İmam-ı Rabbani’ye tam bağlı değil iken,
Memurluk yapıyordu, öyle gidip gelirken.
(İstifa edeyim mi?) diyerek edince arz,
Buyurdular ki: (Hayır, devam et yine biraz.)
Kendisi anlatır ki: Sılaya gitmek için,
İmam-ı Rabbani'den istedim bir gün izin.
Ayrılıp, Burhanpur’a gidene kadar, her an,
Ruhen benimle idi, ayrılmadı yanımdan.
O izin sırasında, (Cuki) nam bir kişinin,
Yanına girmiş idim, halini görmek için.
O, Hind kâfiri olup, istidrac sahibiydi.
Sihriyle meşhur olan, bir sihirbaz gibiydi.
O beni görür görmez, dedi: (Ey Bediüddin!
İmam-ı Rabbani’yi bırakıp niye geldin?
O, öyle biridir ki, bu devirde, bu günde,
Onun gibi bir veli bulunmaz yer yüzünde.)
Ben buna hayret edip, dedim ki: (Peki niçin,
Hizmet ve sohbetine gitmezsin o kişinin?)
O, (Ben de olgunlaştım, ihtiyacım yok ona.)
Diyerek, devam etti küfür ve inadına.
Yine o anlatır ki: (Bir ısrar üzerine,
Gidiyorduk bir şeyhin kabir ziyaretine.
Lakin biliyordum ki, üstadım hazretleri,
O şeyhe kırgın idi, uzun zamandan beri.
Lakin ısrar üzere ve kerhen gidiyordum.
Hem de, (üstadım bana kırılır mı?) diyordum.
Nihayet kabre varıp, tam oturduğum zaman,
Baktım ki, etrafımda dolaşıyor bir arslan.
Şöyle bir göz ucuyla bakınca o hayvana,
Gördüm ki, kızgınlıkla bakıyor o da bana.
Dikkat ettim, arslanın iki gözü de aynen,
Hocamın gözlerinin aynı idi tamamen.
Yüzü dahi, hocamın yüzünün aynısıydı.
Üzerinde, çok büyük kızgınlık hali vardı.
Hocamın çok öfkeli halini, o hayvanda,
Görünce, titremeye başladım ben o anda.
Ve artık bir saniye bile duramayarak,
Uzaklaştım oradan, gayet pişman olarak.
İmam-ı Rabbani’den icazet alıp bu zat,
Memleketine dönüp, kulları etti irşat.
Bir kere, bir ahbabı sordu ki şu suali:
(Geçen gün babam öldü, nasıldır acep hali?)
Gözlerini yumarak, buyurdu ki: (O kimse,
Şu anda Cennettedir, giymiş beyaz elbise.
Diyor ki: Bu makamdan, gelmezdim buraya ben.
Lakin siz çağırınca, geliverdim mecburen.
Şöyle şöyle biridir, görüyorum şu saat.)
O ahbabı dedi ki: (Babamdır işte o zat)