eshâb-ı Kirâmın Sohbetinde Bulunmakla Şereflenen Tâbiîn Devrinin Yüksek Âlimlerinden Ve Velîlerin Büyüklerinden. Oniki İmâmın Yedincisidir. Câfer-i Sâdık'ın Oğlu, İmâm-ı Ali Rızâ'nın Babasıdır. Resûlullah Efendimizin Torunu Olup, Hazret-i Ali İle Hazret-i Fâtıma'nın Evlâtlarındandır. Hazret-i Hüseyin'in Çocuklarından Olduğu İçin "seyyid"dir. Asıl Adı, Mûsâ Bin Câfer-i Sâdık Bin Muhammed Bâkır Binali Zeynel'âbidîn Bin Hüseyin Bin Ali Bin Ebî Tâlib'dir. Künyesi, "ebü'l-hasan" Ve "ebû İbrâhim"dir. Kâzım, Sâbir, Sâlih, Emîn... Gibi Birçok Lakabları Vardır. En Meşhûru "kâzım"dır. Hilminin (yumuşaklığının) Çokluğundan, Kendisine Kötülük Yapanlara Dahi Kızmayıp Bağışladığından, Gazabına Hâkim Olduğundan "kâzım" Lakabı Verilmiştir.
imâmlığı, Tasavvufda Feyz Vermesi Yirmi Beş Sene Üç Ay Sürmüştür. Erkek Çocukları, Ali Rızâ, Zeyd, İbrâhim, Ukayl, Hârun, Hasan, Hüseyin, Abdullah Ekber, Abdullah Asgar, Muhammed, Ahmed, Câfer, Yahyâ, İshâk, Abbâs, Ebü'l-kâsım, Hamza, Abdurrahman Kâsım, Câfer-i Ekber, Câfer-i Asgar'dır. Kızları İse On Sekizdir. Herbiri Zamânının En Çok İbâdet Edenleri Ve Kerîmeleri İdiler.
annesi Câriye İdi. Adı, Humeyde-i Berberiyye'dir. Mûsâ Kâzım Hazretleri, Mekke İle Medîne Arasında Bulunan "ebvâ" Denilen Yerde, 745 (h.128) Senesi Safer Ayının Yirmi Üçüncü Pazar Günü Doğdu. 802 (h. 186) Senesinde, Bağdat'ta Hapishânede Vefât Etti. Bağdat'ın On Kilometre Kuzeybatısında "kâzımiyye" Mahallesinde Defnedilmiştir. Bu Mahalle, Dicle Nehrinden Beş Kilometre İçerdedir. Büyük Ve Çok Süslü Bir Türbesi Ve Hemen Yanında Büyük Bir Câmii Vardır. Müslümanların En Çok Ziyâret Ettiği Türbelerden Biridir. İmâm-ı A'zam Hazretlerinin Türbesi De Dicle Kenarındadır.
mûsâ Kâzım Hazretleri Yüksek Bir Âlim Ve Büyük Bir Velîdir. Din Bilgilerinde İctihad Derecesine Yükselmişti. Her İlimde İmâm, Üstâd, Büyük Bir Rehberdi. Çok İbâdet Ederdi. Geceyi Hep Namazla Geçirirdi. Bu Hâllerinden Dolayı, Kendisine "sâlih Kul" Adını Vermişlerdi. Tasavvuf İlminde, Ehl-i Sünnetin Gözbebeğidir. Bu İlme Âit Mârifetleri, İsteyen Müslümanların Kalblerine Akıtan Bir Kaynaktır. Resûlullah Efendimizin Üç Vazifesinden Biri De, Tasavvuf Mârifetlerini, Bilgilerini Öğretmek Ve Kalblere Yerleştirmekti. Bu Vazifeyi; Kendisinden Sonra Dört Halîfesi Tam Olarak Yerine Getirdiler. Dört Halîfeden Sonra İslâmiyet Her Yere Yayılmış Ve Müslümanların Sayısı Çoğalmıştı. İslâm Âlimleri, Resûlullah'ın, Sallallahü Aleyhi Ve Sellem Vazifelerini Yerine Getirmekte Aralarında Vazife Taksimi Yaptılar. Kelâm, Akâid, Îmân Bilgilerini "mütekellimîn" Adı Verilen Âlimler Yaydılar, Öğrettiler. Fıkıh Yâni Amel, İbâdetleri Ve İşleri Öğreten Âlimlere"fukahâ" Denildi. Tasavvuf Bilgilerini De Oniki İmâm Ve Diğer Tasavvuf Âlimleri Öğretip Kalblere Akıttılar. Oniki İmâmın Her Biri, Ehl-i Sünnet Îtikâdındaki Müslümanların Gözbebeği Olmuştur. Onları Ve Bu Âileye Mensub Olanların Hepsini Sevmeyi, Dünyâ Ve Âhiret Saâdetlerinin Sermâyesi Bilmişlerdir.
mûsâ Kâzım Hazretleri, Hadîs-i Şerîf İlminde Sika, Güvenilir Bir Râvidir. Büyük Bir Hadîs İmâmıdır. Oğulları Ali Rızâ Ve İbrâhim, İsmâil, Hüseyin İle Kardeşleri Ali Ve Muhammed, Ondan Hadîs-i Şerîf Rivâyet Etmişlerdir. Resûlullah'a Kadar Varan Bir Rivâyet İle Bildirdiği Bir Hadîs-i Şerîfte Buyruldu Ki: "yemekten Önce El Yıkamak, Fakirliği Yok Eder. Yemekten Sonra Yıkamak Da, Üzüntüyü Giderir..."
mûsâ Kâzım Hazretlerinin Yaşadığı Devirde, Ehl-i Beytten Olanlara Maalesef Birçok Haksızlıklar Yapılmıştır. Zamanın Sultanları Tarafından Birkaç Kerre Hapse Atılmış Ve Hapiste İken Vefât Etmiştir. Halbuki Dünyâya Düşkün Değildi. Zühd Ve Takvâsı Çoktu. Affı Ve İhsânı, Kerem Ve Cömertliği İle Meşhûrdur. Medîne-i Münevverede Otururdu. Siyâsete Hiç Karışmadığı Haldeabbâsî Halîfelerinden Muhammed Mehdî Kendisini Medîne'den Bağdât'a Getirterek Hapsetmiş, Bir Müddet Sonra Hazret-iali'yi Rüyâsında Görüp, Kendisine Kur'ân-ı Kerîmden Meâlen; "demek Ki, İdâreyi Ele Alırsanız, Hemen Yeryüzünde Fesat Çıkaracak Ve Akrabâlık Bağlarını Kesip Atacaksınız" buyurulan Muhammed Sûresi Yirmi İkinci Âyet-i Kerîmesini Okudu. Bunun Üzerine Ertesi Gün Hemen Mûsâ Kâzım'ı Hapisten Çıkararak, Kendisine Ve Evlatlarına Karşı İsyân Etmeyeceğine Yemin Etmesini Teklif Etmiş, İmâm-ı Mûsâ Kâzım Da; "bu İşi Aslâ Yapmam Ve Şânıma Da Yakıştırmam" Buyurunca, Doğru Söylediğini Tasdik Etmiş Ve Bu Teminât Üzerine, Medîne'ye Dönmesine İzin Vermişti. Sonra Halîfe Hârun Reşîd, 795 Yılında Umre'den Dönerken, Medîne'ye Uğramış, İmâm Hazretlerini Yanına Alıp Bağdat'a Getirmiştir. Ardı Arkası Kesilmeyen Hâdiselerin Yatışması Sona Erdirilmesi Düşüncesi İle Onu Tekrar Hapsettirmiştir. bağdât Târihi kitabının Yazarı Hatîb-i Bağdâdî'nin Rivâyetine Göre, Ölünceye Kadar Hapiste Tutmuştur. Diğer Bir Rivâyete Göre, Hârun Reşîd De Gördüğü Korkulu Bir Rüyâ Üzerine, Onu Hapishâneden Çıkarıp, Medîne'ye Göndermişti. Ancak Bağdât'ta Vefât Etmiş Olması, Hatîb-ibağdâdî'nin Rivâyetini Kuvvetlendirmektedir. Hattâ Zehirletilerek Vefât Ettiği De Rivâyet Olunur. Yedi Sene Zindanda Kaldı.
hapishânede İken Hârun Reşîd'e Yazdığı Mektupta Şöyle Dedi: "benden Belâ Ve Musîbet Son Bulmayacak, Buna Karşılık, Sen De Dâima Rahat Ve Genişlik İçerisinde Olacaksın. Yalnız Şunu Unutma; Sonu Gelmeyen Âhirete Sen De, Ben De Gideceğiz."
yahyâ Bin Hâlid Bermekî Tarafından Hurma İçinde Zehir Verilerek Öldürüldüğü Rivâyet Olunmaktadır. Zehir Verildiği Gün Mûsâ Kâzım Hazretleri; "bana Bugün Zehir Verdiler. Yarın Vücûdum Sararacak, Sonra Yarısı Kızaracaktır. Ertesi Gün De Siyah Olacaktır. O Zaman Vefât Ederim" Buyurmuştur. Dedikleri Aynen Olmuştur.
mûsâ Kâzım'ın Hayâtı, Fazîlet Ve Üstünlüklerle Doludur. Sevdiklerine İbret Veren Ve Yol Gösteren Kerâmet Ve Menkıbeleri Çoktur. Ruhlara Gıdâ Olan Sözleri O Kadar Çoktur Ki, Bâzıları Kitaplara Geçirilmiş, Bâzıları Da Dilden Dile, Gönülden Gönüle Akıp Gelmiştir.
onu Seven Ve Ondan İstifâde Eden Âlimlerden Şakîk-i Belhî"kuddise Sirruh" Şöyle Anlatıyor:
"hacca Gidiyordum. Fâriziyye'ye Vardım, Orada, Güzel Yüzlü, Buğday Benizli, Yün Elbiseli, Başı Sarıklı Ve Ayağında Nalını Bulunan Bir Genç Gördüm. İnsanlardan Ayrı Bir Yerde Yalnız Oturuyordu. Kendi Kendime; "bunun Tasavvuf Talebesinden Olması Lâzımdır, Bu Yolda Müslümanlardan Ayrı Duruyor, Gidip Biraz Ağır Konuşayım Da Bu İşten Vazgeçsin" Dedim. Yanına Yaklaşınca, Bana: "ey Şakîk" Diye Hitâb Ederek, Meâlen; "zandan Çok Sakınınız, Zîrâ Bâzı Zanlar Günâhdır" buyrulan Hucurât Sûresi On İkinci Âyet-i Kerîmesini Okudu. Bir Tarafa Doğru Gitti. Kendi Kendime; "bu Bir Sâlih Kişi Olmalı, Adımı Ve Kalbimdekini Bildi" Dedim. Arkasından, Helâllaşayım Diye Gittim. Ne Kadar Hızlı Yürüdüysem Yetişemedim. Başka Bir Konak Yerinde Onu Yine Gördüm. Namaz Kılıyordu. Bütün Âzâları Titriyor, Gözlerinden Yaşlar Akıyordu. Namazını Bitirsin De Helâllaşayım Dedim. Namazını Bitirdi. Yanına Yaklaştım. Bana; "ey Şakîk!" Diyerek, Meâlen; "ben Tövbe Eden, Îmân Edip Sâlih Ameller İşleyen Ve Sonra Doğru Yolu Bulan Kimseleri Elbette Affederim" buyrulan Tâhâ Sûresi Seksen İkinci Âyet-i Kerîmesini Okudu. Beni Bırakıp Uzaklaştı. Kendi Kendime; "bu Genç Yüksek Bir Velî Olmalı, İkinci Defa İsmimi Ve Kalbimdekini Bildi." Dedim.
başka Bir Konak Yerinde Yine Onu Gördüm. Bir Kuyunun Başında, Elindeki Kısa İpli Kova İle Su Çıkarmak İstiyordu. Kova Suya Düştü. Ellerini Kaldırıp; "yâ Rabbî! Sen Benim Rabbimsin, Su Aşağıdadır. Kuvvet Sendedir, Su İçmek İstiyorum." Diye Duâ Etti. Kuyudaki Su Yükseldi. Elini Uzatıp Kovasını Doldurdu. Abdest Alıp Dört Rekat Namaz Kıldı. Bir Kum Yığınına Doğru Gitti. Eliyle Kumları Kovanın İçine Döktü. Çalkalayıp İçti. Yanına Gidip Selâm Verdim. Selâmımı Aldı. "hak Teâlânın Sana İhsân Ettiği Nîmetlerin Fazlasından Bana Da Tattır."dedim. "hak Teâlânın Nîmetleri Açık Veya Gizli Her Zaman Bize Gelir. Hak Teâlâya Hüsn-i Zanda Bulun!" Deyip, Kovasını Bana Verdi. İçinde Kavrulmuş Buğday İle Şeker Vardı. Kovanın İçine Koyup Çalkaladığı Kum Onun Kerâmeti İle Yiyecek Hâline Gelmişti. Ondan Daha Lezzetli Bir Şey Yememiştim, Yedim Ve Doydum. Mekke'ye Gelinceye Kadar Onu Bir Daha Göremedim. Mekke'de Gece Yarısı Namaza Durmuştu. Tam Bir Huşû İle İnleyip Ağlardı. Bütün Gece Böyle Devâm Etti. Sabah Oldu. Namaz Kılıp Tavaf Edip Dışarı Çıktı. Arkasında Hizmetçiler Vardı. İnsanlar Etrafına Toplandılar. "bu Zât Kimdir?" Diye Sordum. "mûsâ Bin Câfer Bin Muhammed Bin Ali Bin Hüseyin'dir" Dediler. "yolda Bu Zâttan Şöyle Şöyle Acâib Hâller Gördüm" Dedim. "bu Hâller Bu Seyyid İçin Acâib Değildir Dediler."
onu Seven Hâlid Ez-zabbâlî Şöyle Anlatıyor: Halîfe Mehdî, İmâm Kâzım'ı İlk Defâ Çağırmıştı. Mûsâ Kâzım, Bana, Yol Hazırlığı İçin Çarşıdan Bâzı Şeyler Almamı Buyurdu. Yüzüme Baktı Ve; "seni Üzüntülü Görüyorum, Ne Oldu?" Diye Sordu. Ben De; "niçin Üzülmeyeyim, Bir Zâlimin Yanına Gidiyorsunuz, Sonunuzun Da Ne Olacağı Belli Değildir." Dedim. "hiç Korkma, Falan Ay, Falan Günde Geri Döneceğim. Akşamleyin Beni Beklersin." Buyurdu. Ay Ve Günleri Sayıyordum. Buyurduğu Gün Geldi. Güneş Batmasına Az Kalmıştı. Kimse Gelmedi. Şeytan Da İçime Vesvese Düşürdü. Kalbimde Bir Şüphe Uyanmasından Korkuyordum. Çok Sıkıldım. O Sırada ırak Tarafından Bir Karaltı Göründü. Mûsâ Kâzım Hazretleri Bir Katıra Binmişti. "ey Falan!" Diye Seslendi. "buyurun Efendim Buradayım" Dedim. "az Kalsın, Kalbine Şüphe Geliyordu Değil Mi?" Buyurdu. "evet Öyle Olacaktı." Dedim. Sonra; "allahü Teâlâya Hamd Olsun Ki, Bu Zâlimden Kurtuldun." Dedim. "beni Bir Daha Oraya Götürecekler O Zaman Kurtulamayacağım." Buyurdu.
menkıbeleri Çeşitli Kitaplarda Toplanmıştır. nûr-ul-ebsâr da Anlatılan Menkıbelerden Bâzıları Şunlardır:
bir Gün Mûsa Kâzım Hazretlerinden, Zamanın Halîfesi Hârûn Reşîd Sordu:
"sizler, Kendinizin Ehl-i Beytten Olduğunuzu Söylüyor Veresûlullah'ın Zürriyetindeniz Diyorsunuz. Halbuki Aslında Biz Dedem Abbâs'dan Dolayı Resûlullah'ın Soyundanız, Siz De Hazret-i Ali'nin Evlâtlarısınız. İnsanların Nesebi Ve Soyu Baba İle Devam Eder."
cevâbında Buyurdu Ki:
"allahü Teâlâ Kur'ân-ı Kerîmde En'âm Sûresi Seksen Dördüncü Âyet-i Kerîmesinde Meâlen Buyuruyor Ki: "ibrâhim Peygamberin Zürriyetinden Olan Dâvûd, Süleyman, Eyyûb, Yûsuf, Mûsâ Ve Hârun! Biz İyileri Böylece Mükâfatlandırırız. Ve Ey Zekeriyyâ Ve Îsâ!" bu Âyet-i Kerîmede Îsâ Aleyhisselâm, İbrâhim Aleyhisselâmın Soyundan Sayılıyor. Halbuki Îsâ'nın Babası Olmadığı, Herkes Tarafından Bilinmektedir. Bununla Birlikte Annesi Tarafından İbrâhim Aleyhisselâmın Zürriyetinden Sayılmaktadır. Öyleyse, Bizler De Annemiz Fâtıma'tüz-zehrâ(radıyallahü Anhâ) Tarafından Resûlullah Efendimizin Soyundan Sayılırız."
hârûn Reşîd, Bir Gün Veziri Ali Bin Yektîn'e Çok Güzel Elbiseler Hediye Etmişti. Bunlar Arasında, Siyah İbrişimle Dokunmuş, Altın Yaldızlı Gömlek En İyisiydi. Pâdişâhlara Mahsus Bir Elbiseydi. Ali Bin Yektîn, Mûsâ Kâzım Hazretlerini Çok Sevdiği İçin Bir Mikdar Daha Mal İlâve Ederek Hepsini Mûsâ Kâzım'a Gönderdi. Gömlekten Başka Bütün Hediyeleri Kabûl Ettiler. Gömleği Geri Gönderip, Bunu Saklamasını, Bir Gün Lâzım Olacağını Söylediler. Bir Gün Ali Bin Yektîn, Kölelerinden Birine Kızıp Kovdu. O Köle, Hârûn Reşîd'e Gidip; "benim Efendim Mûsâ Kâzım'ı İmâm Edinmiştir. Ona Çok Mal Gönderiyor, Hattâ Sizin Ona İkrâm Ettiğiniz İbrişimli Altın Yaldızlı Gömleği Bile Hocasına Gönderdi." Dedi. Hârun Reşîd, Kızıp, Ali Bin Yektîn'i Çağırttı; "sana Giydirdiğim Gömleği Ne Yaptın?" Diye Sordu. Ali Bin Yektîn; "bendedir Ey Müminlerin Emîri!" Dedi. Hârûn Reşîd, Hemen Getirmesini İstedi. O Da Kölelerinden Birisini Çağırıp; "benim Sarayımda Falan Odaya Git, Anahtarını Falandan İste, Odada Bir Sandık Vardır. Kapağını Aç, İçinde Mühürlü Bir Kutu Göreceksin. O Kutuyu Getir" Dedi. Kölesi Derhal Kutuyu Getirdi. Kutuyu Açınca, İçindeki Gömleği Gördüler. Güzel Kokular Da Sürülmüştü. Hârun Reşîd'in Öfkesi Geçti. Ali Bin Yektîn'e; "bunu Yerine Gönder, Hatırını Da Hoş Tut! Bundan Sonra Senin Hakkında Söylenen Sözlere Aldırmam. Bu Elbise Yanında Olmasaydı, Seni Cezâlandıracaktım. Fakat İşin Doğrusu Meydana Çıktı. Bundan Sonra, Bir Şeyi Araştırmadan Hakkında Hüküm Vermeyeceğim" Dedi. Başka Hediyeler Ve İhsânlarda Bulunarak Gönderdi. Fesatlık Yapan Köleye De Gereken Cezâsı Verildi.
ishâk Bin Ammâr Şöyle Anlatıyor: "mûsâ Kâzım, Hârun Reşîd Tarafından Hapsedildiği Zaman, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe Hazretlerinin İki Talebesi Olan Ebû Yûsuf İle Muhammed Şeybânî Ziyâretine Gitmişlerdi.maksadlarından Biri De İlmi Hakkında Bilgi Sâhibi Olmaktı. İlminden Sorup Denemek İstiyorlardı.tam O Sırada Hapishânenin Nöbetçisi Yanına Geldi Ve; "ey Mübârek Efendim, Bugünkü Nöbetim Bitti. Yarın Dönüşümde, Bir İhtiyâcınız Varsa, Getireyim" Dedi. İmâm-ı Mûsâ Kâzım; "bir İhtiyâcım Yoktur." Dediler. Sonra, Ebû Yûsuf İle Muhammedşeybânî'ye Dönerek; "ben Bu Adama Hayret Ediyorum. Yarın Döneceğini Zan Ediyor Ve İhtiyaçlarımı Soruyor. Halbuki Onun Eceli Gelmiştir Ve Yarın Ölecektir" Buyurdular. İmâm-ı A'zam Hazretlerinin İki Talebesi De Mûsâ Kâzım'ın Böyle Söylemesine Hayret Ettiler Ve; "biz, Bu Zâtı, Zâhirî İlimlerden İmtihan Etmek İstedik. Bu İse, Bâtınî İlimden Bize Haber Veriyor. Bu Sözünü Deneyelim" Diyerek Kalkıp Gittiler. Adamın Evine Yakın Bir Yere Nöbetçi Koydular Ve Ona; "bu Evde Bir Şey Gördüğün Zaman, Gelip Bize Haber Ver!" Dediler. Gece Yarısında Evde Bir Ağlama Sesi Yükselmeğe Başladı. Nöbetçi Gelip Hemen Haber Verdi. İmâm-ı Ebû Yûsuf İle Muhammed Şeybânî Geldiği Zaman Ev Sâhibinin Öldüğünü Gördüler. Mûsâ Kâzım Hazretleri İçin Olan Hayretleri Ve Onun Büyüklüğü Hakkında Zanları Bir Kat Daha Arttı.
muhammed Bin Abdullah El-bekrî Anlatıyor: "borç İstemek İçin Medîne-i Münevvereye Gelmiştim. Bana Bu Hususta Yardımcı Olabilecek Bir Kişiyi Çok Aradım Fakat Bulamadım. En Sonunda Yorulup, Kendi Kendime: Ebü'l-hasan Mûsâ Bin Câfer'e Gitsem, Durumumu Ona Anlatsam, İyi Olur. Belki Bir Şeyler Elde Ederim, Diye Düşündüm. Kararımı Verip, Negamâ Denilen Yerdeki Bahçesinde Onu Buldum. Beni Görünce Küçük Bir Hizmetçisi İle Yanıma Geldi. Elinde Bir Kalbur, Kalburun İçinde Hurma Vardı. O Ve Ben Hurmadan Yedik. Sonra Bana Bir İhtiyâcım Olup Olmadığını Sordu. Ona Durumumu Olduğu Gibi Anlattım. Bunun Üzerine İçeri Girdi. Az Sonra Yanıma Geldi. Hizmetçisine Sen Git Dedi. Elini Elime Uzattı. Bana İçinde Üç Yüz Dinâr Olan Bir Kese Verdi Ve Kalkıp Gitti. Sonra Bineğime Binip, Oradan Ayrıldım."
mûsâ Kâzım Hazretleri Çok Cömert İdi. Birisi Ona Devamlı İçerisinde Dinâr Bulunan Keseler Gönderiyordu. Bu Keselerin İçerisinde, Bâzan Üç Yüz, Bâzan Dört Yüz, Bâzan İki Yüz Dinâr Bulunuyordu. Mûsâ Kâzım Hazretleri Eline Geçen Bu Dinâr Keselerini Yanında Biriktirmez, Onları Medîne-i Münevvere Fakirlerine Dağıtırdı.
kızkardeşi Onu Şöyle Anlatır: "o Yatsı Namazını Kıldığı Zaman, Allahü Teâlâya Hamd Eder Ve Duâ Eder, Bu Hâli Gece Bitinceye Kadar Devâm Ederdi. Gece Bitince, Tekrar Kalkar, Sabah Namazını Kılardı. Sonra, Bir Mikdar, Zikir İle, Allahü Teâlâyı Anmakla Meşgûl Olur, Bu Durumu Güneş Doğuncaya Kadar Devam Ederdi. Sonra, Kuşluk Vaktine Kadar Oturur. Daha Sonra Hazırlanır, Dişlerini Misvaklar, Zevâl Öncesine Kadar Uyurdu. Uykudan Uyanınca, Abdest Alır, İkindiye Kadar Namaz Kılar, Namazı Bitirince, Kıbleye Doğru Dönerek, Akşam Namazına Kadar Allahü Teâlâyı Zikrederdi. Sonra Tekrar, Akşam İle Yatsı Arası Namaz Kılardı. Bu Onun Hergünkü Âdeti İdi."
mûsâ Kâzım Hazretleri,resûlullah Efendimizin Yüksek Nesebine Sâhib Olan Ehl-i Beytin En Büyüklerindendir. Nurlu Kalbine Akıp Gelen İlmin Ve Feyizlerin Çokluğu, Akıl Ve Dil İle Anlatılamaz. İnce Mârifetleri Bildiren Sözleri, Nükte Ve Latîfeleri Çok Meşhûrdur. Hikmetli Sözlerinden Biri Şöyledir. Buyurdular Ki: "arkadaşlık Ettiğin Biri, Önceleri Hâli Hâline Uyar, Sonraları Kalbine Sıkıntı Verirse, Hemen Kendine Bak! Kendi Eğriliğini Anlarsan, Hemen Tövbe Et. Doğru Olduğunu Anlarsan, Bilesin Ki, O Arkadaşın Yoldan Sapmıştır. Bu Durumda Dur, Biraz Düşün. Hemen Ondan Ayrılma! Onu Yalnız Başına Bırakma.cenâb-ı Hak Tarafından Bir Düzelme Gelinceye Kadar Bekle."
rivâyet Edilir Ki, Mûsâ Bin Câfer El-hâşimî (mûsâ Kâzım) Hazretlerimescid-i Nebevî'ye Girip, Gecenin İlk Vaktinde Secdeye Vardı. Sabaha Kadar Secdede Şöyle Dediği Duyuldu: "yâ Rabbî! Günahım Çok, Fakat Senin Affın Büyük."
kerâmet Ve Menkîbeleri
evin Yıkıldı
mûsâ Kâzım Hazretlerini Sevenlerden Medâin Şehrindeki Îsâ İsminde Bir Zât Şöyle Anlatıyor: Hacca Gitmiştim. O Sene Mekke'de Kaldım. Sonra, Bir Sene De Medîne'de Kalayım Diyerek Oraya Gittim. Musallâ Denilen Yerde Ebû Zer-i Gıfârî Hazretlerinin Evi Yanında Bir Yer Kirâladım. Orada Devamlı Mûsa Kâzım'ın Ziyâretine Gidiyordum. Yağmurlu Bir Geceydi , Yanında Oturuyordum. Birdenbire, Bana; "ey Îsâ, Kalk Evine Yetiş! Evin, Eşyâlarının Üzerine Yıkıldı." Dediler. Koşarak Evime Geldim. Baktım Ki, Gerçekten Ev Yıkılmış, Eşyâlar Altında Kalmıştı. Birkaç İşçi Tuttum. Bütün Eşyâlarımı Noksansız Enkâz Altından Çıkardım. Yalnız Abdest Almak İçin Kullandığım İbriğim Kayboldu. Ertesi Gün İmâm-ı Mûsâ Kâzım'ın Yanına Geldim. Bana; "eşyâlarından Kaybolan Bir Şeyin Var Mı?" Diye Sordular. Ben De; "hayır Efendim, Yalnız Abdest İbriğim Kayıp!" Dedim. İşte O Zaman Başlarını Aşağıya İndirip Gözlerini Yumdular. Bir Müddet Bekledikten Sonra, Başlarını Kaldırıp Bana Dediler Ki: "sen Bir Gün Önce Ev Sâhibinin Helâsına Gitmişsin Ve Orada Unutmuşsun! Şimdi Git, Ev Sâhibinin Hizmetçisinden İste, Sana Versinler." Ben De Hemen Koşarak Geldim. Ev Sâhibinin Hizmetçisinden İbriğimi İsteyince, Getirip Teslim Etti.
ne Kadar Zararın Var
yahyâ Bin Hasan Anlattı: "medîne-i Münevverede Birisi Mûsâ Kâzım Hazretlerine Eziyet Edip Kırıcı Sözler Söylüyordu. Onu Sevenler, Ona Devamlı; "bize İzin Ver, Şuna Haddini Bildirelim." Diyorlardı. Fakat Mûsâ Kâzım Hazretleri Böyle Bir İşe Teşebbüsten Onları Şiddetle Men Ediyordu. Bir Gün, Kendisine Hakârette Bulunan Şahsın Nerede Olduğunu Sordu. Medîne-i Münevverenin Civârında Bir Yerde Olduğunu Söylediler. Mûsâ Kâzım, Bineğine Binerek, Onun Tarlasının Olduğu Yere Gitti Ve Orada Buldu.tarla'ya Katırı İle Girdi. O Şahıs, Tarlaya Basma Diye Bağırdı. Mûsâ Kâzım Onun Yanına Kadar Geldi. Yanına Oturdu. Ona; "ne Kadar Zararın Oldu?" Deyince, O Şahıs; "yüz Dinâr." Deyip; "sen Kaç Dinar Umuyordun?" Diye Sordu. Mûsâ Kâzım "bilmiyorum. Gaybı Ancak Allahü Teâlâ Bilir. Ne Kadar, Zarara Uğradığını Bilmediğim İçin Sana; "ne Kadar Zararın Olduğunu Tahmin Ediyorsun?" Diye Sordum." Bu Söz Üzerine O Şahıs; "öyleyse, İki Yüz Dinâr İstiyorum" Dedi. Mûsâ Kâzım İse Ona Üç Yüz Dinâr Verdi. Mûsâ Kâzım'a Daha Önce Hakâretlerde Bulunan O Şahıs, Bu Cömertlik Ve İhsân Karşısında Hayran Kaldı. Kalkıp, Mûsâ Kâzım Hazretlerinin Başını Öptü Ve Sonra Birbirinden Ayrıldılar. Mûsâ Kâzım Oradan Ayrılınca, Mescid-i Nebevî'ye (resûlullah Efendimizin Mescid-i Şerîfine) Gitti. Yine Orada O Şahısla Karşılaştı. Fakat Kendisini Seven Yakınları Onu Orada Görünce, Hemen Üzerine Yürümek İstediler. Fakat Mûsâ Kâzım Hazretleri Onlara; "hangisi Hayırlı; Sizin Yaptığınız Mı, Yoksa Benim İstediğim Mi? Ben Ona Yakınlık Göstermek Sûretiyle ıslâh Olmasını Düşünmüştüm" Dedi.
kaynaklar
1) Câmi'u Kerâmât-il-evliyâ; C.2, S.269
2) Vefeyât-ül-a'yân; C.5, S.308-310
3) Tabakât-ı İbn-i Sa'd; C.3, S.244
4) Hadâik-ul-verdiyye; S.40
5) El-a'lâm; C.7, S.321
6) Nûr-ul-ebsâr; S.142, 148
7) Târih-i Bağdâd; C.13, S.27
8) Sıfat-üs-safve; C.1, S.103
9) Mîzân-ül-i'tidâl; C.3, S.201
10) El-bidâye Ven-nihâye; C.10, S.183
11) Tehzîb-üt-tehzîb; C.10, S.340
12) Kâmûs-ul-a'lâm; C.6, S.4478
13) Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) S.1126
14) Eshâb-ı Kirâm; (6. Baskı) S.364
15) Şevâhid-ün-nübüvve; Cüz 7, S.19
16) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.2, S.321