evliyânın Büyüklerinden. İnsanları Hakk'a Dâvet Eden, Doğru Yolu Göstererek Hakîkî Saâdete Kavuşturan Ve Kendilerine "silsile-i Aliyye" Denilen Âlim Ve Velîlerin Meşhûrlarındandır. İsmi, Şemseddîn Habîbullah'tır. Babası Mirzâ Cân'dır. Onun İsmine İzâfeten Cân-ı Cânân Denilmiştir. 1699 (h.1111) Veya 1701 (h.1113) Senesinde Ramazân-ı Şerîfin On Birinde Cumâ Günü Doğdu. 1781 (h.1195) Senesinde Şehîd Edildi. Hazret-i Ali'nin Neslinden Olup, Seyyiddir. Ceddi, İleri Gelen Devlet Adamlarından Olup, Teymûriyye Sultanlarına Yakınlıkları Vardı. Bütün Dedeleri, Mürüvvet, Adâlet, Şecâat, Sehâvet (cömertlik) Ve Dîne Son Derece Bağlı Olmalarıyla Tanınmış, Beğenilen Ve Medhedilen Bütün Üstün Vasıflara Sâhib İdiler. Ayrıca Herbiri, Devlet İdâresinde Mevkî Ve Makam Sâhibiydi. Babası Mirzâ Cân, Mevkî Ve Makâmı Terkedip, Fakirliği Ve Kanâatı Tercih Etti. Servetini Allah İçin Fakirlere Dağıttı. Kızının Nikâhı İçin Ayırdığı Yirmi Beş Bin Rub'iyye Mikdârındaki Altını, Bir Dostunun Şiddetli Bir Sıkıntıda Olduğunu İşitince, Tamâmen Ona Hediye Etti. Babası, Memleketinde, Merhameti, Üstün Ahlâkı, İnsânî Meziyetlerinin Üstünlüğü İle Tanınmış Bir Zâttı. Zamânın Mürşid-i Kâmillerinden Olan Şâh Abdürrahmân Kâdirî'nin Sohbetinde Kemâle Geldi.
mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri, Daha Küçük Yaşta İken Alnında Rüşd Ve Hidâyet Nûru Parlıyordu. Zekâ, Fehm Ve Anlayışının Parlaklığını Gören Firâset Erbâbı, Onun Yüksek Bir Fıtrata, Yaratılışa Sâhib Olduğunu Söylerlerdi. Babası, Onun Terbiye Ve Tâliminde, İlim Öğrenmesi Husûsunda Çok Dikkat Gösterdi. Daha Küçük Yaşta İlim, Mârifet Öğrenmeye Ve Çeşitli Mahâretler Kazanmağa Başladı.kıymetli Ömrünü Çocukluğundan Îtibâren Gâyet İyi Değerlendirip, Hebâ Etmedi. İlim Ve Mârifeti Yanında Ayrıca Çeşitli Sanat Ve Mahâretleri Öğrendi. Kendisi Şöyle Demiştir: "çocukluğumda İbrâhim Aleyhisselâmı Rüyâmda Görüp, Çok İltifât Ve İhsânlarına Kavuştum. Yine Çocukluğumda Hazret-i Ebû Bekr'i Ne Zaman Hatırlayıp İsmini Ansam, Mübârek Sûreti Karşıma Çıkardı. Rûhâniyetini Gözümle Görürdüm. Bana Çok İltifâtta Bulunurdu."
yine Şöyle Anlatmıştır: "çocukluğumda İdi. Bir Kimse Babamla Konuşuyordu. İmâm-ı Rabbanî Hazretlerinden Bahsettiler. Ben O Anda İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Rûhâniyetini Gördüm. Bana Oradan Kalkmam İçin İşâret Etti. Bu Hâli Babama Söyleyince; "anlaşıldı Ki, Sen Onların Yolundan İstifâde Edeceksin." Dedi. Allahü Teâlâ Benim Tînetime, Sünnet-i Seniyyeye İttibâ Etme, Uyma Hasletini Yerleştirmiş."
mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerinin Fıtratında, Yaratılışında Bir Yükseklik, Büyükler Yolunda İlerlemeye Büyük Bir Kâbiliyet, Onları Sevmek Ve Muhabbet Gösterme Husûsiyeti Vardı. "aşk Ve Muhabbet, Benim Tînetimin Hamurunun Mayasıdır." Buyurdu. Zamânın Meşhûr Âlimlerinden Onun Hâlini Görenler; "bu Çocuk, Aşıkâne Bir Mîzâca Sâhibdir." Demişlerdir. Babası Ona; "senin Dünyâya Gelişin Benim İçin Çok Mübârek Oldu. Çünkü Senin Doğduğun Sene, Ben Dünyâya Âit Bağlılıkları, Dünyâya Düşkün Olmayı Terkedip, Kanâatı Tercih Ettim." Demiştir.
kendisi İlim Tahsîlini Şöyle Anlatmıştır: "fârisî Lisanını Ve Diğer Bâzı Bilgileri Babamdan, Kur'ân-ı Kerîmi, Tecvîd Ve Kırâat İlmini Kârî Abdürresûl'den, Aklî Ve Naklî İlimleri De Zamânımızın Âlimlerinden Öğrendim. Hâcı Muhammed Efdal'den, Tefsîr Ve Hadîs İlmi Öğrendim. On Beş Yaşında İken Kendisinden İlim Öğrendiğim Hocam Hâcı Muhammed Efdal, Bana Bir Takke Hediye Etmişti. Bunun Bereketi İle Zihnim İyice Açıldı. Hiçbir Şeyi Okuyup Öğrenmekte Zorluk Çekmedim. Tahsîlimi Tamamladıktan Sonra, Bir Müddet De Talebelere Ders Verdim. On Altı Yaşında Babam Vefât Etti. Vefât Etmeden Önce Şöyle Vasiyyet Etti: "bütün Vaktini, Kemâlâtı, Olgunlukları Ve Üstün Dereceleri Elde Etmek İçin Harca. Kıymetli Ömrünü Boş Şeylerle Geçirme." Babamın Vasiyetine Uyarak, İlim Öğrenmeye Ve Öğrendiğim İlimle Amel Etmeye Devâm Ettim. Bir Gece Rüyâmda Evliyâdan Bir Zâtı Gördüm. Mezarından Kalkıp Yanıma Geldi Ve Kendi Külahını Başıma Koydu." Bu Rüyâdan Sonra Gönlümde Makam Ve Mevkî Arzusu Hiç Kalmadı. Tasavvufa Yönelme Arzusu İyice Fazlalaştı. Bir Defâsında Rüyâmda Gaybdan Bir Ses; "bizim Seninle İşimiz Var. İnsanların Hidâyete Kavuşması Ve Onları Hidâyete Kavuşturacak Yolun Yayılması Senin Sebebinle Olacak!" Dedi. Bu Rüyâyı Da Görünce Tasavvufa Yönelip, Bâtın Nisbetini Elde Etmek Arzum İyice Kesinleşti. Bu Maksadıma Kavuşmak İçin Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî'nin Huzûruna Gittim. Mübârek Yüzünü Görünce Mârifet Sâhibi Bir Zât Olduğunu Anladım. Sünnet-i Seniyyeye Son Derece Bağlı, Dînin Emirlerine Tam Uyan, Yüksek Ahlâk Sâhibi Bir Zât İdi. Sohbeti Kalbe Safâ Veriyor, Cana Can Katıyordu. İyice Anlaşılmıştı Ki, Arayanlar Maksada Onun Huzûrunda Kavuşuyor, Ölmüş Kalb Onun Huzûrunda Dirilip İtminâna Eriyor. Hakk'a Kavuşmak Orada Müyesser Oluyordu. Beni Talebeliğe Kabûl Etmesini Arzedince, İstihâresiz Talebe Kabûl Etmediği Hâlde Beni Derhal Kabûl Etti. Feyzleri O Kadar Bereketli Ve Tesirli İdi Ki, Bir Teveccüh İle Talebesinin Kalbi Zikretmeye Başlardı. Ona Talebe Olup Feyzlerine Kavuşunca Gönlüm Aydınlandı. Çok İltifâtına Kavuştum.
kısa Zamanda Nûr Muhammed Bedâyûnî Hazretlerinin Sohbetinde Yetiştim. Tasavvuf Hâllerine Gark Olmuştum. Ben, Muhabbet-i İlâhînin Sarmasından, Cezbenin Çokluğundan Uykuyu, İstirahati, Yemeyi, İçmeyi Terk Etmiştim. İnsanlardan Uzaklaşıp Yalnız Başıma Dolaşmaya Başladım. Açlığın Şiddetinden Ağaç Yaprağı Yemiştim. Vaktim Hep Kendimden Geçmiş Bir Vaziyette Ve Murâkabe Hâlinde Geçiyordu. Asıl Maksada Kavuşmayı Böylece Bekledim. Nihâyet O Hâle Geldim Ki; "rabbini Görüyormuş Gibi İbâdet Et" hadîs-i Şerîfinde İstenen Vasfa Ulaştım. Mahviyyet, Fenâ Ve Bekâ Hâllerine Kavuştum. Büyüklerin Târif Ettiği Maksada, Sırr-ı Tevhîde Yükseldim.
nûr Muhammed Bedâyûnî, Benim Hâllerime Bakıp, Bana Karşı Tevâzu İle, Büyük Bir Sevgi Ve Alâka Gösterdi. Bir Gün, İkimiz Karşı Karşıya Otururken; "iki Güneş Karşı Karşıya Gelmiş, Birinin Nûrundan Diğeri Görülmüyor. Eğer Tâliblerin Terbiyesine Yönelsen Âlem Nûrlanır." Buyurdu. Yine Bir Gün Bana; "sende Allahü Teâlâya Ve Resûlüne Karşı Muhabbet Yüksek Derecededir. Bizim Yolumuz, Senin Teveccühlerin İle Yayılacak. Sana Şemseddîn Habîbullah İsmi Verildi." Buyurdu Ve Talebelerinden Bir Kısmının Yetiştirilmesini Bana Havâle Etti. Hocamın Sohbetine Devâm Ederken, Havâle Ettiği O Talebeleri De Yetiştirdim Ve Hocamın Sohbetine Bıraktım. Her Ne Kadar Resûlullah Efendimizin Zamânında Bulunup Görmekle Şereflenmedik Ama, Allahü Teâlâya Binlerce Şükürler Olsun Ki, Resûlullah'ın Nâiblerinden Olan (o'nun Yolunu Anlatan) Hocam Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî'nin Sohbetinde Bulunmakla Şeref- Lendim. Hayâtın Meyvesi, Asıl Maksad Ele Geçti. Büyüklerin Çok İltifâtına Kavuştum.
hocam Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî'nin Sohbetine Dört Sene Devâm Ettim. Sonra Bana İcâzet Verdi. Bana Ehl-i Sünnet Îtikâdı Üzere Olmamı, Sünnet-i Seniyyeye Uymamı Ve Bidatlerden Sakınmamı Vasiyet Etti."
hocası Seyyid Nûr Muhammed'in Vefâtından Sonra, Altı Sene Şeyh Gülşenî Ve On İki Sene Muhammed Efdal Vehâfız Sa'dullah'ın, Sekiz Sene Muhammed Âbid-i Senâmî'nin Sohbetlerine Devâm Ederek Tasavvufda Müceddidiyye Yolunda Yüksek Derecelere Kavuştu. Ayrıca Kâdiriyye, Çeştiyye, Sühreverdiyye Ve Kübreviyye Yollarından Da İcâzet, Diploma Aldı. Zâhirî Ve Bâtınî İlimleri Öğrendikten Sonra İnsanları İrşâda Ve Doğru Yolu Anlatmaya Başladı. Derslerine, Sohbetlerine Âlimler, Âmirler, Velîler Ve Halk Devâm Edip Ondan Feyz Aldılar. Mîr Müsliman, Senâullah Pâni-pütî, Gulâm Kâki, Seyyidalîmullah, Seyyid Abdullah Dehlevî Gibi Büyük Âlimler Ve Velîler Yetiştirdi.
mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri Buyurdu Ki: "allahü Teâlâ Bize En Olgun Aklı, Doğru Ve Keskin Görüşü İhsân Etti. Saltanat İşlerinin İdâresi Ve Memleketin Nizâmı Husûsunda, Herkesin Hâline Uygun En Güzel Usûlü Öğrenmiş İdim. Bunun İçin Zamânın Meşhûr Devlet Adamları, Alacakları Silahları Ve Diğer Mühim Şeyleri Bizden Sorar Ve Bizden Aldıkları Cevâba Göre Hareket Ederlerdi." Yine Şöyle Buyurmuştur: "muhterem Babamın Bereketli Terbiyesiyle Yetiştikten Sonra Bende Öyle Bir Hâl Hâsıl Oldu Ki, Bir Bakışla Herkesin Ne Olduğunu Ve Kalbindekini Anlardım. Bulunduğum Yolun Nûruyla İnsanların Saâdet Veya Şekâvet, (cennet Veya Cehennem) Ehli Olduğunu, Alınlarından Okurdum."
nevvâb Hân Firûzcenk, Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerini, Soğuğu Şiddetli Bir Kış Gününde, Üzerinde Eski Bir Elbiseyle Gördü. Bu Hâlini Görünce Ağladı. Yanında Bulunan Adamlarından Birine; "biz Ne Bedbaht İnsanız Ki Büyüklerimizden Bir Zât Hediye Kabûl Etmiyor Ve Ona Hizmet Etmekle Şereflenemiyoruz." Dedi. Bu Hâdise Üzerine Mazhar-ı Cân-ıcânân Hazretleri; "biz, Zenginlerden Bir Şey Kabûl Etmemeğe, Almamağa Kararlıyız. Hayat Güneşimiz Batmaya Yüz Tuttu, Ömür Bitmek Üzere. Şimdiye Kadar Kabûl Etmedik." Buyurdu. Sonra Nevvâb Hân Firûzcenk, Otuz Bin Rubiyye Para Hediye Etmek İstedi. Kabûl Buyurmadı Ve; "biz Sizin Servetinizin Yiyicisi Değiliz, Onu Fakirlere Dağıtınız." Dedi.
yine Afgan Serdârlarından Biri, Eşrefî Denilen Üç Yüz Altın Göndermişti. Bunu Da Kabûl Buyurmayıp; "her Ne Kadar Hediyeyi Kabûl Etmek Lâzımsa Da, Mutlakâ Kabûl Etmek Lâzım Olduğuna Dâir Bir Emir Yoktur. Bize Kendi Talebelerimiz, İhlâs Ve İhtiyatla, Haram Karışmaması İçin Dikkat Ederek Hazırladıkları Hediyeleri Getiriyorlar, Onları Bile Kabûl Etmiyoruz. Kaldı Ki, Ümerânın Ve Zenginlerin Hediye Edeceği Şeylerin Tam Helâlden Hazırlanmış Olduğu Şüpheli Olanları Hiç Kabûl Etmeyiz. Onda İnsanların Hakkı Vardır. Kıyâmet Günü Onun Hesâbını Vermek Zordur. İmâm-ı Tirmizî'nin, Ebû Berze'den Getirerek Yazdığı Hadîs-i Şerîfde Peygamber Efendimiz Buyurdu Ki: "kıyâmet Günü Herkes, Dört Suâle Cevap Vermedikçe Hesapdan Kurtulamayacaktır: Ömrünü Nasıl Geçirdi. İlmi İle Nasıl Amel Etti. Malını Nereden Nasıl Kazandı Ve Nerelere Harcadı. Cismini, Bedenini Nerede Yordu, Hırpaladı."bunun İçin Çok Dikkat Etmek Lâzımdır" Buyurdu.
mazhar-ı Cân-ı Cânân'a Yine Devlet Adamlarından Biri Hindistan'ın Meşhûr Meyvesi Olan "enbe"den (hint Kirazı) Bir Mikdâr Hediye Göndermiş Ve Kabûl Etmesi İçin De Çok Yalvarmıştı. Bunun Üzerine İki Tâne "enbe" Alıp Gerisini İâde Etmiş Ve; "bu Fakîrin Gönlü, Bunları Kabûl Etmek İstemiyor." Buyurmuştu. Biraz Sonra Huzûruna Bir Bahçe Sâhibi Gelip; "falan Emîr, Size Gönderdiği Enbeleri Bizden Zulüm İle Alıp Size Hediye Etti." Dedi. Bunun Üzerine Mazlumun Hakkının Verilerek, Himâye Edilmesini Söyledi. Sonra Da; "sübhânellah, Onun Getirdiği Bu Yiyecek Bizim Bâtınımıza Zararlı Oldu." Buyurdu. Ondan Sonra Da Malı Şüpheli Kimselerin İkrâmını Hiç Kabûl Etmedi. Yine Bu Hâdise Üzerine; "yiyeceklerin En Zararlısı Kazançları Şüpheli Olan Zenginlerin İkrâm Ettiği Yiyeceklerdir. Hattâ Fakirlerin İkrâmları Da Şüphelidir. Çünkü Onlar Da, Bu Yemekleri Hazırlamak İçin, Kazançları Şüpheli Olan Zenginlerden Borç Alıyorlar." Buyurdu.
bir Defâsında Bir İftar Vaktinde Yemek Yerken, Gâfil Birine Âid Olan Bir Ekmeği Talebeleri Paylaşmışlar, Bir Parça Da Mazhar-ıcân-ıcânân Hazretlerine Vermişlerdi. O Gece Terâvih Namazından Sonra Yenilen O Ekmek Sebebiyle, Bâtınlarına Tesir Edip Zarar Verdiğini Belirterek; "bu Zarardan Ancak Namaz Kılmak Ve Okunan Kur'ân-ı Kerîmi Dinlemekle Kurtuldum." Buyurdu. Talebesi Abdullah-ı Dehlevî Hazretleri Bu Söz Üzerine: "şüpheli Bir Lokma, Onların Mübârek Bâtınlarında Nûr Deryalarında Böyle Bir Değişmeye, Zarara Sebeb Olursa Bizim Hâlimize Ne Denir!" Buyurmuştur. Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri Bu Hususta Şöyle Buyurmuştur: "yenilen Lokmalar İnsanı Muvaffakiyete Kavuşturmalı, Tâat Ve İbâdetin Nûrunu Arttırmalıdır. Fakirliği Zenginliğe Tercih Etmeli, Sabır Ve Kanâatı Seçmeli. Teslimiyeti Ve Rızâyı Seciye Hâline Getirmelidir. Resûlullah Efendimizin; "allah'ım! Âl-i Muhammed'in Rızkını Kâfi Gelecek Kadar Kıl." buyurduğu Duâsına Uygun Olarak, İnsan İçin Lâzım Olan Şeyleri Yeteri Kadar İstemelidir.
eshâb-ı Kirâm Da Böyle Duâ Ederdi. İsrâfa Düşürecek Kadar Zengin; Sıkıntıya, Borca Düşürecek Kadar Da Fakir Olmamalıdır. Kulluk Vazifesini Yerine Getirip, Ölüme Hazır Beklemeli, Gönlü Başka Arzulara Bağlamamalıdır. Ölüm, İlâhî Bir Hediyedir. Allahü Teâlâya Kavuşmak Ve Resûlullah Efendimizin Dîdârını, Mübârek Yüzünü Görmektir."
mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri, Hocalarına Büyük Bir Muhabbet Ve İhlâs İle Bağlıydı. Bilhassa İmâm-ı Rabbânî Hazretlerine Derin Bir Muhabbeti Vardı. "her Neye Kavuşmuşsam, Hocalarıma Olan Muhabbetim Sebebiyle Kavuştum. Kulun Amelleri Nedir Ki, Allahü Teâlânın Rızâsına Kavuştursun! Fakat Allahü Teâlânın Rızâsına Kavuşmuş Ve Makbul Kullarından Olan Zâtları Sevmek, Onlara Muhabbet Beslemek, Allahü Teâlânın Rızâsına Kavuşmak İçin En Kuvvetli Vâsıtadır." Buyurdu.
mazhar-ıcân-ı Cânân Hazretleri Şöyle Anlatmıştır: "bir Defâ Cihânın Süsü Ve Kâinâtın Serveri Olan Peygamber Efendimizi Rüyâda Görmekle Şereflendim. Yanyana Uzanmış Yatıyorduk. O Kadar Yakındık Ki, Mübârek Nefesi Yüzüme Geliyordu. Bu Esnâda Susadım. Serhend Büyüğünün Oğulları, Yâni İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Evlâdı Da Orada İdiler. Resûlullah, Onlardan Birine Su Getirmesini Emir Buyurdu. Fakîr; "yâ Resûlallah, Onlar Benim Pîrimin Evlâdıdır." Diye Arzettim. "onlar Bizim Sözümüzü Tutarlar." Buyurdu. Onlardan Bir Azîz, Kalkıp Su Getirdi. Kana Kana İçtim. Sonra; "yâ Resûlallah, Hazretiniz Müceddîd-i Elf-i Sânî Hakkında Ne Buyurursunuz?" Diye Arzettim. "ümmetimde Onun Bir Benzeri Yoktur." Buyurdu. "yâ Resûlallah! İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin mektûbât'ı, Mübârek Nazarlarınızdan Geçti Mi?" Dedim. Buyurdu Ki: "eğer Ondan Hatırladığın Bir Yer Varsa Oku!" Ben De, İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Bâzı Mektuplarında Geçen Ve Allahü Teâlâ İçin; "o, Verâ-ül-verâ Sonra Yine Verâ-ül-verâ'dır, Yâni Allahü Teâlâ Ötelerin Ötesidir. Akıl Neyi Düşünür Ve Neyi Tasavvur Ederse O Değildir" Buyurduğunu Okudum. Resûlullah Efendimiz Bunu Çok Beğendi Ve; "tekrar Oku!" Buyurunca, Tekrar Okudum. Bu İfâdeleri Çok Güzel Buldu. Bu Hâl Epey Bir Müddet Devâm Etti. Sabah Olunca Büyüklerden Bir Zât Erkenden Gelip Bana; "ben Bu Gece Rüyâmda Sizin Bir Rüyâ Gördüğünüzü Gördüm. O Rüyâyı Bana Anlat!" Deyince, Anlattım. Çok Beğenip, Hayret Etti. Ben Gördüğüm Bu Rüyâda, Resûlullah Efendimizin Mübârek Nefesinin Ve Sohbetinin Bereketiyle Kendimi Tamâmen Nûr Ve Huzur İçinde Buldum. Uyanık İken Ele Geçen Şeylerden Daha Çok Bereketli Olan Bu Rüyânın Bereketiyle Günlerce Acıkmadım Ve Susamadım."
bir Gün Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerinin Talebelerinden Biri Huzûruna Gelip; "efendim! Kardeşim, Azîmâbad'a Gitmişti. Sevenlerinizdendir. Bir İftirâya Uğrayıp Haksız Yere Hapsedilmiş. Kurtulması İçin Duâ Ve Teveccühde Bulunmanızı İstirhâm Ederiz." Dedi. Bunun Üzerine Mazhar-ı Cân-ı Cânân Bir Mektup Yazıp, Kardeşine Ulaştırması İçin Ona Verdi Ve; "bu Eline Geçtikten Bir Saat Sonra Hapisten Kurtulur" Buyurdu. O Talebe Mektubu Kardeşine Ulaştırınca, İşâret Edildiği Gibi Hapisten Kurtuldu.
mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri, Büyük Günah İşlemiş Bir Kadının Kabri Yanına Oturmuştu. Kabre Teveccüh Eyledi. Yâni Hâtırına Başka Hiçbirşey Getirmeyip Yalnız Onu Düşündü. "bu Mezârda Cehennem Ateşi Var. Kadının Îmânlı Olmasında Şüphe Ediyorum. Rûhuna Hatm-i Tehlîl, Yetmiş Bin Kelime-i Tevhîd Sevâbı Bağışlayacağım. Îmânı Varsa Affolur." Buyurdu. Hatm-i Tehlîlin Sevâbını Bağışladıktan Sonra; "elhamdülillah, Îmânı Varmış. Kelime-i Tayyibe, Tesîrini Gösterip Azâbdan Kurtuldu" Buyurdu.hadîs-i Şerîfde; "bir Kimse, Kendisi İçin Veya Başkası İçin Yetmiş Bin Adet Kelime-i Tevhîd Okursa, Günahları Affolur." buyruldu.
mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerini Sevenlerden Bir Zât, Bir Gün Mübârek Eteğini Tutup; "kızımın Bir Oğlu Olacağını Bana Müjdelemezsen Eteğini Elimden Bırakmam." Dedi. Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri Biraz Murâkabeden Sonra; "gönlün Hoş Olsun! Cenâb-ı Hak Senin Kızına Bir Erkek Çocuk İhsân Eyledi." Buyurdu.hakîkaten Bu Adamın Kızının Dokuz Ay Sonra Bir Erkek Çocuğu Oldu.
mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri Talebeleri İle Birlikte Bir Yolculuğa Çıkmıştı. Yanlarında Azık Olarak Hiç Bir Yiyecek Yoktu. Gittikleri Yerde De Misâfir Kalabilecekleri Bir Tanıdıkları Bulunmuyordu. Talebeleri Bu Durumu Bildiklerinden Merâk Edip; "bakalım Hâlimiz Ne Olur?" Diyerek Yola Devâm Ettiler. Her Yemek Vakti Geldiğinde, Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerinin Kerâmeti İle Gaybdan Önlerine Sofra Kuruluyordu. Sofra Üzerinde Çeşit Çeşit Ve Gâyet Nefis Yemekler Bulunuyordu. Bu Nefis Yemekleri Yiyip Yolculuğa Devâm Ettiler. Talebeleri Hayatlarında Öyle Güzel Ve Çeşitli Yemekler Yememişlerdi. Bu Hal, Seferlerinden Dönünceye Kadar Devâm Etti.
bir Kimse, Ölüsünün Azâbda Olduğunu Rüyâda Görüp, Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerine Magfiret Olunması İçin Duâ Etmesini İstirhâm Etti. Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri De Duâ Edip; "allahü Teâlâ, Ölünün Günahlarını Magfiret Eyledi." Diye De Ona Müjde Verdi. O Kimse Tekrar Ölüsünü Rüyâda Görünce, Kendisine; "hazret-i Mazhar'ın Duâsı Bereketi İle, Azâbdan Kurtuldum." Dedi.
mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri, Şehid Olarak Vefât Etti. Vefâtından Birkaç Gün Önce, Bu Fâni Dünyâdan Gitme Zamânının Geldiği Ve Allahü Teâlâya Kavuşacağı İçin Bambaşka Bir Aşk Ve Şevk İçindeydi. O Günlerde İbâdet Ve Tâatlarını Daha Da Artırmıştı. Bir Taraftan Da Talebeleri Ve Sevenleri Akın Akın Sohbetine Geliyorlardı. Sohbetleri Ve Murâkabeleri Büyük Bir Huzur Hâli İçinde Geçiyordu. Sohbetleri Sırasında Huzûrunda Toplananlar Yüz Kişiden Ziyâde Olur, Bereketlere Ve Feyzlere Kavuşurlardı. Vefâtının Yaklaştığı Günlerde Talebelerinden Molla Nesîm, Memleketine Gidip Dönmek Üzere İzin İstediğinde, Bu Talebesine; "artık Seninle Bir Daha Görüşeceğimiz Mâlûm Değildir!" Buyurdu. Bu Sözleriyle Vefât Edeceğine İşâret Etmişti. Bunu İşiten Talebeleri Ağlaşmaya Başlayıp Gözyaşlarını Tutamadılar. Yine Vefâtının Yaklaştığı Günlerde Talebelerinden Molla Abdürrezzâk'a Yazdığı Bir Mektupda; "ömrüm Seksen Yaşını Geçti. Ecelim Yaklaştı. Bize Hayır Duâda Bulun!" Diye Yazmıştı. Bu Sıralarda Talebelerinden Diğerlerine Yazdığı Mektuplarında Da Aynı Şekilde İşâret Etmiştir.
yine Vefâtının Yaklaştığı Günlerde Kavuştuğu Nîmetleri Dile Getirerek Ve Şükrederek Şöyle Buyurdu: "kalbimden Her Ne Geçtiyse Ve Her Ne Nîmete Kavuşmak İstediysem, Allahü Teâlâ Onları Bana İhsân Etti. Beni İslâm-ı Hakîkî İle Şereflendirdi Ve Çok İlim İhsân Etti. Sâlih Amel Üzere İstikâmet Verdi. Büyüklerin Tasavvuf Yolunda Bildirdiği Şeylerin Hepsini Verip Keşf, Tasarruf Ve Kerâmet İhsân Etti.beni Dünyâya Düşkün Olmaktan Ve Dünyâya Düşkün Olanlardan Da Uzak Eyledi. Ancak Allahü Teâlâya Yaklaşmakta, Yüksek Derece Olan Şehitlik Derecesine Kavuşamadım. Hocalarımın, Mürşidlerimin Çoğu Şehitlik Şerbetini İçmekle Şereflendiler. Şu Anda Ben Yaşlandım, Vücûdum Zayıf Düştü. Cihâd Edecek Ve Böylece Şehitliğe Kavuşacak Gücüm, Tâkatim Kalmadı. Ölümü Sevmeyen, İstemeyenlere Şaşılır. Ölüm Allahü Teâlâya Kavuşmaya Sebeptir. Ölüm, Resûlullah Efendimizi Ziyâret Etmeye, Evliyâya Kavuşmaya, Onların Mübârek Yüzlerini Görerek Mesrûr Olmaya Sebeptir. Ölüm; Resûlullah Efendimiz, Halîlürrahmân İbrâhim Aleyhisselâm, Emîrul-müminîn Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, İmâm-ı Hasan, Cüneyd-i Bağdâdî, Şâh-ı Nakşîbend Bahâeddîn Buhârî Ve Müceddîd-i Elf-i Sânî İmâm-ı Rabbânî Hazretleri İle Görüşmeye, Onlara Kavuşmaya Vesîledir. Kalbimde Bu Büyüklere Karşı Husûsî Bir Muhabbet Vardır. Onlar Zâhirî Ve Bâtınî Şehâdete Kavuştular, En Yüksek Mertebelere Ulaştılar."
mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri Böylece, Şehitlik Derecesine Kavuşmayı Çok Arzu Ettiğini Dile Getirmişti. Ömrünün Son Günlerini Yaşadığı Sıralarda Huzûruna Gelip Gidenler İyice Artmıştı. 1781 (h.1195) Senesinin Muharrem Ayının Yedisinde Çarşamba Gecesi Kapısının Önünde Pekçok Kimse Toplanmıştı. Bunlar Arasından Üç Kişi ısrarla İçeri Girmek İstiyorlardı. Nihâyet İzin Alıp İçeri Girdiler. Bunlar Moğol Ve Mecûsî İdiler. Huzûruna Girince, Mazhar-ı Cân-ı Cânân Sen Misin?" Dediler. Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri De; "evet Benim." Buyurdu. Meğer Bunlar Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerine Kastedip, Öldürmek Üzere Gelmişlerdi. İçlerinden Biri Üzerine Hücum Edip Hançer Vurmaya Başladı. Vurulan Hançer Darbesi Kalbine Yakın Bir Yere İsâbet Etmiş, Ağır Yaralanmış Ve Yere Yıkılmıştı. Durumdan Haberdâr Olan Nevvâb Necef Hân, Sabah Erkenden Frenk Bir Tabib Gönderdi. Tabibe; "çabuk Gidip Bu Mübârek Zâtı Tedâvî Et, Onu Yaralayanlar Da Yakalanınca Kısas Yapılsın." Dedi. Frenk Tabib Gidip Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerinin Yarasına Baktı Ve Geri Dönüp Kasden Nevvâb Necef Hâna; "iyileşip Kurtulur, Başka Tabib Göndermeye Lüzum Yok." Dedi. Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri Bu Yaralı Hâliyle Üç Gün Daha Yaşadı. Yaralarından Devamlı Kan Aktı. Üçüncü Gün, Cuma Günü İdi. Öğle Vakti Ellerini Açıp Fâtiha-i Şerîfi Okudu. İkindi Vaktinde; "günün Bitmesine Kaç Saat Vardır?" Buyurdu. Dört Saat Vardır Dediler. O Gün Hem Cumâ, Hem De Aşûre Günü İdi. Akşam Olunca Üç Defâ Derin Nefes Aldı Ve Şehîd Olarak Vefât Etti. Vefâtında Ebced Hesâbında Târih Olarak Meâlen: "allah'a Ve Peygambere İtâat Edenler, İşte Bunlar Allah'ın Kendilerine Nîmet Verdiği, Peygamberlerle, Sıddîklarla, Şehîdlerle Ve İyi Kimselerle Berâberdirler. Bunlarsa Ne Güzel Birer Arkadaş!"buyurulan Nisâ Sûresi 69. Âyet-i Kerîmesinden; "ülâike Ma'allezîne En'amellahü Aleyhim" kısmı Söylendi. Yine Peygamber Efendimizin Bir Hadîs-i Şerîfinde; "methe Şâyân Olarak Yaşadı Ve Şehîd Olarak Öldü." mânâsında; "âşe Hamîden Mâte Şehîden." buyurduğu Kısım İle Ebced Hesâbına Göre Vefât Târihi Söylendi.
mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerinin Şehîd Olarak Vefât Etmesinden Sonra, Sevenleri, Onun Büyük Bir Kayıb Olduğunu İfâde Eden Rüyâlar Görmüşlerdir.
mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri, İslâmiyetin Yayılması Ve İnsanların Hakîkî Saâdete Kavuşmaları İçin Çok Üstün Hizmetler Yapmıştır. Her Biri Üstün Birer Cevher Olan Kıymetli Zâtlar Yetiştirmiş Ve Onları İnsanlara Rehberlik Yapmakla Vazifelendirmiştir. Talebeleri De Bulundukları Yerlerde İnsanlara İslâmiyeti Öğretmişler, Îmânlarının Vicdânileşmesini Sağlamışlardır. Böylece Her Biri Bulunduğu Yerde İslâmiyete Uyulmasına, Güzel Ahlâkın Yayılmasına Ve İnsanların Birbirlerine Karşı İyi Muâmelede Bulunmalarını Sağlamışlardır. Onları Tanıyıp Seven İnsanlar, Onların Sebebiyle Temiz Bir Hayat Yaşamak Ve Saâdete Kavuşmakla Şereflenmişlerdir.
mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri Buyurdu Ki: "her Kim Ki Dünyâya Düşkün Olanlar Arasına Karışırsa, Sohbetin Bereketlerine Ve Tasavvufun Nûrlarına Kavuşamaz! Bir Kimse Dünyâya Düşkün Olanlar Arasına İhtiyaç Olduğu Kadar Karışır Ve Hâlis Niyetle Ve Bâtınî Nisbetini Muhâfaza Ederek Aralarında Bulunursa Zararı Yoktur."
"dünyâ Mel'ûndur Ve Dünyâda Olan Şeylerden Allah İçin Yapılmayanlar Da Mel'ûndur. Allahü Teâlânın Sevgisi İle Dünyâ Sevgisi Bir Araya Gelmez. Allahü Teâlânın Rızâsına Kavuşmak İçin Mâsivâyı Yâni Allahü Teâlâdan Başka Her Şeyi Ve Bütün Maksatları Terketmek Lâzımdır."
mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerinin Kendi Eshâbına, Talebelerine Nasîhatları Şöyledir:
"takvânın Ve Verânın, Haramlardan Ve Şüpheli Şeylerden Sakınmanın Yolu, Resûlullah Efendimize Mütâbeat Yâni Tam Uymak Ve Onun Bildirdiklerini Candan Kabûl Etmektir. Kendi Hâlinizi, Kitab Ve Sünnette Bildirilen Hususlar İle Karşılaştırınız. Eğer Hâliniz, Kitab Ve Sünnette Bildirilen Hususlara Yâni Dînin Emirlerine Uygun İse Makbûldür. Uygun Değilse Merdûddur, Reddedilecekdir. Ehl-i Sünnet Ve Cemâat Îtikâdı Üzere Olmak Lâzımdır."
kerâmet Ve Menkîbeleri
evliyâya Hürmet
seyyid Gulâm Ali (abdullah-ı Dehlevî) Hazretleri Anlatır: "bir Gün Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerinin Sohbetinde Bulunuyordum. İhtiyâr Bir Adam Gelip; "şeyhin Şöhreti Rahmânî Mi, Yoksa Değil Mi? Onu Anlamağa Geldim." Dedi. Bu Küstahça Söz Karşısında, Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri Son Derece Müteessir Oldu Ve Öfkelenerek O İhtiyâra, Keskin Ve Dik Dik Baktı. O Esnâda İhtiyâr Yere Düşüp Çırpınmağa Başladı. Sonra; "tövbe Ettim. Allah İçin Beni Affet." Diye Yalvardı. Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri, Allahü Teâlânın İsmi Araya Girince, Kalktı Ve İhtiyârın Kolundan Tutarak Kaldırdı. İhtiyâr Hemen Düzeldi."
dünyâ Metâı Pek Azdır
mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri Kemâl Derecede Zühd Ve Tevekkül Sâhibiydi. Dünyâdan Ve Dünyâya Düşkün Olanlardan Son Derece Sakınırdı. Kendisine Verilmek İstenen Hediyeleri Kabûl Etmezdi. Kabûl Ettiği Çok Nâdir Olurdu. Zamânın Pâdişâhı Muhammed Şâh, Vezîri Kameruddîn Hân İle Mirzâ Cân-ı Cânân'a Haber Gönderip, Şöyle Dedi: "allahü Teâlâ Bize Öyle Bir Mülk Verdi Ki, Hatırlarından Her Ne Geçerse Hediye Olarak Göndeririz, Yeter Ki İstesinler." Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri Bu Teklif Üzerine Şu Cevâbı Verdi: "allahü Teâlâ Kur'ân-ı Kerîmde Meâlen; "...onlara Şöyle De; Dünyânın Metâı Pek Azdır..." (nisâ Sûresi: 77) Buyurarak Dünyânın Yedi İklimindeki Mal Ve Mülkün Az Bir Şey Olduğunu Bildirdi. Az Bir Şey Olan Bu Yedi İklimden Biri De Hindistan Olup, O Da Senin Elinde Bulunmaktadır. Bunun Kıymeti Nedir Ki? Büyüklerin Himmetinin Esâsı İse, Ondan Uzak Durmaktır."
yine O Havâlinin Devlet Adamlarından Biri, Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri İçin Bir Dergâh Yaptırdı Ve Bütün Dervişlerin İhtiyâcını Da Karşılıyacağını Bildirerek Kabûl Etmeleri İçin Arzetti. Fakat Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri Kabûl Etmedi Ve; "bizim İçin Her Yer Birdir. Allahü Teâlânın İndinde Herkesin Rızkı Takdir Edilmiştir. Vakti Gelince Herkes Rızkına Kavuşur. Dervişlerin Hazînesi Sabır Ve Kanâat Olup, Bu Kâfidir." Buyurdu.
hakîkî İlaç
mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerinin Seksen Yedi Mektubu Ve Melfûzâtı, kelimât-ı Tayyibâtdenilen Kitapta Vardır. Mektuplarından Biri:
"kardeşim, Zamânımız Talebesinin Zaîfliğinden, Evliyâdan Keşf Ve Kerâmet İstediklerinden Ve Birinci Asrı Göz Önünde Tutmadıklarından Bahseden Mektubunuz Geldi. Biliniz Ki, Başka Şeyhlere Meyli Olan Sefihleri, Akılsız Kimseleri Talebe Edinmeye Lüzum Yoktur. Akıllı Ve Muhlis Kimselerden, Bu İşe Tâlib Olanları Kabul Etmelidir. Üzülmeyiniz. Allahü Teâlâ Hakîkî Hakîmdir. Âl-i İmrân Sûresi 31. Âyetinde Meâlen; "ey Habîbim! Onlara De Ki, Eğer Allah'ı Seviyorsanız, Bana Tâbi Olunuz. Allah Da Sizi Sever." buyrulması, Bütün Yollardaki Sâliklerin, Talebelerin Maksadı Olan Allahü Teâlânın Sevgisini Ve Rızâsını Kazanmağı, Peygamber Efendimize Tâbi Olmaya Bağlı Kıldı. O Mütehassıs Doktor, Kulları Gaflet Ve Günâh Hastalıklarından Kurtarmak İçin, İlâç Ve Perhiz Yerinde Olan Emir Ve Yasakları Gönderdi. Bu Reçeteyi Tatbik Edip, Uygun İlâçları Alan, Perhize Riâyet Eden Sıhhat Ve Şifâ Bulur. Kaçınan Kendini Ziyân Ve Telef Etmiş Olur.
bu Reçetenin Bir Sûreti, Bir De Hakîkati Vardır. Sûreti İle Avâm Müslümanları Hareket Eder. Bu Da, Îtikâdını Düzelttikten Sonra Kitab Ve Sünnete Uygun Olarak Amel Edip, Emir Ve Yasaklara Uymakla Olur. Karşılığı Da Cennet'in Nîmetleri Ve Cehennem'den Kurtulmaktır. Hakîkati İse Havassa, Seçkinlere Mahsûs Olup, Kalblerin Nûrlanması, Parlaması Ve Nefslerin Tezkiyesi, Temizlenmesidir. Bunda Bildirilmiş Olan Sûret Bulunmakla Berâber, Riyâzet Ve Mücâhedelerde De Vardır. Burada Ele Geçen, Tecellî Ve Keşflerdir. Sûrete Îmân Ve İslâm, Hakîkate İse İhsân Denir. Nitekim Hadîs-i Şerîfde; "ihsân; Rabbine, Onu Görür Gibi İbâdet Etmendir." buyruldu. Hakîkatsız Sûret, Derideki Hastalıklara Çâre Bulmada, Çıban Ve Yaralar Üzerine Konulan Merhem Ve İlâçlar Gibidir. Yarayı İyileştirir, Çıbanı Geçirir. Elbette Faydasız Değildir. Hakîkatın İse, Sûretsiz Hiç Faydası Yoktur. Belki O Hakîkat Değil, Mekr-i İlâhîdir. Bundan Allahü Teâlâya Sığınırız.
hakîkat, Temizlemek, Yâni Hastalıklı, Mikroplu, Bozuk Maddeleri Çıkarıp Atmak Gibidir. Çünkü Yerinde Kalırlarsa, Yine Hasta Edebilirler. Tam Sıhhate Kavuşmak, Büsbütün Şifâ Bulmak, Bu İki Tedâvinin Birlikte Yapılmasıyla Olur. Bu Açıklamadan, Peygamber Efendimizin Tedavisinin, Eshâb-ı Kirâmın Tabiatlarında Nasıl Sıhhat Ve Şifâ Tesirleri Yaptığı Kolaylıkla Anlaşılabilir. Muhakkak Ki, O Tedâvî Ve İlâç, Allahü Teâlâyı Çok Sevmek, Bütün Gayretiyle Resûlullah'a Tâbi Olmak, Tâat Ve İbâdetlerden Lezzet Duymak Ve Günahları Çirkin Görüp, Nefret Etmekten Başkası Değildi. Bu Da Onlarda Kalblerin Huzûru Ve Nefslerin Temizlenmesi Tesirini Yapıyordu. Resûl-i Ekremin Bereketli Sohbeti Ve İslâmiyet Reçetesinin Tatbîki İle, Bu Mertebelere Pek Kısa Zamanda, Belki Bir Anda Kavuşuyorlardı. Onlar, Daha Sonraki Asırlarda Söylenen Zevk Ve Mevâcidlerden Ziyâde, Sûret Ve Hakîkate Son Derece Riâyet Ve İhtimâm Gösterip, Hakîkati Koruyan Sûreti Muhâfaza Edip, Keşf Ve Kerâmete Îtinâ Göstermediler. Bunları Kemâlin, Olgunluğun Îcâb Ve Şartlarından Saymadılar.
o Hâlde, Tam Sıhhate Kavuşmak Yâni Muhammedî Nisbet İsteyen Bir Tâlib, Resûlullah'ın Sünnetine Uymayı, Bütün Riyâzet Ve Mücâhedelerden Üstün Ve Buna Âid Olan Nûr Ve Bereketleri, Bütün Feyzlerden Efdal Bilmelidir. Bütün Zevk Ve Mevâcidlere, Bâtın Cemiyyeti Ve Devamlı Huzur Yanında Değer Vermemeli Ve Bu Öz Ve Hakîkatlerin Elde Edilmesine Sebeb Olan Büyüğü, Resûlullah Efendimizin Vekîli Bilmeli, Ona Canla Başla Hizmet Edip, Bu Yolda, Çocuklar Gibi, Ele Geçen Ceviz-meviz Gibi Şeylerle, Tatlı Olsa Da, Yetinmemelidir.
hadîs-i Şerîfi Ve Fıkıh Bilgilerini Öğreniniz. Âlimlerin Sohbetine Devâm Ediniz. Amellerinizi Allahü Teâlânın Habîbi Olan Peygamber Efendimize İttibâ, Uymak Niyetiyle Yapınız." (21'inci Mektup)
beyitler
şehîd Olmak İsterim
evliyânın Büyüğü, Mazhar-ı Cân-ı Cânân,
istifâde Etmişti, Binlerce Kimse Ondan.
henüz Vefât Etmeden, Birkaç Gün Önce İdi,
rabbine Kavuşmanın, Şevk Ve Sevincindeydi.
âhirete Göçmesi, Olmuşken Böyle Yakın,
insanlar, Sohbetine, Gelirdi Akın Akın.
her Gün Yüzlerce Kişi, Gelerek O Sohbete,
kavuşuyorlar İdi, Nûra Ve Hidâyete.
talebesinden Biri, Sılaya Gitmek İçin,
huzûruna Gelerek, İstedi Ondan İzin.
buyurdu: "güle Güle, Emânet Ol Allah'a.
lâkin Görüşemeyiz, Senin İle Bir Daha."
diğer Talebeleri, Duyunca Bu Sözleri,
ağlayıp, Herbirinin, Yaşla Doldu Gözleri.
ve Yine O Günlerde, Talebeden Birine,
yazdı Ki: "geldik Artık, Ömrün Nihâyetine.
bu Dünyâda Yapacak, Kalmadı Bir İşimiz,
yaş, Sekseni Geçti Ve, Yaklaştı Ecelimiz."
birkaç Gün Kalmıştı Ki, Vefâtına Nihâyet
talebeyi Toplayıp, Son Defâ Etti Sohbet.
buyurdu Ki: "kalbimden, Her Neyi Geçirdimse,
ve Hangi Bir Nîmete, Kavuşmak İstedimse,
hak Teâlâ Hepsini, Eyledi Bana İhsân,
her Arzûma Kavuşmak, Oldu Kolay Ve Âsân.
islâm-ı Hakîkîyi, Nasîb Etti Nihâyet,
verdi Sâlih Amelle, İstikâmet, Kerâmet.
tasavvufta Ne Kadar, Derece Varsa Eğer,
rabbimiz Herbirini, Kıldı Bana Müyesser.
elde Edemediğim, Kaldı Ki Bir Tek Makam,
o Da, Şehîd Olmaktır, Budur Şimdi Bana Gam.
kavuştum Tasavvufta, Makamların Hepsine,
şimdi Arzûm Ermektir, Şehidlik Rütbesine.
hocalarımın Çoğu, Şehâdet Şerbetini,
içerek Bitirdiler, En Son Nefeslerini.
ve Lâkin Yaşlandım Ben, Zâif Düştü Vücûdum,
yoktur Cihâd Edecek, Bir Kuvvetim Ve Gücüm."
mazhâr-ı Cân-ı Cânân, Bu Son Sözleri İle,
şehîdlik Arzûsunu, Getirdi Böyle Dile.
son Günleri İdi Ki, O Yer Ahâlisinden,
huzûruna Gelenler, Artmıştı Eskisinden.
bin Yedi Yüz Seksen Bir, Mîlâdî Senesinde,
ve Muharrem Ayının, Yedinci Gecesinde,
mübârek Hânesinin, Önüne, Bir Aralık,
yabancı Kimselerden, Doldu Bir Kalabalık.
niyetleri Kötüydü, Bilhassa Üç Kişinin,
ısrar Ediyorlardı, İçeri Girmek İçin.
nihâyet İzin Alıp, Hânesine Girdiler,
bunlar Moğol Kâfiri Ve Mecûsî İdiler.
hem De Tanımazlardı, Kendisini O Zaman,
sordular Ki: "sen Misin, Mazhar-ı Cân-ı Cânân?"
"evet, Benim." Deyince, Durmayıp Onlar Daha,
hücûm Edip Hançerle, Başladılar Vurmaya.
ağır Yaralanarak, Yıkıldı Yere Hemen
üç Gün Sonra Rabbine, Kavuştu Ebediyyen.
on Muharrem Aşûre Ve Cumâ, Akşam Vakti,
o Da Şehîd Olarak, Hakk'a Oldu Mülâki.
kaynaklar
1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) S.1108
2) Makâmât-ı Mazhariyye; S.20 Vd.
3) Hadâik-ül-verdiyye; S.201
4) İrgâm-ül-merîd; S.58
5) Hadîkat-ül-evliyâ; S.118
6) Reşehât Zeyli; S.83
7) Câmiu Kerâmât-il-evliyâ; C.1, S.129
8) Sefînet-ül-evliyâ; C.2, S.343
9) Hadîkat-ün-nediyye; S.16
10) Rehber Ansiklopedisi; C.11, S.295
11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.17, S.39
12) Kelimât-üt-tayyibât