Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Hocazâde
  30 Mart 2018 Cuma , 23:27
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; Türkiye evliyaları, Bursa evliyaları, Hocazâde

fâtih Sultan Mehmed Devri Osmanlı Âlimlerinin En Büyüklerinden. İsmi Mustafa Bin Yûsuf Bin Sâlih, Künyesi Hocazâde'dir. Bursa'da Doğdu. Doğum Târihi Bilinmemektedir. 1488 (h.893) Senesinde Bursa'da Vefât Etti.

babası, Ticâretle Meşgûl Olan Büyük Servet Sâhibi Bir Tüccar İdi. Âilesi Ve Çocukları Son Derece Bolluk Ve Refah İçindeydi. Hocazâde, Babasının Mesleğini Terk Edip İlim Öğrenmeye Yöneldi. Babası Bu İsteğine Râzı Olmadı. Bu Yüzden Babasının Gözünden Düştü. Kardeşlerine Harcamaları İçin Bol Bol Para Verirken, Mustafa'ya Günde Bir Akçe Verirdi. Bu Sebeple Onlar Bolluk Ve Nîmetler İçerisinde Yaşadığı Halde, Küçük Mustafa Sıkıntı Ve Yokluk İçinde İlim Tahsîline Devâm Etti. Kitap Almaya Bile Parası Yoktu. Babası Ona Hiç Yardım Etmiyordu. Buna Rağmen O, Zor Bir Geçim İçinde De Olsa Günlerini İlim Yolunda Koşturmak Ve Bilgi Dağarcığını Genişletme Gayreti İçerisindeydi. Elbiseleri Yırtık Ve Yamalı İdi, Ama Güzel Huyla Bezenmiş Üstün Olgunluğuyla Gün Gibi Parıldamaktaydı.

bir Gün Babası Ve Kardeşleriyle Birlikte Emir Sultan Hazretlerinin Talebelerinden Şeyh Velî Şemsüddîn'in Kona?ina Gitmişlerdi. Şeyh Hazretleri; "bunlar Kimlerdir?" Diye Sorunca, Babası; "oğullarımdır." Dedi. Sonra İyi Giyimli Ve Neşeli Çocukların Yanında Sefil Giyimli Ve Üzüntülü Bir Halde Duran Mustafa'ya Bakarak; "ya Bu Kimdir?" Diye Sordu. Babası; "o Da Oğlumdur." Cevâbını Verince, Şeyh Hazretleri Onun Bu Tutumunu Beğenmedi. "neden Çocuklarına Eşit Şekilde Davranmıyorsun?" Diye Sordu. Babası; "bu Benim İşimi Bıraktı, Ticârî İşlerimle İlgilenmiyor, Başka Bir Yol Tuttu. Onun İçin Bunu Gözümden Çıkarmışım." Diye Cevapladı.

şeyh Şemsüddîn, Elbette Bu Çocuğun Yaptığı Doğrudur Diye Pekçok Nasihatler Ettiyse De, Hoca Yûsuf Kabûl Etmedi. Onlar Giderlerken Mustafa'yı Yanına Çağırıp Tatlı Nasîhatlerle Yüreğinde Yumaklaşan Kırgınlıkları Giderdi Ve; "bu Perişan Hâline Bakıp Sakın İlim Yolundan Ayrılma, Çünkü Doğrusu Senin Yaptığındır. Babanın Düşündüğü Doğru Değildir. Bu Yolda Bütün İyi Hasletleri, Güzellikleri Ve Kemâlâtı Kendinde Toplamak Vardır. İlmin Şerefi Seni Öyle Bir Mertebeye Ulaştıracak Ki, Baban, Makâmının Yüceliğinden Şaşıracak, Kardeşlerin De Kapında Hizmetine Duracaklardır." Diye Teselli Etti.

bu Nasîhatler Molla Mustafa'nın Okuma Ve İlim Öğrenme Aşkını Kat Kat Artırdı. İçi Bu Arzu Ve Hevesle Doldu. Kitap Almaya Parası Olmadığından En Ucuz Kâğıtlardan Alarak Derslerini Kendi Eliyle Yazıp Çalıştı. Kâdı Ayasuluğ'dan Usûl, Meânî Ve Beyân İlimlerini Okudu Ve Onun Hizmetinde Bulundu. Daha Sonrahızır Bey Bin Celâl'in Hizmetinde Yetişip, Ondan Aklî Ve Naklî İlimleri Öğrendi. Hızır Bey Bin Celâl Onun Olgunluğuna Ve Diğer Talebeleri Arasındaki Üstünlüğüne Bakarak Muidliğe, Asistanlığa Getirdi. Hızır Bey Çelebinin Derslerine Devamla İlimdeki Üstünlüğü Daha Da Arttı. Hızır Bey Onu Çok Sever Ve İltifat Ederdi. Hattâ Kendisine Sorulan Bâzı Suâller İçin "akl-ı Selîme Mürâcaat Ediniz." Diyerek Hocazâde'ye Havâle Ederdi. Sonra Sultana Onun İlimdeki Üstünlüğünden Bahsederek Ona Bir Medresede Görev Verilmesini İstedi. Böylece Hocazâde, Kestel Kâdılığına Tâyin Edildi. Daha Sonra Bursa'da Esediyye Medresesi Müderrisliğine Getirildi. Bu Medresede Altı Sene İlim Öğretti. Bu Müddet İçinde şerh-i Mevakıf'ı Baştan Sona Kadar İnceleyip Ezberledi. Ancak Parasızlıktan Bir Türlü Kurtulup Rahata Kavuşamadığı İçin Ev İşlerini De Kendisi Görüyordu.

sultan Mehmed Han (fâtih) Osmanlı Tahtına Oturup Da Onun Âlimlere Muhabbeti Ve Lütf-ı İhsânı Ün Salınca Ve Çevresine Zamânının Meşhur Âlimlerini Toplayınca, Hocazâde De Onun Yanında Olmak Şerefini Kazanmak İstedi. Ne Var Ki Yolculuk Masraflarını Karşılayacak Parası Olmadığından Bir Türlü Yola Çıkma Cesâretini Bulamıyordu. Bu Sırada Derslerine Katılan Bir Talebenin Sekiz Yüz Akçesi Olduğunu Öğrenince, Bu Parayı Ödünç Alıp Yola Çıktı. Talebe De Yanında Ve Hizmetinde İdi. Oraya Öyle Bir Zamanda Vardı Ki, Pâdişâhın Otağı İstanbul'dan Edirne'ye Gidiyordu.pâdişâh-ı Âlem, Bir Yanında Molla Seyyid Ali, Diğer Yanında Molla Zeyrek Olduğu Halde İlmî Konularda Münâzara Yaparak İlerliyordu. Vezir Mahmûd Paşa, Hocazâde'yi Görünce; "hoş Geldin. Ben De Seni Pâdişâha Anlatmıştım. Gel Hemen Onunla Görüş." Diyerek Önüne Düşüp Pâdişâhın Yanına Yaklaştılar. Hocazâde Hükümdârı Selâmlayıp Elini Öptü. Mahmûd Paşa Onun Hocazâde Olduğunu Bildirerek İlmini Övdü. Hocazâde Bundan Sonra Molla Seyyid Ali'nin Yanında At Sürerek Sohbete Katıldı. Zaman Zaman En İnce Meselelerde Görüşlerini Açıklayıp İlimdeki Üstünlüğünü Ortaya Koydu. Bir Müddet Sonra Seyyid Ali Ve Mollazeyrek Pâdişâhın Yanından Ayrıldılar. Hocazâde İse Uzun Bir Süre Pâdişâhla Yan Yana Sohbete Devâm Etti. Bu Sohbet Dolayısı İle Molla Seyyid Ali Ve Molla Zeyrek'e Pâdişâhın İhsânları Geldiği Halde Hocazâde'ye Bir Pul Bile Verilmedi. Bu Bakımdan Hocazâde Gönlü Kırık Olarak Üzüntü İçerisine Düştü. Onun Hâline Vâkıf Olan Talebesi, Hakkında İleri Geri Konuşmaya Ve Hizmetini Görmemeye Başladı. Mola Verildiği Bir Gün Hocazâde Atını Kendisi Timar Ettikten Sonra Bir Ağacın Gölgesinde Dinlenmekteydi. O Sırada Dergâh-ı Âlî Kapıcılarından Üç Kapıcının, Hocazâde'nin Çadırı Nerededir? Diye Sorarak Geldiklerini Gördü. Kimileri Hocazâde Şu Ağaç Altında Oturan Eski Giysili Kişidir Diye Mollayı İşâret Ediyorlardı. Ancak Kapıcılar Onun Da Herkes Gibi Bir Çadır Ve Çardağı Olacağını Düşünerek Bu Söze Îtibâr Etmediler. Hattâ Birkaç Kişiyi Bizimle Alay Etme, Aradığımız Kimseyi Âlemlere Gölge Olan Pâdişâh İstiyor, Diyerek Azarladılar. Ancak Her Kime Sordularsa, Hep Orası Gösterilince, Mecburen Molla'nın Yanına Gelip Selâm Verdiler. "hocazâde Siz Misiniz?" Diye Sordular. Evet Cevâbını Alınca, Hürmetle Eğilip Elini Öptüler Ve Devletlü Pâdişâha Hoca Oldunuz Deyip Tebrik Ettiler. Hocazâde Onların Sözlerini, Davranışlarını Alaya Yorarak Önce İnanmadı. Fakat O Sırada Pâdişâh Konakçılarının Hızla Gelip Büyük Bir Çadır Kurduklarını Gördü. Ayrıca Birkaç At Ve Katır, Binek, Yatak Ve Değerli Giysiler İle On Bin Akçe Para Da Getirdiklerini Öğrenince Şüphesi Kalmadı. Onlar Cins Atlardan Birini Hemen Koşumlarla Donatıp Yanına Getirdiler Ve Buyurun Yüce Pâdişâh Sizi Bekler Dediler.

iş Böyle Gelişince, Hocazâde O Bin Türlü Naz Ve Saygısızca Davranan Uykucu Talebenin Yanına Vardı Ve Uyandırmak İstedi. Fakat O Eski Huysuzluğu İle Sözünü Sakınmayıp; "bir Parça İstirahata Bırakmaz Mısın?" Diye Bağırdı.talebe, Bin Bir ısrardan Sonra Gözünü Açtı Ve Büyük Bir Devlete Erişmiş Olan Molla'nın Hemen Ayaklarına Kapanıp Özürler Dilemeye Başladı. Hocazâde Onu Teselli Ederek Pâdişâhın İhsânından Ona Olan Borcunu Fazlasıyla Ödedi Ve Gönül Rahatlığı İle Pâdişâhın Mutlu Katına Varıp Elini Öptü. Pâdişâh, Hocazâde'den Sarfla İlgili İzzî Adlı Eseri Okudu. Zaman Geçtikçe Hocazâde'nin Pâdişah Katında Değeri Gittikçe Arttı. Bu Durum Bâzı Kimselerin Hasedine Yol Açtı. Hattâ Fâtih Sultan Mehmed Han Edirne'de Bulunduğu Sırada, Vezir Mahmûd Paşa, Hocazâde'nin Kazasker Olmak İstediğini Sultana Bildirdi. Sultan Da; "bizi Sohbetinden Mahrûm Etmek Mi İstiyor?" Diyerek Üzüldü. Ancak, Daha Sonra Onu Edirne'ye Kazasker Tâyin Etti.

hocazâde'nin Babasına, Oğlunun Kazasker Olduğu Haberi Ulaşınca Önce İnanmadı. Daha Sonra Haber Yaygınlaşınca İnandı. Diğer Oğullarıyla Birlikte Oğlunu Ziyâret Etmek İçin, Bursa'dan Edirne'ye Gitmek Üzere Yola Çıktı. Babasının Gelmekte Olduğu Haberini Duyan Hocazâde, Babasını Âlimlerden Ve Edirne Eşrâfından Bir Toplulukla Karşıladı. Baba-oğul Kucaklaştılar. Babası Hocazâde'den Özür Dileyip Eski Kusurlarının Affını İsteyince; "olsun, Siz Öyle Yapmasaydınız, Biz Böyle Olmazdık." Diyerek, Babasına Güzel Muâmelede Bulundu. Babası İçin Çok Güzel Bir Ziyâfet Hazırladı. Ziyâfet Sofrasına Babasıyla Berâber Oturdu. Diğer İleri Gelenler Ve Âlimler Rütbelerine Göre Oturunca, Kardeşlerine Sofrada Yer Kalmayıp, Fakirlik Ve İhtiyaç Hâlinde Olmadıkları Halde, Hizmetçilerle Birlikte Ayakta Kaldılar. Bu Vesîleyle, İlim Ehline Verilen Önem Ortaya Çıktı. Molla Bu Hâli Görünce, Velî Şemseddîn'in Sözlerini Hatırladı.cenâb-ı Hakk'a Şükretti.

hocazâde Bir Müddet Sonra Fâtih Sultan Mehmed Tarafından Bursa Sultaniye Medresesine, Daha Sonra Da İstanbul'daki Sahn-ı Semân Medresesine Müderris Tâyin Edildi. İstanbul'da Fâtih Sultan Mehmed'in Emriyle tehâfüt-ül-felâsife adlı Eseri Yazdı. Sonra Edirne Kâdılığı Ve İstanbul Müftîliği Yaptı. İznik Müftîliğine Ve Müderrisliğine Tâyin Edildi. Fâtih Sultan Mehmed Vefât Edinceye Kadar İznik'te Kaldı. Sultan İkinci Bâyezîd Tahta Geçince, İstanbul'a Geldi. Bursa Sultâniye Medresesine Müderris Tâyin Edildi. Orada İki Ayağı Ve Sağ Eli Felç Oldu. Sol Eliyle Yazı Yazabiliyordu. Bu Halde, Sultan İkinci Bâyezîd'in Emriyle şerh-i Mevâkıf adlı Esere Bir Hâşiye Yazdı. 1488 (h.893) Senesinde Vefât eden Hocazâde, Bursa'da Emir Sultan Medreseleri Karşısına Defnedildi.

ilme Rağbeti Fevkalâde Olup, İlim Öğrenmek İçin, Gençliğinde Servet Nîmetinden Mahrum Olmayı Göze Aldığı Gibi, Sonraları Da, Bir Makamda Bulunmaktan Daha Çok Müderrislikle İftihâr Ederdi. Belki İlim Öğrenmek Ve Öğretmeye Engel Olur Düşüncesiyle, Mevki Ve Makâmı Zorla Kabûl Ederdi.

molla Ali Tûsî, Acem Diyârına Gittiği Zaman, Ali Kuşcu İle Karşılaştı.ali Tûsî, Ali Kuşçu'ya; "nereye Gidiyorsun?" Dedi. O Da; "rum Diyârına Gidiyorum." Dedi. Ali Tûsî Ona; "orada Hocazâde İle Olan Münâsebetine Dikkat Et." Dedi. Ali Kuşçu İstanbul'a Geldiği Zaman, Hocazâde'nin De İçinde Bulunduğu Âlimler Onu Karşıladılar. Alikuşçu Sohbet Sırasında, Denizde Görmüş Olduğu Med-cezîr Hâdisesini Anlattı.hocazâde, Med-cezîr Hâdisesinin Sebebini Açıkladı.sohbet Devâm Etti. Konu, Tîmûr Hanın Huzûrunda Seyyîd Şerîf Cürcânî İle Sâdeddîn Teftâzânî'nin Karşılıklı Münâzarasına Gelince, Ali Kuşçu, Teftâzânî Tarafını Tercih Etti. Hocazâde İse; "ben Bu Konuyu Tahkik Ettim, Seyyid Şerîf Cürcânî'nin Haklı Olduğu Kanâatine Vardım." Dedi. Ali Kuşçu, Hocazâde'nin Yazdığı Hususları Mütâlaa Etti Ve Haklı Olduğunu Anladı. Yine Fâtih Sultan Mehmed, Ali Kuşçu'ya; "hocazâde'yi Nasıl Buldunuz?" Diye Sorunca, Ali Kuşçu; "rum'da Ve Acem'de Emsâli Yok." Cevâbını Verdi. Pâdişâh Da; "arap'ta Dahi Eşi Yoktur." Diyerek Onun İlimdeki Üstünlüğünü İşâret Etti.

molla Abdurrahmân Binmüeyyed, Celâlüddîn Ed-devânî'nin Hizmetine Kavuşunca, Celâlüddîn Ed-devânî Ona; "hangi Hediye İle Geldin?" Dedi. O Da; "hocazâde'nin tehâfüt-ül-felâsife adlı Kitabıyla Geldim." Dedi. Celâlüddîn Ed-devânî O Kitabı Mütâlaa Edince; "bu Konuda Bir Kitap Yazmak İstiyordum. Eğer bu Kitabı Görmeden O Kitabı Yazsaydım, Bu Kitabın Yanında Sönük Kalırdı." Dedi.

hocazâde'nintehâfüt-ül-felâsife adlı Meşhûr Eserinden Başka, hâşiye-i Şerh-i Mevâkıf, Hâşiye-i Şerh-i Hidâyet-ül-hikme, Şerhu Tevâli-ul-envâr, Şerh-ul-izzi Fit-tasrîf, Hâşiyetü Alet-telvîh Fil-usûl gibi Birçok Kıymetli Eserleri De Vardır.

hocazâde En İyi Bildiği Meselelerde Dahi Fetvâ Kitaplarını Karıştırmadan Cevap Vermezdi. Hattâ Bir Günde Aynı Konu İki Defâ Sorulsa Yine Kitâba Başvurup Açıklamasını Öyle Yapardı. Yanında Duran Talebeleri Bâzan; "efendim Daha Yeni Kitâba Bakmıştınız. Bu Defâ Da Bakmadan Cevap Veremez Miydiniz." Diye Sorduklarında; "eğer İlmime Güvenip Bakmasam, Gönül Tenbelliğe Alışır." Derdi.

 

kaynaklar

1) Mu'cem-ül-müellifîn; C.12, S.290

2) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi; S.145

3) Şezerât-üz-zeheb; C.7, S.354

4) Fevâid-ül-behiyye; S.24

5) Esmâ-ül-müellifîn; C.2, S.433

6) Keşf-üz-zünûn; C.1, S.497, C.2, S.1139, 1892

7) Brockelman; Sup.2, S.322

8) Tâcü't-tevârih; C.5, S.110

9) Kâmûs-ül-a'lâm; C.3, S.2063

10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.12, S.93

Yorumlar
Kod: SOHVO