hindistan'ın Büyük Velîlerinden. İsmi, Hasan Bin Gıyâsüddîn, Lakabı Muînüddîn'dir. Peygamber Efendimizin Neslinden Olup Seyyiddir. 1136 (h.531) Senesinde Horasan'da Doğdu. 1236 (h.634) Yılında Ecmîr'de Vefât Etti. Kabri Oradadır.
horasan'da Büyüyüp Yetişen Muînüddîn-i Çeştî'nin Babası Gıyâsüddîn Hasan, Aslen Senceristanlı Olup, Sâlih Ve Müttekî Bir Zât İdi. Üç Evlâdı Vardı. Muînüddîn On Bir Yaşında İken Babası Vefât Edince, Kalan Mîrâs Üç Kardeş Arasında Taksim Edildi. Bu Taksimde, Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerine Bir Bağ Düştü. Bağla Meşgûl Olduğu Bir Gün, İbrâhim Kunduzî Adında Bir Velî Yanından Geçiyordu.ayağa Kalkıp Ona Hürmet Gösterdi Ve Elini Öptü. Sonra Bağına Dâvet Edip Gölgeye Oturttu, Üzüm İkrâm Etti. Fakat O Zât Üzüme Rağbet Etmeyip, Koynundan Bir Parça Kuru Ekmek Çıkardı. Dişi İle Biraz Koparıp, Muînüddîn-i Çeştî'ye Yedirdi. Ekmek Parçasını Yer Yemez, Kalbinde Birdenbire Bir Nûr Hâsıl Oldu. Dünyâdan Tamâmen Soğudu. Kalbinde Büyük Bir Zevk Ve Muhabbet-i İlâhî Hâsıl Oldu. Sonra, Babasından Kalan Bağı Ve Diğer Malları Fakirlere Sadaka Verdi. İlim Öğrenmek İçin Seyâhatlere Çıktı. Önce Horasan'a Gidip Orada Kur'ân-ı Kerîmi Ezberledi. Aklî İlimleri Öğrendi. Buradan Semerkand'a Geçti. ırak'a Gitmek İçin Yola Çıktı. Yolu Hârun Kasabasına Uğradı Ve Zamânının En Meşhûr Velîsi Osman Hârûnî Hazretlerini Tanımakla Şereflenip Talebesi Oldu.
muînüddîn-i Çeştî'ye Çok Alâka Gösteren Hâceosman Hârûnî Bir Gün Ona; "muînüddîn, Abdestini Tâzele!" Buyurunca, Tâzeledi. Sonra; "kıbleye Karşı Otur, Bekara Sûresini Oku!" Dedi. Dediklerini Hemen Yaptı. Sonra; "yirmi Defâ Salevât Oku" Buyurdu. Bu Emri De Yerine Getirdi. Sonra Başına Sarık Sarıp, Hırka Giydirdi Ve Buyurdu Ki: "bir Gece Bir Gün Mücâhede Yap Ve İhlâs Sûresini Bin Defâ Oku!" Muînüddîn-i Çeştî, Hocasının Bu Emrini De Yerine Getirip, Tekrâr Huzûruna Gelince, Hocası; "muînüddîn! Başını Yukarı Kaldır Bak!" Buyurdu.kaldırıp Bakınca; "ne Görüyorsun?" Diye Sordu. Cevâbında; "yedi Kat Semâyı Vearş'ı Görüyorum." Dedi. "tekrar Bin İhlâs Sûresi Daha Oku!" Buyurdu. İhlâs Sûresini Bin Defâ Daha Okudu. Sonra, "başını Semâya Kaldır Bak!" Buyurdu. Kaldırıp Baktı; "ne Görüyorsun?" Deyince, "azamet Perdesine Kadar Her Şeyi Görüyorum" Cevâbını Verdi. Sonra; "gözlerini Yum!" Buyurdu. O Da Gözlerini Kapattı. "tekrar Oku!" Buyurdu, Emri Yerine Getirdi. "ne Görüyorsun?" Deyince, "on Sekiz Bin Âlemi Seyrediyorum" Dedi. Bunun Üzerine Hocası; "ey Muînüddîn, Senin İşin Tamam Oldu" Buyurdu. Önlerinde Bir Kerpiç Duruyordu. "bunu Al!" Buyurdu. Alınca, Kerpiç Altın Oldu. "bunu, Burada Bulunan Dervişlere Paylaştır." Deyince, Hemen Paylaştırdı. Yirmi Sene Bu Hocasının Hizmetinde Ve Sohbetinde Bulunup, Pek Çok Feyze Kavuştu Ve Tasavvufta Yükseldi.
bir Defâsında Hocası İle Birlikte Kâbe-i Muazzamayı Ziyârete Gitmişlerdi. Kâbe Yanında El Açıp Duâ Ettiklerinde, "muînüddîn Bizim Dostumuzdur" Diye Bir Ses İşitildi. Sonra Buradan Medîne-i Münevvereye, Peygamberimiz Server-i Kâinâtın Mübârek Kabr-i Şerîfini Ziyârete Gittiler. Kabrin Başına Vardıklarında, Hocası; "muînüddîn, Selâm Ver!" Buyurdu. O Da Selâm Verdi. Kabirden; "ve Aleykesselâm Ey Şeyhlerin Kutbu!" Diye Ses Gelip, Selâmına Cevap Verildi. Ziyâretten Sonra Bağdât'a Döndüler.
senelerce Hocası Osman Hârûnî'nin Derslerine Ve Sohbetlerine Devâm Edip, Tasavvufda Yükseldi Ve Halîfesi Oldu. Elli İki Yaşına Gelince, Seyâhatlere Çıktı. Bağdât'a Gidiyordu. Yolculuğu Sırasında, Sencer Kasabasında Büyük Âlim Necmüddîn-i Kübrâ İle Tanışıp, Birlikte Bağdât'a Geldi. Bir Müddet Kalıp, Hemedan'a Geçti.hemedan'da, Mürşîd-i Kâmil Yûsuf Hemedânî'yi Tanıyarak Sohbetlerinde Bulundu Ve Çok İstifâde Edip, Feyz Aldı. Buradan Da Herat'a Ve Belh'e Giderek İlimde Ve Tasavvufta Çok Yükselip Pek Çok Talebe Yetiştirdi.
muînüddîn-i Çeştî Hazretleri, Hindistan Meşâyihi Arasında Çeştî Tarîkatının İmâmı Sayılır. Çünkü Hindistan'da İslâmiyet, Onun Gayreti Ve Hizmetleri İle Yayılmıştır. Sohbetinde Bulunan Kimseleri Çok Kısa Zamanda Tasavvuf Hâllerinde Yükseltirdi. Bir Kimse Üç Gün Onun Sohbetine Devâm Etse, Yükselir, Kerâmet Ve Mârifet Sâhibi Olmakla Şereflenirdi. Mübârek Nazarları Kime Tesâdüf Etse, Doğru Yola Kavuşurdu. Yedi Günde Bir, Beş Miskal (24 Gr) Kuru Ekmeği Suya Batırır Ve Öyle Yerdi. Hırkasını Yamayıp Giyer, Eskidikçe Yine Eski Yamaları Temizleyip, Tekrar Yamardı. Her Gece Ve Gündüz Bir Hatim Okurdu. Kur'ân-ı Kerîmi Hatmedince, Gâibden; "ey Muînüddîn! Hatmin Kabûl Edildi" Diye Bir Ses İşitilirdi.
aldığı Mânevî İşâret Üzerine Medîne-i Münevvereden Ayrılan Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri Derhal Hindistan'ın Yolunu Tuttu. Kendisini Sevenlerden Kırk Kişi De Birlikte İdi. Bir Müddet Yolculuktan Sonra Hindistan'a Ulaştılar. Ecmîr'e Yaklaştıklarında, Bölgenin Racası (prensi), Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinin Ecmîr'e Gelmekte Olduğunu Öğrenince; Onu Târif Ederek, Görüldüğü Yerde Öldürülmesini Emretti.
muînüddîn-i Çeştî Hazretleri İse, Yanında Kırk Kişi İle Birlikte Açıkça Yollarına Devâm Ettiler. Geldiklerini Duyan Ve Öldürmek Üzere Ecmîr Racasından Emir Alanlar, Muînüddîn-içeştî'yi Yolda Gördükleri Hâlde, Hiç Biri Kendinde Onun Yanına Yaklaşmak Cesâret Ve Gücünü Bulamadı. Böylece Muînüddîn-i Çeştî Yola Devâm Edip, Ecmîr'e Girdi. Yanındakiler İle Birlikte, Bir Ağacın Altına Oturup, İstirâhat Etti. Oturdukları Yer, Ecmîr Racasının Develerinin Yattığı Bir Meydan İdi. Orada Bir Müddet Oturduktan Sonra, Bir Kervancı (deveci) Geldi. Kalabalık Bir Cemâatin Oturduğunu Gördü. Ey Fakirler, Bu Oturduğunuz Yer Sizin Değildir. Burada Mihrâce'nin (ecmîr Prensinin) Develeri Yatar Dedi. Oradakiler Hiç Karşılık Vermediler. Bunun Üzerine Adam Şiddetle Yanlarına Yaklaştı. Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri Adamın Bu Davranışı Karşısında Ayağa Kalktı Ve; "biz Buradan Gidiyoruz, Fakat Sizin Develeriniz Buradan Kalkamazlar" Dedi. Sonra Hoşa Giden Güzel Bir Havuzun Başına Kondular. Burada İbâdetle Meşgûl Olup, Sohbet Ederlerken, İlk Oturdukları Yerden Kalkmalarını Söyleyen Deve Bakıcısı Yanlarına Geldi. Muînüddîn-i Çeştî'ye; "sizi Kaldırdığımız Yere Akşam Develer Bırakıldı.sabah Olunca, Kervancı, Develeri Kaldırmak İçin Çok Uğraştı. Fakat Kaldırmak Mümkün Olmadı. Develer Aslâ Kalkmıyor" Dedi. Muînüddîn-i Çeştî'yi İlk Oturduğu Yerden Kaldırmaları Sebebiyle Bu İş Başlarına Gelmişti.
muînüddîn-i Çeştî, Havuz Başında İken, Bir Şahıs; "ey Muhterem Zât! Bu Oturduğumuz Yer Mîr Seyyîd Hüseyin'in Makâmıdır. Zamânında Bu Diyâr, Onun Emrinde İdi" Dedi. Muînüddîn-i Çeştî Bunu Öğrenince; "allahü Teâlâya Hamd Olsun Ki Kardeşimin Mülkünde Bulunuyorum! Ecmîr Şehrinde Putperestlere Âit Pek Çok Puthâne Vardır. İnşâallah Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâmın İşâret Ve Yardımı İle Bunları Yıkacağım." Buyurdu.
muînüddîn-i Çeştî Geldiği Bu Yerde Oturuyordu. Hizmetçileri Arada Bir, İnek Satın Alıp Kesiyor Ve Birlikte Yiyorlardı. Bu Durum İneğe Tapanlar Ve Putperestler Tarafından Öğrenilince, Şiddetli Bir Kızgınlık Ve Düşmanlıkla Kıvranmaya Başladılar. Toplanıp, Muînüddîn-i Çeştî Ve Talebelerini Oradan Çıkarmayı Kararlaştırdılar. Nihâyet Büyük Bir Kalabalık Hâlinde, Ellerinde Taş, Sopa Ve Silâhlar Olduğu Hâlde Üzerlerine Saldırdılar. Putperestler Yanlarına Geldikleri Sırada, Muînüddîn-i Çeştî Namaz Kılıyordu. Namazda İken, Kocaman Bir Değirmen Taşını Üzerine Yuvarladılar. Taş Üzerine Gelmek Üzere İken Talebeleri Haber Verdiler. Bunun Üzerine Muînüddîn-i Çeştî Selâm Verip Namazdan Çıktı. Ayağa Kalktı Ve Yerden Bir Avuç Toprak Aldı. Âyet-el-kürsî'yi Okuyup Avucundaki Toprağı Gelen Putperestlere Doğru Attı. Atılan Toprağın İsâbet Ettiği Her Putperest, Olduğu Yerde Kaskatı Kesilip, Hareket Edemez Hâle Geldi.ne Yapacaklarını Şaşırıp Perişân Oldular.
muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinin Kerâmetleri Karşısında Tutunamayan Putperestler, Savaşmaktan Vazgeçtiler. Puthânelerine Dönüp Gittiler Ve Âciz Kaldıklarını Belirterek Râhiplerinden Yardım İstediler. Râhib Bir Müddet Susup, Sonra; "ey Dostlarım! Sizin O Karşılaştığınız Zât, Kendi Dîninde Kemâlâta Ulaşmış Bir Kimsedir. Onu Ancak Sihir Ve Efsun Yaparak Yenerim." Dedi. Bildiği Bütün Sihirleri Yeniden Tâlim Edip Okudu. Sonra Putperestlerin Önüne Düştü. Muînüddîn-i Çeştî'nin Bulunduğu Yere Doğru Yürüdüler. Muînüddîn-i Çeştî'ye Durum Bildirilince; "onun Sihri Bâtıl Bir İştir, Hiç Tesiri Olmaz. İnşâallah Onların Râhibi Doğru Yola Girecek" Buyurdu. Sonra Namaza Durdu. Yanlarına Geldiklerinde, Namaz Kıldığını Gördüler. Hiç Birinin Yürümeye Tâkatı Kalmadı. Oldukları Yerde Donup Kaldılar, Yaklaşamadılar. Muînüddîn-i Çeştî, Namazını Bitirince Dönüp Onlara Baktı. Önlerine Düşüp Gelen Râhipleri, Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinin Mübârek Yüzünü Görünce, Söğüt Yaprağı Gibi Titremeye Başladı. Bu Hâlden Kurtulmak İçin, Her Ne Kadar Putlarının İsmini Söylemek, Râm, Râm Demek İstediyse De, Ağzından Hep Rahîm, Rahîm, Sesi Çıkıyor, Allahü Teâlânın İsmini Söylüyordu. Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri, Yanındakilerden Birine Bir Bardak Su Verip, Râhibe Vermesini Söyledi. Râhip, Verilen Suyu Alıp Şevkle İçti. İçer İçmez Gönlü Temizlenip Müslüman Oldu. Muînüddîn-i Çeştî, Râhibin İsmini Şâdî Koydu.
raca, Bu Hâdiseden Sonra, Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerine Karşı, Hindistan'ın En Meşhûr Sihirbâzı Olan Ecipâl'ı, Ecmir'e Çağırdı. Ecipâl, Muînüddîn-i Çeştî'ye Doğru Giderken Yapmak İstediği Sihri Düşünüp Hazırlamak İstiyor, Fakat Aklına Gelen Sihiri Hemen Unutuyordu. Bir Türlü Zihnini Toplayıp, Sihir Yapma Gücünü Kendinde Bulamadı. Ecipâl, Muînüddîn-i Çeştî'nin Yanına Gelince, Muînüddîn Hazretleri Şâdî'yi Yanına Çağırdı Ve Bir Bardak Vererek; "ey Şâdî! Şu Bardağı Al Ve Şu Havuzdan Doldur. Doldururken, "yâ Bedûh, De!" Buyurdu. Şâdî "yâ Bedûh!" Diyerek Bardağı Havuzun İçine Daldırdı. Bardak Doldu, Havuzda Hiç Su Kalmadı. Bu Kerâmet Karşısında Putperestler, Hayretler İçinde Kalıp, Şaşkınlıklarından Ne Yapacaklarını Bilemediler.
muînüddîn-i Çeştî'nin Kerâmeti Karşısında Âciz Ve Çâresiz Kalındığını Gören Sihirbaz Ecipâl, Geri Dönüp Raca'ya; "bütün Sihirbâzlar Âciz Kaldılar. Bu İş Benim İşimdir. Ancak Ben Bu İşi Tek Başıma Başarırım." Dedi. Fakat O Da Âciz Kaldı. Sonunda, Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinin Verdiği Bir Bardak Suyu İçince, Hemen Değişti, Gönlü Aydınlanıp Küfür Ve Sapıklıktan Kurtuldu. Kelime-i Şehâdet Söyleyerek Müslüman Oldu. Muînüddîn-i Çeştî'nin Teveccühü İle Yüksek Makâmlara Ve Üstün Derecelere Kavuştu.
bütün Bu Hâdiseler, Ecmir Racası Ve Hindistan'ın Diğer Racaları Tarafından Hayret Ve Şaşkınlıkla Tâkib Edildi. Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinin Karşısında Âciz Ve Çâresiz Kaldılar. Müslüman Olup, Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerine Uymakla Şereflenen Şâdî Ve Ecipâl, Hocalarına; "efendim, Ecmîr Şehrinin Ortasında Bir Yere Yerleşmenizi, Böylece Bütün Halkın Sizden İstifâde Etmesini Arzu Ediyoruz" Dediler. Bu Teklifleri Kabûl Edildi. Muînüddîn-i Çeştî, Muhammed Adında Bir Talebesine; "git, Şehrin Ortasında Bizim İçin Münâsib Bir Yer Hazırla, Oraya Yerleşeceğiz." Buyurunca, Emri Yerine Getirildi. Muînüddîn-i Çeştî, Hazırlanan Bu Yerde Dergâhını Kurup, Talebeleriyle Birlikte Oraya Yerleşti. Sonra, Talebelerinden Bir Kaç Kişiyi Raca'ya Gönderdi. Ona; "ey Katı Kalbli Kimse! Putperestliği Bırak! Allahü Teâlâya Îmân Edip, Müslüman Ol! Yoksa Hakîr, Zelîl Ve Çok Pişmân Olur, Âh Edersin" Demelerini Tenbîh Etti. Talebeleri Emir Üzerine, Raca İle Görüştüler. Söylenilen Sözleri Aynen Bildirdiler. Fakat Raca'nın Kalbindeki Zulmet Kilidi Açılmadı Ve Aslâ Îmân Etmedi, Müslüman Olmaktan Mahrum Kaldı. Gelenleri Geri Çevirdi.
raca'yı İslâma Dâvet Etmek İçin Giden Talebeler, Raca'nın Kabûl Etmemesi Üzerine Gelip, Durumu Muînüddîn-i Çeştî'ye Bildirdiler. Bunun Üzerine Gözlerini Yumup, Bir Müddet Murâkabeye Daldı. Sonra Gözlerini Açıp; "eğer Bu Bedbaht Kimse, Allahü Teâlâya Îmân Etmezse, Onu İslâm Ordusunun Askerlerine Teslim Ederim." Buyurdu. Aradan Kısa Bir Müddet Geçti. Gerçekten İslâm Ordusu Ecmîr'e Geldi.
sultan Muizzüddîn (şihâbüddîn) Gûrî, Horasan'da Bulunduğu Sırada, Rüyâsında Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerini Gördü. Onun Huzûrunda Edeble Ayakta Duruyordu. Muînüddîn-i Çeştî Ona; "şihâbüddîn! Allahü Teâlâ Sana Hindistan Sultânlığını İhsân Etmiştir. Hemen Bu Tarafa Doğru Harekete Geç! Bedbaht Raca'yı Tutup, Cezâsını Ver." Buyurdu. Uyanınca Hayrete Düşen Sultan Şihâbüddîn, Rüyâsını Fazîlet Sâhibi Âlimlere Anlatıp, Tâbirini Sordu. Âlimler; "sana Müjdeler Olsun Ey Sultan Şihâbüddîn, Oraları Fethedeceksin! Endişelenme, Gönlünü Hoş Tut. Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri Sana Himmet Edecek" Dediler. Bunun Üzerine Sultanşihâbüddîn, Ordusunu Alıp, Hindistan'a Hareket Etti. Hindistan'da Ecmîr Racasının Ordusuyla Karşılaştı. Şiddetli Savaşlar Yapıldı. Netîcede, Sultan Şihâbüddîn Gâlip Geldi Ve Raca Yakalanıp Esîr Edildi. Sultan Şihâbüddîn Ve Ordusu, Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinin Himmetiyle Zaferden Zafere Koştu. Ecmîr'den Dehli Üzerine Yürüyen İslâm Ordusu, Dehli Racası Pethûra'nın Ordusunu Mağlûb Edip, Kendisini Esir Aldılar. Sultan Şihâbüddîn, Dehli'de Saltanat Tahtına Oturdu. Dört-beş Sene Kadar Hindistan'da Kaldıktan Sonra Gazne'ye Döndü. Muînüddîn-içeştî Hazretlerinin Himmet Ve Tasarruflarıyla, İslâmiyet, Hindistan'da Her Tarafa Yayıldı. Pekçok İnsan Küfür Hastalığından Kurtulup, Müslüman Olmakla Şereflendi. Muînüddîn-i Çeştî'nin Talebeleri Ve Bunların Da Talebeleri, Hindistan'da Asırlarca İslâma Hizmet Ettiler.
bir Gün Muînüddîn-i Çeştî'nin Rahmetullahi, Aleyh Huzûruna Biri Geldi. Edebli Bir Tavırla Oturup; "çoktan Beri Sizin Sohbetinize Kavuşmak İsterdim, Hamdolsun Ki Bugün Bu Büyük Saâdet Nasib Oldu." Dedi. Adamın Bu Sözü Üzerine, Muînüddîn-i Çeştî Ona Doğru Bakıp Tebessüm Etti. Bir Müddet Durduktan Sonra Da; "haydi, Buraya Ne Maksatla Gelmişsen Onu Yapsana!" Dedi. Adam Bu Sözü İşitince, Maksadının Anlaşıldığının Farkına Varıp, Şiddetle Titremeye Başladı. Başını Yerlere Koyup Durmadan Yalvarıyordu. Sonra Şöyle Dedi: "ey Efendim! Beni Bir Kimse Buraya Sizi Öldürmem İçin Gönderdi. Siz Onu Da Kerâmetinizle Bilirsiniz. Benim, Aslında Size Bir Kastım Ve Düşmanlığım Yoktu." Dedi. Sonra Elini Koynuna Sokup Bir Bıçak Çıkardı Ve Orada Bulunanların Önüne Attı. Ortaya Çıkıp, Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinin Ayaklarına Kapandı Ve; "bana Dilediğiniz Cezâyı Verin!" Dedi. Bunun Üzerine Muînüddîn-i Çeştî; "bizim Yolumuzda, Bize Kötülük Yapana Biz İyilik Yaparız!"buyurdu. Sonra Yerde Perişân Bir Hâlde Ezilip, Büzülen, Pişmanlığından Ne Yapacağını Şaşıran Adamı Tutup Kaldırdı. "seni Buraya Gönderen Kimsenin De İsmini Açıklama" Buyurdu. Sonra; "ey Yüceallah'ım! Bu Kuluna İyilikler Ve Muvaffakiyet İhsân Eyle." Diyerek, Ona Duâ Etti. Bu Adam, Tövbe Edip Muînüddîn-içeştî Hazretlerinin Duâsını Aldıktan Sonra Ona Talebe Oldu. Aldığı Duânın Bereketiyle, Çok Nîmetlere Kavuştu. Kendisine Kırk Beş Defâ Hac Yapmak Nasîb Oldu. Nihâyet Kâbe'nin Civârında Vefât Etti Ve Mekke-i Mükerremede Mücâvirlerin Defnedildiği Kabristana Defnedildi.
muînüddîn-i Çeştî Bir Defâsında Şeyh Evhadüddîn Kirmânî Ve Şihâbüddîn Ömersühreverdî İle Birlikte Oturmuş Sohbet Ediyorlardı.bu Sırada, Henüz O Zaman Küçük Yaşta Olan Sultanşemsüddîn Türkmânî, Elinde Ok Ve Yay Olduğu Hâlde Ava Gidiyordu. Yanlarından Geçti. Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri Ona Dikkatle Baktı.sonra Birden Şöyle Buyurdu: "ey Dostlar, Bana Keşf Olundu Ki, Şu Küçük Çocuk Dehlî Şâhı Olacak Ve Dehlî Sultanlığı Yapmadan Bu Dünyâdan Göçmeyecek." Buyurdu. Neticede İşâret Ettiği Gibi Şemseddîn Türkmânî Bir Müddet Dehli Sultanlığı Yaptı.
muînüddîn-i Çeştî Hazretleri Sevenleriyle Ve Talebeleriyle Birlikte Olduğu Zaman Buyurdu Ki:
"sâdık Talebe, Hocasının, Rehberinin Söylediği Sözleri, Onun Nasîhat Ve Tavsiyelerini Can Kulağı İle Dinler. Onun Sözünden Dışarı Çıkmaz. Riyâzet Ve Mücâhede Yâni, Nefsin İstemediği Şeyleri Yapar, İstediği Şeyleri Yapmaz. Büyük Âlimlerin Yolunda Gidip Çalışır Ve Gayret Gösterir. Bizim Yolumuzun Büyükleri, On Dört Şeyi Usûl Edinmişler Ve Yapmışlardır. Maksada Kavuşmakta Bunu Zarûrî Görmüşler Ve Bunları Yapanlar Maksada Kavuşmuşlardır. Bu On Dört Makam Şunlardır:
1. Tövbe, Tövbekârlar Makamıdır. Bu, Âdem Aleyhisselâmın Makâmına İşârettir.
2. İbâdet Makâmı. Bu Makam, İdrîs Aleyhisselâmın Makâmıdır.
3. Zâhidlik, Dünyâya Ve Dünyâlığa Düşkün Olmamak. Bu Makam, Îsâ Aleyhisselâmın Makâmıdır.
4. Rızâ Makâmı. Kadere Rızâ Göstermek. Bu Makam, Eyyûb Aleyhisselâmın Makâmıdır.
5. Kanâatkârlık. Bu Makam, Yâkûb Aleyhisselâmın Makâmıdır.
6. Cehd, Gayret Ve Nefsin İsteklerine Uymamak. Bu Makam, Yûnus Aleyhisselâmın Makâmıdır.
7. Sıddîklık Makâmı. Bu Makam, Yûsuf Aleyhisselâmın Makâmıdır.
8. Tefekkür Makâmı. Bu Makam, Şuayb Aleyhisselâmın Makâmıdır.
9. İrşâd Makâmı. Bu Makam, Şist Aleyhisselâmın Makâmıdır.
10. Sâlihler Makâmı. Bu Makam, Dâvûd Aleyhisselâmın Makâmıdır.
11. Muhlisler Makâmı. Bu Makam, Nûh Aleyhisselâmın Makâmıdır.
12. Ârifler Makâmı. Bu Makam, Hızır Aleyhisselâmın Makâmıdır.
13. Şükredenler Makâmı. Bu Makam, İbrâhim Aleyhisselâmın Makâmıdır.
14. Makâm-ı Muhibbandır (muhabbet Makâmıdır). Bu Makam, Peygamberlerin En Üstünü Olan Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafâ'nın Makâmıdır.
bir Defâsında; "tövbekâr Mürid Kime Denir? Diye Sorulunca; "şu Hâle Gelen Kimsedir Ki, Amelleri Yazan Melekler, Onun Hiç Günahını Bulup Yazmazlar. Hiç Günah İşlemezler. Hocam Osman Hârûnî'den İşittim. Buyurdu Ki: Bir Kimsede Şu Üç Haslet Bulunursa, O Kimseallahü Teâlânın Dostudur, Sevgili Kuludur. Birincisi; Cömertliktir, Çünkü Cömertlik Bir Deryâdır. İkincisi, Şefkattir. Şefkat, Güneş Gibi Aydınlatıcıdır. Üçüncüsü, Tevâzudur. Tevâzu, Toprak Gibidir (toprakta Gül Biter)."
çeşitli Zamanlardaki Sohbetlerinde Buyurdu Ki:
"muhabbetin Alâmeti İtâat Etmektir. Muhabbette Gevşeklik Olmaz."
"derviş O Kimsedir Ki, Kendisine İhtiyâcını Söyleyen Hiç Kimseyi Mahrum Etmez, İhtiyaçlarını Karşılar."
"senelerce İlim Ve Mârifet Taleb Edip, Dergâhta Kaldım. Neticede, Hayret Ve Heybet Buldum. Böylece Kurb, Allahü Teâlâya Yakınlık Menziline Ulaştım. Dünyâ Ehlini, Dünyâya Düşkün Olanları, Dünyâ İle Meşgûl Buldum. Âhıreti Düşünen Âhiret Ehlini Mahcûb Buldum. Tasavvuf Ehli Ve Takvâ Sâhibi Olduğunu İddiâ Eden Sahtekârlardan Uzak Durup, Yüz Çevirdim."
"kurtuluş; Sâlihlerin, Büyüklerin Sohbetindedir. Bir Kimse Her Ne Kadar Kötü De Olsa, Büyüklerin Sohbetinde Bulunmak Onu Kurtarır Ve Yükseltir. Sâlihlerin Sohbetine Devâm Eden Kimse İyi Bir Kişi İse, Kısa Zamanda Olgunlaşıp Yükselir."
"hakîkat Ehli Olmak İçin Şu On Şarta Uymak Lâzımdır:
1. Tam Bir Mârifete Sâhip Olup, Allahü Teâlânın Rızâsına Kavuşmak. 2. Hiç Kimseyi İncitmemek Ve Hiç Kimse Hakkında Kötülük Düşünmemek. 3. Dâimâ Hak Yolu Gösterip, İnsanlarla Hep Faydalı Şeyler Konuşmak. 4. Tevâzu Sâhibi Olmak. 5. Uzlet. 6. Bütün Müslümanları İyi Bilip,kendini Herkesten Aşağı Görmek. 7. Rızâ, Kadere Râzı Olmak Ve Teslimiyet. 8. Sabır Ve Tahammül. 9. Yanıp Erimek, Acz Ve Niyâz İçinde Olmak. 10. Kanâat Ve Tevekkül Üzere Olmak.
yine Buyurdu Ki: "rabbini Tanıyıp Seven Kimse, Her Ân O'nun Aşkıyla Kendinden Geçer. Ancak Allahü Teâlânın Zikri İle Ayakta Durur Ve Yürüyebilir. Çünkü O, Allahü Teâlânın Azameti Karşısında Kendini Unutmuş, Kaybetmiştir.
hâce Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri, Vefâtından Kırk Gün Evvel, Dehli'de Bulunan Talebesi Hâce Kutbüddîn'in Âcilen Ecmîr'e Gelmesini İstedi. Bu Haber Hâce Kutbüddîn'e Ulaşır Ulaşmaz Hemen Yola Çıktı.ecmîr'e Geldi. Bir Gün Talebelerine; "ey Dervişler! Biliniz Ki Ben Bir Müddet Sonra Bu Dünyâdan Ayrılırım" Buyurdu. Bu Söz Talebelerine Ve Kendisini Tanıyıp Sevenlerin Üzerine Bir Üzüntü Bulutu Gibi Çöküverdi. Yanında Bulunan Ve Yazıcılık Hizmetini Gören Ali Sencerî'ye, Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî'nin, Dehli'ye Gitmesini Emreden Bir Fermân Yazdırdı. "onu, Vekîl Tâyin Ettim. Bizim Çeştî Hâcegânının (çeştiyye Yolu Büyüklerinin) Mukaddes Emânetlerini (bunlara Mahsus Olan Bâzı Eşyâyı) Ona Verdim" Buyurdu Ve Hâce Kutbüddîn'e Hitâben; "senin Yerin Dehli'dir." Buyurdu. Hâce Kutbüddîn Hazretleri Bundan Sonrasını Şöyle Anlatıyor: "dehli'ye Gitmek Üzere Ecmîr'den Ayrılacağım Zaman Hocamın Huzûruna Çıktım. Külâhını Başıma Koydu. Mübârek Elleriyle Sarığı Sardı. Sonra, Hocası Osman Hârûnî'nin Âsâsını, Kendi Okuduğukur'ân-ı Kerîmi, Seccâdesini, Nalınlarını Verdi Ve; "bunlar, Bana Hocam Hâce Osmanhârûnî Tarafından Emânet Edilen Ve Çeştiyye Büyüklerinin Elden Ele Devrederek Bize Ulaştırdıkları Mukaddes Emânetlerdir. Şimdi Bunları Sana Veriyorum. Bunlara Lâyık Olduğunu, Senden Önce Bu Emânetleri Taşıyanların Yaptıkları Gibi Güzel Hizmet Ederek İsbât Etmelisin. Eğer Bunlara Lâyık Olmazsan, Ben, Bu Emânetleri Lâyık Olmayan Birine Teslim Ettiğim İçin Kıyâmet Günü Allahü Teâlânın, Resûlullah'ın Ve Bu Emâneti Bizlere Ulaştıran Mübârek Büyüklerimizin Huzûrunda Mahcûb Olurum" Buyurdu.
bundan Sonra, Hâce Kutbüddîn, Bu Nîmetlere Şükür Olarak Ve Çok Mesûliyetli Olan Vazifesinde Kolaylık Vermesi İçin Allahü Teâlâya Niyâz İle İki Rek'at Namaz Kılıp Göz Yaşları İçinde Duâ Etti. Sonra, Hâce Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri, Bu Kıymetli Halîfesinin (vekîlinin) Elini Tutarak; "kendimde Bulunan Bütün İlim Ve Hâlleri Sana Vererek, Bulunduğum Mertebeye Seni Yükselterek Vazifemi Yapmış Bulunuyorum Ve Seni Allahü Teâlâya Emânet Ediyorum." Dedi. Sonra Şöyle Buyurdu: "biliniz Ki, Şu Dört Şey Tasavvufun Esâslarındandır: 1) Bu Yolda Yürümek Arzusunda Bulunan Bir Sâlik, Aç Ve Fakir Olsa Da, Hâlinden Şikâyetçi Olmamalı, Dışarıdan Tok Ve Hâli Vakti Yerinde Görünmelidir. 2) Fakirleri Maddî Ve Mânevî Olarak Doyurmalıdır. 3) Allahü Teâlânın İhsân Ettiği Nîmetlere Şükredemediği, O'na Lâyık İbâdet Yapamadığı Ve Âkıbetinin Nasıl Olacağını Bilemediği İçin, Dâimâ Üzgün Bir Hâlde Bulunmalı, Fakat Başkalarını Üzmemek İçin Dışarıdan Çok Neşeli, Mesûd Ve Memnun Görünmelidir. 4) Kendisine Eziyet Ve Sıkıntı Verenleri Affetmeli; İnsanlara Karşı Lüzumlu Olan Nezâket Ve Sevgiyi Her Zaman Göstermelidir." Bundan Sonra, Hâce Kutbüddîn Hazretleri, Öpmek İçin Hocasının Ayaklarına Eğildi. Hocası Müsâade Etmeyip, Hemen Kaldırdı. Muhabbetle Sarıldılar. Hâce Muînüddîn Hazretlerinin Talebelerine Bir Tavsiyesi De; "büyüklerimizin Bildirdiği Saâdet Yolundan Ayrılmayınız! Bu Mübârek Vazifede Cesûr Bir Er Olduğunuzu İsbât Ediniz, Gösteriniz!" Şeklinde İdi. Bundan Sonra, Muhabbetin Ve Acı Ayrılığın Tesiri İle Tekrar Birbirlerine Sarıldılar Ve Gözyaşları İçinde Ayrıldılar. Hâce Kutbüddîn, Dehli'ye Geldikten Yirmi Gün Sonra Da, Hâce Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri Vefât Etti.
hâce Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri, Vefât Edecekleri Gece, Yatsı Namazından Sonra Odasının Kapısını Kapayıp, İçeriye Hiç Kimseyi, Hattâ Husûsî Eshâbını Bile Almadı. Ancak Bâzı Talebeleri Kapının Önünde Durmuşlardı. Bütün Gece Odadan Sesler Geldi. Sabah Namazı Vaktinde Ses Kesildi. Sabah Namazına Kaldırmak İçin, Kapısına Ne Kadar Vurdularsa Da Kapı Açılmadı. Kapıyı Açıp İçeri Girdiklerinde, Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinin Vefât Edip, Hakk'a Kavuştuğunu Gördüler. Peygamber Efendimiz, O Gece Oradaki Bir Çok Evliyâya Rüyâlarında; "biz Bugün, Allah'ın Sevgili Kulu Şeyh Muînüddîn'i Karşılamağa Geldik." Buyurmuştur.
ecmîr'de Dergâhının Bulunduğu Yerde Defnedildi. Kabri Önce Kerpiçten, Daha Sonra Taştan Yapıldı. Önce Hâce Hasan Nâgûrî Tarafından Tâmir Ettirildi. Sonra Şihâbüddîn Muhammed Şâh Cihân Tarafından, Türbesi Yanına Mermerden Gâyet Güzel Bir Mescid Yaptırıldı.
muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinden Dört Asır Sonra Hindistan'da Yetişen Ve İkinci Bin Yılının Müceddidi Olan, İslâmiyeti Hindistan'a Ve Diğer Beldelere Yayan İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, 1623 (h.1033) Senesinde Ecmîr'e Gittiğinde, Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinin Türbesini Ziyâret Etmiş Ve; "hâce Hazretleri Merhamet Eyledi. İhsânda Bulundu. Husûsî Bereketlerinden Ziyâfetler Verdi. Çok Konuştuk, Esrâr, Sırlar Açıldı." Buyurmuştur.
imâm-ı Rabbânî Hazretleri Onun Kabrini Ziyâret Ettiği Sırada, Türbesine Hizmet Eden Türbedarlar, Kabri Üzerindeki Örtüyü Ona Hediye Verdiler. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri De Kabûl Ederek; "hâce Hazretleri, En Yakın Elbisesini Bize İhsân Etti. Bunu Kefenim Olması İçin Saklayalım." Buyurdu. Bir Sene Sonra Vefât Edince, O Örtüyü Kefen Yaptılar.
muînüddîn-i Çeştî Hazretleri Allahü Teâlânın Rızâsına Kavuşmak İçin Çırpınır, Talebelerini De Bu Gâyeye Sevk Ederek Buyururdu Ki:
ırmak Akarken Zaman Zaman Gürültü Çıkarır Ve Zaman Zaman Etrâfını Zorlar. Ancak Sonunda Denize Kavuşarak Sükûnete Erişir. Allahü Teâlânın Rızâsına Kavuşmak Arzûsu İle Yanan Kimsenin De Hâli Böyledir."
kendisi Hakîkaten Allah Adamıydı. Güneş Gibi Herkesi Faydalandıran Bir Davranış İçinde Ve Toprağın Herkesi Kabûl Etmesi Gibi Misâfirseverdi. "iyi Olan Allah Adamları İle Birlikte Bulunmak, Hayırlı Bir İş Yapmaktan Daha İyidir, Bunun Gibi Kötülerle Ve İslâm Düşmanlarıyla Bulunmak, Kötü Bir İş Yapmaktan Daha Kötüdür. İnsana En Çok Zarar Veren Günâh, Kendi Gibi Olan İnsanları Aşağı Görmektir." Buyururdu.
allahü Teâlânın Bütün Kullarına Nehirler Gibi Sınırsız Yardım Ederdi. "allahü Teâlâyı İbâdetler İçinde En Çok Râzı Eden İbâdet, Zayıf Ve Mazlûmları Sevindirmek Ve Rahatlatmaktır. İhtiyaç Sâhibini Hayal Kırıklığına Uğratmayan Kimse, Hakîkî Derviştir. Cehennem Ateşinin Söndürülmesinin En İyi Yolu, Açı Doyurmak, Susuz Olanın Susuzluğunu Gidermek, İhtiyaç Sâhibinin İhtiyâcını Görmek Ve Sefâlet İçinde Bulunanla Dostluk Kurmaktır." Buyururdu.
kendisi Sabırlı Olup, Sevdiklerine Sabırlı Olmayı Tavsiye Ederdi: "sabır, Şikâyet Etmeksizin Üzüntüye Katlanmak Ve Sıkıntılara Göğüs Germektir." Buyururdu.
ölüme Hazırlıklı Olmayı Tavsiye Eder, Ölümle İlgili Olarak Şöyle Buyururdu: "ârif, Ölümü Dost, Rahatlığı Da Düşman Görür. Allahü Teâlâyı Devamlı Hatırlamayı En Büyük Saâdet Bilir. Başının Üstünde Dolaşan Ölümü Düşünerek Son Yolculuğu İçin Hazırlığını Tam Yapar."
kendisi Güler Yüzlü Olup; "ârifin Bir Özelliği İnsanlara Karşı Devamlı Güler Yüzlü Olmasıdır." Buyururdu.
ömrü Boyunca Pekçok İnsanın Îmânla Şereflenmesine Vesîle Olan Muînüddîn-i Çeştî, Birçok Talebe Yetiştirdi. Bunların En Meşhûrları: Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî El-ûşî, Kendi Oğlu Hâce Ferîdüddîn, Hamîdüddîn Nâgûrî Sûfî, Şeyh Vecihüddîn Sa'd Bin Zeyd, Hâce Burhâneddîn, Kızı Bibi Hâfıza-i Cemâl, Şeyh Muhammed Türk, Şeyh Ali, Sencerî, Hâce Yâdigâr, Abdullah Beyâbânî Gibi Pekçok Kıymetli Kimselerdir.
kerâmet Ve Menkîbeleri
muînüddîn Çeştî'yi Çağırın!
muînüddîn-i Çeştî, Gittiği Her Beldede Kabristanları Ziyâret Eder, Orada Bir Müddet Kalırdı. Vardığı Yerde Tanınıp Meşhûr Olunca, Orada Durmaz, Kimsenin Haberi Olmadan, Gizlice Çıkıp Giderdi. Bu Seyâhatlerinden Biri De Mekke'ye Olmuştur. Mekke-i Mükerremeye Gidip, Kâbe-i Muazzamayı Ziyâret Etti. Bir Müddet Mekke'de Kalıp, Oradan Medîne-i Münevvereye Gitti. Peygamberimiz Server-i Âlem Muhammed Aleyhisselâmın Kabr-i Şerîfini Ziyâret Etti. Bir Müddet De Medîne'de Kaldı. Bir Gün Mescid-inebî'de İken, Ravda-i Mutahheradan, Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Türbesinden; "muînüddîn'i Çağırınız!" Diye Bir Ses İşitildi. Bunun Üzerine Türbedâr; "muînüddîn!" Diye Bağırdı. Birkaç Yerden "efendim!" Sesi İşitildi. Sonra; "hangi Muînüddîn'i İstiyorsunuz? Burada Muînüddîn Adında Bir Çok Kişi Var" Dediler. Bunun Üzerine Türbedâr Geri Dönüp, Ravda-i Mutahheranın Kapısında Ayakta Durdu. İki Defâ, "muînüddîn-i Çeştî'yi Çağır!" Diye Nidâ Eden Bir Ses İşitti. Türbedâr Bu Emir Üzerine Cemâate Karşı; "muînüddîn-i Çeştî'yi İstiyorlar!" Diye Bağırdı. Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri Bu Sözü İşitince, Bambaşka Bir Hâle Girdi. Ağlayıp, Gözyaşları Dökerek Ve Salevât Okuyarak Peygamberimizin Türbesine Yaklaştı Ve Edeble Ayakta Durdu. Bu Sırada; "ey Kutb-i Meşâyıh İçeriye Gel!" Diye Bir Ses İşitince; Kendinden Geçmiş Bir Hâlde, Resûl-i Ekremin Türbesine Yaklaştı Ve Sevgili Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâmı Görmekle Şereflendi. Peygamberimiz; "sen Benim Dînime Hizmet Edicisin. Senin Hindistan'a Gitmen Gerekir. Hindistan'a Git! Hindistan'da Ecmîr Denilen Bir Şehir Vardır. Orada Benim Evlâdımdan (torunlarımdan) Seyyid Hüseyin Adında Biri Var. Oraya Cihâd Ve Gazâ Niyetiyle Gitmişti. Şu Anda Şehîd Oldu. Orası Kâfirlerin Eline Geçmek Üzere, Senin Oraya Gitmen Sebeb Ve Bereketiyle, İslâmiyet Orada Yayılacak Ve Kâfirler Hakîr Olacaklar, Güçsüz Ve Tesirsiz Kalacaklar" Buyurdular. Sonra Ona Bir Nar Verip; "bu Nara Dikkatle Bak Ve Nereye Gitmen Gerekiyorsa, Görüp, Anla!" Buyurdu. Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri, Server-i Âlemin Verdiği Narı Alıp, Emredildiği Gibi Baktı, Şark Ve Garbı Tamâmen Gördü. Gideceği Ecmîr Şehrini Ve Dağlarını Da Görüp Dikkatle Baktı. Bundan Sonra Peygamberimizi Göremedi. Fâtiha Okuyup Duâ Etti Ve Yardım Dileyip, Ravda-i Mutahheradan (peygamberimizin Türbesinden) Ayrıldı.
fazla Alma
muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinin En Başta Gelen Talebesi Ve Halîfesi Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî Şöyle Anlatmıştır: "muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinin Çok Hizmetinde Bulundum. Hiç Kimseye Îtirâz Edip, Azarladığını Görmedim. Bir Gün Hocamla Birlikte Bir Yere Gidiyorduk. Yanımızda Talebelerinden Şeyh Ali Rızâ Da Vardı. Biz Yolda Giderken Bir Adam Gelip, Şeyh Ali Rızâ'nın Yakasından Tutarak; Senden Alacağım Var, Borcunu Ver Diyerek Alacağını İstedi. Onun İse O Anda Ödeyecek Durumu Yoktu. Bu Sebepten Çok Mahcûb Oldu. Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri Adama Yaklaşarak, Son Derece Yumuşak Ve Gâyet Nâzik Bir Hâlde Birkaç Gün Daha Mühlet Vermesini Söyledi. Fakat Adam Diretip, Aslâ Kabûl Etmedi. Bunun Üzerine Cübbesini Çıkarıp Yere Serdi Ve Cübbesinin Altı Altın Ve Gümüş İle Doldu. O Adama; "alacağın Ne Kadarsa Onu Al, Fazla Alma." Dedi. Fakat Adam Altınları Ve Gümüşleri Görünce, Tamahkârlık Ederek Alacağı Miktardan Fazla Aldı. Bunun Üzerine Hemen Eli Kuruyup, Tutmaz Oldu. Feryâd Ederek; "tövbe Ettim, Bana Duâ Ediniz, Bu Hâlden Kurtulayım" Diyerek Yalvardı. Muînüddîn-i Çeştî Adamın Bu Hâline Acıyıp Lütfederek, Kuruyan Eline Kendi Elini Sürdü. Adamın Eli Eski Hâline Geldi. Adam, Muînüddîn-i Çeştî Hazretlerinin Ayaklarına Kapandı. Bundan Sonra Ona Talebe Olup, Ömrünü Ona Hizmetle Geçirdi. Sohbetinden Ve Derslerinden Ayrılmadı. Böylece Saâdete Kavuştu."
felâkete Uğramasınlar
talebesi Hâce Kutbüddîn-i Şîrâzî'ye Yazdığı Mektubda, Muînüddîn-i Çeştî Şöyle Buyuruyor: "kıymetli Kardeşim Delhilihâce Kutbüddîn. Allahü Teâlâ Sana Her İki Cihân Saâdeti Nasîb Eylesin. Şunu Yazmak İsterim Ki, Hakk'ı Arayan Hakîkî Talebelerime Bildireceğim Mânevî Bilgileri Bildir De, Felâkete Uğramasınlar. Allahü Teâlâyı Tanıyan, O'ndan Bir Şey İstemediği Gibi, Herhangi Bir Arzuya Sâhib Olmaz. O'nu Tanımayanlar Bunları Anlamaz. Diğer Bir Nokta İse, Aç Gözlülüğü, Tamaı Bırakmaktır. Tamaı Bırakan, İstediği Şeylere Kavuşur. Allahü Teâlâ Böyle Kimseler Hakkında; "isteklerine Gem Vuran, Cennet'e Girer." buyurdu. Kalbini Allahü Teâlâdan Çeviren Ve Aşırı İsteklere Düşen, Belâ Kefenine Sarılır Ve Pişmanlıklar Mezârına Gömülür. Aşırı İsteklerini Bırakıp, Kalbini Allahü Teâlâya Çeviren, Af Kefenine Sarılır Ve Kurtuluş Mezârına Gömülür. Allahü Teâlânın İstediğini Kabûl Eden, O'nun Korumasına Kavuşur.
şimdi, Eğer Tasavvufun Ne Olduğunu Bilmek İstersen, Her Türlü Rahatlığı Bırak, Bu Yolun Büyüklerinin Sevgisini Kalbine Yerleştir. Eğer Bunları Yaparsan, Tasavvufun Sırları Sana Açılmaya Başlar. Allahü Teâlâyı İsteyen, Bunu, Hem Kalbi, Hem De Rûhu İle Berâber Yapmalıdır. İnşâallah Kalb, Şeytanın Şerrinden Korunur Ve Her İki Dünyâda İsteklerine Kavuşur. Benim Hocam, Allahü Teâlâ Ona Yüksek Dereceler Versin, Bir Kere Bana; "muînüddîn, Allahü Teâlânın Huzûrunda Bulunan Kimseyi Biliyor Musun?" Diye Sordu Ve Şöyle Buyurdu: "o Dâimâ İtâattedir. Allahü Teâlâdan Ne Gelirse Kabûl Eder, Verilenlerdeki Nîmetleri Görür. İşte Bu, Bağlılıkta En Önemli Şeydir. Buna Sâhib Olan, Dünyâ Sultânıdır. Selâm Ederim."
nasîhat
muînüddîn-i Çeştî Hazretleri Vâz, Nasîhat Ve Sohbetleriyle İnsanların Kurtuluşu İçin Gayret Ettiği Gibi, Sultanlara Ve Devlet Adamlarına Sözlü Ve Yazılı Nasîhatlarda Bulunurdu. Sultan Şihâbüddîn Gûrî'ye Şu Vasiyetnâmeyi Yazıp Gönderdi. "allahü Teâlâ Delhi Hükümdârı Muizzüddîn Sâm'ı Mübârek Eylesin. Bu Fakîr Size Ve Emriniz Altındakilere Mânevî Ve Maddî Rahatlık İçin Duâ Ettikten Sonra Derim Ki: Peygamber Efendimiz Beni, Allahü Teâlânın İzniyle Bu Ülkeye Mânevî Şefâatçi Ve İdâreci Olarak Mâsûm İnsanları Korumak, Onların Emniyetini Sağlamak, Onları Hükümdârların Ve Şeytânî Kuvvetlerin Baskı Ve Zulümlerinden Korumak İçin Tâyin Etti. Bu Fakîr Allahü Teâlânın İzniyle Bu Vazîfeyi Tam Olarak Yapmaya Çalışıyorum. Bu Vazîfeyi Kalbimin Bütünüyle, Sınıf, İnanç Ve Din Farkı Gözetmeksizin Hayatta Olduğum Sürece Yapmaya Devâm Edeceğim.
bu Fakir Size Ve Arkadan Geleceklere İyi Bir Hükümdârlık İçin Aşağıdaki Kâidelere Uymayı Tavsiye Ve Îkâz Ediyorum. Hakîkatte Bu Kâideler Bu Ülkedeki, Hindû Olsun, Müslüman Olsun, Mûsevî Olsun, Hıristiyan Ve Mecûsî Olsun Bütün Hükümdârlar İçin Geçerlidir. Kim Bu Kâideleri Din Farkı Gözetmeksizin Tatbik Ederse, Allahü Teâlâ Onu Muvaffak Kılar Ve O Düşmanlarından Korkusu Olmaksızın, Sağlık Ve Sıhhatle Tebeasını İdâre Eder. Her Kim Ki Bu Kâideleri Gözardı Eder Onlara Uymazsa, Allahü Teâlânın Gazâbı Onunla Olur, Ülkelerinde Ayaklanmalar Ortaya Çıkar. Sağlıklı Bir Hayat Süremez Ve Netîce Olarak Ülkesi Dağılır, Gider. Bu Kâidelere Bu Sebepten Bütün İnsanlık İçin Uyulması Gerekir.
bu Kâideler Şunlardır: Birincisi; Allahü Teâlânın Sana Tebea Olarak Verdiği Kimselere Zulmetme. Çünkü Allahü Teâlâ İnsanları Sever Ve Onlara Zulmedenleri Sevmez. İkincisi; Günahlar İçinde Bir Hayat Yaşayıp Hükümdârlık Vazîfelerini İhmâl Etme. Üçüncüsü; Benim Talebelerime Ve Onların Tâbilerine, Allah Adamlarına Ve Zamânın Velîlerine Sevgi Ve Nezâketle Muâmeleyi İhmâl Etme. Çünkü Onlara Böyle Muâmele Etmeyi Allahü Teâlâ Ve Peygamber Efendimiz Sever. Dördüncüsü; Yukarıdaki Kâideler Aynı Zamanda Bütün Diğer Hükümdârlar, Vâliler Ve Devlet Teşkilâtlarında Vazîfeli Olan Bütün Vazîfeliler İçin Geçerli Ve Gereklidir."
beyitler
ateş Sizi Yakacak
muînüddîn-i Çeştî, Kendi Evinde Her Gün,
yemek Yedirir İdi, Fukaraya Her Öğün.
var İdi Bu İş İçin, Hizmet Eden Bir Kişi,
her Gün Yemek Pişirip, Dağıtmaktı Tek İşi.
para Lâzım Oldukça, Bu İşte Hizmetçiye,
gelirdi Çekinmeden, Muînüddîn Çeştî’ye.
namaz Kıldığı Yerde, Bir Çekmece Dururdu,
onu Çeker, İçinde, Hazîneler Bulurdu.
alırdı Kâfi Miktar, Günlük İhtiyâcını,
onunla Erzak Alır, Yakardı Ocağını.
var İdi O Zamanlar, Bağdat’ta Yedi Kimse
ateşe Tapıyordu, Onların Yedisi De,
çekerlerdi Hem Dahi, Her Gün Sıkı Riyâzet
yâni Nefislerine, Ederlerdi Eziyyet.
öyle Yapmış İdi Ki, Bu Riyâzet Onları,
altı Ayda Bir Lokma, Ekmekti Gıdâları.
böyle Açlık, Susuzluk, Çekerek Gün Ve Gece,
bir Hayli İstidrâca, Kavuştular Böylece.
çok İnsanlar Görerek, Onların Bu Hâlini,
büyük Zât Bilirlerdi, Mâlesef Herbirini.
muînüddîn Çeştî’yi, İşitip Bu Kâfirler,
onun İle Tanışıp, Görüşmek İstediler.
geldiler Bu Maksatla, Bulunduğu Ülkeye,
sordular İnsanlara: “hânesi Nerde?” Diye.
girdiler, Oturdular, Karşısında Bir Yere,
dehşete Kapıldılar Ve Lâkin Birden Bire.
zîrâ Henüz Onlara, Gelmişti Bir Nazarı,
o An Büyük Bir Korku, Kaplamıştı Onları.
peşinden Bir Titreme, Aldı Bedenlerini,
hemen Kalkıp Öptüler, Mübârek Ellerini.
buyurdu: “siz Allah'tan, Hiç Utanmaz Mısınız?
hak Teâlâ Dururken, Ateşe Taparsınız?”
dediler: “biz Ateşe, Tapıyoruz Elbette,
ki Yakmasın Bizleri, Dünya Ve Âhirette.”
buyurdu: “ey Ahmaklar, Ateş Mâbûd Olur Mu?
hiç Ateşe Tapanlar, Yanmaktan Kurtulur Mu?
zîrâ Tek Allah Vardır, İbâdete Müstehak,
böyle Îmân Etmeyen, Yanacaktır Muhakkak.
siz Eğer Ki Allah'a, Koşarsanız Böyle Eş,
dünyâ Ve Âhirette, Yakar Sizi Bu Ateş.
ben İse Tek Allah'a, İnanırım Şu Anda,
bu Yüzden Ateş Beni, Yakmaz İki Cihanda.”
onlar Hayret Ederek, Dediler: “öyle İse,
bunun Doğruluğunu, İsbât Et Şimdi Bize.”
onlar Merak İçinde, Mübâreğe Bakarken,
o İçerden Getirdi, Bir Yığın Kor, Yanarken,
allah'a Duâ Edip, Avuçladı Közleri,
açık Kaldı Dehşetten, Kâfirlerin Gözleri.
hem De Onun Elinde, Söndü Yanan Ateşler,
hayretle Şâhid Oldu, Buna Ateşperestler.
ve Onlar Görür Görmez, Bu Müthiş Kerâmeti,
nakşoldu Kalblerine, İslâmın Muhabbeti.
ve Duydular Gâibden, Şöyle Söylendiğini:
“ateşin Gücü Var Mı, Yaksın Senin Elini.”
onlar Bütün Bunları, İşiterek, Görerek,
hepsi Îmân Ettiler, Şehâdet Getirerek.
oldular Yedisi De, Makbûl Bir Talebesi,
hattâ Kısa Zamanda, Evliyâ Oldu Hepsi.
nice Kâfir Kimseler, Bir Bakmakla Yüzüne,
o Anda Îmân Edip, İnanırdı Sözüne.
kendisinin Bağdat’ta, Bulunduğu Yıllarda,
gayr-i Müslim Bir Kişi, Kalmadı O Diyârda.
kaynaklar
1) Siyer-ül-aktâb; S.100
2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) S. 1122
3) Hadîkat-ül-evliyâ; Kısım 3, S.162
4) Ahbâr-ül-ahyâr; S.28
5) Rehber Ansiklopedisi; C.12, S.304
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.9, S.171
7) The Holy Biography Of Hazrat Khwaca Muînüddin Chisti. (w.d. Begg. Arizona-1977)