Kutbüddin-i Bahtiyar, yaparak çok ibadet,
Allahü teâlâdan etmezdi bir an gaflet.
Fakirane bir hayat yaşıyordu ekseri,
Zira böyle olmaktı, onun bütün isteği.
Halbuki sultan bile, emrini bekliyordu.
(Bir işaret buyurun, bize kâfi) diyordu.
Buna rağmen, kimseden etmezdi bir şey talep,
Yine fakirlik ile yaşamak isterdi hep.
Mübarek hanımları, bakkaldan, borç olarak,
Almak istediğinde mutfağa biraz erzak,
O bakkalın hanımı, ona, uygun olmayan,
Surette davranınca, üzüldü o gün bundan.
Kutbüddin Bahtiyar’a eyleyince bunu arz,
Buyurdu ki: (Ey hanım, şu odaya gel biraz.)
Odanın köşesini gösterip dedi ki: (Bak!
Her ne zaman istersen, Besmele okuyarak,
O anda ihtiyacın ne kadarsa ey hatun!
O kadar kâk bulursun, üzülüp olma mahzun.)
Kutbüddin Bahtiyar'ın, burada (kâk) diyerek,
Buyurduğu o nesne, (kek) idi, yani ekmek.
İsminin sonundaki (Kâki) kelimesi de,
Bu vaka üzerine söylendi o devirde.
Bir gün, saray nazırı İftiharüddin Aybek,
Bu mübarek velinin huzuruna gelerek,
Dedi ki: (Ey efendim, falan falan köylerin,
Bütün gelirlerini, eğer ki varsa izin,
Bağlamak istiyoruz, hep zat-ı alinize.
Siz de sarf edersiniz, onu talebenize.)
O dahi cevabında buyurdu ki: (Ey nazır!
Oturduğun halının ucunu biraz kaldır.)
O, halının ucunu biraz çevirdiğinde,
Gözleri açılarak, kaldı hayret içinde.
Zira görüyordu ki, altında o halının,
Sanki bir nehir gibi, akıyordu hep altın.
Dedi: (Biz, bunu bile istemezken hey evlat!
Dediğin köylere mi edeceğiz iltifat?
Ey vezir, haydi şimdi gidiniz de bu defa,
Gelmeyin bu teklifle yanımıza bir daha.)
Vezir, (Peki) diyerek, ayrıldı huzurundan.
Daha çok kıymet verdi, o zaman ona sultan.
Yine başka bir zaman, hediye getirdiler.
Onu dahi reddedip, şöyle cevap verdiler:
(Bizim büyüklerimiz, kimseden bir menfaat,
Kabul etmediler ki, alayım ben de evlat.
Eğer kabul edersem, yarın, mahşer gününde,
Ben mahcup olmaz mıyım o büyükler önünde?)
O kimse mahcup olup, (Haklısınız) dedi ve,
Getirdiği o şeyi, alıp gitti geriye.