O hazret-i Halid ki, mihmandardı Resule.
Çok yüksek dereceye vardı bu hizmetiyle.
Bedir, Uhud ve sair herbirinde harplerin,
Önünde savaşmıştı, Hazret-i Peygamberin.
Gayetle cömert olup, her ne geçse eline,
Dağıtırdı hepsini şehrin fakirlerine.
Allah’ın Sevgilisi, göçünce bu dünyadan,
Herkes gibi ona da, bu dünya oldu zindan.
Nihayet İstanbul’u fethetmek gayesiyle,
Hazırlanan orduya katıldı bin zevk ile.
Resul'ün, fetih için verdiği o müjdeyi,
Kalbinin derununda saklıyordu sır gibi.
Bu sefere katılmak, tek arzusuydu onun.
Yaşlı haline rağmen, içindeydi ordunun.
Gelip bu ordu ile İstanbul önlerine,
Bir delikanlı gibi savaştı o da yine.
O, ihlas ve aşk ile küffara saldırırken,
Hastalanıp, yatağa düşüverdi aniden.
Yine hasta haliyle, harbi takib ederek,
İsterdi iyileşip, savaşa devam etmek.
Velakin anlayınca eceli geldiğini,
Hemen yakınlarına, yaptı vasiyetini.
Buyurdu ki: (Sonuna geldi bu fani ömrüm,
Öyle anlıyorum ki, ben bu yerde ölürüm.
Her nerede ölürsem, defnetmeyin o yere.
Beni, mümkün mertebe iletin içerlere.
Ordunun ulaştığı en ileri noktaya,
Götürüp, cenazemi defnediniz oraya.)
Sonra teslim eyledi o mübarek ruhunu.
Ordunun en önüne defnetti Eshap onu.
İstanbul’un manevi fatihidir ki bu zat,
Bu şehri, asırlarca nurlandırmıştır bizzat.
Vakta ki Fatih Sultan, İstanbul’u, ilerde,
Allah’ın yardımıyla fethettiği günlerde,
Akşemseddin’e gelip, dahil oldu huzura.
Dedi: (Halid bin Zeyd’in yakındır kabri sur’a.
Fetih için çarpışıp, şehid olmuş o zaman.
İsterim, kabir yeri bulunup olsun ayan.)
O dahi, şu andaki kabrin olduğu yeri,
Gösterip, buyurdu ki: (Sultanım, geceleri,
Şu semtte, bir noktaya nur iner, keşfederim.
O mübareğin kabri, ordadır zannederim.)
Geldiler şu andaki türbenin mahalline.
Bir müddet murakabe eyleyerek Rabbine,
Bir noktayı gösterip, dedi: (Kazın bu yeri.
Görürsünüz altında yazılı bir mermeri.)
İşaret ettiği yer, kazıldı derhal o gün.
Bulundu nurlu kabri, Mihmandar-ı Resulün.