(En yakın akrabanı, davet eyle hak dine!)
Diye vahiy gelince Allah’ın Habibine,
Cümle akrabasına, vererek bir ziyafet,
Onları, şu şekilde islama etti davet:
(Ben sizi, dilde kolay, mizanda ağır basan,
Şu iki kelimeye çağırıyorum şu an.
La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah.
Buna inanırsanız, bulursunuz tam felah.
Yani hakiki ilah, Hak teâlâdır yalnız.
Ben de Peygamberiyim, sözüme inanınız!
Benim bu davetimi, hanginiz kabul eder?
Hanginiz bu hak yolda, bana hep yardım eyler?)
Üç defa tekrar etti, Resul bu teklifini.
Kimse cevap olarak, çıkarmadı sesini.
Yalnız her defasında, bir kimse kalkıyordu.
(İnandım, her yardıma ben hazırım) diyordu.
Hazret-i Ali idi, bu şerefe kavuşan.
Hem henüz çocuk olup, on yaşındaydı o an.
Ebu Zer Gıfari de, islamı işiterek,
Geldi Mekke şehrine, hayli merak ederek.
Tek maksadı, görmekti, Allah’ın Habibini.
Korkudan, hiç kimseye açamadı halini.
Zira müslümanlara, kâfirler o zamanlar,
Yaparlardı çok feci, dayanılmaz cefalar.
Beytullah'ın dibinde, bekledi uzun müddet.
Resulü göremedi, akşam oldu nihayet.
Onu, Hazret-i Ali, davet etti evine.
Lakin sabah olunca, Kâbe'ye geldi yine.
Zira Resulullahı görmekti arzusu tek.
Yine bekleyecekti, Resulü görene dek.
İkinci ve üçüncü günler de, akşam vakti,
Onu, Hazret-i Ali, evine davet etti.
Karnını doyurarak, sordu ki Ebu Zer'e:
(Nereden, ne maksatla teşrif ettin bu yere?)
Dedi: (Söylerim ama, kimseye söylemeyin.)
O da cevap verdi ki: (Siz hiç merak etmeyin.)
Dedi: (Duydum, bu yerde, var imiş bir Peygamber.
Geldim ki, kendisinden edineyim bir haber.)
Hazret-i Ali ona, dedi: (Bu, büyük nimet.
Ben Ona gidiyorum, sen de beni takib et.
Benim girdiğim eve, peşimden sen de gel gir.
Velakin sokaklarda, müşrikler görebilir.
Böyle bir tehlikeyi sezer isem ben şayet,
Yere eğilir gibi, yaparım bir işaret.
O zaman beni geçip, yürü eve girmeden.
Böylece kurtulursun, öyle bir tehlikeden.)
Böylece, o Resulü görerek en sonunda,
İmanla şereflendi, Resul'ün huzurunda.