Bir yahudi âlimi ve bir de oğlu vardı.
Güzel yüzlü çocuğun (Habbab)dı hem de adı.
Bu, bir gün, babasının odasına girince,
Gizli bir sandık görüp meraklandı iyice.
Üstelik kilitliydi, açınca onu hemen,
Odaya nur fışkırdı o sandığın içinden.
Çok büyük hayret verdi bu hadise Habbab’a.
Düşündü: Bu gördüğüm, bir rüya mı acaba?
Daha sonra, sandıkta sayfalar gördü birden.
O nur, fışkırıyordu üstteki sahifeden.
Onda yazılıydı ki: (Resulullah Muhammed,
Allah’ın Habibi ve Peygamberidir elbet.
Onun kitabı Kur'an, islamdır dini ise.
Ne mutlu onu görüp, iman eden kimseye.)
Habbab bunu okuyup, Resule oldu aşık.
Onun için yanmaya başladı kalbi artık.
O, kendi kendisine şöyle diyordu ki hep:
(Ey Allah’ın Habibi, nerdesin şimdi acep?
Ah, seni bir kerecik görebilsem diyorum.
Ama sen, yerde misin, gökte mi, bilmiyorum.)
Ağlamaya başladı sonra da birdenbire.
Ve kendinden geçerek, bayılıp düştü yere.
Bir nice zaman sonra, kendine geldi lakin.
Babası onu görüp, sordu ki: (Ne bu halin?)
Dedi ki: (Babacığım, ben, son Peygamber olan,
Hazret-i Muhammed'e oldum aşık ve hayran.)
Vurulmuşa dönmüştü babası birdenbire.
Onu dövüp, hapsetti karanlık, dar bir yere.
Habbab ise, orada hep dua ediyordu.
(Ya Rabbi, Habibini bana göster!) diyordu.
O esnada gaibden duydu şöyle bir nida:
(Ey Habbab, Resulullah şimdi bu yakınlarda.
Eğer Onu görmeyi çok arzu ediyorsan,
Şu yöne doğru yürü, başka yere sapmadan.)
Habbab bunu duyunca, kapıldı bir sevince.
Çıkıp, o yöne doğru yol katetti bir nice.
İlahi iradeyle, o yöne gidiyordu.
Sanki Resulullaha doğru çekiliyordu.
Nihayet Medine’ye geldi o, aynı günde.
Yorulmuştu, oturdu bir kapının önünde.
Anladı ev sahibi Habbab’ın bu halini.
Dedi: (Ben biliyorum Allah’ın Habibini.)
Götürdü onu hemen Resul'ün huzuruna.
Kavuştu böylelikle bir aşık, maşukuna.
Nasıl şükredecekti, onu bilemiyordu.
Gözlerinden sel gibi gözyaşı iniyordu.
Nihayet çok sevdiği Resulün huzurunda,
İmanla şereflenip Eshaptan oldu o da.