Şiirler Menkîbeler - Şiirler Menkıbeler
Kendine tapınanlar
  30 Mart 2018 Cuma , 22:01
Şiirler Menkîbeler - Şiirler Menkıbeler;Kendine tapınanlar
İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruh) 
Hindistan'da yetişen en büyük velî ve âlim. Âriflerin ışığı, velîlerin önderi, İslâmın bekçisi, müslümanların baştâcı, müceddid, müctehid ve İslâm âlimlerinin gözbebeğidir. İnsanların îtikâd, ibâdet ve ahlâk husûsunda doğruyu öğrenmelerini, öğrendikleri bu bilgiler ile amel etmelerini sağlayan, insanları Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen İslâm âlimlerinin yirmi üçüncüsüdür. İsmi, Ahmed bin Abdülehad bin Zeynel'âbidîn'dir. Lakabı Bedreddîn, künyesi Ebü'l-Berekât'dır. 1563 (H.971) senesinde Hindistan'ın Serhend (Sihrind) şehrinde doğdu. İmâm-ı Rabbânî ismiyle tanınmıştır. İmâm-ı Rabbânî, Rabbânî âlim demek olup, kendisine ilim ve hikmet verilmiş, ilmi ile amel eden, ilim ve amel bakımından eksiksiz ve kâmil, olgun âlim demektir. Hicrî ikinci bin yılının müceddidi (yenileyicisi) olmasından dolayı"Müceddîd-i elf-i sânî", ahkâm-ı İslâmiye ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle, "Sıla" ismi verilmiştir. Hazret-i Ömer'in soyundan olduğu için ,"Fârûkî" nesebiyle anılmış, Serhend şehrinden olduğu için de oraya nisbetle, "Serhendî" denilmiştir. Bütün bu vasıflarıyla birlikte ismi, İmâm-ı Rabbânî Müceddîd-i elf-i sânî Şeyh Ahmed-i Fârûkî Serhendî'dir.



Bu zat, bir sohbetinde buyurdu ki: (İns ve cin,

Yaratıldı, sadece ibadet etmek için.

 

İbadet yapmaktan da, maksat ve gaye asıl,

İman-ı hakikiye olmaktır sonra vasıl.

 

Bu hakiki imana kavuşabilmek için,

Nefsi iman etmesi lazım gelir kişinin.

 

Bunu temin etmenin yolu ise, bir tektir.

O da, islamiyet’e tam riayet etmektir.

 

Yani nefs-i emmare, bulmadıkça itminan,

O kimsenin imanı, değildir gerçek iman.

 

Nefsi iman edince gerçekten bir insanın,

O zaman hakikati hasıl olur imanın.)

 

Bir gün de buyurdu ki: (Çok korkunuz Allah’tan.

Kaçının titizlikle her haram ve günahtan.

 

Tenhada da günahtan kaçmalı ki muhakkak,

Her gizliyi, elbette görüyor cenab-ı Hak.

 

Nitekim Hak teâlâ buyurur ki: (Ey insan!

Bilmiyor musun seni görüyorum her zaman.)

 

Biri, Resulullaha dedi: (Çoktur günahım.

Şimdi tövbe edersem, affeder mi Allah’ım?)

 

(Affeder) buyurunca, dedi: (Ya resulallah!

Ben onları işlerken, görüyor muydu Allah?)

 

(Görüyordu) deyince, bir (eyvah!) dedi o an.

Ve yıkılıp can verdi, budur haya ve iman.)

 

Bir gün de buyurdu ki: (Bir kulun kalbi eğer,

Hastaysa, kabul olmaz yaptığı ibadetler.

 

Kalbin hastalığı da, şudur ki asıl yine,

Tutulmuş olmasıdır Allah’tan gayrisine.

 

Belki de kendisine tutulmuş olmasıdır.

Bu, onun, başta gelen mühim hastalığıdır.

 

Çünkü kul, kendi için ister esas her şeyi.

Nefsi için arzular, mal, mevki ve rütbeyi.

 

Ve hatta çocuğuna besliyorsa muhabbet,

Bu da, kendi nefsini sevdiğindendir elbet.

 

Malesef onun nefsi, ona mabud olmuştur.

Çünkü o, sırf nefsinin ardında koşup durur.

 

İnsan, kurtulmadıkça kendisine tapmaktan,

Kurtulamaz mahşerde, Cehennemde yanmaktan.

 

Nefsin esaretinden, kurtulursa bir kimse,

Sırf Allah’a kul olur, Rabbine yönelirse.

 

Yani nefse değil de, Rabbine uyarsa hep,

Nefsin arzusu için, etmezse bir şey talep,

 

Gitmiştir kalbindeki o şiddetli hastalık.

Mabudu, nefsi değil, Allah’tır onun artık.

 

Çünkü o, Allah için yapar her bir işini.

Zira hakiki iman kaplamıştır içini.

 

Sırf Allah rızasını düşünür her bir işte.

Kendine tapınmaktan kurtulmak budur işte.)

Yorumlar
Kod: 74WA4