Bir tüccar, geldi bir gün Seyyid Ebül Vefa’ya.
Dedi ki: (Ey Efendim, çok muhtacım duaya.
Zat-ı alilerinden, var ise şayet izin,
Sefere gideceğim, para kazanmak için.)
Ebül Vefa, tüccara, sabırdan bahsederek,
Dedi: (Başa gelene, tahammül etmek gerek.)
O, bir şey anlamayıp böyle buyurduğundan,
Gitti yine sefere, ayrılıp huzurundan.
Çok mal ile dönerken, saldırıp eşkıyalar,
Ne kadar malı varsa, yağma edip kaçtılar.
Üzülüp, geldi yine Seyyid Ebül Vefa’ya.
Dedi ki: (Şöyle şöyle uğradım bir belaya.
Asıl hacca gitmekti lakin benim niyetim.
Yoksa, dünya malına, yoktur pek muhabbetim.)
O böyle söyleyince, bu sefer Ebül Vefa,
Buyurdu: (Gel benimle, edelim haccı ifa.)
Zira arefe idi, tam da o gün günlerden,
O, bir şey anlamadı onun bu sözlerinden.
Peşinden birkaç adım gitti Ebül Vefa’nın.
Baktı ki, tam yanına gelmişler Beytullahın.
Hayret edip, başladı hemen haccı ifaya.
Gönülden tâbi oldu, Seyyid Ebül Vefa’ya.
Yine (Ebül Kays) diye, vardı ki talebesi,
Tüccardı, bu veliyi tanımadan öncesi.
Bir gün mal getirirken, satmak için gemiyle,
Devrilip battı gemi, fırtına tesiriyle.
Kendi de gemideydi, o dahi düştü suya.
Bir tahtaya tutunup, zorla çıktı kıyıya.
Mal ve para namına, kalmamıştı bir şeyi.
Lakin alacaklılar, üzdüler bu kimseyi.
Anlayış göstermeyip, dediler: (Biz bilmeyiz.
Alacağımız neyse, tamamını isteriz.)
En son evden kaçarak, gezip durdu dağlarda.
Acıkınca, çaresiz ot yedi oralarda.
Lakin bir gün, bu zatın alacaklılarından,
Bir kafile, kervanla geçiyorken o dağdan,
Bu kimseyi tanıyıp, tekrar yakaladılar.
Kızarak dediler ki: (Hani bizim paralar?)
O, Allah’a sığınıp, feryad etti bu defa.
Sıdk ile bağırdı ki: (Yetiş ya Ebül Vefa!)
Gerçi tanımıyordu bu zatın kendisini.
Sadece işitmişti Ebül Vefa ismini.
Gözlerini açınca, hayrette kaldı bizzat.
Zira gördü, yanında duruyor nurlu bir zat.
Buyurdu ki: (Ne kadar borcun vardır bunlara?)
(Bin dinardır) deyince, o kadar verdi para.
Bin dinar da, ayrıca verdi kendi eline.
O dahi çok sevinip, döndü hemen evine.