İmam-ı Rabbani’nin, birine mektubunda,
Şöyle buyuruluyor itikat mevzuunda:
İtikat edilmesi çok lazım olanları,
Âlimler, şu şekilde bildirdi ayrı ayrı:
Hak teâlâ, elbette, kendi zatıyla vardır.
Yani kendi kendine varlıkta durmaktadır.
Nasıl şimdi var ise, hep var idi önceden.
Ve hep var olacaktır, devamlı, ebediyen.
Varlığının önünde, sonunda yokluk olmaz.
Çünkü Onun varlığı lazımdır, Onsuz olmaz.
O, vacib-ül vücuddur, varlığı lazımdır hep.
Ve herkes, Onun ile varlıkta duruyor hep.
O, birdir, şeriki ve benzeri yok elbette.
Ve Onun, hiç ortağı yoktur uluhiyette.
İbadet olunmaya hakkı olmakta da bir,
Yoktur hiçbir ortağı, yoktur Ona bir nazir.
Ortağı olmak için, müstakil, yani kâfi,
Olmaması lazım ki, bir kusurdur bu dahi.
O, uluhiyetinde müstakildir muhakkak.
O halde lüzumsuzdur Ona şerik ve ortak.
Lüzumsuz olmak ise, bir kusurdur elbette.
Kusur ve noksanlık da, olmaz uluhiyette.
Şerik olacağını düşünmek yani Ona,
Olamayacağını çıkarıyor meydana.
Onda, noksan olmayan, kâmil sıfatlar vardır.
Bunlar da, sübuti ve hakiki sıfatlardır.
Hayat, ilim, sem', basar, irade, kudret, kelam.
Ve tekvin sıfatıyla, sekiz olur hepsi tam.
Bunlar dahi kadimdir, sonradan olma değil.
Kendinden ayrı vardır, böyle dedi ehl-i dil.
Allah, cisim değildir, değil hem madde ve hal.
O, zamanlı değildir, olmaz Ona yer, mahal.
Bir cihette değildir, yoktur Onun bir yeri.
Yoktur misli ve zıddı, yoktur hiçbir benzeri.
Ana, baba, zevcesi, yoktur çocukları hem.
(Allah baba) diyenin, imanı gider o dem.
Bunlar, hep mahluklarda bulunan nesnelerdir.
Hepsi, birer noksanlık, kusur alametidir.
Her şeyi bilicidir, zerreden Arş’a kadar.
Kainatta ne varsa, bilir gizli, aşikâr.
Çünkü Odur yaratan ne varsa yer ve gökte.
Zira yaratmak için, bilmek lazım elbette.
O, önceki sonsuzdan, sonraki sonsuza dek,
Yalnız bir kelam ile söyleyicidir elbet.