakîkî Îmâna Kavuşmak İçin, Dört Şey Lâzımdır: Bütün Farzları Edeple Yapmak, Helâl Yemek, Görünen Ve Görünmeyen Bütün Haramlardan Sakınmak Ve Bu Üçüne, Ölünceye Kadar Devâm Etmeye Sabretmek." Büyükler Buyuruyor Ki: "kırk Gün Şüpheli Lokma Yiyenin Kalbi Kararır Ve Lekelenir." Abdullah İbni Mübârek Buyuruyor Ki: "şüpheli Olan Bir Kuruşu Sâhibine Geri Vermeği, Bin Lira Sadaka Vermekten Daha Çok Severim." Sehl Bin Abdullah Tüsterî Buyuruyor Ki: "haram Yiyenlerin Yedi Azâsı, İstese De, İstemese De Günah İşler.

helâl Yiyenlerin Âzâsı, İbâdet Eder. Hayır İşlemesi Kolay Ve Tatlı Gelir." Helâl Kazanmanın Ehemmiyetini Gösteren Daha Nice Hadîs-i Şerîfler Ve Büyüklerin Sözleri Vardır. Bunun İçindir Ki, Verâ Sâhipleri Haramdan Çok Sakınmışlardır. Bunlardan Biri Vüheyb İbni Verd İdi Ki, Nereden Geldiğini Anlamadan Bir Şey Yemezdi. Bir Gün Annesi, Buna Bir Bardak Süt Vermişti. Sütü Nereden Aldığını Ve Parasını Nereden Verdiğini Ve Kimden Aldığını Sordu. Hepsini Anlayınca, Bu Koyun Nerede Otlamış, Dedi.müslümanların Hakkı Bulunan Bir Yerde Otlamıştı. Sütü İçmedi.annesi, Oğlum, Allah Sana Rahmet Etsin, İç! Dedi. O'na Günah İşlemekle Rahmetine Kavuşmak İstemem, Dedi Ve İçmedi. Bişr-i Hâfî'ye (kuddise Sirruh), Ne Yiyip, Nereden Geçiniyorsun? Dediklerinde, "herkesin Yediği Yerden. Ama, Yiyip De Gülen İle Yiyip De Ağlayan Arasında Çok Fark Vardır." Buyurdu.

imâm-ı Gazâlî Hazretleri Nefsin İstediklerini Yapmaz, İstemediklerini Yapardı. İnsanlara Nefis Muhâsebesi Yapmaları Gerektiğini Bildirirdi. Her Gün Yaptığı İşler Sebebiyle Kendini Hesâba Çekerdi.

nefsine Şöyle Hitâb Ederdi:

ey Nefsim! Akıllı Olduğunu İddiâ Ediyorsun Ve Sana Ahmak Diyenlere Kızıyorsun. Hâlbuki, Senden Daha Ahmak Kim Var. Ömrünü Boş Şeylerle, Gülüp Eğlenmekle Geçiriyorsun. Senin Hâlin, Polislerin, Kendisini Aradıklarını Ve Yakalayınca, Îdâm Edeceklerini Bildiği Hâlde, Zamânını Eğlence İle Geçiren Kâtile Benzer. Bundan Daha Ahmak Kimse Olur Mu? Ey Nefsim! Ecel Sana Yaklaşmakta, Cennet Ve Cehennem'den Biri, Seni Beklemektedir.ecelinin, Bugün Gelmeyeceği Ne Mâlum? Bugün Gelmezse, Bir Gün Elbette Gelecek. Başına Gelecek Şeyi, Geldi Bil! Çünkü, Ölüm Kimseye Vakit Tâyin Etmemiş Ve Gece Veya Gündüz, Çabuk Veya Geç, Yazın Veya Kışın Gelirim Dememiştir. Herkese Ansızın Gelir Ve Hiç Ummadığı Zamanda Gelir. İşte Ona Hazırlanmadın İse, Bundan Daha Çok Ahmaklık Olur Mu? O Hâlde, Yazıklar Olsun Sana Ey Nefsim!

günahlara Dalmışsın. Allahü Teâlâ, Bu Hâlini Görmüyor Sanıyorsan, Îmânsızsın! Eğer Gördüğüne İnanıyorsan, Çok Cüretkâr Ve Hayâsızsın Ki, O'nun Görmesine Ehemmiyet Vermiyorsun! O Hâlde, Yazıklar Olsun Sana Ey Nefsim!

hizmetçin Sana İtâat Etmezse, Ona Nasıl Kızarsın!o Hâlde, Allahü Teâlânın Sana Kızmayacağından Nasıl Emîn Oluyorsun! Eğer O'nun Azâbını Hafif Görüyorsan, Parmağını Aleve Tut! Yâhut, Kızgın Güneş Altında Bir Saat Otur! Yâhut Da, Hamam Halvetinde Fazlaca Kal Da, Zavallılığını, Dayanamıyacağını Anla! Yok Eğer, Dünyâda Yaptıklarına Cezâ Vermeyecek Sanıyorsan, Kur'ân-ı Kerîme Ve Yüz Yirmi Dört Bin Peygambere (aleyhimüssalevâtü Vetteslîmât) İnanmamış Oluyorsun ve Hepsini Yalancı Yapmış Oluyorsun. Çünkü, Allahü Teâlâ, Nisâ Sûresinin 122. Âyetinde Meâlen; "günah İşleyen, Cezâsını Çekecektir." buyuruyor. Kötülük Eden, Kötülük Görür. O Hâlde, Yazıklar Olsun Sana Ey Nefsim!

günah İşleyince, O Kerîmdir, Rahîmdir, Beni Affeder Diyorsan, Dünyâda, Yüz Binlerce Kişiye Niçin Zahmet, Açlık Ve Hastalık Çektiriyor Ve Tarlasını Ekmeyenlere Mahsûlünü Vermiyor! Şehvetlerine Kavuşmak İçin, Her Hîleye Baş Vuruyorsun Ve O Vakit Allahü Teâlâ Kerîmdir, Rahîmdir, İstediklerimi Zahmetsiz Bana Gönderir Demiyorsun. O Hâlde, Yazıklar Olsun Sana Ey Nefsim!

belki İnandığını, Fakat Sıkıntıya Gelemiyeceğini Söyleyeceksin. Fazla Sıkıntıya Dayanamayanların, Az Bir Zahmetle, Bu Sıkıntıyı Önlemeleri Lâzım Olduğunu, Cehennem Azâbından Kurtulmak İçin Dünyâda Zahmete Katlanmanın Farz Olduğunu, Demek Ki Bilmiyorsun. Bugün Dünyânın Bir Miktar Zahmetine Dayanamazsan, Yarın Cehennem Azâbına Ve Âhiretteki Zillet Ve Alçaklığa Ve Tard Olmaya, Kovulmaya Nasıl Dayanacaksın? O Hâlde, Yazıklar Olsun Sana Ey Nefsim!

para Kazanmak İçin Çok Zahmet Ve Aşağılıklara Katlanıyor Ve Hastalıktan Kurtulmak İçin, Bir Yahûdî Doktorun Sözü İle, Bütün Şehvetlerinden Vaz Geçiyorsun Da, Cehennem Azâbının, Hastalıktan Ve Fakirlikten Daha Acı Olduğunu Ve Âhiretin Dünyâdan Çok Uzun Olduğunu Bilmiyorsun. O Hâlde, Yazıklar Olsun Sana Ey Nefsim!

sonra Tövbe Ederim Ve İyi Şeyler Yaparım Diyorsan, Ölüm Daha Önce Gelebilir, Pişmân Olup Kalırsın. Yarın Tövbe Etmeyi, Bugün Etmekten Kolay Sanıyorsan, Aldanıyorsun. Çünkü Tövbe, Geciktikçe Zorlaşır Ve Ölüm Yaklaşınca, Hayvana Yokuş Önünde Yem Vermeye Benzer  Ve Bunun Faydası Yoktur. Senin Bu Hâlin, Şu Talebeye Benzer Ki, Dersine Çalışmayıp, İmtihan Günü Hepsini Öğrenirim Sanır Ve İlim Öğrenmek İçin, Uzun Zaman Lâzım Olduğunu Bilemez. Bunun Gibi, Pis Nefsi Temizlemek İçin De, Uzun Zaman Mücâhede Etmek Lâzımdır. Ömür, Boşuna Geçince, Bir Ânda, Bunu Nasıl Yapabilirsin. İhtiyârlamadan Önce Gençliğin, Hasta Olmadan Önce, Sıhhatin Ve Sıkıntı Çekmeden Önce Rahatlığın Ve Ölmeden Önce Hayâtın Kıymetini Niçin Bilmiyorsun? O Hâlde Yazıklar Olsun Sana Ey Nefsim!

kışın Muhtâç Olacağın Şeylerin Hepsini, Niçin Yazdan Hazırlayıp Hiç Geciktirmiyorsun Ve Bunları Elde Etmek İçin, Allahü Teâlânın Merhametine, İhsânına Güvenmiyorsun? Hâlbuki Cehennem'in Zemherîri, Kışın Soğuğundan Az Değildir Ve Ateşinin Sıcaklığı, Temmuz Güneşinden Aşağı Değildir. Bunların Hazırlığında, Hiç Kusur Etmiyorsun Da, Âhiret İşlerinde Gevşek Davranıyorsun. Bunun Sebebi Nedir? Yoksa Âhiret Ve Kıyâmet Gününe İnanmıyor Musun Ve Kalbindeki Bu Küfrü, Kendinden De Mi Saklıyorsun? Bu İse, Ebedî Felâketine Sebeptir. O Hâlde, Yazıklar Olsun Sana Ey Nefsim!

marifet Nûrunun Himâyesine Sığınmayıp Da, Öldükten Sonra, Şehvet Ateşinin, Canını Yakmasından, Allahü Teâlânın Lütfu Ve Merhameti İle Kurtulacağını Sanan Bir Kimse, Kalın Elbisesinin Himâyesine Girmeden, Kışın Soğuğun, Allahü Teâlânın Lütfu İle Kendisini Üşütmeyeceğini Sanan Kimseye Benzer. Bu Kimse, Bilemiyor Ki, Allahü Teâlâ, Birçok Faydaları Sağlamak İçin, Kışı Yaratmış İse De, Lütuf Ve Merhamet Ederek, Elbise Yapılacak Şeyleri De Yaratmış Ve İnsanlara Elbise Yapmak İçin Akıl Ve Düşünce Vermiştir. Yâni O'nun İhsânı, Elbise Teminini Kolaylaştırmakta Olup, Elbisesiz Üşümemek Şeklinde Değildir. O Hâlde, Yazıklar Olsun Sana Ey Nefsim!

günahların Allahü Teâlâyı Kızdırdığı İçin Azâb Çekeceğini Zannetme Ve Günahlarımın O'na Ne Zararı Var Ki, Bana Kızıyor Deme! Zannettiğin Gibi Değil. Seni Yakacak Olan Cehennem Azâbı, Senin İçinde Ve Şehvetlerinden Meydana Gelmektedir. Nitekim, İnsanın Hastalığı, Yediği Zehirden Ve İçine Giren Zararlı Şeylerden Meydana Gelmekte Olup, Tabîbin Sözlerini Dinlemediği İçin, Onun Kızmasından Hâsıl Olmuyor. O Hâlde, Yazıklar Olsun Sana Ey Nefsim!

ey Nefsim! Anladım Ki, Dünyânın Nîmet Ve Lezzetlerine Alışmışsın Ve Kendini Onlara Kaptırmışsın! Cennet'e Ve Cehennem'e İnanmıyorsan, Bâri Ölümü İnkâr Etme! Bu Nîmet Ve Lezzetlerin Hepsini Senden Alacaklar Ve Bunların Ayrılık Ateşi İle Yanacaksın! Bunları İstediğin Kadar Sev, İstediğin Kadar Sıkı Sarıl Ki, Ayrılık Ateşi, Sevgin Kadar Çok Olur. O Hâlde, Yazıklar Olsun Sana Ey Nefsim!

dünyâya Niye Sarılıyorsun? Bütün Dünyâ Senin Olsa Ve Dünyâdaki İnsanların Hepsi Sana Secde Etse, Az Zaman Sonra Sen De, Onlar Da Toprak Olacaksınız!isimleriniz Unutulacak, Hatırlardan Silinecek. Geçmiş Pâdişâhları Hatırlayan Var Mı? Hâlbuki Sana Dünyâdan Az Bir Şey Vermişler. O Da Bozulmakta, Değişmektedir. Bunlar İçin, Sonsuz Cennet Nîmetlerini Fedâ Ediyorsun. O Hâlde, Yazıklar Olsun Sana Ey Nefsim!

bir Kimse, Kıymetli Ve Sonsuz Dayanıklı Bir Mücevheri Verip, Bununla, Kırık Bir Saksı Satın Alırsa, Ona Nasıl Gülersin? İşte Dünyâ, Alınan Saksı Gibidir. Onu Kırıldı Bil Ve Ebedî Cevheri, Elinden Çıktı Say Ve Sana Pişmânlık Ve Azâb Kaldı Bil!

bunlar İle Ve Bunlar Gibi Sözlerle, Herkes Nefsini Azarlayarak, Kendi Hakkını Ödemeli Ve Nasîhate, Önce Kendinden Başlamalıdır! Allahü Teâlâ, Doğru Yolda Gidenlere Selâmet İhsân Buyursun! Âmin.

imâm-ı Gazâlî Hazretlerine Senelerce Hizmet Edip, Tam Ve Geniş İlim Öğrenen Talebelerinden Biri, Birgün Kendi Kendine Düşünüp: Senelerce Zahmet Çekip Çok Şey Öğrendim. Bu Kadar Çok İlimden Bana En Lüzûmlu Ve Faydalısı Acabâ Hangisidir? Âhirette İmdâdıma Yetişecek, Mezarda Dünyâ Dostlarım Beni Yalnız Bırakıp Gittikleri Zaman, Bana Arkadaş Olacak, Mezardan Kalkınca, Ananın Evlâdından, Kardeşin Kardeşinden, Dünyâdaki Dostların Birbirlerinden Kaçıp, Herkes Başının Çâresini Aradığı Vakit Beni Kurtaracak Olan Acabâ Hangisidir? Dünyâda, Âhirette Faydası Olmayan Acabâ Hangileridir? Bilsem De Bunlardan Uzaklaşsam. Çünkü, Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Ve Sellem;

"faydasız İlmi Öğrenmekten Ve Allahü Teâlâdan Korkmayan Kalpten Ve Dünyâya Doymıyan Nefisten Ve Allah İçin Ağlamayan Gözden Ve Kabûle Lâyık Olmayan Duâdan Allahü Teâlâ Bizi Korusun." buyurmuştur, Diye Uzun Zaman Düşündükten Sonra, Anlamak İçin Hocası Olan Hüccet-ül-islâm İmâm-ı Gazâlî'ye (allahü Teâlâ, Onun Kabrini Nûr İle Doldursun) Mektup Yazdı. Bununla Berâber Birkaç Zaman Hayırlı Duâ Etmesini Yalvardı Ve Bana Kısa, Açık Ve Faydalı Cevap Veriniz De, Her Sabah Okuyup, Ona Göre Hareket Edeyim, Dedi.

hüccet-ül-islâm İmâm-ı Gazâlî, Şu Cevâbı Yazıp Gönderdi:

"ey Sevgili Oğlum Ve Sâdık Dostum! Allahü Teâlâ, Sana Uzun Ömürler Verip, Ömrünü İbâdetle Ve O'nun Gösterdiği Yolda Gitmekle Geçirmek Nasîb Eylesin! Bütün Nasîhatler Peygamberimiz Muhammed Sallallahü Aleyhi Ve Sellemden Alınmıştır. O'ndan Gelmeyen Nasîhatler Faydasızdır. Dünyâya Yayılmış Olan Bu Nasîhatlerden, Birisini Bile Almadın İse, Senelerce Yanımda Niçin Kaldın Ve Niçin Okudun?

peygamberimizin (sallallahü Aleyhi Ve Sellem) Dünyâya Yayılan Nasîhatlerinden Biri Şudur: "allahü Teâlânın, Bir Kuluna Rahmet Etmeyeceğine, Ona Gazab Ve Azâb Edeceğine Alâmet, Dünyâya Ve Âhirete Faydası Dokunmayan Şeylerle Meşgûl Olması, Zamanlarını Lüzûmsuz Şeylerle Öldürmesidir. Bir Kimsenin Ömründen Bir Saati, Allahü Teâlânın Beğenmediği Bir Şeyde Geçerse, Ne Kadar Çok Pişmân Olsa, Üzülse Yeridir. Bir Kimse Kırk Yaşını Geçtiği Hâlde Onun Hayırlı İşleri, Yâni Sevapları, Kötü İşlerinden, Yâni Günahlarından Ziyâde Olmadı İse, Cehennem'e Hazırlansın."

bu Hadîs-i Şerîfin Mânâsını İyi Anlayanlara, Bu Nasîhat Yetişir.

ameli, İbâdeti Elden Bırakma! Kalbe Âit Hâlleri Ve Bilgileri Unutma! Yâni Hareketlerin İlme, Hâllerin De, Tasavvufa Uygun Olsun!

iyi Bil Ki, Amelsiz İlim, İnsanı Kurtaramaz. Bunu Sana Bir Misâl İle Anlatayım: Bir Kimse, Dağda Bir Arslana Rastlasa, Yanında Tüfeği Ve Kılıcı Bulunsa Ve Bunları Kullanmasını İyi Bilse Ve Ne Kadar Cesûr Olursa Olsun, Bu Âletleri Kullanmadıkça, Arslandan Kurtulabilir Mi? Sen De Bilirsin Ki, Kurtulamaz. İşte Bunun Gibi, Bir Kimse Ne Kadar İlim Sâhibi Olursa Olsun, Bildiğine Göre Hareket Etmezse, İlminin Faydası Olmaz. Diğer Bir Misâl, Bir Tabîb Hastalansa, Hastalığını Teşhis Edip İlâcını Da Bilse Ve Bu İlâç Hakîkaten O Hastalığa Çok İyi Gelse, İlâcı Kullanmadıkça, Yalnız Bilgisinin Onu İyi Edemeyeceğini Pekâlâ Bilirsin.

bir İnsan Ne Kadar İlim Edinse, Ne Kadar Kitap Okusa, Bildiklerini Yapmadıkça Faydası Yoktur.

iyi Bil Ki, Çalışmayınca, Din Yolunda Yürümedikçe Sevap Kazanamazsın! Benî-isrâil'den Birisi Senelerce İbâdet Etmişti. Allahü Teâlâ, Bunun İbâdetlerini Meleklere Göstermek İstedi. Yanına Bir Melek Gönderip Şöyle Sordurdu: Daha Ne Kadar İbâdet Edeceksin? Cennetlik Olmadın Mı? Cevâbında Dedi Ki: Benim Vazîfem Kulluk Yapmaktır. Emir Sâhibi O'dur. Melek Bu Cevâbı İşitince: "yâ Rabbî, Sen Her Şeyi Bilirsin. O Kulunun Cevâbını Da Duydun." Dedi. Cenâb-ı Hak; "o Kulum, Alçaklığı İle Aşağılığı İle Berâber Bizden Yüzünü Çevirmiyor, Biz De İhsân Ve Merhamet Sâhibi Olduğumuzdan, Elbette Onu Bırakmayız. Ey Meleklerim! Şâhid Olunuz, Onu Affettim." buyurdu.

ilim Öğrenmek Ve Kitap Okumak İçin Çok Gecelerini Fedâ Ettin Ve Çok Tatlı Uykularını Kendine Haram Eyledin. Bilmem Ki, Niçin Kendini Bu Kadar Harâb Ettin? İlim Öğrenmekten Maksadın Eğer Dünyâ Menfaatlerini Toplamak, Şöhret, Mevki Sâhibi Olmak Ve Müslümanlara Büyüklük Göstermekse, Sana Yazıklar Olsun! Çok Aldanmışsın, Kendini Azâba Sürüklemişsin! Yok Eğer Maksadın İslâmiyete Ve Muhammed Aleyhisselâmın Dînine Yardım Etmek Ve Ahlâkını Temizlemek Ve Nefsini Kırmaksa, Sana Müjdeler Olsun! Kendine Ne Güzel Ve Ebedî İstikbâl Hazırlamışsın. İstikbâl, Saâdet-i Ebediyyeye Kavuşmaktır.

nasîhatlerin Hülâsası, Özü, Allahü Teâlâya Kulluk Ve İtâat Etmenin Ne Demek Olduğunu Bildirmektir. Tâat Demek Ve İbâdet Demek, Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâma Tâbi Olmak Demektir. Yâni, Bütün Sözlerini Ve Hareketlerini O'nun Emir Ve Nehylerine Uydurmak Demektir. Yâni Her Söylediğin Ve Her Yaptığın, Söylememen Ve Yapmaman, Hep, O'nun Emri İle Olmaktır. Şunu İyi Bil Ki, İbâdet Şeklinde Yaptığın İşler, Eğer O'nun Emrine Göre Değilse, İbâdet Olmaz, Belki Günah Olur. Eğer Namaz Ve Oruç Da Olsa, Böyledir. Nitekim, Ramazan Bayramının Birinci Günü Ve Kurban Bayramının Her Dört Günü Oruç Tutmanın Günah Ve İsyân Olduğunu Biliyorsun. Hâlbuki, Oruç Bir İbâdettir. Fakat, Emir İle Olmadığından Günah Oldu. Bunun Gibi, Başkasından Zorla Alınan Elbise İçinde Veya Böyle Bir Yerde Namaz Kılmak Da Günahtır. Hâlbuki Namaz Bir İbâdettir. Fakat, Emirle Olmayınca İsyân Oluyor. Bunlar Gibi, Bir Kimsenin, Nikâhlı Hanımı İle Her Türlü Oyun Ve Latîfeler Yapması İbâdettir, Yâni Sevaptır. Bunun Sevâbı Hadîs-i Şerîf İle Bildirilmektedir. Hâlbuki Yapılan Şey Oyun Ve Eğlencedir. Fakat Emirle Olduğundan Sevaptır. Şu Halde, İbâdet Demek, Yalnız Namaz Kılmak, Oruç Tutmak Değildir. İbâdet Demek, İslâmiyetin Emirlerine Uymak Demektir. Çünkü, Namaz Ve Oruç, İslâmiyete Uygun Olunca, İbâdet Olurlar.

o Hâlde, Bütün Sözlerini Ve Bütün Hareketlerini İslâmiyete Uydur!çünkü, Kim Olursa Olsun, İslâmiyete Uymayan İlimler Ve Çalışmalar, Doğru Yoldan Sapmaktır Ve Allahü Teâlâdan Uzaklaşmaya Sebeb Olur. Peygamber Efendimiz Bunun İçin, Eskiden Kalma İlimleri Ve Âdetleri Neshetti, Değiştirdi. O Hâlde, İslâmiyetin Müsâadesi Olmadan Ağzını Açmamak Lâzımdır Ve İyi Bil Ki, Senin Öğrendiğin İlimlerle Allah Yolunda Gidilemez. Şunu Da Bil Ki, Bu Yol, Kendilerine Sûfî, Yâni Tarîkatçi İsmini Vererek, Tarîkat Büyüklerinin Yolunda Olduklarını İddiâ Eden Câhillerin, Mânâlarını Anlamadıkları, İslâmiyete Uymayan Sözleriyle De Gidilemez. Bu Yolda Ancak, Nefisle Mücâdele Edenler Gidebilir. Nefsin Arzularını, Şehvetlerini İslâmiyetin Dışına Taşırmamak Lâzımdır. Laf İle Gidilmez. İslâmiyette Yeri Olmayan Sözler Ve İlimler Ve Şehvet İle Karışmış Gâfil Kalb, Şekâvet Ve Felâket Alâmetleridir.

ömrünü İslâmiyetin Emir Ve Yasaklarını Öğrenmek Ve Öğretmekle Geçiren İmâm-ı Gazâlî Hazretleri 1111 (h.505) Senesi Cemazil-evvel Ayının 14. Pazartesi Günü, Büyük Kısmını Zikir, Tâat Ve Kur'ân-ı Kerîm Okumakla Geçirdiği Gecenin Sabah Namazı Vaktinde, Abdest Tâzeleyip Namazını Kıldı, Sonra Yanındakilerden Kefen İstedi.kefeni Öpüp Yüzüne Sürdü, Başına Koydu: "ey Benim Rabbim, Mâlikim! Emrin Başım Gözüm Üzere Olsun." Dedi. Odasına Girdi. İçeride, Her Zamankinden Çok Kaldı. Dışarı Çıkmadı. Bunun Üzerine Orada Bulunanlardan Üç Kişi İçeri Girdiklerinde, İmâm-ı Gazâlî Hazretleri Kefenini Giyip, Yüzünü Kıbleye Dönüp, Rûhunu Teslim Ettiğini Gördüler.

vefâtı, Tûs'ta Ve Duyulduğu İslâm Ülkelerinde Büyük Bir Acı Uyandırdı. İlim, İrfan Ehli Ve Halk Onu Kaybettiklerine Günlerce Yanıp, Ağladılar. Birçok Edîb, Âlim Ve Ârif, Ölümüne Mersiyeler Yazdı. Çünkü Öyle Bir Kimse Vefât Etmişti Ki, Yerinin Doldurulması Çok Güçtü.

imâm-ı Gazâlî Hazretleri, Kendisini Mezarın İçine Şeyh Ebû Bekr En-nessâc'ın Koymasını Vasiyet Etmişti. Şeyh, Bu Vasiyeti Yerine Getirip Mezardan Çıktığında, Hâli Değişmiş, Yüzü Kül Gibi Olmuş Görüldü. Oradakiler; "size Ne Oldu? Niçin Böyle Sarardınız, Soldunuz Efendim!" Dediler. Cevap Vermedi. ısrâr Ettiler, Gene Cevap Vermedi. Yemîn Vererek Tekrar ısrârla Sorulunca, O Da Mecbur Kalarak Şunları Anlattı:

"ne Zaman Ki, İmâm-ı Gazâlî Hazretlerini Mezarın İçine Koydum. Kıble Tarafından Nurlu Bir Sağ Elin Çıktığını Gördüm. Hafiften Bir Ses Bana Şöyle Seslendi. Muhammed Gazâlî'nin Elini, Seyyid-ül-mürselin Muhammed Mustafâ'nın (sallallahü Aleyhi Ve Sellem) Eline Koy. Ben Denileni Yaptım. İşte, Mazardan Çıktığımda Benzimin Sararmış, Solmuş Olmasının Sebebi Budur. Allah Ona Rahmet Eylesin."

"hüccet-ül-islâm" Adıyla Meşhûr Olan İmâm-ı Gazâlî, Üç Yüz Binden Fazla Hadîs-i Şerîfi Râvîleriyle Birlikte Ezbere Biliyordu. İslâmın Yirmi Temel İlmi İle, Bunların Yardımcıları Olan Müsbet İlimlerde De Söz Sâhibiydi. Tasavvuf İlminde De Yüksek Derece Sâhibi Olup Güzel Ahlâk Ve Hâl Sâhibi Velîydi. Hadîs Ve Usûl-i Hadîs İlimlerinde İlim Deryâsı Olan Bu Büyük Âlimin Kitaplarında Mevdû Hadîs Var Diyerek, İmâm-ı Gazâlî'de Eksiklik Aramak, İlmin Hakîkatını, İslâm Âliminin Derecesini Bilmemektir. Zamânında Yaşayan Ve Sonra Gelen Âlimler, Onun Kitaplarını Senet Kabûl Etmişler Ve Netice Olarak İmâm-ı Gazâlî'nin Kitaplarını Ancak Mezhepleri Kabûl Etmeyenlerin Dinde Reform Yapmak İçin Uğraşanların Beğenmediklerini Bildirmişlerdir.

imâm-ı Gazâlî Hazretleri Asrının Müceddididir. Vazifesi; Din Bilgilerinden Unutulmuş Olanlarını Meydana Çıkarmak, Açıklamak Ve Herkese Öğretmektir.

hocası İmâm-ül-harameyn El-cüveynî Şöyle Der: "gazâlî, İlimde Büyük Bir Denizdir." Talebesi, Muhammed Bin Yahyâ Da; "imâm-ı Gazâlî, İkinci İmâm-ı Şâfiî'dir." Demiştir.

es'ad Mîhenî De Şöyle Der "gazâlî'nin İlmi Ve Üstünlüğü, Kolay Kolay Anlaşılmaz. Bunu Ancak, Onun Derecesinde Olanlar Veya Onun Aklının Kemâline Yaklaşabilenler Anlar."

ebû Zeyd Endülüsî Yine Şöyle Anlatmıştır:

bir Defâsında Rüyâmda Gördüm Ki, İmâm-ı Gazâlî, Bir Hınzırın (domuzun) Boynuna Zincir Takmış Çekip Götürüyordu.

"bunu Neden Böyle Gezdiriyorsun?" Dedim.

"bu Öyle Betbaht Bir Kimsedir Ki, Zulmete Dalmıştır. Bize Dil Uzatanların Hâli Ve Cezâsı Budur." Buyurdu.

imâm-ı Gazâlî Hazretleri Şöyle Anlatmıştır: "bir Gün Bana Bir Taş Lâzım Oldu. Dışarı Çıkıp Almak İçin Hangi Taşa Elimi Uzatsam, Taş Altın Veya Cevher Oluyordu. Baktım, Elimi Uzattığım Her Taş Cevher Oldu. Nihâyet Bir Taş Bulamadan Eve Geri Döndüm."

eserleri: imâm-ı Gazâlî, Ömrü Boyunca Gece Gündüz Devamlı Yazmış Büyük Bir İslâm Âlimidir. Eserlerinin Sayısının Bine Ulaştığı, mevdû'ât-ül-ulûm kitabında Bildirilmektedir. Bunlardan 400'ünün İsimleri Şeyh Ebû İshâk Şîrâzî'nin hazâin kitabında Yazılıdır. Eserleri Üstünde Avrupalılar Geniş Ve Uzun Süren İncelemeler Yapmışlardır. Bunlardan P.bouyges Adlı Müsteşrik, essaie De Chronologie Des Oeuvres De Al-ghazâli kitabında, İmâm-ı Gazâlî'nin 404 Kitabının İsmini Yazmıştır. Meşhûr Müsteşrik Brockelmann Da geschichte Der Arabischen Litterature adlı Eserinde, İmâm-ı Gazâlî'nin Eserlerinden 75 Tânesinin Listesini Vermiştir. 1959'da, Dört Alman Ordinaryüs Profesörü, İmâm-ı Gazâlî'nin Kitaplarını Okuyarak, İslâm Dînine Âşık Olmuşlar Ve İmâm'ın Kitaplarını Almancaya Çevirmişler Ve İslâmiyeti Kabûl Etmişlerdir.

islâm Dünyâsının Mâruz Kaldığı Moğol Felâketi Esnâsında, Yakıp Yıkılan Binlerce Kütüphâne İçinde, İmâm-ı Gazâlî'nin Birçok Eseri De Yok Edilmiştir. Bu Sebepten, Bu Güne Kadar Eserlerinin Tam Bir Listesi Ve Tasnifi Yapılamamış, İlim Dünyâsı, Bu Husustaki Eksikliğini Tamamlayamamıştır.

eserlerinden Bir Kısmı Şunlardır:

1) İhyâu Ulûmid-dîn, 2) Kimyâ-i Seâdet, 3) Vasît, 4) Basît, 5) Vecîz, 6) Hulâsâ, 7) Erbeîn, 8) El-maksad-ül-esnâ, 9) Mustasfâ (usûl-i Fıkha Dâirdir.), 10) Bidâyet-ül-hidâye, 11) Tahsin-ül-meâhiz, 12) El-münkızü Aniddalâl, 13) Şifâ-ül-celil Fî Beyâni Meslek-üt-ta'lil, 14) El-iktisâd Fil-i'tikâd, 15) Mi'yâr-ün-nazar, 16) Mehakk-ün-nazar (mahall-ün-nazar)17) Beyân-ül-kavleyn, 18) Mişkât-ül-envâr, 19) El-müstazhirî (bâtınîlere Reddiyedir.), 20) Tehâfüt-ül-felâsife, 21) El-makâsıd Fî Beyâni İ'tikâd-ül-evâil (makâsıd-ül-felâsife), 22) İlcâm-ül-avâm An İlm-il-kelâm, 23) El-gâyet-ül-kusvâ, 24) Cevâhir-ül-kur'ân, 25) Beyânü Fedâih-il-imâmiyye, 26) Gavr-üd-devr (gâyet-ül-gavr Fî Dirâyet-üt-devr), 27) Dürret-ül-fâhire (kıyâmet Ve Âhiret adıyla İhlâs Holding A.ş. Yayınladı.) 28) Er-risâlet-ül-kudsiyye, 29) Fetâvâ, 30) Mîzân-ül-amel, 31) Kavâsım-ül-bâtıniyye (bâtınîlere Reddiyedir.), 32) Hakîkât-ür-rûh, 33) Kitâbü Esrârı Muâmelât-id-dîn, 34) Akîdet-ül-misbâh, 35) El-minhâc-ül-a'lâ, 36) Ahlâk-ül-envâr, 37) El-mi'râc, 38) Hüccet-ül-hak, 39) Tenbîh-ül-gâfilîn, 40) Kıstâs-ül-müstekîm, 41) Hülâsât-üt-tasnîf Fit-tasavvuf, 42) Acâib-ül-mahlûkât (ilcâm-ül-avâm, El-münkızü Aniddalâl ve kimyâ-i Seâdet kitapları İhlâs A.ş. Tarafından Bastırılmıştır.), 43) El-imlâ Fir-reddî Alel-ihyâ. bu Eseri, ihyâu Ulûmiddîn adlı Eserini Tenkid Etmeye Kalkışanlara Cevap Olarak Yazmıştır.

eyyühelveled kitabı Arapçadır. Farsça Tercümesi, Bursa'da Orhan Câmii Kütüphânesinde Mevcuttur. Bu Kitap, 1945'te Kurulmuş Olan Milletlerarası İlim Yayma Teşkilâtı (unesco) Tarafından 1951'de Fransızca, İngilizce Ve İspanyolcaya Tercüme Edilerek Hepsi Basılmıştır. Türkçesi hak Sözün Vesikaları adlı Kitabın İçinde Bir Bölüm Olarak İhlâs A.ş. Tarafından Yayınlanmıştır.

 

kerâmet Ve Menkîbeleri

ey Mustafâ Üzülme

seyyid Mustafâ Bekri Anlatır: "ben, Medîne-i Münevverede Mescid-i Nebevî'nin Hizmetkârı, Temizleyicisiydim. Her Akşam Resûlullah Efendimizi Rüyâda Görüyordum. Her Gördüğümde De Tebessüm Buyururlardı. Ben De Vazîfemi İyi Yapmışım, Diye Sevinirdim. Bir Akşam Resûlullah Efendimizi Ağlarken Gördüm Ve Çok Üzüldüm. Resûlullah Efendimiz Bana Dönerek Buyurdu Ki: "ey Mustafâ, Sen Üzülme! Hizmetinde Bir Kusûr İşlemedin. Benim Ümmetimin Âlimlerinden, Benim İsmimi Taşıyan Birisi Vefât Etti."

sonra Öğrendik Ki, O Gün İmâm-ı Gazâlî Hazretleri Vefât Etmiş.

 

rüyâda Yenen Sopa

batıda Ebü'l-hasan İbni Harezhem Adında Bir İmâm Vardı. İmâm-ı Gazâlî Hazretlerinin ihyâ kitabını Okuyunca Beğenmeyip Onu Yakmayı Emretti. Halkın Elinde Bulunanları Da Toplayıp Bir Cumâ Günü Yakılmasını Kararlaştırdılar. O Cumâ Gecesinde Ebü'l-hasan Rüyâsında: Kendi Ders Okuttuğu Câminin Kapısından İçeri Girdi. Bir De Ne Görsün; Câminin İçinde Resûlullah (sallallahü Aleyhi Ve Sellem) Ve Yanında Ebû Bekr Radıyallahü Anh Ve Ömer Radıyallahü Anh Oturuyorlardı. İmâm-ı Gazâlî De Orada Ayakta Duruyordu Ve Elinde ihyâ kitabını Tutup: "ey Allah'ın Resûlü! Şu Kimse Benim Hasmımdır." Deyip, Sonra Dizleri Üzerine Çöktü. ihyâ kitabını Resûlullah'a Verip: "yâ Resûlallah, Şu Kitaba Bakınız, Eğer Bu Kimsenin Dediği Gibi Bunda Sünnete Uymayan, Esâsa Muhâlif Bir Yanlışlık Varsa, Ben Allahü Teâlâya Tövbe Ettim. Eğer Sizin Bildirdiğiniz Dîne Uygunsa, Bu Adamdan Hakkımı Alıp Beni Sevindirin." Dedi. Bunun Üzerine Resûlullah, ihyâ kitabını Baştan Sona Kadar İnceledi Ve; "vallahi Bu Elbette Güzel Bir Kitaptır." Buyurdu, Sonra Onu Hazret-i Ebû Bekr'e Ve Hazret-i Ömer'e Verdiler. Onlar Da İnceleyerek, Bu Kitap Elbette Güzeldir, Dediler. Bunun Üzerine Resûlullah:

"adı Geçen Ebü'l-hasan'ın Elbisesini Soyun, İftirâ Edenlere Vurulduğu Gibi Had Vurun." Buyurdu. Beşinci Sopadan Sonra Hazret-i Ebû Bekr; "yâ Resûlallah Böyle Yapması Yine Senin Sünnetini Tâzim İçindi. Fakat Yanıldı." Dedi. İmâm-ı Gazâlî De Affetti.

ebü'l-hasan Uyanınca Gördüklerini Talebelerine Anlattı. Tövbe Etti.bir Ay, Rüyâsında Yediği Sopaların Acısından Rahatsız Oldu, Canı Yandı. Sonra Geçti, Fakat Ölünceye Kadar Sopaların İzi Sırtında Görüldü. Bu Rüyâsından Sonra Dâimâ ihyâ kitabını okur, Ona Hürmet Ederdi.

 

kaynaklar

1) Tabakât-üş-şâfiiyye; C.6, S.191

2) Miftâh-üs-se'âde; C.2, S.332

3) El-bidâye Ven-nihâye; C.12, S.173

4) Tebyînü Kizb-ül-müfterî; S.291

5) Şezerât-üz-zeheb; C.4, S.10

6) Vefeyât-ül-a'yân; C.4, S.216

7) Menâkıb-ı Gazâlî; V. 1a-b, 2a-b, 3a-b, 4a-b, 5a-b, 6a-b, Süleymâniyekütüphânesihacı Mahmûd Efendi Kısmı, No: 4609

8) Menâkıb-ı İmâm-ı Gazâlî V.4b, 5a, 9a, 13a, 14b, 23a-b, 24a-b, Süleymâniye Kütüphânesi, Hacı Mahmûd Efendi Kısmı, No: 4651

9) İhyâu Ulûmiddîn; C.1, S.3, 4, 5, 95, C.2, S.112, C.3, S.62, C.4, S.3, 11, 450, 558, 562

10) Kimyâ-i Seâdet; C.1, S.61, 109, 283, 288, C.2, S.427, 444, 647, 673, 771, 862

11) El-münkızü Aniddalâl; S.11

12) Tehâfüt-ül-felâsife; S.3,4

13) Tam İlmihâl Seâdet-iebediyye; (48. Baskı) S.1063

14) Kıyâmet Ve Âhiret (5. Baskı); S.66

15) Hak Sözün Vesîkaları (eyyühelveled) (2. Baskı); S.323

16) Fâideli Bilgiler; S.310

17) El-a'lâm; C.7, S.22

18) Mu'cem-ül-müellifîn; C.1, S.266

19) Keşf-üz-zünûn; C.1, S.12, 23, 24, 36, 148, 244, 607, 887, C.2, S.1304, 1918, 2007, 2048.

20) İzâh-ül-meknûn (keşf-üz-zünûn Zeyli); C.2, S.43, 103, 370, 536

21) Esmâ-ül-müellifîn; C.2, S.79, 81

22) Mevdû'ât-ül-ulûm; C.1, S.804

23) Kâmûs-ul-a'lâm; C.5, S.3277

24) Nefehât-ül-üns; S.404

25) Rehber Ansiklopedisi; C.6, S.137

26) Câmiu Kerâmât-il-evliyâ; C.1, S.107

27) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.6, S.283

Yorumlar
Kod: B8ZE8