anadolu Velîlerinden. Erzurumlu İbrâhim Hakkı Hazretlerinin Babasıdır. 1670 (h.1081) Senesinde Hasankale'de Doğdu. Babasının İsmi Molla Bekr'dir.
molla Bekr, Oğlu Osman Doğduğu Zaman Akika Kurbanları Keserek, Hasankale Halkına Ziyâfetler Verdi. Tahsil Çağı Geldikten Sonra Osman'ı, Okuyarak Âlim Olması İçin, Hasankale Halkından Kerâmetler Sâhibi Karaşeyhoğlu Seyyid İbrâhim Hazretlerine Gönderdi. Yirmi Yaşına Kadar Ondan Tefsîr, Hadîs Ve Fıkıh İlimlerini Öğrenen Osman Efendi, Herkesin Takdir Ettiği Bir Âlim Oldu. Cenâb-ı Hakk'ın Vergisi Olarak Yaratılışından Güzel Ahlâklı Olan Osman'a, Derviş Efendi Lakabını Taktılar.
derviş Osman Efendiye, Annesinin Vefâtından Sonra Babası, Hasankale Yakınında Fendiği Köyünden Seyyid Dede Mahmûd'un Kızı Seyyide Hanîfe Hâtunu Nikâh Etti.
mollabekr Çok Cömert İdi. Bu Sebeple Misâfiri Hiç Eksik Olmazdı.hattâ Misâfir Gelmediği Zaman Geç Vakitlere Kadar Yemek Yemeden Bekler, Gelmez İse Sabaha Kadar Aç Beklerdi. Bir Sonbahar Akşamı, Zekeriyyâ İsminde Özbek'li Bir Misâfir Gelmişti. Zamânın Velîlerinden Olanzekeriyyâ Efendi,molla Bekr Efendinin Evinde Hastalandı. Molla Bekr, Sâlih Bir Müslümanın Derdleriyle Uğraşmaktan Kazanacağı Sevapları Düşünerek, Oğlu Osman Efendiyi Hizmetine Verdi. Osman Efendi, Zevk İle Altı Ay Zekeriyyâ Efendiye Hizmet Etti. Zekeriyyâ Efendi, Bir Gece Odasında Heyecanla Sağa Sola Koşturarak Garip Hareketler Yaptı. Uzun Süren Bu Koşturmasından Sonra; "elhamdülillah Yangın Söndü." Dedi. Zekeriyyâ Efendiyi Hayretle Seyredenderviş Osman, Bu Söze Bir Mânâ Veremeyerek; "efendim, Hangi Yangın Söndü?" Diye Sordu. O Da; "biraz Önceistanbul'da Büyük Bir Yangın Çıkmıştı. Evleri Yanan Bâzı Yetimler Zamânın Evliyâsından Yardım İstediler. Biz De Yangını Söndürmek İçin Vazifelendirildik. Hamdolsun Şimdi Söndü, Fakat Çok Ev Yanıp Kül Oldu." Buyurdu.hakîkaten Bir Müddet Sonra İstanbul'dan Gelen Biri Bu Yangını Anlattı. Aynı Güne Rastlıyordu.
zekeriyyâ Efendi Bir Gün, Derviş Osman'a; "bize Altı Aydır Hizmet Edip, Çok İkrâmlarda Bulundunuz. Bu Hizmetiniz Çok Makbûle Geçti, Çok Sevaplar Kazandınız. Şimdi Sıra Bizde. Şu Anda Hâcet Kapıları Açıktır. Dileyiniz. Her Ne Dilerseniz Cenâb-ı Hak İhsân Eder." Buyurdu. Derviş Osman Bu Söze Çok Heyecanlandı Ve; "murâdım, Îmân İle Ölerek, Âhirete Gitmek Ve Cennet-i Âlâya Kavuşmaktır." Dedi. Zekeriyyâ Efendi; "daha Çok, Daha Kıymetli Şeyler İste! Allahü Teâlâ Büyük Dereceler İsteyeni Sever." Deyince, Osman Efendi Ağlayarak; "cennet'te Allahü Teâlânın Cemâliyle Müşerref Olmak İsterim." Dedi.o Da; "allahü Teâlâ Kalb Gözünü Açsın Ve O Arzuna Kavuştursun!" Buyurdu. O Andaderviş Osman'ın Gönül Gözü Açılarak Melekler Âlemini Seyretmeye Başladı. Zekeriyyâ Efendi, Derviş Osman'a Günde On Bin Defâ Kelime-i Tevhîd Söylemesini Tavsiye Ederek, Oradan Ayrıldı. Derviş Osman, Büyük Bir Aşk İle Her Gün On Bin Kelime-i Tevhîdi Söyleyerek, Kalb Aynasını Cilâlamaya Başladı.
bu Sırada Babası Mollabekr, Çıkan Osmanlı Rus Savaşındakırım'a Gitti.kefe'ye Gelince Şehîd Oldu. Ondan Sonra Evin Bütün İşleri Derviş Osman'a Kaldı. Ticâret Ve Zirâat İşleri, Hizmetçilerle Uğraşmak, Gelen Gidenle İlgilenmek, Kardeşlerinin Âh U Vâhını İnleyip Sızlamalarını Susturmak Ve Muhterem Babasının Ölüm Hasreti, Onun Zikir, Fikir Ve Huzûruna Mâni Oldu. Kalbinin Dağıldığına Çok Üzülen Derviş Efendi, Çok Ağlayıp İnledi. Üzüntü Ve Keder Denizine Daldı. Onu Teselli Edecek Bir Rehberi Yoktu. Yakınlarda Kendisini Yetiştirecek, Derdine Dermân Olacak Bir Rehber Bulamayınca Üzüntüsü Daha Da Arttı. Bütün Vücûdunu Mânevî Bir Soğukluk Kapladı. Artık Büsbütün Dünyâ Hayâtından Usanmıştı. 1703 (h.1115) Senesinde Bir Cumâ Gecesi, Kalb Hastalığından Kurtulmak Düşüncesiyle İstihâre Namazı Kılıp, Uzun Uzun, Ağlayarak Duâ Etti. O Gece Rüyâsında, Dünyâyı Terk Etmek Ve Kendini Allahü Teâlâya Kavuşturacak Bir Velîyi Arayıp Bulmak Lâzım Geldiği Bildirildi. Uyanınca Bu Emri Yerine Getirmek İçin Karârını Verdi. O Sabah Güneş Doğarken Bir Oğlu Dünyâya Geldi. İsmini İbrâhim Hakkı Koydu. Oğlunun Olmasına Ziyâdesiyle Sevinen Derviş Osman Efendi Âdetâ Hastalıktan Kurtuldu.
osman Efendi, Oğlunun Doğumundan Sonra Rüyâda Emredilen Vazifeyi Yapmak Üzere Erzurum'a Geldi. Erzurum'da Gümrükçü Derviş Bey, Kendi Oğlunu Yetiştirmek Üzere Bir Hoca Arıyordu. Osman Efendiyi Görünce Ona Dolgun Ücretle Ders Vermesi İçin Teklifte Bulundu. Fakat Osman Efendi Kabûl Etmedi. Habib Efendi İsminde Tasavvuf Ehli Muhterem Bir Zâtın Yanına Gitti. Velilerden Olan Habib Efendi, Derviş Osman Efendiye Çok İzzet Ve İkrâmlarda Bulundu. Onu Mehdî Mahallesinde Yaptırdığı Câmiye İmâm Yapmak İstedi. Fakat Osman Efendi, Derd Ve Gam Ateşiyle Eriyip, Kendini Yetiştirecek Bir Rehber Bulmak Arzusuyla Yanıp Kavrulmuş, Sabrı Ve Karârı Kalmamıştı. Aklı Fikri Hep Rüyâsında Verilen Emirdeydi. O Sırada Lala Paşa Câmiine Özbekli Zekeriyyâ Efendi Vâiz Olarak Gelmişti. Bunu İşiten Derviş Osman Efendi, Hemen Yanına Gidip Durumunu Bildirdi Ve Kendisini Yetiştirmesi İçin Yalvardı. Zekeriyyâ Efendi, Onu Güler Yüzle Karşılayıp İltifâtlarda Bulundu. O Gece İstihâre Namazı Kılıp, Cenâb-ı Hakk'a Yalvaran Zekeriyyâ Efendi, Ertesi Günüosman Efendiye; "ey Kardeşim! Biz Seni Kabûl Ederdik. Lâkin Bizden Önce Seni Sultânımız Almıştır.sana Müjdeler Olsun Ki, Senin Sâhibin Çok Büyüktür. O Öyle Bir Yetiştiricidir Ki, Bu Zamanda Pek Nâdir Bulunur. Altı Seneden Beri Senin Gelmeni Beklemektedir. Her Hâlde İki Seneye Varmaz Görüşmeniz Vâki Olacaktır. Sen Onun Hasretiyle Yanmaya Devâm Et Ve Bunun Kıymetini Bil. Allahü Teâlâya Tevekkül Eyle Sonun Selâmettir." Buyurdu.
derviş Osman Efendi, Bu Müjdeyi Alınca Çok Sevindi. İki Sene Daha Beklemeye Karar Verip Tekrar Evine Döndü. Eve Dönüşünün İkinci Senesinde Hanımı Hanîfe Hâtun Vefât Etti. Yedi Yaşındaki Oğlu İbrâhim Hakkı'yı Amcalarına Emânet Edip, Tekrar Bir Rehber Bulmak Üzere Yola Çıktı. Eyyûb Efendi İsminde Bir Velî İle Arkadaş Olup, Diyâr Diyâr Dolaşarak, Vâd Olunan Zâtı Araştırmaya Başladılar. Önce Bitlis'e Gittiler, Eyyûb Efendi Daha Önce Burada Molla Muhammed Arvâsî Hazretlerinin Sohbetinde Ve Hizmetinde Bulunmuş, Ondan İlim Öğrenmişti. Osman Efendi, Bitlis'in Güzelliğine Hayran Kaldı. Akarsularını, Meyve Ağaçlarını, Güzel Evlerini Görünce Hayret Edip, Arkadaşı Eyyûb Efendi'ye; "burası Cennet Midir?" Diye Sormaktan Kendini Alamadı. Orada Bir Hafta Kaldıktan Sonra, Eyyûb Efendiyle, Vefât Eden Molla Muhammed Arvâsî Hazretlerinin Müküs'deki Kabr-i Şerîfini Ziyârete Gittiler. Burada Da Bir Hafta Kalıp, Hicaz'a Gitmek Niyetiyle Siirt'e Doğru Yola Çıktılar. Hizan'dan Siirt'e Giden Kervanda İhtiyâr Bir Kimse İle Tanıştılar. Dertlerini Anlatıp Sohbet Ettiler. O İhtiyâr Bunlara, "siirt'in Tillo Kasabasında Şeyh İsmâil Fakîrullah Hazretleri Vardır. Allahü Teâlânın Çok Sevdiği Evliyâsındandır. Onu Ziyâret Etmeden, Duâsını Almadan Bir Yere Gitmeyin!" Dedi. Bu Habere Çok Sevinen İki Arkadaş, O İhtiyâra; "siz Önden Gidip, Bizi Ziyâretine Kabûl Buyurmasını Söyleyebilir Misiniz?" Ricâsında Bulundular. O Zât Kabûl Edip Tillo'ya Gitti.ismâil Fakîrullah'ın Huzûruna Çıkıp; "yarın İki Erzurumlu Ziyâretinize Gelmek İsterler." Deyince; "evet, Senelerdir Onları Bekliyorum. İçlerinden Biri Tekrar Erzurum'a Dönecek, Diğeri İse Bizim Hizmetimizde Kalacaktır." Buyurdu.
ertesi Günü Derviş Osman Efendi İle Eyyûb Efendi, On Sene Aramaya Karar Verdikleri, Fakat On Gün İçinde Kavuşacakları Zâtın Huzûruna Gittiler. Eyyûb Efendi, İsmâil Fakîrullah Hazretlerini Daha Görür Görmez Büyüklüğünü Mârifet Nûruyla Anladı Ve Şükür Secdesine Kapandı. İsmâil Fakîrullah İse; "ey Molla Eyyûb! Bu Senin Haccındır." Diyerek Müjde Verdi. Fakat Derviş Osman Efendi, Bu Zâtın Büyüklüğünü İlk Anda Anlayamadı. Onun Kafasında Hep Kâ'be-i Muazzama Vardı. Aradığını Orada Bulacağını Zannediyordu. Ziyâretten Sonra Tekrar Siirt'e Gitti. Üç Gün Sonra Tillo'da Kalan Arkadaşı Eyyûb Efendinin Yanına Geldi. Eyyûb Efendi Ona; "kardeşim Osman Efendi! On Sene Arayarak Bulmak İstediğimiz Zâtın, Bu Olduğuna İnandım. Onun Kıymetini Bilip, Burada Kalacağım. Bu Ramazân-ı Şerîfi, Câmide Îtikâf Ederek Geçireceğim. Bu Arada Mübârek Hocamın Cemâl-i Şerîfini Görüp, Sohbetiyle Bereketlenmeyi Kendime Murâd Edindim" Deyince, Osman Efendi De Arkadaşının Bu Hâline İmrenip Câmide Îtikâfa Çekildi. Osman Efendinin Kalbindeki Hastalık Her Geçen Gün Azalmaya, İsmâil Fakîrullah Hazretlerine Olan Muhabbeti Ve Hayranlığı Çoğalmaya Başladı. Yavaş Yavaş, Vücûdu Sıhhat, Gönlü Rahata Kavuştu. Her Geçen Sâniye Kalbinden Gaflet Ve Gam Gidip, Yerine Sürûr Ve Huzur Doldu. Bayram Geldiğinde, Aradığı Mübârek Zâtın İsmâil Fakîrullah Hazretleri Olduğuna Kanâat Getirdi. Bundan Sonra Onun En Büyük Hizmetçisi Olmaya Gayret Gösterdi. Bayramdan Sonra Arkadaşı Eyyûb Efendi Erzurum'a Gitti. Osman Efendi, Hocasına Hizmeti Canına Minnet Bildi. Sekiz Seneden Beri Aradığı Rehberini Bulmanın Verdiği Zevk İle, Hocasının Buyurduğu Her Emri Ânında Yapmaya Başladı. Gam Ateşlerini Söndürüp Her Hastalıktan Şifâ Buldu. Pekçok İmtihanlardan Geçti. Sonunda Mârifet Devletine Kavuşarak, Velîlik Mertebelerinden Pay Aldı. Hocasının Mübârek Teveccühleri İle Çok Yüksek Derecelere Kavuştu. Evliyânın Havâssı Denilen Seçilmişlerden Oldu. Karşısındaki Kimsenin Kalbinden Geçenleri Bilmek, Kabirdekinin Hâllerini Müşâhede Edip Görmek, Kuşlar Ve Canavarlarla Konuşmak Gibi Şeyler, Artık Onun İçin Normal Hâller Olmuştu.
derviş Osman Efendinin İsmâil Fakîrullah Hazretlerinin Hizmetine Girip, Tasavvuf İlmi Tahsîl Etmesinin İkinci Senesinde, Hasankale'de Bulunan Dokuz Yaşındaki Oğlu İbrâhim Hakkı'yı, Amcasıali, Tillo'ya Getirdi. İbrâhim Hakkı Hazretleri, mârifetnâme ismindeki Kitabında Buyurdu Ki: "ben Dokuz Yaşında İdim. Ali Amcam Beni Babamın Yanına Götürdü. Bir İkindi Vaktinde Tillo'ya Girdik. Dergâha Vardığımızda Babam İle Hocası Namaz Kılıyorlardı. İlk Bakışta İsmâil Fakîrullah Hazretlerinin Mübârek Yüzü, Bana Pederimden Daha Yakın Geldi. O Anda Yüzünün Cezbesi Gönlümü Aldı, Aklım Onun Güzelliğine, Duruşundaki Heybete Ve Olgunluğa Hayran Kaldı, Gönlümü Ona Kaptırdım. Babam Beni Kendi Odasına Götürdü. Şefkat İle İlim Öğretip, Lütuf İle Terbiye Etmeye Başladı. Astronomi İlmini, Babamdan Bir Hafta Sonra Talebeliğe Kabûl Edilen Büyük Âlim Molla Muhammed Sıhrânî Hazretlerinden Öğrenmeye Başladım. Kış Mevsimine Girmiştik. Bir İkindi Namazından Sonra, Odamıza Babam İle Mübârek Hocamız Teşrif Edecekti. O Sırada Da Dergâhın Ocağında Meşe Yanıyor, Közleri Kıpkırmızı Kızarıyordu. Merhamet Menbâı Olan Hocamız Bu Küçük Talebesine Şefkat Göstererek Babama; "osman Efendi! Molla İbrâhim Üşümesin, Hücresine Biraz Köz Götür" Buyurdu. Babam Derhal Emrine Uyarak Ocağın Yanına Gitti. Paltosunun Eteğini Yere Yayıp İki Elini Ateşin İçine Soktu. Közü Alıp Paltonun Üzerine Koyacağı Sırada Mübârek Hocamız Bu Hâli Gördü Ve; "osman Efendi! Közleri Elinle Değil, Kürek İle Götür" Buyurdu. Babam; "başüstüne Efendim" Diyerek Elini Ateşten Çekti. Kürek İle Köz Alıp Odamıza Geldiler. Bu Hâdiseye Hayret Etmiştim. Mübârek Hocamız Odamızdan Ayrıldıktan Sonra Babama; "babacığım! Sizin Eliniz Ateşte Yanmaz Mı? Niçin Öyle Ateşin İçine Sokup Közleri Avuçladınız?" Diye Sordum. Babam; "bundan Beş Sene Önce Evimizde Misâfir Kalan Evliyâ-ı Kirâmdan Zekeriyyâ Efendinin Bu Fakîre Duâsından Sonra, Allahü Teâlâ Bize Çok İhsânlarda Bulundu. Vücûdumuzu Ateş Yakmaz Oldu." Buyurdu.ben De; "inşâallah, Rabbimiz Bize De Öyle İhsânlarda Bulunur." Dedim. Bu İsteğime Çok Sevindi Ve; "diğer İnsanların Vücûdu, Kuru Ağaçtan Yapılmış Boş Testi Gibi Olup, Ateşe Atılınca Cayır Cayır Yanar. Fakat Allahü Teâlânın Seçtiği Velîlerin Vücûdu İse, Buz Gibi Su İle Dolu Bir Sürâhiye Benzer, Ateşe Atılınca, Ateşi Söndürür." Buyurdu. Sonra Babama; "mâdem Ki Elinizi Ateş Yakmıyor, Niçin Kürek İle Ateşi Almanız Emrolundu?" Diye Sordum. Bunun Üzerine Babam; "mübârek Hocamız, Ateşi Elime Alırken Senin Gördüğünü Anladı Da Onun İçin Kürek İle Almamı Emrettiler. Çünkü, Başkalarının Yapamıyacakları Böyle İşleri Yaparak Başkalarına Göstermek, Bu Yolda Edebe Uygun Değildir. Evliyânın Kerâmetini Gizlemesi, Göstermemesi Emredilmiştir. Hocamız Bu Sebeple Ateşi Elimle Değil, Kürekle Almamı İşâret Buyurdu." Dedi."
yine İbrâhim Hakkı Hazretleri Anlattı: "tillo'ya Gelişimizin Yedinci Senesi İdi. Bir Yaz Günü, Sıhranlı Şeyh Ali Efendi İsminde Mübârek Bir Zât, Elli İki Talebesiyle Hacdan Geldi. Öğleye Yakın Hocamız İsmâil Fakîrullah Hazretlerinin Huzûruna Girdiler. Ali Efendi İçeriye Girince Selâm Vermedi, Konuşmadı, El Öpmedi, Müsâfeha Yapmadı. Edeb İle Bir Köşeye Oturdu. Başını Önüne Eğmiş Olduğu Hâlde Öğle Namazına Kadar Huzurda Kaldı. Namazdan Sonra Da Allah'a ısmarladık Demeden, Selâm Vermeden Huzurdan Ayrıldı Ve Bizim Kaldığımız Odaya Geldi. Yine Selâm Vermeden, Konuşmadan, Başını Önüne Eğip Oturdu. İkindiye Kadar Babam İle Murâkabe Yaptılar. Akşam İftarında, Her Yemekten Birer Lokma Veya Bir Kaşık Aldı. Babam, Aliefendiye Çok Hürmet Gösterdi Ve Hizmet Etti. Gece Babam İle Sabaha Kadar Murâkabe Edip, İç Âlemlerine Daldılar. O Geceyi De Böyle İhyâ Ettiler. Sabahleyin Yine Hocamızın Huzûru İle Şereflendi. Yine Sessizce Oturdu, Dinledi Ve Bir Müddet Sonra Ayağa Kalktı.hocamız Da Ayağa Kalkıp Ona Duâ Etti. Hacı Ali Efendi El Öpüp Konuşmadan Dışarı Çıktı. Biz De Ali Efendiye Hürmet Edip Elini Öptük, Atına Bindirerek, Tillo'dan Çıkıncaya Kadar Arkasından Gidip Uğurladık. Orada Bizimle Vedâlaştı Ve Talebeleriyle Memleketine Gitti. Eve Gelince Babama; "efendim! Bu Nasıl Misâfirdir Ki, Herkesten Çok İzzet Ve Hürmet Bulmuştur?" Dedim. Babam; "bu Misâfir Diğerlerine Benzemez. Kâmil, Olgun Bir Velî Olup, Gönül Sâhibidir. Muhterem Hocamızın Hâl Ve Şânına Yakın Bir Derecesi Vardır. Zîrâ Dedi Ki: "uzun Zamandan Beri Âlemi Dolaşırım. Çok Memleketler Gezdim. Elli Seneden Beri Pek Çok Velîyi Ziyâret Ettim. Zâhirde Bilinmeyen Velîler İle Mânevî Meclislerde Görüştüm. Ancak Bu Mübârek Zâtın, Cümlesinden Üstün Derecelere Sâhip Gavs-ı Âzam Makâmında Olduğunu Müşâhede Ettim. Bu Muhterem Hocamızın Vücûd-ı Şerîfini Allahü Teâlânın Aşkı Yakmıştır. Buraya Gelip İsmâil Fakîrullah Hazretlerinin Mübârek Yüzünü Gördüğümde, Kendimi Onun Gönül Aynasında Buldum. İşte Benim Seyahatim Tamam Oldu Ve Murâdıma Kavuştum." Babama; "bu Hiç Konuşmayan Misâfir, Bunları Size Ne Zaman Söyledi?" Diye Sordum. Cevâbında; "biz Kalblerimizle Konuştuk. Hattâ Bundan Başka Daha Pekçok Hikmetler Üzerinde Uzun Uzun Sohbet Ettik." Dedi."
oğlu İbrâhim Hakkı Hazretleri Anlattı:
"ismâil Fakîrullah Hazretlerinin Hizmetçilerinin Başı Ve Evlâdı Gibi Olan Babam Derviş Osman Efendi, Artık Elli İki Yaşına Girmişti. Bu Fâni Dünyânın Fenâlığından Kurtulmak Ve Bir An Önce Allahü Teâlâya Kavuşmak Arzusuyla Yanmağa Başlamıştı. Bir Gün Kendi Dostlarından Mollaziyâd İsmindeki Bir İmâm, Babamı Yalnız Gördüğü Bir Gün; "osman Efendi Kardeşim! Yıllardır İsmâil Fakîrullah Hazretlerinin Yanında Hizmet Etmekle Şerefleniyorsun. Seni Oğlundan Daha Üstün Tutmaktadır. Hâl Böyle İken, Hâlâ Maksadına Kavuşamadın Mı?" Diye Sordu. Babam Da; "henüz Murâdımın Nihâyetine Kavuşamadım. Sana Söz Veriyorum Ki, Maksadıma Kavuştuğum Zaman Sana Haber Veririm. Yatakta Olsan Dahî Kaldırırım." Dedi. Babamın Bu Sözünden On Gün Geçmişti. Sonra Babam Rahatsızlandı. Bu İmâm, Babama Beş Gün Beş Gece Hizmet Etti. Babam Yemek Yiyemeden, Su İçmeden Ateşler İçinde Beş Gün Yattı. 1719 (h.1132) Senesinde Elli İki Yaşında Hakk'ın Rahmetine Kavuştu."
babasının Vefâtınıibrâhim Hakkı Hazretleri Şöyle Anlattı: "benim Çok Sevdiğim Babam Ve Anam, Dert Ortağım, Üzüntülerimin Gidericisi, Hücredaşım, Gurbet Yoldaşım Derviş Osmanefendi, Cumâ Gecesi Sabaha Yakın Dünyâdan Âhirete Göçtü. Hak Yolunda Can Verip Allahü Teâlâya Kavuştu. Maksadı Hâsıl Olarak, Rahmet Deryâsına Daldı. Bu Yetim, O Gece Başka Misâfir Odasında Yattı. Sabahleyin Kalkıp, Hasta Babamı Görmek İstediğimde Oradakiler Bana; "git Önce Namazını Kıl, Sonra Gel. Hasta Şimdi Rahatladı." Dediler. Bu Söz Üzerine Mescide Gittim. Herkes Burnunu Tutuyordu. Hepsinin Nezle Olduğunu Sandım. Namazdan Sonra Odamıza Geldiğimde Babamın Vefât Ettiğini Gördüm. Benim De Rahatım Gitti, Gönül Evim Zulmetle Doldu. Bir Anda Babamın Ayrılık Hasretiyle Virânelerdeki Kuşlara Döndüm. Öyle Feryâd Etmek İstedim Ki, Sesim Göklere Çıkacaktı. Ben Bu Hâlde İken, O Merhamet Kaynağı Mübârek Hocam Geldi. Benden O Üzüntü Ve Elemi Aldı. Ben De Kalkıp Kendi Kendime; "şimdi Ayıptır, Sabredeyim. Hocam Gittikten Sonra Nasıl Ağlayacağımı Ben Bilirim." Dedim. Mübârek Hocamız Herkese Selâm Verip, Garip Oğlu Derviş Osman Efendinin Başı Ucunda Oturdu. Şehîd Olan Rûhuna Bir Fâtiha Okuyup Sevâbını Bağışladı Ve Murâkabeye Daldı. Ben Hocamın Karşısında, Babamın Da Ayak Ucundaydım. Bir Anda Allahü Teâlânın İnâyeti Erişti, İhsânlarına Kavuştum. Vefât Eden Babam, Mübârek Başını Kaldırdı. Kimyâ Tesiri Olan Nazarıyla Yüzüme Bakıp Tebessüm Ederek Tâziyede Bulundu. O Anda Mübârek Göğsünden Şimşek Gibi Bir Nûr Parladı. Kalbim Titredi, Üzüntü Ve Elem Gidip, Yerine Sürûr Ve Lezzet Doldu.babamı Bu Hâlde Görünce Bayramlıklarını Giymiş Bir Çocuk Gibi Sevindim. Üzüntülü Duran Dostlar Bu Sevincime Bir Mânâ Veremeyip Hayret Ettiler. Allahü Teâlânın İhsânı Ve Mübârek Hocamızın Himmeti, Bereketi İle Olan Bu Hâdiseyi Oradakiler Görememişti. Hocamız Oradan Ayrıldıktan Sonra, Merhum Babamın Yüzünü Açıp Baktım. Gülen Bir Hâldeydi. Yüzü Nûrlu, Bedeni Sıcak Ve Yumuşaktı. Sanki Uyuyordu.cenâze Namazına Üç Kasaba, Çevre Köyler Ve Bütün Siirt Halkı Geldi. Namazını Hocamız Kıldırdı. Onun Vefâtına Benden Başka Herkes Çok Üzüldü. Çünkü Babam Derviş Osman Efendiyi Tanıyan Herkes Çok Severdi."
kerâmet Ve Menkîbeleri
bana Bildirecekti
ibrâhim Hakkı Hazretleri Şöyle Anlatır: Babamın Defin Ve Telkîninden Sonra, İmâm Molla Ziyâd Uzun Müddet Uykusuz Kaldığından, Hemen Gidip Evinde Uykuya Dalmış. Biraz Sonra Uykudan Neşeyle Fırlayıp Kalkmış. Çoluk-çocuğu Onun Böyle Âni Kalkmasına Şaşırıp Sebebini Sormuşlar. O Da Ağlıyarak; "on Beş Gün Önce Merhum Osman Efendi İle Sözleşmiştik. Maksadına Kavuştuğunu Bana Bildirecekti. "uykuda Olsan Da Seni Kaldırırım." Diye Söz Vermişti. Şimdi Sözünü Tutmak İçin Neşe İle Geldi. Beni Kuşağımdan Tutarak; "ne Yatarsın, Kalk!ben Murâdıma Erdim." Deyip Beni Sevindirdi." Demiş. Sonra Da Abdest Alıp, Hemen Hocamın Huzûruna Geldi. Bu Hâdiseyi Başından Sonuna Kadar Anlattığımda, Hocam; "ey Mollaziyâd! Merhum Oğlum Osman Efendi, Halîm Selim, Kendi Hâlinde Olup, Sıdk İle Cenâb-ıhakk'a Teslim Olmuştu. Hayatta İken Kemâle Gelip, Evliyânın Seçilmişleri Arasına Girdi.himmetinin Yüksekliğinden (bir İşin Yapılmasında Arzusunun Çokluğundan) Ehass-ı Havâs İsmi Verilen Daha Seçilmiş Evliyâ İle Berâber Olmağı İstemişti. İnşâallahü Teâlâ Onların Zümresine Varmıştır." Buyurdu.
kaynaklar
1) Mârifetnâme; S.513
2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.17, S.86