Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî
  30 Mart 2018 Cuma , 23:33
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; Hindistan evliyaları, Delhi evliyaları, Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî

hindistan'da Yetişen Büyük Velîlerden. Asıl İsmi, Bahtiyâr El-ûşî Dehlevî, Babasınınki Mûsâ'dır. Lakabı Kutbüddîn'dir. Ayrıca Kutb-ül-aktâb, Kutb-ül-islâm, Melik-ül-meşâyih, Sultân-üt-tarîkat, Bürhân-ül-hakîkat, Reîs-üs-sâlikîn, İmâm-ül-âmilîn, Sirâc-ül-evliyâ Ve Tâc-ül-asfiyâ Diye De Tanınır. Nesebi Hazret-i Ali'ye Dayanmakta Olup Seyyiddir.

1173 (h.569) Senesinde, Mâverâünnehir'de Ûş Veya Avaş Denilen Kasabada Doğdu. 1235 (h.633) Senesinde Hindistan'da Dehlî'de Vefât Etti. Kabri Orada Olup, En Tanınmış Ziyâret Yerlerindendir. Kâbrini Ziyâret Edenler, Mübârek Rûhundan Feyz Almakta, Nûr Saçılan Kabrinden İstifâde Etmektedirler.

hâce Kutbüddîn Hazretleri Daha Bir Buçuk Yaşındayken, Babası Seyyid Kemâleddîn Mûsâ Vefât Etti. Bu Sebeble Hâce Hazretlerinin İhtimâm İle Yetişmesini, Sâliha Ve Takvâ Sâhibi Bir Hanım Olan Annesi Sağladı. İlim Tahsîline Beş Yaşında Başlayan Hâce Hazretleri, İlk Olarak Mevlânâ Ebû Hâfız'dan Okudu. On Yedi Yaşındayken Bir Vesîle İle Bulundukları Şehri Ziyâret Eden Hâce Muînüddîn Hasan Çeştî Hazretlerini Gördü. Bu Büyük Velînin Talebesi Olmak Arzusu Birden Bire Kendisinde Şiddetlenince, Talebeliğe Kabûlü İçin Yalvardı. Hâce Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri Kalb Gözüyle Bu Genç Tâlibin, İlim Öğrenmek Arzusunun Ve Velîlik Yolunda Yükselmek İstidâdının Pek Fazla Olduğunu Görerek, Onu Talebeliğe Kabûl Etti. O Büyük Velînin Sohbeti Bereketiyle, Velîlik Yolunda Üstün Derecelere, Yüksek Makamlara Kavuştu.

bir Ara Bağdât'a Geldi. Burada Ebü'l-leys-i Semerkandî Câmiinde, Zamânının Büyük Velîlerinden Şihâbüddîn-i Sühreverdî, Abdullah-i Kirmânî, Burhâneddîn-i Çeştî, Muhammed İsfehânî Ve Başka Zâtların Sohbetlerinde Bulundu. İlimde Ve Velâyet Yolunda Çok Yüksek Mertebeye Geldi. İlmini Arttırmak İçin Nice Sıkıntılara Katlanarak Çok Yerlere Gitti. ırak, İran, Afganistan Ve Başka Yerlerdeki Birçok Âlim İle Görüşüp, Onların Sohbetlerinde Bulundu. Kendisi De Bu Yolda Birçok Velî Yetiştirdi. Bunlar İçinde En Meşhûrları; Büyük Velî Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker (şeker Genç), Bedreddîn-i Gaznevî, Bürhâneddîn-i Belhî, Ziyâüddîn-i Rûmî, Sultan Şemsüddîn Altamış Ve Kâdı Hamîdüddîn-i Nâgûrî'dir.

kutbüddîn-i Bahtiyâr, Seyâhatlerinden Birinde, Şeyh Behâüddîn Zekeriyyâ Sühreverdî Tarafından Dâvet Edildiği Mültan Şehrini Ziyâret Etti. Şeyh Behâüddîn, O Zamanda Hindistan'da Büyük Bir Şöhrete Sâhipti. Hâce Kutbüddîn'in Mültan'daki İkâmeti Sırasında, Moğollar Hindistan'a Saldırıp Mültan'ı Muhâsara Etmişlerdi. Kabaça Bey Adındaki Mültan Vâlisi, Moğolların Hücûmlarının Savuşturulması İçin Mânevî Yardımda Bulunmasını Kutbüddîn-i Bahtiyâr'dan İstirhâm Etmişti. O Da, Düşmanın Püskürtülmesi İçin Allahü Teâlâya Yalvardı. Duâlarının Kabûlü Neticesinde Düşman Kuşatmayı Kaldırıp Çekildi.

hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr, Ecmir Beldesinde Talebelere İlim Öğreten Doğru Yolu Gösteren Hocası Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinin Ayrılığına Tahammül Edemeyip, Bir Zaman Ecmir'e Gitmek Üzere Yola Çıktı. Giderken Yolu Dehlî'ye Uğradı. Buranın Emîrî, Sultan Şemseddîn Altamış Kendisine Çok Alâka Gösterdi. Orada Kaldığı Birkaç Gün İçinde, Kendisine Olan Hürmeti, Muhabbet Ve Bağlılığı Her Gün Bir Kat Daha Artıyordu. Ayrılmasını Hiç İstemiyordu. Fakat Hâce Hazretlerinin De, Hocasının Ayrılığına Tahammülü Kalmamıştı. O Bakımdan Ecmîr'e Gitti. Ecmir'den Dönüşte, Tekrar Dehlî'ye Uğradı. Dehlî'nin Hemen Yakınında Bulunan Ve Kelû Kherî Denilen Yerde Yerleşti. Sultan, Her Ne Kadar Onun Dehlî'de Kalmasını Arzu Ettiyse De, O Dehlî'nin Dışındaki Bu Yere Yerleşmeyi Tercih Etti. Sultânın, Ona Olan Muhabbet Ve Bağlılığı Pek Fazlaydı. Feyz Ve Bereketlerinden İstifâde Etmek Maksadıyla, Haftada İki Defâ Hizmetine Gelirdi. Sonradan Sultan, Hâce Kutbüddîn'in Devamlı Ve En Sâdık Talebelerinden Oldu. Bu Makamdayken De, Tekrar Hocasının Dehlî'ye Yerleşmesini, Orada Kendisiyle Birlikte Kalmasını İstedi. Çünkü Kendisine Daha Çok Hizmet Edebilmek Ve Sohbetlerinde Daha Çok Bulunabilmek Arzusu Çok Fazlaydı. Hem Hocası Dehlî'de Bulunursa, Yanına Gidip Gelmek İçin Harcayacağı Zamanı Devlet İşlerine Ayırabilirdi. Hâce Kutbüddîn, Bu Arzuyu Şimdilik Yerine Getiremeyeceğini Bildirdi.

hâce Hazretleri Burada Kaldığı Zaman İçinde, Bir Taraftan Sohbetine Koşanları Yetiştiriyor, Bir Taraftan Da Sultâna Yol Gösteriyor, Doğru Yolda Yürümesini Ve Ahâlisine Nasıl Muâmele Etmesi İcâb Ettiğini Öğretiyordu. Sultan Da Bu Nasîhatlere Uyarak, Bildirilenleri Seve Seve Yerine Getiriyordu. Bu Sırada Dehlî'de Şeyhülislâm Olan Nûreddîn-i Gaznevî'nin Vefâtı Üzerine, Sultan, Hâce Kutbüddîn'in Bu Vazifeyi Almasını Teklif Etti İse De Kabûl Etmedi. Bunun Üzerine, Şeyhülislâmlık Makâmına Necmeddîn-i Sugrâ İsimli Bir Zât Getirildi. Bu Kimse, Bu Yolun Büyüklerinden Hâce Osman Hârûnî'nin Talebesi Olmakla Berâber, Bu Makâma Gelince, Sultânın Ve Diğer İnsanların, Hâce Kutbüddîn Hazretlerine Çok Alâka Gösterdiklerini Çekemedi, Kıskandı. Ne Pahasına Olursa Olsun, Onu Dehlî'den Uzaklaştırmaya Karar Verdi. Necmeddîn-i Sugrâ İsimli Bu Kimse, İnsanların Teveccühüne, Makam Sevgisine Ve Benlik Duygusuna Kapılmakla, Allahü Teâlânın Bir Velî Kuluna Karşı Olmak Gibi Çok Büyük Bir Felâkete Düşmüştü. Bir Fırsat Bulup Hâce'ye İftirâ Etmenin Yollarını Arıyordu.

hâce Kutbüddîn Hazretleri, Yanında Sultan Şemseddîn Altamid İle Berâber Bir Gün Öğle Üzeri Geziyorlardı. Sultânın Mâiyeti De Kendilerini Tâkib Ediyordu. Âniden Ağlayan, Feryâd Eden Bir Kadın Ortaya Çıktı. Bu Kadın Sultâna Yaklaşarak, Çok Zor Durumda Bulunduğunu, Kendisine Yardımcı Olmasını, Nikâhlarını Kıymasını, İstiyordu. Sultan, Perişan Vaziyetteki Bu Kadına Kiminle Nikâhlanmak İstediğini Sorunca, Kadın; (hâce Hazretlerini Göstererek) "yanınızda Yürüyen Bu Kimse İle Bizi Nikâhlamanızı İstiyorum. Zîrâ Gayr-i Meşrû Bir Şekilde Ondan Hâmile Kaldım." Dedi. Orada Bulunanların Hepsi, Hâce Kutbüddîn'in Böyle Bir Fiili İşlemiş Olabileceğine İhtimâl Vermiyorlardı. Bunun İçin, Hâcekutbüddîn Hazretleri Dâhil, Orada Bulunan Herkes Hayretler İçerisinde Kaldılar. Hâce Kutbüddîn, Hayâtında İlk Defâ Karşılaştığı Böyle Bir Hâl Karşısında Ne Yapacağını Şaşırdı. Yönünü, Hocasının Bulunduğu Ecmîr Beldesine Çevirerek, Karşılaştığı Bu Çirkin İftirâ Ve Çok Zor Durum Karşısında Kendisine Yardımcı Olması İçin Bütün Kalbi İle Hocası Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinden Yardım İstedi. Bulundukları Belde İle Hocasının Bulunduğu Ecmîr Beldesinin Arasındaki Mesafe 258 Km İdi. O Anda, Orada Bulunan Herkes Hâce Muînüddîn'in Kendilerine Doğru Gelmekte Olduğunu Gördüler. Zâten Şaşırmış Vaziyette Bulunan Sultan Ve Berâberindekilerin Şaşkınlıkları, Muînüddîn Hazretlerini Görünce Daha Çok Arttı. Hemen Koşup Karşıladılar. Muînüddîn-i Çeştî, Orada Bulunanlarla Müsâfeha Ettikten Sonra, Hâce Kutbüddîn'e Dönerek; "bizden Niçin Yardım İstemiştin?" Buyurdu. O İse, Bu Hâdisenin Tesiri İle Bir Şey Konuşamıyor, Sâdece Gözlerinden Yaşlar Akıyordu. Kalb Gözü İle Bu Hâdiseyi Zâten Bilmekte Olan Muînüddîn Hazretleri, Orada Bulunan İftirâcı, Ahlâksız Kadına Döndü. "ey Bu Kadının Rahminde Saklı Bulunan Çocuk! Annen Olacak Bu Kadın, Senin Babanın Bu Kutbüddîn Olduğunu İddiâ Ediyor. Şimdi Sen Konuş Ve Doğruyu Söyle!" Buyurdu. Allahü Teâlânın İzniyle, O Fâhişe Kadının Rahminde Bulunan Çocuk Orada Bulunanların Hepsinin Duyabileceği Bir Ses İle Konuşmaya Başladı Ve Dedi Ki: "annem Olacak Bu Kadının Sözleri, Kahredici Bir Yalandır, İftirâdır. Bu Kadın Edebsizin, Fâhişenin Biridir. Hâcekutbüddîn'e Düşman Olanlar, Onu Kıskananlar, Kendisini Halkın Gözünden Aşağılamak İçin Bu İftirâyı Hazırladılar. Zâten Fâhişe Olan Ve Falan Kimseden Hâmile Kalan Bu Kadını Kullandılar." Ana Rahmindeki Çocuğun Bu Sözlerini Orada Bulunanların Hepsi Duydular Ve Çok Hayret Ettiler. Kadın Bu Hâl Karşısında, Sultânın Ve Orada Bulunan Diğer Zâtların Huzûrunda Suçunu Îtirâf Etmek Mecburiyetinde Kaldı.hakîkat De Anlaşıldı.

hâce Kutbüddîn; Dehlî'den, Ecmîr'de Bulunan Hocası Hâce Muînüddîn'e, Ayrılık Ateşine Dayanamadığını, Huzûruna Varıp Elini Öpmek, Mübârek Huzûrları İle Şereflenmek İçin Müsâade İstediğini Bildiren Bir Mektup Yazdı. Talebesini Çok Seven Hace Muînüddîn De, O Günlerde Dehlî'ye Doğru Yola Çıkmıştı. Onun Geldiğini Haber Alan Sultan Ve Ahâli, Kendisini Karşılamak Ve Evlerine Buyur Etmek İçin Şehrin Dışına Kadar Çıktılar. Necmeddîn-i Sugrâ İse, Hâce Muînüddîn'in Gelişi İle Hiç Alâkadar Olmamıştı. Buna Rağmen Hâce Muînüddîn, Şehre Geldikten Sonra, Necmeddîn-i Sugrâ'yı Evinde Ziyâret Etti.sohbet Esnâsında, Necmeddîn, Kendisinin Şeyhülislâmlık Makâmında Bulunduğu Hâlde, Herkesin Hâce Kutbüddîn'e Rağbet Ettiğinden, Kendisinin Îtibârının Kalmadığından Yakınarak Bâzı Şeyler Söyledi. Hâce Muînüddîn Bu Kimsenin Hâline Ve Mânâsız Düşmanlığına Üzülerek, Tatsızlığın Ortadan Kaldırılması İçin, Talebesi Kutbüddîn'in Dehlî'den Ayrılarak Kendisiyle Berâber Ecmîr'e Gelmesini Emretti. Bunu Haber Alan Sultan Ve Ahâli Şaşkına Döndüler. Çok Üzüldüler. Nihâyet, Hâce Kutbüddîn Hocası İle Berâber Ecmîr'e Gitmek Üzere Yola Çıktı. Fakat Sultan Ve Ahâli, Hâce Kutbüddîn'i Çok Sevdiklerinden Bu Ayrılığı Bir Türlü Kabûl Edemiyorlardı. Hepsi Yollara Döküldüler. Feryâd Ü Figân Ediyorlar, Ağlâyıp Sızlayarak Hâce Muînüddîn'e, Hâce Kutbüddîn'i Götürmemesini,dehlî'de Bırakmasını İsteyerek Yalvarıyorlardı. Hâce Muînüddîn De Ahâlinin Kutbüddîn-ibahtiyâr'a Olan Muhabbetini Anlayarak Ve ısrârlarına Dayanamayarak, Hâce Kutbüddîn'e Burada Kalabileceğini Söyledi Ve; "seni Buradan Alıp Götürmekle, Bu Kadar Çok İnsanın Üzülmelerini, Gönüllerinin Yaralanmasını İstemiyorum. Onları Kendime Tercih Ediyorum. Kendim, Senin Ayrılığına Tahammül Etmeye Çalışacağım. Sen Burada Kal! İnsanlara Muhammed Aleyhisselâmın Doğru Yolunu Anlatarak, Onların Ebedî Felâkete Gitmelerine Mâni Ol! Allahü Teâlâ Yardımcın Olsun." Buyurdu.her İkisi De Göz Yaşları İçinde Ayrıldılar. Biraz Önce Ayrılık Gözyaşları Döken Sultan Ve Ahâli, Şimdi Sevinçlerinden Ağlıyorlardı. Bu Hâdise, Onların Kutbüddîn Hazretlerini Daha Çok Sevmelerine, Kendisine Daha Çok Bağlanmalarına Vesîle Oldu.

hâce Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri, Vefâtından Kırk Gün Evvel, Dehlî'de Bulunan Hâce Kutbüddîn'in Âcilen Ecmîr'e Gelmesini İstedi. Bu Haber Hâce Kutbüddîn'e Ulaşır Ulaşmaz Hemen Yola Çıktı. Ecmîr'e Geldi. Bir Gün Hâce Muînüddîn Talebelerine; "ey Dervişler! Biliniz Ki Ben, Birkaç Gün Sonra Bu Dünyâdan Ayrılırım." Buyurdu. Bu Söz, Talebelerin Ve Kendisini Tanıyıp Sevenlerin Üzerine Bir Üzüntü Bulutu Olarak Çöküverdi. Yanında Bulunan Ve Yazıcılık Hizmetini Gören Ali Sencerî'ye, Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî'nin Dehli'de Bulunmasını, Oraya Gitmesini Emreden Bir Ferman Yazdırdı. "onu, Vekîl Tâyin Ettim. Bizim Çeştî Hâcegânının (çeştîyye Yolu Büyüklerinin) Mukaddes Emânetlerini, Bunlara Mahsus Bâzı Eşyâyı Ona Verdim." Buyurdu Ve Hâce Kutbüddîn'e Hitâben; "senin Yerin Dehlî'dir." Buyurdu.

hâce Kutbüddîn Hazretleri Bundan Sonrasını Şöyle Anlatıyor: "dehlî'ye Gitmek Üzere Ecmîr'den Ayrılacağım Zaman, Hocamın Huzûruna Çıktım. Külâhını Başıma Koydu. Mübârek Elleriyle Sarığı Sardı. Sonra, Hocası Osman Hârûnî'nin Âsasını, Kendi Okuduğu Kur'ân-ı Kerîmi, Seccâdesini, Nalınlarını Verdi Ve Sonra: "bunlar, Bana Hocam Hâce Osman Hârûnî Tarafından Emânet Edilen Ve Çeştiyye Büyüklerinin Elden Ele Devrederek Bize Ulaştırdıkları Mukaddes Emânetleridir. Şimdi Bunları Sana Veriyorum. Bunlara Lâyık Olduğunu, Senden Önce Bu Emânetleri Taşıyanların Yaptıkları Gibi Güzel Hizmet Ederek İsbât Etmelisin. Eğer Bunlara Lâyık Olmazsan, Ben, Bu Emânetleri Lâyık Olmayan Birine Teslim Ettiğim İçin, Kıyâmet Günü Allahü Teâlânın, Resûlullah'ın Ve Bu Emâneti Bizlere Ulaştıran Mübârek Büyüklerimizin Huzûrunda Mahcûb Olurum." Buyurdu. Bundan Sonra, Hâce Kutbüddîn Bu Nîmetlere Şükür Olarak Ve Çok Mesûliyyetli Olan Vazifesinde Kolaylık Vermesi İçin Allahü Telâya Niyâz İle İki Rekat Namaz Kılıp, Gözyaşları İçinde Duâ Etti. Sonra Hâce Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri, Bu Kıymetli Halîfesinin (vekîlinin) Elini Tutarak; "kendimde Bulunan Bütün İlim Ve Hâlleri Sana Vererek, Kendimin Bulunduğu Mertebeye Seni Yükselterek Vazifemi Yapmış Bulunuyorum Ve Seni Allahü Teâlâya Emânet Ediyorum Dedi

biliniz Ki, Şu Dört Şey Tasavvufun Esaslarındandır: 1) Bu Yolda Yürümek Arzusunda Bulunan Bir Velî, Aç Ve Fakîr Olsa Da, Hâlinden Şikâyetçi Olmamalı, Dışarıdan, Tok Ve Hâli, Vakti Yerinde Görünmelidir. 2) Fakirleri, Maddî Ve Mânevî Doyurmalıdır. 3) Allahü Teâlânın İhsân Ettiğini Nîmetlere Şükredemediği, O'na Lâyık İbâdet Yapamadığı, Âkıbetinin Nasıl Olacağını Bilemediği İçin Kendi İçinden Dâimâ Üzgün Bir Halde Bulunmalı, Fakat Başkalarını Üzmemek, Asık Suratlı İmiş Gibi Görünmemek, Onların Da Rızâlarını, Sevgilerini Kazanabilmek İçin Dışarıdan Çok Neşeli, Mesûd Ve Memnun Görünmelidir. 4) Kendisine Eziyet Ve Sıkıntı Verenleri Affetmeli, İnsanlara Karşı Lüzumlu Nâziklik Ve Sevgiyi Her Zaman Göstermelidir."

bundan Sonra Hâce Kutbüddîn Hazretleri, Öpmek İçin Hocasının Ayaklarına Eğildi.hocası Müsâade Etmeyip, Hemen Onu Kaldırdı. Muhabbetle Sarıldılar. Hâce Muînüddîn Hazretlerinin Talebelerine Bir Tavsiyesi De; "büyüklerimizin Bildirdiği Saâdet Yolundan Ayrılmayınız! Bu Mübârek Vazifede Cesûr Bir Er Olduğunuzu İsbât Ediniz, Gösteriniz!" Şeklindeydi. Bundan Sonra, Muhabbetin Ve Acı Ayrılığın Tesiri İle Tekrar Birbirlerine Sarıldılar Ve Gözyaşları İçinde Ayrıldılar. Hâce Kutbüddîn, Dehlî'ye Geldikten Yirmi Gün Sonra Da, Hâce Muînüddîn-i Çeştî Âhirete İntikâl Etti.

dehlî'de Sultan Şemseddîn, Hâce Kutbüddîn Hazretlerine Fevkalâde Bağlı, Önde Gelen Talebelerinden İdi. Hâce Hazretleri Sözünü Dinleyen Herkese Yaptığı Gibi, Sultan Olan Bu Talebesine De, Dinleyenlerin Dünyâ Ve Âhiret Saâdetine Kavuşacakları Çok Kıymetli Nasîhat Ve Tavsiyelerde Bulunmuştu. Ona, Hazret-i Ömer Gibi Ve Ömer Bin Abdülazîz Gibi Bir Sultan Olmasını, Âdil Olmakta, Mazlûmun Hakkını Korumakta, İnsanların İhtiyaçlarını Gidermekte, Onlar Gibi Olmaya Gayret Etmesini, Geceleri Uyanık Kalmasını, İbâdet Ve Tâatle Meşgûl Olmasını, Uyku Bastıracak Olursa, Abdestini Tâzelemek Sûretiyle Bunu Gidermesini, Böylece Namaz Kılmaya, İbâdet Ve Tâat Yapmaya Devâm Etmesini Söyledi. Gece, Hizmetçileri Dâhil Hiç Kimseyi Uyandırmamasını, Rahatsız Etmemesini Bildirdi. Gece Karanlık Bastırdığında, Tebdîl-i Kıyâfet Ederek, Tanınmamak İçin, Fakirlerin Giydiği Bir Elbise Giyerek Şehri Dolaşmasını, Fakirlerin Ve İhtiyaç Sâhiplerinin Kapılarını Çalarak Onlara Gizlice Yardımda Bulunmasını Tenbih Ederdi. Câmilerin Devamlı Kontrol Edilerek, Rahatça İbâdet Edilmesine Mâni Olan Bir Şeyin Bulunmamasını, Varsa Derhal Yok Edilerek, Müslümanların Gâyet Rahat İbâdet Edebilmelerinin Temin Edilmesini Sultâna Emrederdi. Gündüz Olduğunda, Sarayın, Bütün Sıkıntıların Çaresine Bakıldığı Bir Yer Olmasını, Geceyi Aç Geçirmiş Olanların Aranıp Bulunmasını, Saraya Çağrılarak Yardım Edilmesini Tavsiye Ederdi. Nerede, Kime Bir Sıkıntı Veriliyorsa, Sıkıntıyı Verenin Sarayın Adamlarından Biri Bile Olsa Derhal Cezâlandırılmasını, Ahâliden Dinli Dinsiz Hiç Kimseye Zulüm Ve Haksızlık Yapılmamasını Emrederdi. Hattâ Bu Gibi Hâllerin Derhal Tesbit Edilebilmesi İçin Sarayın Çatısında Bir Kulübe Bile Yapılmıştı.allahü Teâlânın Huzûrunda Ağırlığını Taşıyamayacağı Mesûliyetlerin, İşitmeye Tahammül Edemeyeceği, İzâh Etmeye İmkân Bulamayacağı, Şikâyetlerin Ortaya Çıkabileceği Kıyâmet Gününden Çok Korkmasını Emrederdi. Sultan Hazret-i Hâce'nin Nasîhatlerinden, Sohbetlerinden, Feyiz Ve Bereketlerinden Çok İstifâde Edip, Bu Yolda Çok İlerlemiş İdi. Ahâlisinden Hiçbir Kimseye Zulüm Ve Haksızlık Edilmezdi. Sultan Bir Gün Hâce Kutbüddîn Hazretlerinin Yanına Geldi. Eteklerini Tuttu. Hâce Hazretleri Ona Bakıp, Aklından Geçenleri Söylemesini İstedi. Sultan Şöyle Anlattı: "allahü Teâlâ Bana Bir Saltanat İhsân Eyledi. Elbetteki Kıyâmet Günü Bana Bu Ağır Yükün Hesâbını Soracak. O Zor Günde Sizin Beni Terk Etmemeniz İçin Yalvarıyorum." O Da Bunu Kabûl Etti.

hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr Hazretleri, Devamlı İbâdet Eder, Bir Ân Allahü Teâlâdan Gâfil Olmazdı. Devamlı Namaz Kılardı. Her Gece, Resûlullah Efendimize Üç Bin Salevât-ı Şerîfe Okurdu. Zamânın Sultânı Dâhil, Birçok Kimse, Kendisine Her Türlü Maddî İmkânı Sağlamak İçin Sâdece Bir İşâretini Bekledikleri Hâlde, Hâce Hazretleri Fakirlik İçinde Yaşamayı Tercih Ederdi. Bir Şey Veren Olursa, Onunla İktifâ Ederlerdi. Zor Durumda Kalınca, Hanımı, Komşuları Olan Bakkalın Hanımından Borç İster, Bununla Yiyecek Birşeyler Alırdı.

bir Gün Bakkalın Hanımı, Hâce Hazretlerinin Hanımına; "eğer Ben Sana Borç Vermeyecek Olsam, Sen Ve Evinizde Bulunanlar Açlıktan Ölürsünüz." Diyerek Övündü. Başka Bâzı Kadınlardan Da Buna Benzer Sözler İşiten Mübârek Hâtun Dayanamayıp, Durumu Hâce Hazretlerine Arz Etti. O Da Üzüldü. Kendi Hâllerine Değil, İnsanların Dünyâlık İçin Bir Müslüman Kardeşini Nasıl Üzebildiğine Ve Olmadık Sözleri Nasıl Söyleyebildiklerine Üzülüyordu. Hanımına, Başkalarından Birşey İstememesini, Yiyecek Bir Şeye İhtiyâcı Olunca, (odanın Bir Köşesini İşâret Ederek) Besmele-i Şerîfe Söyleyerek Oraya Gitmesini, Orada İhtiyâcı Kadar (elma, Armut Kurusu) Bulacağını, Onu Alarak Açlıklarını Gidermelerini Emretti. Hanımı; "peki Efendim." Diyerek Bildirilen Şekilde Yaptı. Kendisini Komşu Kadınlarına Mahcûb Olmaktan Kurtardığı İçin Allahü Teâlâya Şükrediyor, Buna Sebeb Olan Efendisine De Çok Teşekkür Ediyordu. Hâce Hazretlerinin İsminde Bulunan "kakî" İlâvesi, Bu Hâdiseye Nisbetle Söylenmiştir.

hâce Kutbüddîn, Çok Cömert Ve Eli Açık Bir Zâttı. Kendisini Tanıyan Ve Seven Varlıklı Kimseler Tarafından Dergâhına Gönderilen Yiyecek Ve Giyecek Gibi İhtiyaç Maddelerini, İhtiyâcı Olanlara Dağıtırdı. Kendisi Bol Bol Kullanmak İmkânına Sâhib Olduğu Hâlde, Sıkıntı Ve Fakirlik İçinde Yaşamayı Sever, Başkalarını Kendisine Tercih Ederdi. Gelenlere İkrâm Ve İhsânda Bulunmaya O Kadar Ehemmiyet Verirdi Ki, Mutfakta Hiçbir Şey Bulunmadığı Zamanlar, Ziyârete Gelenlere Hiç Olmazsa Su Dağıtılmasını Hizmetçilere Emrederdi. İsteseydi Fevkalâde Bolluk Ve Gösteriş İle Yaşardı. Fakat Böyle Fakir Olmak, Kendisine Daha Çok Sevimliydi Ve Bu Sıkıntılara Sabretmek, Mânevî Nîmetlerin Gelmesine, Bu Yolda Yükselmeye Vesîle Oluyordu. Hâce Hazretleri De Fakr (yokluk) Ve Sıkıntı Yolunu Tercih Ediyor, Diğer Taraftan Mânevî Olarak Daha Çok Şeyler Kazanıyordu. Kanâat Ediyor, Hâlinden Aslâ Şikâyetçi Olmuyordu.

hâce Kutbüddîn, Bütün Güzel Huyları Kendisinde Toplamıştı. Allahü Teâlânın Takdîrine Teslim Olmakta Ve Sabırlı Olmakta Da Son Dereceydi. Birgün Kendisi Bulunmadığı Bir Sırada, Küçük Çocuğu Vefât Etti. Cenâzesi Defnedildikten Sonra Geldi.hanımı, Evlâd Acısıyla Ağlayıp, Sızlanıyordu. Hâcekutbüddîn Bunun Sebebini Sordu. Küçük Çocuğunun Vefât Ettiğini Bildirdiler. "innâ Lillâh..." Okudu Ve; "hepimiz, Allahü Teâlâın İrâdesine, Rızâsına, Râzı Ve Teslim Olmalıyız." Diyerek Hanımını Teselli Etti.

hâce Kutbüddîn, Ömrünün Son Yirmi Yılında Hiç Uyumadı. Hattâ Dinlenmek İçin Bile Sırtını Bir Yere Dayamamıştı. "birazcık Uyuklayacak Olsam, Kendimi Hasta Ve Rahatsız Hissederim." Buyururdu. Her Zaman Derin Murâkabede, Yâni Nefsi Kontrol Etmek, Ondan Gâfil Olmamak Hâlinde Bulunurdu. O Kadar Ki, Biri Onu Görmeye Veya Bir Şey Sormaya Gelse, Bir Müddet Sonra Ve Güçlükle Kendine Gelebilirdi. Bu Hâl, Namazların Hâricinde Devamlı Olurdu. Hâce Kutbüddîn, Odasında, Allahü Teâlânın Ve Peygamber Efendimizin Aşkı Ve Muhabbeti İle Yanmış Olarak, Kırık Kalb İle, Dili Bağlı, Hiçbir Şey Söylemeyerek Ve İç Çekip Ağlayarak Dururdu. Kendisini Görmek Arzusuyla Yanan Âşıkları İse, Dışarıda Toplandıkları Zaman, Dışarı Çıkar, Bir Mikdâr Sohbet Eder, Allah Korkusunu Ve O'na Hakîkî Kul Olmayı, Muhammed Aleyhisselâma Tam Tâbi Olmayı, Onun Yoluna Sımsıkı Sarılmayı Teşvik Edici, Çok Güzel Ve Tesirli Sözler Söylerdi. Bütün Saâdetlerin, Rahatlıkların Başının, Muhammed Aleyhisselâma Uymak Olduğunu Bildirirdi. Bir Defâsında Şöyle Anlattı:

ben, İlk Zamanlarda Kur'ân-ı Kerîmi Ezberlemek İçin Çok Gayret Etmeme Rağmen Muvaffak Olamazdım Ve Ezberleyemezdim. Bir Gece Rüyâmda Resûlullah Efendimizi Gördüm. Ayaklarına Kapanıp, Kur'ân-ı Kerîmi Ezberlemek İstediğimi, Fakat Çok Güçlük Çektiğimi Arz Ettim. Bana Acıyarak Başımı Kaldırmamı İstediler. Başımı Kaldırdığımda, Yûsuf Sûresini Tekrâr Etmemi Emrettiler Ve; "bununla Kur'ân-ı Kerîmi Ezberlersin." Buyurdular. Emirlerini Yerine Getirdim Ve Kur'ân-ı Kerîmi Ezberlemeye Muvaffak Olabildim. Hâce Hazretleri, Böyle Bir Mikdar Sohbet Ettikten Sonra, Yine Odasına Girer Ve Tekrar Murâkabeye Dalardı. Hattâ Vefâtı Da Böyle Aşk Ve Muhabbet İle Kendisinden Geçmiş Bir Hâldeyken Vukû Bulduğu İçin Kendisine Şehîd-i Muhabbet (muhabbet Şehidi) Denilmiştir.

hâce Hazretleri, Vefâtından Birkaç Hafta Evvel, Bayram Namazından Dönerken Bir Yerden Geçiyordu. Orada Durdu Ve Yanındakilere; "burada Aşkın Kokusunu Duyuyorum. Buradan Muhabbet Kokusu Geliyor." Buyurdu. Hemen Arâzinin Sâhibi Çağrılarak Bu Arâzi Kendisinden Satın Alındı. Hâce Hazretlerinin Kabr-i Şerîfinin Orada Hazırlanması İçin Çalışmalara Başlandı. Vefât Ettiğinde Oraya Defnolundu. Daha Sonra Kabri Üzerine Mükemmel Bir Türbe Yapıldı.

hâce Hazretlerinin Söylediği Kıymetli Şiirlerinin Toplanarak Kitap Hâline Getirildiği bir dîvân'ı Vardır. Ayrıca, Sözlerinden Ve Sohbetlerinden Bir Kısmını, Talebelerinin En Yükseği Ve Halîfesi Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker Hazretleri Toplayarak Kitap Hâline Getirip ferâid-üs-sâlikîn ismini Verdi. Bu Eserde, Tasavvuf Yolunda İlerlemek İsteyen Bir Sâlik İçin Lâzım Bâzı Hassas Noktalar Ve Başka Kıymetli Bilgiler Bulunmaktadır.

 

kerâmet Ve Menkîbeleri

bir Kaç Kuruşa Mı İltifât Edelim?

bir Gün, Sarayın Mâliye İşlerinden Mesûl Olan Vezîr İftihârüddîn Aybek Gelecek, Bâzı Köylerin Gelirlerini Kendilerine Tahsis Etmek İstediklerini, Bu Gelirleri Kendisinin Ve Talebelerinin İhtiyaçları İçin Sarf Edebileceğini, İstediği Gibi Kullanabileceğini Bildiren Bir Ferman Hazırladıklarını, Bunu Lütfen Kabûl Etmesini Ricâ Etti. Hâce Hazretleri, İftihârüddîn'e Yanına Yaklaşmasını Söyledi. Yaklaşınca, Üzerinde Oturmakta Olduğu Seccadesinin Bir Köşesini Kaldırarak; "ne Görüyorsun? Bak Bakalım." Buyurdu. Vezîr, Orada Büyük Bir Hazîne Nehrinin Akmakta Olduğunu Görerek Gözleri Kamaştı. Hayretler İçinde Kalmıştı. Hâce Kutbuddîn; "biz Buna Bile İltifât Etmiyorken, Sizin Birkaç Köyünüzün, Birkaç Kuruşluk Gelirine Mi İltifât Edelim? Onu Mu Kabûl Edelim? Şimdi Gidiniz! Bir Daha Da Böyle Bir Teklif İle Dervişlerin Huzûruna Çıkmayınız!" Buyurdu. Vezîr Mahcûb Bir Şekilde; "peki Efendim." Diyerek Ayrıldı.

 

nasihâtların Özü

kutbüddîn Kâki Buyururdu Ki: "çok Yemek Yiyen, Nefsinin Kölesi Olur. Bunun İçin Az Yemelidir. Bedeni Ayakta Tutacak Kadar Ve İbâdette Kuvvetli Olacak Kadar Yemek İle Yetinmelidir. Normal Ve Basit Giyinmeli, Süsten, Gösterişten Uzak Olmalıdır. Süslü Elbiseleri Gösteriş İçin Giyen, Kendini Aşağılamak Yolunda Silâhlı Bir Soyguncu Gibi Olur. Az Uyumalıdır. Değersiz Ve Kıymetsiz Dünyâ İşlerine Gönül Vermek Şöyle Dursun, Bunları Konuşmaktan, Böyle Şeylerden Bahsetmekten Bile Çok Sakınmalıdır. Böyle Dünyâlık Şeylerin Yanında Bulunmasını Bile, Kendisi İçin Kusûr, Kabahat Ve Bu Yolda İlerlemeye Mâni Bilmelidir.

tasavvuf Yolunda İlerlerken Görülen Mânevî Hâlleri, Garib Mânâları, İnsanların Anlayamayacakları Şeyleri, Aslâ İnsanların Anlayamayacakları Şekilde Söylememelidir. Zîrâ İnsanların Anlayamayacağı Bir Şeyi Söylemek, Onların Yanlış Anlamasına, Böyle Şeyleri Söyleyen Zâta Düşman Olmalarına Sebeb Olur.

dînin Emirlerini Yerine Getirmekte Çok Gayretli Olmalıdır. Zîrâ Bu Olmayınca, Bu Yolda İlerlemek Olmaz. Bir Kimse Hem Bu Yolda İlerlediğini Söylüyor, Hem De Dînimizin Emir Ve Yasaklarına Uymakta Gevşek Davranıyorsa, Biliniz Ki O Kimse Yalancıdır. Bu Yolda Bulunanlarda Olan Hâllerden Biri Veya Birkaçı O Kimsede Bulunursa, Biliniz Ki O Hâller Şeytandandır, Onu Aldatmaktadır."

 

kaynaklar

1) Siyer-ül-aktâb; S.142

2) Siyer-ül-evliyâ; S.49

3) Siyer-ül-ârifîn; S.48

4) Kâmûs-ul-a'lâm; C.5, S.3672

5) Ahbâr-ül-ahyâr; S.31

6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.9, S.92

Yorumlar
Kod: URJXR