Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Muhammed Bâkî-billah
  30 Mart 2018 Cuma , 23:33
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; Hindistan evliyaları, Delhi evliyaları, Muhammed Bâkî-billah

evliyânın Büyüklerinden. İnsanları Hakk'a Dâvet Eden, Doğru Yolu Göstererek Saâdete Kavuşturan Ve Kendilerine Silsile-i Aliyye Denilen Büyük Âlim Ve Velîlerin Yirmi İkincisidir. İkinci Bin Yılının Müceddidi Ve İslâm Âlimlerinin Gözbebeği Olan İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî Hazretlerinin Hocasıdır. Babasının İsmi Abdüsselâm Olup, Fazîletli Bir Zâttı. Annesi İse Hazret-i Hüseyin'in Soyundan Olup, Seyyide Ve Mübârek Bir Hanımdı. Muhammed Bâkî-billah Hazretleri 1563 (h.971) Senesinde Kâbil Şehrinde Doğdu.

muhammed Bâkî-billah'ın Büyüklük Hâli Daha Çocukluk Zamanlarında Simâsından Belli Olurdu.yüksek Bir Zât Olacağının İşâretleri Ve Büyük Faydalara Sebep Olacağının Alâmetleri, İşlerinden, Çalışmalarından Ve Gayretinden Anlaşılırdı. Daha Çocukluk Zamanlarında, Bâzan Bütün Gün Odanın Bir Köşesinde Başını Önüne Eğip Sessizce Oturur, Tefekküre Dalardı. Gençliğinde, İlim Tahsîli İçin Kâbil'densemerkand'a Gidip, Zâhirî Ve Aklî İlimleri, Zamânının En Büyük Âlimlerinden Olan Mevlânâ Sâdık-ı Hulvânî'den Öğrendi. Yüksek Yaradılışı Ve Kâbiliyeti İle Kısa Zamanda, Hocasının Talebeleri Arasında En Yüksek Seviyeye Ulaştı.

zâhirî İlimleri Öğrenip Bitirmeden Tasavvufa Yönelip, Bâtınî İlimleri Öğrenmek İçin, Bu Yolun Büyük Âlimlerinin Sohbetlerine Ve Derslerine Gitti.yaratılışındaki Zekâsının Ve Kâbiliyetinin Üstünlüğü İle, İlimlerde Yüksek Bir Dereceye Ulaştı.

hâce Muhammed Bâkî-billah, Aklî İlimleri Bırakıp, Tasavvufa Yöneldiği İlk Zamanlarda, Büyük Zâtlardan Birinin Huzûruna Gitmişti. O Zât, Hâce Muhammed Bâkî-billah'a; "eğer Hazret-i Hâcemiz Birkaç Gün Daha İlim Mütâlaası İle Meşgûl Olup, Kemâl Ve İkmâl Sâhibi Olsalardı Ne Güzel Olurdu!" Diyerek, Muhammedbâkî-billah'ın, Bir Müddet Daha Zâhirî İlimleri Tahsîl Etmiş Olmasını Temennî Ettiğine İşâret Etmişti.bunun Üzerine Muhammedbâkî-billah Hazretleri Şöyle Dedi: "kemâl Sâhibi Olmaktan Maksat, Zâhirî İlimlerde Uzun Ve Zor Kitapları, Yerli Yerince Mütâlaa Ve Îzâh Etmek İse, İddiasız, Keskin Görüşlü Âlimlerin Anlayabileceği Hangi Kitabı Bize Getirseler, Getirenlerin Hepsi Tatmin Olur Ve Tam Bir Fayda Elde Ederler Diyebilirim."

muhammed Bâkî-billah'ın Zâhirî İlimlerde Hocası Olanmevlânâ Sâdık-ı Hulvânî'nin Talebelerinden Fazîletli Bir Zât, Muhammed Hâşimî Keşmî'ye Şöyle Anlatmıştır: Hâce Muhammed Bâkî-billah, Zâhirî İlmi Bırakıp Tasavvufa Rağbet Ettiğini İşittiğimizde, Hep Birden; "bu Gençte Öyle Bir Fıtrat Ve Öyle Bir Himmet, Gayret Gördük Ki, İmkânı Yok Bir İşe Başlasın Da Onu Bitirmesin. Başladığı İşi Mutlaka Bitirir." Dedik. Nihâyet Düşündüğümüz Gibi Her Ne Kadar Zâhirî İlimleri Bırakmışsa Da, Bu İlimlerde Kemâle Ulaşmıştır.

muhammed Bâkî-billah'ın, Zâhirî İlimleri Tahsîl Ettiği Gençlik Yıllarında,nakşibendiyye Yoluna Karşı Büyük Bir Muhabbeti Vardı. Kendisini Bu Yolda Yetiştirecek Bir Büyüğü Arıyor, Onun Derslerinden Ve Sohbetlerinden Feyz Almak, Faydalanmak İstiyordu. Bu Büyüklerin Bulunduğu Mâverâünnehr'e Giderek Bir Çoğu İle Görüşüp Tanıştı. Sohbetlerinde Bulunarak Feyz Aldı.

bundan Sonra Tekrar Hindistan'a Gitti. Bâzı Arkadaşları Ona, Askerliği Seçip, Bu Yoldan Zengin Olmasını Tavsiye Ettiler. Fakat Muhammed Bâkî-billah Hazretleri, Bütün Bağlantılardan Kurtulup, Tasavvufta Yükselmeyi İstiyor Ve Bu Hususta Şevkle Çalışıyordu. Onu Seven Ve Sohbetinde Bulunan Bir Zât Şöyle Anlatmıştır: "bu Yolda Olan Büyükleri Öyle Bir Arzu İle Arıyordu Ve Öyle Bir Gayret Gösteriyordu Ki, Bundan Fazlasına İnsan Gücü Yetmezdi. Lâhor Şehrinin Sokaklarında Çamur Ve Kil Çok Olduğundan, Bu Sokaklarda Yürümek Güç İdi. Muhammed Bâkî-billah Bir Gönül Sâhibine Rastlamak İçin, Birçok Sokak Geçer, Harâbeler, Kabristanlar Ve Bahçeler Dolaşır Ve Hiç Yorulmazdı. Bir Gün Ona Arkadaşlık Edip Onunla Berâber Gideyim Dedim. Her Ne Kadar Mâni Olduysa Geri Kalmak İstemedim. Peşlerinden Gidip Birkaç Sokak Yürüdüm. Sokaklardaki Çamur Ve Kilin Çokluğundan Âciz Kaldım Ve Ayaklarım Yoruldu. Hayâ Ve Edebimden Bu Hâlimi Kendisine Arz Edemedim. Vaziyeti Anlayıp, Beni Geri Çevirdi. Nihâyet, Onun Başka Bir Kuvvet İle Yürüdüğünü Anladım."

muhammed Bâkî-billah Hazretleri Şöyle Anlatmıştır. "büyüklerin Kitaplarından Bir Kitabı Okurken, O Büyükler Bana Göründüler, Beni Benden Aldılar. Bahâeddîn-i Nakşibend'in Mübârek Rûhâniyetleri, Bana Zikr Telkin Edip, Cezbe İle Taltif Eyledi."

"bir Köyde Bir Meczûb Vardı. Yüksek Hâller Sâhibiydi. Muhammed Bâkî-billah O Meczûbun Hâlini Anlamıştı. Yanından Ayrılmak İstemiyordu. Her Ne Zaman Yanına Yaklaşmak İstese, Mâni Olmak İçin Sert Sözler Söyler, Taş Atardı. Bâzan Da Başka Tarafa Giderdi. Muhammed Bâkî-billah, Bütün Bunlara Rağmen Ondan Vazgeçmedi. Bir Gün O Meczûb, Muhammed Bâkî-billah'ı Yanına Çağırdı Ve Murâdının Hâsıl Olması İçin Teveccüh Gösterip Çok Duâ Etti. O Meczûb Zâtın Teveccühlerinden Pekçok Faydalara Kavuştu." Muhammed Bâkî-billah Hazretleri Bu Hâdiseye Temasla Şöyle Demiştir: "gerçi Biz, Önceki Velîler Gibi Çetin Riyâzetler Çekmedik Ama, İntizârlar (bekleyiş) Ve Büyük ızdıraplar Gördük. Bunlar Arasında Riyâzetler Ve Çok Sert Muâmeleler Vardı."

muhammed Bâkî-billah, Sâlihleri Ve Meczûbları Aramakta Çok Gayret Gösterir, Birçok Memleketi Dolaşır Ve Temiz Kalblileri Bulur, Onlardan Nasîbini Alırdı. Bu Seyahatleri Sırasında Silsile-i Aliyye-i Nakşibendiyye Büyüklerinden Birinin Sohbetine Kavuştu. Ona Talebe Olmak Ve Tam Bağlanmak İstedi. Bunun İçin İstihâre Yaptı.rüyâsında Muhammed Pârisâ Hazretlerini Gördü. Muhammed Pârisâ Rüyâsında Ona Buyurdu Ki: "tasavvuf Yolunda İlerlemek En İyi Ahlâk İle Ahlâklanmaktır. Bu Büyük Nîmet Ve Saâdet Ele Geçince, Bu Yolda Elde Edilecek Fayda, Elde Edilmiş Demektir." Muhammedbâkî-billah, Başlangıçta İlk İstifâdesini Şöyle Anlatmıştır: "ilk Defâ Günahlardan Tövbe, Hâce Übeyd Hazretlerinin Huzûrunda Oldu. Benim İçin Fâtiha Okumasını İstedim. Sonrasemerkand'da Bulunan Ve Ahmed Yesevî'nin Yolunda Olan İftihâr-ı Şeyh'e Talebe Olmak Arzusu İle Tekrar Tövbe Ettim. Her Ne Kadar "siz Gençsiniz, Siz Bu İşe Katlanamazsınız." Dediyse De, Arzumun Çokluğunu Görünce; "bir Fâtiha Okuyalım. Allahü Teâlâ İstikâmet Versin, Büyüklerin Maksadına Uygun Azîmet Nasîb Eylesin, Kalbinde Büyük Değişmeler Ve Nefsinde Haraplıklar Ve Düzelmeler Vâkî Olsun." Dedi. Bir Başka Zaman Emîr Abdullah Belhî'nin Huzûrunda Tövbemi Yeniledim. Elimi Müsâfehaya Yakın Bir Şekilde Tuttu.ümîd Edilir Ki, Bunun Bereketi Kıyâmete Kadar Devâm Eder."

bundan Sonra Bir Müddet Daha Dolaştım. Nihâyet Rüyâda, Behâeddîn Buhârî Nakşibend Hazretlerinin Huzûrunda Tam Bir Tövbe Yaptım. Bundan Sonra Bende Tasavvuf Yoluna Girmek Arzusu Âşikâr Oldu. Bu Yola Girmek İçin Her Çâreye Başvurdum. Nihâyet Mübârek Zâtlardan Biri Bana; "peygamber Efendimizden Gelen Zikr, Neticeye Kavuşturur." Dedi. Bütün Gayretimle Bu Sözü Söyleyen Zâttan Zikri Ve Murâkabeyi Almak İçin Uğraştım. İki Sene O Zâtın Silsilesindeki Zikre, Murâkabeye Ve Tesbihlere Devâm Ettim... Her Ne Kadar Bu Sırada Gizli İşâretler, Diğer Bir Yola Girmeyi Gösterdiyse De, Ayaklarımı Yerden Kaldıramadım. Böylece Nefsi Yenip Gönül Bahçeme, Allahü Teâlânın İzni İle Büyüklerin Kerem Tohumunu Ektim. İnşâallah O Tohumu, İkrâm Ve İhsân Edip, Gözlerin Görmediği, Kulakların İşitmediği Nehirlerle Beslerler. Bundan Sonra Keşmîr'e Gittim Ve Bâbâ Vâli'nin Sohbetine Devâm Edip, Bereketli Nazar Ve Teveccühlerine Kavuştum. Cenâb-ı Hakk'a Hamd Ve Senâlar Olsun Ki, O Teveccühler İle Kabûl Kapısı Aralandı. Onun Vefâtından Sonra Da Velîlerin Ruhlarından Feyz Aldım.

muhammed Bâkî-billah Hazretleri, Mâverâünnehr Şehirlerinden Birine Giderken, Mevlânâ Hâcegî İmkenegî Hazretleri; "ey Oğul, Senin Yolunu Gözlüyordum!" Buyurmasıyla, Onun Huzûruna Kavuşup, Çok Yardım Ve İhsânlar Gördü. Hocası Onun Yüksek Hâllerini Dinledikten Sonra, Üç Gün Üç Gece Onunla Birlikte Yalnız Bir Odada Sohbet Etti. Hâcegî İmkenegî Hazretlerinin Sohbetlerinde Bulunmakla Ve Behâeddîn Nakşibend'in Ve Halîfelerinin Yüksek Rûhâniyetlerinin İmdâdı İle, Bu Büyükler Silsilesine Dâhil Olup, Hâcegî İmkenegî'nin Halîfesi Olup Makâmına Geçti."

hacegî İmkenegî Hazretleri, Muhammed Bâkî-billah'ı Kısa Zamanda Tasavvufta Yetiştirip, Yüksek Derecelere Kavuşturduktan Sonra Ona Şöyle Buyurdu: "sizin İşiniz, Allahü Teâlânın Yardımı Ve Bu Yolun Büyüklerinin Rûhlarının Terbiyesi İle Tamam Oldu. Tekrar Hindistan'a Gidiniz. Çünkü Bu Silsile-i Aliyyenin Sizin Sâyenizde Parlayacağını Görüyorum. Bereket Ve Terbiyenizle Orada, Sizden Çok İstifâde Edip, Büyük İşler Yapanlar Gelecek." Böylece İkinci Bin Yılının Müceddidi İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Orada Yetişeceğini Müjdeliyordu.

hâcegî İmkenegî Hazretlerinin, Muhammed Bâkî-billah'a Hilâfet Ve Tam Bir İcâzet Verip, Hindistan'a Gönderdiğini Duyan Talebelerinden Bâzıları Gayrete Gelip, Aralarında Bir Huzursuzluk Hâsıl Oldu.kendileri Uzun Müddet Orada Oldukları İçin Yeni Gelen Bir Gencin Kısa Zamanda Tam Bir İcâzetle Dönmesi Onları Düşündürmüştü. Hâcegî İmkenegî Hazretleri Bu Durumu Duyunca Şöyle Buyurmuştur: "dostlarım Bilsinler Ki, Bu Gencin İşini Tamamlayıp Buraya Bizim Yanımıza Gönderdiler. Yanımıza Hâllerinin Doğru Olup Olmadığını Kontrol İçin Geldi.şüphesiz Öyle Gelen Böyle Gider."

muhammed Bâkî-billah Hazretleri Hocasının Emriyle Hindistan'a Gidip, Bir Sene Lâhor'da Kaldı. Oradaki Âlimler Ve Fâdıllar Onun Sohbetine Gelip, İstifâde Ettiler. Sonra Delhi'ye Gidip, Vefâtına Kadar Orada Kalıp, İnsanlara Doğru Yolu Anlattı. İki-üç Sene Gibi Kısa Bir Müddet İrşâd Makâmında Bulunmasına Rağmen, Pekçok Âlim Ve Velî Yetiştirdi. Onun Yetiştirdiği Büyüklerin Başında, Kendisinden Sonra Halîfesi Olan, Hicrî İkinci Bin Yılının Müceddidi, İslâm Âlimlerinin Gözbebeği İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî Gelir. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Yetişip Kemâle Gelince, Muhammed Bâkî-billah Bütün Talebesinin Yetiştirilmesini Ona Bıraktı. Hâce Ubeydullah Ve Hâce Muhammed Abdullah Adında İki Oğlu Vardı.bunların Da Yetiştirilmesini İmâm-ı Rabbânî Hazretlerine Bıraktı. İmâm-ı Rabbânî Hazretlerininmektûbât'ında Bunlara Yazılmış Mektupları Vardır. Oğulları Tasavvufta Yetişmiş Kıymetli Zâtlardandı.

muhammed Bâkî-billah'ın Annesi, Evinde Kendisine Hizmet Eden Kadın Hizmetçileri Olduğu Hâlde, Dergâhın Hizmetini Kendisi Görürdü. Hattâ Tandıra Bile Ekmeği Kendisi Kor, Pişirirdi. Yemekleri Pişirip Hazırlardı.tâze Ekmeği Dergâhta Bulunanlar İçin Verir, Kendisi Kuru Ekmek Yerdi. Çoğu Zaman Bir Kuru Hasır Üzerinde Yatardı. Bir Gün Muhammed Bâkî-billah, Annesini Güçsüz Ve Tâkatsiz Bir Hâlde Görerek, Dergâhın Yemek Pişirme İşini Bir Başkasının Yapmasını Söyledi. Fakat Annesi Böyle Bir Hizmetten Mahrûm Kaldım Diye Ağlayarak; "bilmiyorum, Ne Kabahatim Oldu Da, Allahü Teâlâ Beni Bu Hizmetten Mahrûm Eyledi.yaptığım En İyi İş, O Fazîletli Oğlum Muhammed Bâkî-billah'a Ve Talebelerine Ekmek Ve Yemek Pişirmek İdi. Onu Da Benden Aldılar." Dedi. Tevâzuunun, İnkisârının, Kırıklığının Ve Edebinin Çokluğundan, Bu Durumu Oğlu Muhammed Bâkî-billah Hazretlerine Açıklamadı. Annesinin Bu ızdırâbı, Muhammed Bâkî-billah Hazretlerine Bildirilince, Bir Nîmet Olan Bu Hizmeti Tekrar Annesine Verdi."

muhammed Bâkî-billah Hazretleri, Dâimâ Hâllerini Gizlerdi. Çok Tevâzu Sahibiydi. Suâl Soranlara Zarûret Miktârınca, Kısa Cevap Verirdi. Bununla Berâber, Tasavvuf Yolunda Karşılaşılan Derin Mânâların Halli İçin Sorulan Suâlleri, Soranın Tamâmen Anlayabileceği Şekilde, Açık Şekilde Îzâh Ederdi.belki Yanlış Anlar Ve Yanlış Yola Gider Düşüncesiyle, Bu Hususta Çok Dikkatli Davranırdı. Dâimâ Hüzünlü Ve Üzüntülü Olduğu Hâlde, Huzûruna Gelenlerle Neşeli Ve Tebessüm Ederek Konuşurdu. Müslümanlara Çok Yardım Eder, İyi İşlerinde Onlara Faydalı Olmaktan Aslâ Kaçınmazdı. Âlimlere Ve Büyüklere, Aşırı Hürmetleri Vardı.

ramazân-ı Şerîf Ayında Bir Gece, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, Hizmetçilerinden Birisi İle Yüksek Üstâdına Yoğurt Göndermişti. Getiren Şahıs Hizmetçilerine Değil De, Doğruca Muhammed Bâkî-billah'ın Kapısına Gitti. Kapıyı Çaldı. Muhammed Bâkî-billah Bir Başkasını Uyandırmayıp Kendisi Kalktı.yoğurt Kabını Elinden Alıp: "ismin Nedir, Nereden Geliyorsun?" Buyurdu. "ismim Bâbâ'dır. Şeyhahmed'in (imâm-ı Rabbânî'nin) Hizmetçisiyim." Dedi. Bunun Üzerine; "mâdem Ki Bizim Şeyh Ahmed'in Hizmetçisisin, Bizimle Berâbersin." Buyurdu. Bu Kadarcık Bir Görüşmeden, Hizmetçide Bir Sekr, Kendinden Geçme Hâli Hâsıl Oldu. İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Huzûruna Gitti. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri: "hâlin Nedir? Sana Ne Oldu?" Dedi. Kendinden Habersiz, Mest Olmuş Bir Vaziyette; "her Yerde, Taşlarda, Ağaçlarda, Yerde, Gökte, Anlatılamayan, Vasfedilmeyen, Nihâyetsiz Bir Nûr Görüyorum. Nasıl Anlatayım, İfâdeye, Beyâna Sığmaz." Dedi. İmâm-ı Rabbânî Hocası Muhammed Bâkî-billah'ı Kasdederek; "muhakkak O Mübârekler, Bu Biçârenin Karşısında Durup, Karşılarında Duran Bu Zerre Üzerine Bu Güneşten Bir Şuâ Aksetti." Buyurdu.

mîr Muhammed Nûmân Buyurdu Ki: Bir Gün Kızımı Hocamın Huzûruna Gönderdim. Hocam Muhammedbâkî-billah, Daha Meme Emmekte Olan Bu Çocuğu Mübârek Kucaklarına Alıp, Şefkât Ve Merhamet Gösterdi. Çocuk, Elini Mübârek Sakalına Götürüp Çekerken, Bir Kıl Elinde Kaldı. Buyurdular Ki: "mîr, Senin Çocuğun, Bizden Bir Yâdigâr Aldı." O Günlerde Vefât Etti Ve O Mübârek Sakalından Bir Kıl, Teberrüken Ve Yâdigâr Olarak Bizde Kaldı.

beyt:

saçlarından Bir Tel Beni Mest Eder,

hattâ Çok Söyledim, Kokusu Yeter.

 

muhammed Bâkî-billah'ın Kalplere Teveccüh Ederek, Kalpleri, Allah, Allah Diye Zikrettirmesi İnâyeti Umûmî İdi. Bir Gün İmâm-ı Rabbânî Buyurdu Ki: "bu Nîmetin Şumüllü Ve Umûmî Olması, Yâni Kalbin Zikretmesi Ve Bu Yolun Daha Başlangıcında Cezbe Hâsıl Olması, Hocamız Muhammed Bâkî-billah'ın Bu Yolda Lâzım Olan Bereketli Bir İlâvesidir." Muhammed Hâşim-i Keşmî, İmâm-ı Rabbânî Hazretlerine; "daha Evvel Bu Yoldaki Büyüklerde Bu Yok Mu İdi?" Diye Sorunca, Buyurdu Ki: "vardı, Ama Başlangıçta Bu Kadar Umûmî Değildi." Ve Yine Buyurdu Ki: "bu Şumûlün Ve Bu Umûmiliğin Sırrını, Muhammed Bâkî-billah'tan Sorduğum Zaman, Buyurdu Ki: "o Zamandan Bu Zamâna Kadar İsteyenlerin, Talebelerin Arzu Ve Himmetleri Azaldı Ve Karıştı; Talebelerin Anlama Ve Gayretleri De Azaldı. Şefkatin Çokluğu Sebebiyle Onlar Mücâhede Etmeksizin, Uğraşmaksızın, Büyük Gayret Sarf Etmeksizin Bu Yola Alınıyorlar. Böylece Arzu Ve İstek Sahrasında Yaya Yürüyenler, Bineğe Kavuşuyorlar Ve Soğuklukları Sıcağa Dönüyor." Muhammed Hâşim-i Keşmî Demiştir Ki: İmâm-ı Rabbânî Bu Sözleri Anlatıp Bitirince, Bir Âh Çekti Ve Şöyle Duâ Etti: "allahü Teâlâ Ona, Talebeleri Tarafından, Büyük Ve Hayırlı Karşılıklar Versin!"

muhammed Bâkî-billah Hazretlerinin Şefkati Ve Merhameti O Kadar Çoktu Ki, Bir Defâsındalâhor Şehrinde Kıtlık Vâki Olup, Yaşamak Güçleşmişti. O Günlerde O Da, Lâhor'da Bulunuyordu. Hattâ Birkaç Gün Yemek Bile Yemedi. Her Ne Zaman Huzurlarına Yemek Getirseler; "insanlar, Sokaklarda Açlıktan Can Verirken, Bizim Yememiz İnsafa Sığmaz." Derdi. Getirilen Yemeklerin Hepsini Açlara Dağıtırdı. Lâhor'dan Delhi'ye Giderken Çok Defâ, Yaya Yürüyen Bir Zavallıyı Görür, Hayvandan İnip, Onu Bindirir, Kendisi Yaya Yürürdü. Hattâ Tanıdıklarından Biri Bu Yaptığını Görerek: "kendisi Yaya Gidiyor." Denmesin Diye, Tevâzuundan Sarığını Başına İyice Geçirerek Kendisini Belli Etmezdi. Şehre Yaklaşınca Hâllerini Gizlemek Niyetiyle, Tekrar Hayvana Binerdi.

şefkati Ve Acıması Da Çoktu. Bir Gece Teheccüde Kalkmıştı. Bir Kedi Gelip Yorganının Üzerinde Uyumuştu. Sabaha Kadar Sıkıntı Ve Mihnetlere Katlanıp Kediyi Uyandırmadı. Eğer Kendisinden Bir Hârika, Bir Kerâmet Zuhûr Etseydi, Allahü Teâlânın Mahlûkâtına Olan Aşırı Şefkatinden, Acımasından Dolayı Olurdu.

delhi Şehrindeki Fazîletli Zâtlardan Biri, Evliyâlık Hâllerinin Hâsıl Olması İçin Ne Yapmak Lâzımsa Hepsini Göze Almıştı. Bunun İçin Her Tarafa Başvurdu. Senelerce Dolaştı, Fakat Kalb Gözü Açılmadı.maksadına Ulaşması İçin Edilen Duâlardan Bir Tesir Görmedi. Arayış İçinde Olan Bu Fazîletli Zât, Muhammed Bâkî-billah'ın Hâlini Ve Kemâlini, Tasavvuftaki Üstün Derecesini Duymuştu. Bir Gün Hâlini Ona Arz Etmeye Karar Verip, Muhammed Bâkî-billah At Üzerinde Giderken Yanına Yaklaştı. Atının Dizginlerini Tutup, Büyük Ve İçli Bir Yalvarma İle Vaziyetini Arz Etti Ve Meşakkatinin Son Bulmasını İstedi. Muhammed Bâkî-billah Ona Merhamet Ederek Atından İndi Ve Onu Şefkatle Kucakladı. Kuvvetlice Boynuna Sarılıp Sıktı. "allahü Teâlâ Senin Kalb Gözünü Açsın." Dedi. O Anda Teveccüh İçin Yalvaran Kimse Kalb Gözünün Açıldığını Müşâhede Etti. Muhammed Bâkî-billah'ın Teveccühü İle Kalb Gözü Açıldı.

üç Dört Yaşlarında Küçük Bir Çocuk, Kale'nin On Beş Yirmi Metre Yüksekliğindeki Duvarından, Zemini Taş Olan Yere Düşmüş Ve Kulaklarından Kan Gelip Nefesi Kesilmişti. Çocuğun Annesi Bu Hâdise Karşısında Çocuğunu Kucaklayıp, Çâresizlikler İçerisinde Ağlayıp İnleyerek, Doğruca Büyük Bir Velî Bildiği Muhammed Bâkî-billah Hazretlerinin Huzûruna Gitti. Derin Bir Üzüntü Ve İçli Bir Yalvarışla Çocuğunun Kurtulması İçin Himmet Ve Duâ İstedi. Muhammed Bâkî-billah Hazretlerinin Âdeti Şöyleydi Ki; Teveccüh Ve Tasarruflarını, Mânevî Yardımlarını, Sebebler Altında Gizlerdi. Bu Durum Karşısında Da Himmetini Gizleyip Bir Tıb Kitabı İstedi. Kitabı Alıp; "öyle Anlıyorum Ki Bu Çocuk Ölmeyecek!" Buyurdu. Orada Bulunanlar Hayretler İçerisinde Kaldılar. Muhammed Bâkî-billah Hazretleri Bundan Sonra Bir Müddet Sessizce Durup Çocuğa Himmet Ve Duâda Bulundu. Sonra Çocuk Eski Hâline Gelip Sapa Sağlam Oldu. Bu Hâdiseye Şâhid Olanların Şaşkınlığı Bir Kat Daha Arttı.

doğruluktan Ve Mürüvvetten Uzak Bir Asker, Muhammed Bâkî-billah'ın Komşularından Birine Eziyet Ediyordu. Muhammed Bâkî-billah Hazretleri, Bu Zulmü Görerek, Rahat Edemeyip, Askere Nasîhat Etti. Fakat O Zâlim Asker Nasîhatlerini Kabûl Etmedi. Bâkî-billah, Mazluma Merhametinin Çokluğundan, O Zâlime Şöyle Dedi: "merhameti Gibi Gayreti De Çok Olan Büyük Velîlerin Komşularına Yaptığınız Bu İş Sizi Helâk Eder. Haberiniz Olsun!" İki, Üç Gün Sonra O Zâlim Askeri Açıkça Hırsızlık Yapma Suçundan Yakaladılar Ve Öldürdüler.

muhammed Bâkî-billah Hazretleri Çok Tevâzu Gösterir Ve İnkisar, Kırıklık İçinde Hâllerini Hep Kusurlu Görürdü. Bu Hâl Kendisini O Kadar Kaplamıştı Ki, Eğer Talebesinden Biri Bir Kusur Etse Ve Bunu İşitse; "bunlar Bizim Fenâ Sıfatlarımızın Akisleridir. Biz Fenâ Olunca Onlara Da Akseder Onlar Ne Yapabilirler, Ellerinden Ne Gelir?" Buyurarak Yüksek Bir Tevâzu Gösterirdi.

emr-i Mârûf Ve Nehy-i Münker Yapıp, İyilikleri Bildirip, Kötülüklerden Sakındırırken, Şiddet Ve Sertlik Göstermezdi. Bir Kimse Dîne Uygun Olmayan Bir İş Yapsa Veya Söz Söylese, Yumuşaklıkla, Kinâye Ve Îmâ İle Sakındırır, Kalb Kırmak İstemezdi. Emr-i Mârûf Yaparken, Kendini Diğer İnsanlardan Ayırmamak Ve Üstün Görmemek İçin Çok Gayret Sarf Ederdi. Hiçbir Zaman Dilinde, Meclisinde Ve Sohbetlerinde Hiçbir Müslüman Kötülenmezdi. Huzûrunda Bulunanlardan Birinin Kalbinden Bir Müslüman Hakkında Kötü Bir Düşünce Veya Hafife Alma Düşüncesi Geçse, Muhammed Bâkî-billah Hazretleri Derhal Hakkında Kötü Düşünülen Kimseyi Medhedici Sözler Söyleyerek Konuşmaya Başlardı.

muhammed Hâşim-i Keşmî Şöyle Anlatmıştır: Bir Gün Câmilerden Birinin Yanında Talebelere Ayrılmış Bir Odada Oturuyordum. Bir Talebe Diğer Bir Talebe İle Evliyânın Hâlleri Üzerinde Konuşuyordu. Bir Ara Bu Talebelerden Biri, Muhammed Bâkî-billah'dan Bahsedip: "bu Güne Kadar Çok Yerler Gezdim. Bu Zamanda Onun Gibi Nefsini Terk Etmiş, Cefâlar Çekmiş, Kimse Yoktur." Diyerek Şöyle Anlattı:

hâce Kutbüddîn Hazretlerinin Mübârek Mezârlarının Başındaydım. Âniden: "muhammed Bâkî-billah Hazretleri Geliyor." Dediler. Mezâra Hizmet Eden Hizmetçi, Mezâra Yakın Bir Yere Onlar İçin Bir İskemle Ve Üzerine Minder Ve Örtü Koydu. Muhammed Bâkî-billah Hazretleri İçin Hazırladı. Muhammed Bâkî-billah Daha Teşrîf Etmeden Önce, Kendinden Habersiz Biri İçeriye Girdi. Gözü İskemleyi Ve Üzerindeki Örtüyü Görünce: "bu Nedir Ve Kimin İçindir?" Dedi. Hizmetçi; Muhammed Bâkî-billah'ı Göstererek; "gelen Şu Azîz İçindir." Dedi. O Kendinden Habersiz Adam Kızarak, Kötü Söyleyerek, Muhammed Bâkî-billah İçin Bağırmaya, Sövüp Saymaya Başladı. Bu Sırada Hazret-i Hâce Bâkî-billah İçeri Girdi. Söven Kimse, Onu Görünce Huzûrunda, Yüzüne Karşı Daha Kötü Sözler Söyledi Ve; "ey Filân! Sen Buna Lâyık Mısın Ki, Senin İçin Buraya Minder Koysunlar?" Dedi. Adam Bağırıp Çağırmaktan Ter İçinde Kalmıştı. Muhammed Bâkî-billah Hazretlerinin Orada Bulunan Talebelerinden Bir Çoğu, Onu Îkâz Etmek İstediler. Muhammed Bâkî-billah Hepsini Göz İşâreti İle Bu İşten Vazgeçirip Kendisi Kötü Sözler Söyleyen O Kızgın Adamın Yanına Gidip, Yumuşak Ve Tatlı Bir İfâde İle, "evet, Senin Dediğin Gibidir, Ben Öyleyim, Ben Ona Nasıl Lâyık Olurum, Benim Haberim Olmadan Bu İşi Yaptılar. Affediniz Efendim Ve Kalbinizi, Bana Karşı Kötü Düşünceden Boşaltınız." Deyip, Kaftanlarının Kolu İle O Bağıran Adamın Alnının Terlerini Sildi. Sonra Ona Birkaç Altın Verdi. Böylece Adamın Öfkesi Yatıştı. Bu Hâdiseyi Nakleden Kimse Sonra Şöyle Dedi: "ben O Adamın Bağırıp Çağırmaları Karşısında Muhammed Bâkî-billah Hazretlerinin Hâlinde Ve Konuşmasında En Ufak Bir Değişme Görmedim. İşte O Zaman Yeryüzünde, Melek Sıfatlı Bir Kimsenin Bulunduğunu Yakînen Anladım.

muhammed Bâkî-billah Hazretlerinin Zamânında Kendisini Seven Vâliler Kendisi Ve Fakirlere Dağıtması İçin, Altın Ve Gümüş Paralar Gönderirlerdi. Muhammed Bâkî-billah Hazretleri Bu Paraları Fakirlere Dağıtırdı. Maksaddan Ve Hakîkatten Uzak Bâzı Zavallılar Onu Kendileri Gibi Zannedip Dil Uzatırlardı.talebeleri Böyle Hâdiselere Mâni Olmak, Müdâhale Etmek İstedikleri Zaman, Buna Mâni Olur Yumuşaklık, Tatlılık Ve Güzel Vasıflar İle Sıfatlanmalarını Sağlardı. Talebelerine, Sözle, Hareketle, Kendilerini Kusurlu Ve Küçük Görme Hâlini Ve Yapılan Cefâlara Katlanmayı Dâimâ Gösterir Ve Buna; "maksada Kavuşturucu Bir Delîl Ve İrfân Yolunun Rehberi." Derdi.talebelerinden Buna Uymayan Bir Şey Meydana Gelseydi, Kırılarak Çok Nasîhat Ederdi.

hân-ı Hânân İsmiyle Meşhûr Abdürrahîm Hân Onu Sevenlerden Olup, Tam Bir Muhabbetle Bağlıydı. Bâkî-billah Hazretlerinin Hacca Gideceklerini Duyunca, Yüz Bin Rubiyye (o Zamânın Parası) Kendisinin Ve Talebelerinin Yemek Ve Yol Parası Olarak Gönderdi. "bu Hediyemi, Merhamet Ederek Kabûl Etsinler." Dedi. Muhammedbâkî-billah Hazretleri Bunu Duyunca Durup: "bizim Gibilerin Hacca Gitmesi Müslümanların Altın Ve Gümüşlerini Kendimize Sarf Etmenin Karşılığı Olmaz!" Deyip, Kabûl Etmedi Ve Geri Döndü.

giymede, Yemede, Oturmada Hiçbir Şeye Özenmez Ve Heves Etmezdi. Sevmediği Ve Tabiatının Arzu Etmediği Bir Yemeği Birkaç Gün Üst-üste Önüne Getirseler; "bir Başka Yemek Getirin." Demezdi. Bunun Gibi, Bir Elbise Uzun Bir Zaman Üzerinde Kalsaydı, "bir Başkasını Getirin Giyeyim." Demezdi.

bedenen Zayıf Olup, Dâimâ Abdestli Olmaya, Daha Çok İbâdet Ve Tâat Yapmaya Uğraşırdı.yatsı Namazından Sonra Odasına Döner Bir Mikdâr Murâkabe İle Meşgûl Olur, Âzâlarının Zayıflığı Galebe Gösterince, Kalkar Abdest Alır, İki Rekat Namaz Kılar, Yeniden Otururdu. Bedeninde Hâlsizlik Ve Yorgunluk Vâki Olunca, Tekrar Abdest Alır, Gecenin Çoğu Böyle Geçerdi.

yemek Yemede İhtiyâtı O Kadar Çoktu Ki, Bir Hediye Gelse, Onu; "biz Hediyeyi Geri Çevirmeyiz"hadîs-i Şerîfine Göre Geri Çevirmez, Ama Husûsî İşlerine De Sarf Etmezdi. Daha Temiz Ve Daha İyi Yerden Borç Alır Ve Fıkıhta Bildirildiği Şekilde "bu Daha Helâldir Ve Daha İyidir." Hükmü İle Hareket Eder Ve Hediyeyi Oraya Verirdi. Yemek Pişirenin Abdestli, Hattâ Huzur Ve Safâ Sâhiplerinden Olmasını, Yemek Pişirirken Çarşı, Pazar Ve Dünyâ Kelâmı Söylenmemesini İyice Tenbih Ederdi. "huzur Ve İhtiyât Sâhibi Olmayanın Yemeklerinden, Bir Duman Çıkar Feyz Kapısını Kapatır Ve Feyzin Gelmesine Engel Olur, Feyze Vesîle Olan Temiz Rûhlar, Kalb Aynasının Karşılarında Durmazlar" Derdi. Bütün Talebelerini Bu Husûsa Riayete Teşvik Eder, Az Bile Olsa, Riâyet Etmeyenlerin Hâllerinden Bunu Anlardı.

bir Gün Hâl Ve Keşf Sâhibi Dostlarından Biri Gelip; "hâlimde Bir Bağlanma, Bir Kapanma, Kalbimde Bir Karartı Görüyorum Ve Hissediyorum, Ne Kabahat İşlediğimi Bilemiyorum." Deyince, Hâce Hazretleri; "yemeklerde İhtiyâtsızlık Vâki Oldu." Buyurdu. "yemekler, Her Günkü Yemeklerdi." Deyince, Muhammed Bâkî-billah Hazretleri: "iyi Düşününüz, İyi Düşününüz Ki, Bundan Başkası Olmasa Gerek. Muhakkak Ufak Bir İhtiyâtsızlık Bu Hâle Sebeb Olmuştur." Dedi. İyice Düşününce; "yemek Pişerken, İhtiyâtlı Olmayan, Helâl Olduğu Şüpheli İki Üç Odunun Da Yemek Pişirmek İçin Yakıldığını Hatırladım." Dedi.bunun Gibi, Şüphelilerden Sakındığı Gibi, Mübâhların Fazlasından Da Sakınır, Mübâhları Zarûret Mikdârı Kullanırdı.

yemek Husûsundaki Bu İhtiyâtı, Onların Mübârek Yollarının Ve Hâllerinin Letâfet Ve Temizliği Sebebiyleydi. Temiz Bir Aynaya, Bir Nefesin Bile Tesir Edeceği Kadar, Saf Ve Temizdi. Bu Sebepten, Talebeleri Toplanınca, Etraflarında En Temiz Ve En Muhlis Olanları Oturturlardı. Aralarında Bir Yabancı Olsa, Hemen Onun Gafleti, Noksanlığı, Düşünceleri Mübârek Kalb Aynasına Aksederdi.

bir Gün Dervişlerden Birinin Bir Yorgana İhtiyâcı Oldu.hatırından, Ondan Bir Yorgan İstemeyi Geçirdi. Muhammed Bâkî-billah Hazretlerine Bu Düşüncesi, Zâhir Olup, Namazdan Sonra; "filân Dervişe Ve Yorgan İhtiyâcı Olanlara, Yorgan Veriniz." Buyurdu. O Derviş; "o Günden Beri Muhammed Bâkî-billah Hazretlerini Üzecek Bir Düşüncenin Kalbimden Geçeceğinden Korktum." Demiştir.

bir Gün, Azîzlerden Biri, Onun Muhlis Talebelerinden Birine, Arzu Ve İstek Dolu Bir Mektup Gönderdi. Bu Mektup Muhammed Bâkî-billah Hazretlerine Takdim Edildi. Yüksek Bir Tevâzu İle Mektubun Arkasına Şöyle Yazdı: "maalesef Bu Âcizde İş Yapacak Kuvvet Kalmadı.allahü Teâlâ, Bu Geride Kalmış Günlerinin Mâtemini Tutana Birkaç Gün Ömür Verirse, En Büyük Gayretle Maksadı Ararım, Hayâtımı Bu Yolda Veririm. Allahü Teâlâ Bu Miskine, Her İki Cihândaki İşini, Kudret-i İlâhiyyeye Bırakmasını Ve Bütün Tutulmalardan Kurtulmasını İhsân Eylesin. Âmin. Yâ Rabb-el-âlemîn... O Kardeşime Ricâ Ederim Ki, Bu Arzunun Husûlü İçin, Yüzünüzü Yerlere Sürünüz. Ve Fakîrin Bu Arzusuna Kavuşması İçin Allahü Teâlâya Duâ Ediniz. Zîrâ Arkadan, Gıyâben Yapılan Duâları, Allahü Teâlâ Hemen Kabûl Eder. Duâlar Ederim Efendim."

muhammed Hâşim-i Keşmî, Şeyh Tâceddîn'den Şöyle Nakletmiştir: Birgün Muhammed Bâkî-billah Hazretleri, Nehre Doğru Gidiyordu. Muzdarip, Garip, Çok Üzüntülü Olduğu Anlaşılıyordu. Ben De Arkasından Gidiyordum. Biraz Sonra, Arkasından Geldiğimi Anladı, Âh Ederek, İçli Bir Sesle; "ey Tâceddîn, Vâridât, Feyzler, Nûrlar, Hâller Ve Esrârı O Kadar Üzerime Yağdırıyorlar Ki, Bu Nehir Mürekkeb Olsa, Onları Yazamadan Biter. Amma Benim İçin Bunlardan Ne Çıkar. Benim Aradığım Görülemez, Bilinemez, İstek Anlatılamaz, İstenen Vasfedilemez." Buyurdu.

beyt:

ne Taleb Dile Gelir, Ne Matlûb Anlatılır,

ne Onun Bir Benzeri, Ne Bunun Misli Vardır.

 

muhammed Bâkî-billah Hazretleri, Tasavvuf Hâlleri İçinde Kendinden Geçmiş Bir Durumda Olmasına Rağmen, İki Sene Talebelerini Yetiştirmekle Meşgûl Oldu. Talebelerinin En Büyüğü Ve En Üstünü Olan İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Tasavvufta Yetişip Kemâle Ulaşınca, Kendini Sohbetten Tâlim Ve Telkinden Çekip, Dostlarını Ve Talebelerinin Yetiştirilmesini Ona Havâle Etti. Kendini Bu İşten Çekip, Yalnızlığı Tercih Etti. Âhirete Âit Büyük Bir Elem Ve Üzüntü İle Yalnız Kaldı. Sâdece Cemâatle Namaz Kılmak İçin Dışarı Çıkardı.

muhammed Bâkî-billah Hazretlerini Kim Görse; "yeryüzünde Yürüyen Bir Meyyite Kim Bakmak İsterse, Ebû Kuhâfe'nin Oğluna, Yâni Ebû Bekr-i Sıddîk'a Baksın." hadîs-i Şerîfini Hatırlardı. Bununla Berâber, Nazarlarının Heybet Ve Tesiri Duvarlara İşlerdi. Gafiller, Kendisini Görünce; "onları Görenler Allah'ı Hatırlarlar." hadîs-i Şerîfini Akıllarına Getirirlerdi. Hattâ Öyle Ki; Bir Gün Hindûların Tarlalarının Bulunduğu Bir Köydengeçiyordu. Orada Bulunanların Gözleri Muhammed Bâkî-billah Hazretlerine Takılınca, Birbirlerine: "bu Nasıl Bir İnsandır Ki, Onu Görünce Allah Hâtırımıza Geldi." Dediler.

bir Zât Şöyle Anlatmıştır: "bir Gün, Gelip Namaza Yetiştim Ve Muhammed Bâkî-billah'ın Da Bulunduğu Cemâate Dâhil Oldum. Her Taraf Doluydu. Yalnız Muhammed Bâkî-billah'ın Yanı Boştu. Ben, Muhammed Bâkî-billah'ı Yakînen Tanımıyordum. O Boşluğa Oturdum. Biraz Sonra Muhammed Bâkî-billah'ın Heybet Ve Azâmetleri Kalbime Hücûm Etti. Hattâ Ondan Bir Hayli Uzaklaştığım Hâlde Sükûnet Bulamadım. Elimde Olmayarak, Biraz Daha Arkaya Çekildim. Böylece, Öyle Bir Yere Geldim Ki, Ayağımı Biraz Daha Arkaya Götürsem Sofadan Düşecektim. Bu Hâl Bana Çok Tesir Etti O Günden Sonra, O Âriflerin Büyüğünün Muhlislerinden, Sevenlerinden Oldum."

bütün Bu Heybetiyle Berâber, ızdırabının Coşması Ve Şöhretten Kaçarak Kendini Halkın Gözünden Düşürmek Arzusu İle, Yalnız Başına Sokaklarda Ve Pazarda Dolaşır Ve Bir Duvarın Gölgesinde Toprağın Üstünde Otururdu. Bu Kendinden Geçme Ve Hayret Zamanlarında, Dinden Kıl Ucu Kadar Ayrılmaz, Azîmetle Olan Amellerinde Bir Gevşeklik Olmazdı.

eğer Talebelerinden Birinin Bir Edebi Terk Ettiğini Bilse, Zâhirde Kızmaz, Dile Almaz Ama Yakın Oldukları Hâlde, Bâtınlarını Ondan Çekerler, Ayırırlardı. Bâzan Rüyâda Îkâz Eden Emirler Verirdi. Hatâ Ve Eksikliklerini Talebelerine Bu Yollarla Bildirirdi.

mertebesinin Yüksekliğine En Büyük Delîl Şudur: İki Üç Sene İrşâd Makâmında Kaldı. Bu Kısa Zamanda, Nice İnsanlar Onun Şerefli Sofrasından Nasîb Aldılar. Hindistan Memleketi, Onların Bereket Ve İhsânları İle Doldu Ve Bu Diyarda Garib Olan, Bilinmeyen Ahrâriyye Yolu Büyük Revâç Görüp, Bu Yoldan Çok Büyüklerin Yetişmeleri, Onların Sâyesinde Mümkün Oldu.

muhammed Bâkî-billah Hazretleri, İnsanların Olgunluk Yaşı Olup, Mânevî Kemâllerin De Yaşı Olan Kırk Yaşına Gelince, Bu Sıkıntılarla Dolu Cihânın Darlığından Kurtulmak İstedi. Bu Günlerde Birinin Vefât Haberini İşitip Baştan Başa Dertli Olan Kalbinden İçli Bir Âh Sesi Duyuldu. Ve; "çok İyi Oldu, Kurtuldu" Buyurdu. Bundan Maksadı, Mevhûm Olan Varlık Libâsından Kurtulmaktır. Zîrâ Dünyâda Olanlar, Yalnız Matlûbu Duymakla Kalırlar. Şöyle Ki, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Vefâtı Zamanında, Bu Esrârı Terennüm Eyledi.

 

beyt:

ben Tenden Kurtulurum, O Hayâlden Kurtulur,

gideyim, Kavuşmanın Sonu Böyle Bulunur.

 

vefâtı Yaklaştığı Son Günlerde Hanımına; "ben Kırk Yaşına Gelince, Büyük Bir Hâdise Önüme Gelir." Buyurdu. Mübârek Ellerini Açtı Ve; "elimde Olan Çizgi, Sana Söylediğim Sözün Nişânıdır." Dedi. Yine Bu Günlerden Bir Gün, Eline Bir Ayna Alıp, Hanımını Çağırdı Ve; "gel Berâber Bu Aynaya Bakalım." Dedi. O Afîfe Hâtun Şöyle Demiştir; "aynada, Onu Tamâmen Beyaz Sakallı Gördüm Ve Korktum. Bana Böyle Görünmeyiniz, Bakmaya Gücüm Yetmiyor." Dedim. Tebessüm Etti Ve Kendini Asıl Şeklinde Gösterdi.

kendi Keşflerini, Bir Rüyâ Görmüş Gibi Anlatmaları Âdeti Olduğundan, "evliyâullahtan Birine, Bu Yakınlarda Nakşibendî Silsilesinin Büyüklerinden Biri Âhirete İntikâl Edecektir. Delhî Şehrinin Kenârında Bir Yere Gömülsün Ve İnsanlara Karışmaktan Kurtulsun Diye Bildirildi." Dedi. Bu Zâtın Kim Olduğu Husûsunda, Bâzı Talebeleri İstihâre Eylediler, İzin Verilmediğini Anlayınca, İstihâreden Vaz Geçtiler.

bir Gün Kendisi İçin; "bana Şöyle Bildirdiler Ki; Senin Dünyâya Gelmekten Maksadın, Tamam Oldu.dünyâda İşin Kalmadı, Artık Sefere Çıkmak Îcâb Ediyor." Buyurdu.

muhammed Bâkî-billah Hazretleri 1603 (h.1012) Senesinde Bir Hastalığa Tutuldu Ve Şöyle Buyurdu: Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr'ı Rüyâda Gördüm Ve Bana; "gömlek Giyiniz." Buyurdu. Bu Rüyâyı Anlattıktan Sonra, Tebessüm Etti Ve; "eğer Yaşarsam Öyle Yaparım, Yaşamazsam, Gömleğim Kefenimdir." Buyurdu.

bu Günlerde Sefere Çıkmak İsteyen Muhlis Talebelerinden Birine De; "birkaç Gün Bir Yere Gitmeyiniz, Son Günlerimi Yaşıyorum." Dedi. Sâdık Talebelerinden Birçokları Gelmişlerdi. Zâfiyetinin, Hastalığının Çok Olduğu Zamanlar, Derin İlimler Beyân Eyleyip, Çok Yüksek Hakîkatlerden Bahsetti. Bir Gece, Hastalık Ve Zâfiyet O Hâle Geldi Ki, Gören Can Vermekte Olduğunu Sanırdı. Bir Müddet Sonra Kendine Gelip; "eğer Ölmek Bu İse, Ne Büyük Bir Nîmettir. Bu Hâlden Kurtulmak İstemiyorum." Buyurdu. Cemâzilâhir Ayının Yirmi Beşindecumartesi Günü, Hazırlık Ve Ayrılık Eserleri Görünmeğe Başladı. Bütün Dostlarına Bakışları İle Vedâ Ederken, Talebeleri, Eshâbı Ve Dostları Ağlamağa Başladılar. Muhammed Bâkî-billah İse Tebessüm Buyurup Hayretle Bakıyor Ve Sanki: "siz Nasıl Dervişlersiniz, Kazâya Rızâ Dâiresinden Çıkıp Ağlarsınız." Diye Söylemek İstiyordu. Bu Sırada Talebelerinden Biri: "yâ İlâh-el-âlemîn" Mübârek Kelimesini Söyledi. Süratle Onun Tarafına Bakıp, Mübârek Yüzünü Onun Tarafına Çevirdi. Orada Olanlardan Biri "onların Bu Hareket Ve Teveccühü Hakîkî Mahbûbun İsmini Duyma Şevkindendir." Buyurunca, Bu Sözün Tesiri İle Mübârek Gözleri Yaş İle Doldu. İkindi Vakti Yaklaşmıştı. Sesli Olarak Allahü Teâlânın İsmini Zikretmekle Meşgûl Olup Böylece; "allah, Allah..." Diye Rûhunu Teslim Eyledi.

vefâtından Sonra, En Sâdık Talebeleri, Karar Verdikleri Bir Yere Mezârlarını Kazdılar. Fakat Tâbutu Oraya Götüremediler. Telâşla Bir Başka Yere Götürdüler. Tâbutu Yere İndirdikten Sonra, Ne Görsünler! Orası Bir Defâsında Muhammed Bâkî-billah Hazretlerinin Talebeleri İle Geldikleri Bir Yerdi. Beğendiği Bu Yerde Abdest Alıp, İki Rekat Namaz Kılmıştı. O Temiz Yerden Bir Mikdâr Toprak Eteğine Yapışmıştı Ve; "bu Yerin Toprağı Bizim Eteğimizi Tuttu." Buyurmuştu. Ana Caddeye Yakın Olan Bu Yerde Kabrini Kazdılar. Bu İrşâd Memleketinin Pâdişâhını, İçli Üzüntülerle Mezâra İndirdiler. Hâce Hüsâmeddîn Hazretlerinin Gayretleri İle, Mezârın Etrafına; Ağaçlar, Meyveler, Çiçekler Dikip, Orasını Gâyet Güzel Bir Bahçe Yaptılar. Kabr-i Şerîfini Ziyâret Edenler Bereket Ve Şifâ Bulurlar.

beyt:

magfiret Nûru Parlasın, Mezârında Mum Yerine,

kapına Gelenin Kalbi Gark Olsun Nûr Denizine.

 

fazîletli Zâtlar Ve Ârifler Vefât Târihi İçin Mersiyeler Yazdılar. Bu Şiirlerden Birinin Son Mısraında Geçen "bahr-ı Ma'rifet" İfâdesi, Ebced Hesâbına Göre, Muhammed Bâkî-billah Hazretlerinin Vefât Tarihi Olan Hicrî "1012" Senesini Göstermektedir. Bu Şiirin Tercümesi Şöyledir:

 

bir Zât Ki Mahbûbu İle Bâki Oldu,

ve Sıfatlarından Hep Fâni Oldu.

 

hâlıkına Âşık, Tam Bir Aşk İle,

mahlûkâta Çok Merhametli Oldu.

 

onun Vasl Senesi Susuz Dilime,

bak Ne Güzel "bahr-i Ma'rifet" Oldu.

 

mîr Muhammed Nûmân Şöyle Anlatmıştır: "horasanlı Bir Genci, Akra'da Hastahânede Hasta Yatar Gördüm. Hastalığını Sorduğumda; "ben Sağlam Bir İnsandım. Dekken'de Hazret-i Hâce Bâkî'yi Rüyâda Gördüm. Onların Aşkı İle Buraya Kadar Geldim. Vefâtı Haberlerini Duyunca, Çok Üzüldüm Ve Şimdi Hastayım. Bu Hastalığım Ve Harâb Hâlim, O Büyüğe Olan Muhabbetimdendir." Diyerek Hüngür Hüngür Ağladı.

muhammed Bâkî-billah'ın Eserleri Şunlardır:

1) Külliyât-ı Bâkî-billah: bir Kitapta Toplanmıştır. 2) Mektupları, 3) Rubâiyyât: bu Eserini İmâm-ı Rabbânî Hazretleri şerhu Rubâiyyât adıyla Şerh Etmiştir.

muhammed Bâkî-billah Hazretlerinin Mektuplarından Kırk Bir Tânesi, zübdet-ül-makâmâtkitabında Ayrı Bir Bölüm Olarak Yazılmıştır. Mektuplarından Bir Tânesi:

6'ncı Mektup (bu Mektup, Şeyh Tâceddîn'e Gönderilmiştir.):

"devamlı Abdestli Bulunmak, Helâl Yemek Yemeye Dikkat Etmek, Bütün Günahlardan, Gıybetten, Söz Taşıyıcılıktan, Mümini Aşağılamaktan, Müslümana Düşman Olmaktan, Kin Tutmaktan, Eli Altında Olanlara Kızmaktan Ve Sert Davranmaktan Sakınmak Lâzımdır. Bizim Yolumuzun Esâsı Budur. Bunlarsız İş Sağlam Olmaz. Ama Bu Sayılanlarda Arada Bir Gevşeklik Olursa, Bu İşi, Yâni Büyüklerin Verdiği Vazifeleri Ve O Yolun Îcâblarını Terk Etmemeli, Aksine Tövbe Ve İstigfâr Etmeli, Aldığı Ve Yapmakta Olduğu Vazifelere Daha Sıkı Sarılmalıdır. Meâlen: "muhakkak Ki Sevâplar, Günahları Götürür." âyetinin Sırrı Ortaya Çıksın. Doğru Yolda Bulunanlara Selâm Olsun!"

muhammed Bâkî-billah Hazretleri Buyurdular Ki:

"kalbinde Mârifet-i İlâhî İsteği Olmayanla Sohbet Etme, Arkadaşlırk Yapma. İlmini: Mevkî, Makam Ve Övünmek İçin Vesîle Eden Âlimlerden, Aslandan Kaçar Gibi Kaçınız."

"câhil Tarîkatçılarla Berâber Bulunmaktan Sakınınız."

"mârifetin Kısım Ve Mertebeleri Çoktur. İşin Esâsı, Dînimizin Esâsı Üzere Olmaktır."

"oruç Tutmak, Allahü Teâlânın Sıfatıyla Sıfatlanmaktır. Zîrâ Allahü Teâlâ Yemekten Ve İçmekten Münezzehtir."

"bu Yolun Büyükleri Son Derece Gayretli Ve Nâziktirler. Onların Yolu, Hiç Eksiksiz Resûlullah'ın Yoludur."

"rızâ Sâhiblerine, Belâlar Musîbet Değildir. Onlar Belâları Beğenmemezlik Etmezler. Çünkü, Belâları Veren Yine Allahü Teâladır."

"resûlullah'a Tâbi Olmak, Ehl-i Sünnet Vel-cemâat Îtikâdında Bulunmak Ve Bu Büyüklerin Nisbetini (bağlılık Ve Muhabbetlerini) Kalbinde Saklamak, Dünyânın Her Nîmetinden İyidir."

"sâdıklar Ve Hakîkate Erenler Sözbirliği İle Diyoruz Ki: "sırât-ı Müstakîm, Yâni Şaşmayan Doğru Yol, Ehl-i Sünnet Vel-cemâatin Yoludur."

"müslümanlık; Yapmak, Yaşamak, Ahkâm-ı İlâhîyeyi Yerine Getirmek Demektir."

"sözün Özü Şudur Ki: Gönül Dostla Olmalı, Beden De İşte Bulunmalıdır."

"sakın Helâl Ve Haramdan Her Bulduğunu Korkusuzca Yiyenlerden Olma!"

"haram Ve Şüpheli Bir Lokma Yememek İçin, Çok Gayret Ve Dikkat Etmelidir."

"ümîd İpinin Ucunu Hiçbir Zaman Elden Bırakmamalıdır."

 

kerâmet Ve Menkîbeleri

ana Duâsı

yine İlk Günlerine Temasla Şöyle Anlatmıştır: "o Günlerde Muhterem Annem; Kararsızlığımın, Kudretsizliğimin Ve Zayıflığımın Çokluğunu Görünce, Kırık Ve Mahzûn Bir Kalb İle İhtiyâç Ve Acz İçinde Ağlayarak Allahü Teâlâya Yalvarıp, Şöyle Duâ Etti: "ey Benim Ve Seni İstemekte Her Şeyden Vaz Geçmiş Ve Gençliğin Lezzet Ve Arzularından El Çekmiş Olan Oğlumun Rabbî! Ya Onu Maksadına Kavuştur Veya Beni Daha Yaşatma Ki, Oğlumun Maksadına Kavuşmamasına Ve Elemine Dayanamıyorum."annem Çok Defâ Gece Yarıları Sahralara Çıkar, Allahü Teâlâya Böyle Münâcât Ve Duâ Ederdi. O Duâ Ve Yalvarmaları Sebebiyle,allahü Teâlâ Benim Kalb Gözümü Açtı. Allahü Teâlâ Bizim Tarafımızdan Ona En İyi Karşılıklar Versin."

 

ben Değilim

horasanlı Bir Genç, Bir Müddet, Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyârî Üveysî'nin Feyz Ve Nûr Saçan Mezârına Gider. Bu Mübârek Zâtın Rûhâniyetinden, Hayatta Olan Bir Mürşid-i Kâmilin Kendisine Bildirilmesini İster. Muhammed Bâkî-billah Delhi'ye Geldiği Gece, Bu Genç Rüyâda, Nakşibendî Büyüklerinden Birinin Geldiğini Görür. Emre Uyarak, Muhammed Bâkî-billah'ın Huzûruna Gelip, Rüyâda Gördüklerini Arz Eder Ve Kabûl Edilmesi İçin Yalvarır. Fakat Cevâbında; "bu Miskîn Kendimi Bu İşe Lâyık Göremiyorum, Herhâlde Başkası Olsa Gerek." Buyurur. Çok Fazla Tevâzu Gösterdiği Ve Çeşit Çeşit Özürler Dilediği İçin, Genç Tekrar Kaldığı Yere Döner. Ertesi Gece Rüyâda Kendisine; "o Büyük, Huzûruna Çıktığın Ve Sana İnkisârını Beyân Eyleyen Zâttır." Buyururlar. Sabahleyin Tekrar Huzûruna Gelir, Fakat Bir Daha Geri Çevrilmez. İhtimâmla Kabûl Edilip, Her Ne Gördüyse Orada Görür.

 

sen Öyle Sanırsın

muhammed Bâkî-billah'ın Komşularından Bir Genç İçki İçer Ve Her Çeşit Kötülüğü Yapardı. Bunu Duyar Ve ıslâhı İçin Bekleyip Tahammül Ederdi. Bir Gün Hâce Hüsâmeddîn'in Haber Vermesiyle, Görevliler O Genci Yakaladılar Ve Hapse Attılar. Muhammed Bâkî-billah Bunu Duyunca, Hâce Hüsâmeddîn'i Çağırıp Darıldı. Hâce Hüsâmeddîn: "öyle Fâsık, Öyle Kötü Bir Kimsedir Ki, Kötülükleri Sayısız Ve Başkalarına Zarar Verir Hâldedir." Deyince, Üzüntülü Bir Şekilde, Derin Bir Âh Çekip Buyurdu Ki: "sen Kendini Sâlih, Temiz Ve Hayırlı Gördüğünden Senin Nazarında O, Fâsık, Kötü Ve Şerîr Görünüyor. Fakat Biz Ki, Hiçbir Şekilde Kendimizi Ondan Farklı Görmüyoruz. Nasıl Olur Da Onun Zararına Bir Söz Söyleriz?" Sonra O Genci, Araya Girerek Hapisten Çıkardılar. O Genç, Komşusu Muhammed Bâkî-billah Hazretlerinin Yakın Alâkası Ve Şefkati Karşısında Son Derece Memnun Olup, Günahlarına Tövbe Etti. Kötü İşlerden Vaz Geçti Ve Sâlihlerden Oldu.

 

hakîkî Tevekkül

muhammed Bâkî-billah Hazretleri Buyurdu Ki: "tevekkül, Sebebe Yapışmayıp, Tembel Oturmak Değildir. Çünkü Böyle Olmak, Allahü Teâlâya Karşı Edepsizlik Olur. Müslümanın Meşrû Olan Bir Sebebe Yapışması Lâzımdır. Sebebe Yapıştıktan Ve Çalışmaya Başladıktan Sonra Tevekkül Edilir. Yâni İstenilen Şey, Bunun Hâsıl Olmasına Sebeb Olan Şeyden Beklenilmez. Çünkü Allahü Teâlâ Sebebi, İstenilen Şeye Kavuşmak İçin, Bir Kapı Gibi Yaratmıştır. Bir Şeyin Hâsıl Olmasına Sebeb Olan İşi Yapmayıp Da, Sebepsiz Olarak Gelmesini Beklemek, Kapıyı Kapayıp Pencereden Atılmasını İstemeye Benzer Ki, Edebsizlik Olur. Allahü Teâlâ İhtiyâçlarımıza Kavuşmak İçin Kapıyı Yaratmış Ve Açık Bırakmıştır. Onu Kapamamız Doğru Değildir. Bizim Vazifemiz Kapıya Gidip Beklemektir. Sonrasını O Bilir. Çok Zaman Kapıdan Gönderir. Dilediği Zaman Da Pencereden Atarak Verir."

 

 

beyitler

ana Duâsı

muhammed Bâkî-billâh, Kerâmet Hazînesi,

velîler Zincirinin, Yirmi Sekizincisi,

 

imâm-ı Rabbânî’yi, Yetiştiren Büyük Zât,

kırk Yaşına Gelince, Eyledi Hakk’a Vuslat.

 

çocuk Yaşta Başladı, Din İlmini Tahsîle,

zâhirî İlimleri, Öğrendi Tamâmiyle.

 

tasavvufa Girmeye, Pek Çoktu Muhabbeti,

herkesi Şaşırtırdı, Bu Yoldaki Gayreti.

 

feyz Alacak Bir Velî, Bir Büyük Arıyordu,

her Nerede İşitse, O Yere Varıyordu.

 

öyle Çok Arardı Ki, Böyle Kâmil Bir Zâtı,

yetmezdi Fazlasına, Bir İnsanın Tâkatı.

 

hattâ Lâhor Şehrinin, Killi Olup Toprağı,

çok Çamurlu Olurdu, Yollarıyla Sokağı.

 

bu Çamurlu Yollarda, Bir Miktar Yol Yürümek,

çok Meşakkatli Olup, İnsanı Yorardı Pek.

 

lâkin O, Hiç Aldırış, Etmezdi Zerre Bile,

bir Gönül Sâhibini, Arıyordu Şevk İle.

 

bir Üstad Bulmak İçin, Çırpınıp Duruyordu.

annesi Bu Hâline, Hiç Dayanamıyordu.

 

gece Yarılarında Çıkarak Sahralara,

oğluna Duâ İçin, Yalvarırdı Allaha:

 

“yâ Rabbî, Evlâdımın, Murâdı Neyse Şâyet,

sevdiğin Kullarının, Hürmetine İhsân Et!

 

ya Kavuştur Oğlumu, Ne İse, Murâdına,

ya Beni Yaşatma Ki, Tâkatim Yoktur Buna.”

 

böyle Duâ Ederdi, Göz Yaşları Dökerek,

dergâhta Her Hizmeti, O Yapardı Severek.

 

hem Dahî Birden Fazla, Hizmetçiler Var İken,

o Yapardı Her İşi, Yaşlı Hâline Rağmen.

 

tâze Pişen Ekmeği, Verip Talebelere,

kendisi Kuru Ekmek Yer İdi Pek Çok Kere.

 

zevk İle Yapıyordu, Bilumum Hizmetleri,

bir Hasır Üzerinde, Yatıyordu Ekseri.

 

oğlu Bunu Görerek, Çok Acıdı Hâline,

yemek Yapma İşini, Verdi Başka Birine.

 

ve Lâkin Vâlidesi, Öğrendi Bu Haberi,

çok Üzülüp Ağladı, Fazlalaştı Kederi.

 

dedi: “ne Kabahatim, Oldu Ki, Bilmiyorum,

bu Kıymetli Hizmetten, Mahrum Ediliyorum.

 

ömrümün Sonlarında, Şu Mübârek Dergâha,

hem Dahî Fazîletli, Oğlum Bâkî-billâh’a,

 

hizmet Etmekten Gayri, Yok İdi Bir Sermâyem,

bu İdi Bu Dünyâda, Yaşamaktan Tek Gâyem.

 

âhirette Kurtuluş, Ümîdim Bu Hizmeti,

ne Yazık Ki, Kaçırdım, Elimden O Da Gitti.”

 

o, Böyle Söyleyerek, Ağlardı Kederinden,

lâkin Söyleyemezdi, Oğluna, Edebinden.

 

onun Bu Üzüntülü, Hâlini Öğrendiler,

gelip Bâkî-billâh’a, Bunu Haber Verdiler:

 

“efendim Olsun Şundan, Mâlûmatı Âlîniz,

hizmetten Oldum Diye, Çok Ağlıyor Anneniz.”

 

buyurdu Ki: “ben Ona, Merhamet Ettiğimden,

yemek Hizmetlerini, Almış İdim Kendinden,

 

mâdemki Üzülüyor, Hizmetin Gittiğine,

eski Hizmetlerini, Verin Yine Kendine.”

 

vâlidesi Sevinip, Şükreyledi Allah'a,

ve Teşekkür Eyledi, Oğlu Bâkî-billâh’a,

 

ganîmet Biliyordu, O Yaşta Bu Hizmeti,

kuvveti Az Olsa Da, Pek Fazlaydı Gayreti.

 

ilâhî, Bu Anneyle, Oğlunun Hürmetine,

dâhil Et Bizleri De, Cennet Ve Cemâline.

 

kaynaklar

1) Mektûbât-ı İmâm-ırabbânî

2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) S.1115

3) Mebde' Ve Me'âd Risâlesi; S.59

4) Mükâşefât-ı Gaybiyye; S.241

5) Eshâb-ı Kirâm; (6. Baskı) S.314

6) Zübdet-ül-makâmât; S.5

7) Umdet-ül-makâmât; S.84

8) Hadarât-ül-kuds; S.34

9) Hadâik-ül-verdiyye; S.178

10) İrgâm-ül-merîd; S.68

11) Behçet-üs-seniyye; S.77

12) Hadîkat-ül-evliyâ; C.1, S.92

13) Külliyât-ı Bâkî-billah

14) İrfâniyyât-ı Bâkî; S.7, 8, 9, 10

15) Hulâsât-ül-eser; C.4, S.288

16) Rehber Ansiklopedisi; C.12, S.287

17) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.16, S.66

Yorumlar
Kod: 1XP4X