Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Muhammed Ma‘sûm Fârûkî
  30 Mart 2018 Cuma , 23:34
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; Hindistan evliyaları, Serhend evliyaları, Muhammed Ma‘sûm Fârûkî

evliyânın Meşhûrlarından, Büyük İslâm Âlimi. Hicrî İkinci Bin Yılının Müceddidi İmâm-ırabbânî Hazretlerinin Üçüncü Oğludur. İnsanları Hakk'a Dâvet Eden, Doğru Yolu Göstererek Saâdete Kavuşturan Ve Kendilerine; "silsile-i Aliyye" Denilen Büyük Âlim Ve Velîlerin Yirmi Dördüncüsüdür. Mecdüddîn Ve Urvet-ül-vüskâ Lakablarıdır. Urvet-ül-vüskâ; Sağlam İp, Kendisine Uyulan Büyük Âlim Demektir. 1599 (h. 1007) Senesinde Hindistan'ın Serhend Şehrine İki Mil Uzakta Bulunan Mülk-i Haydar Mevkıinde Doğdu.

muhammed Ma'sûm Hazretleri Doğduğu Zaman Babası; "muhammed Ma'sûm'un Dünyâya Gelişi, Bizim İçin Çok Bereketli Ve Pek Mübârek Oldu. Onun Doğmasından Bir Kaç Ay Sonra Yüksek Hocamın (muhammed Bâkî-billah'ın) Huzûruna Kavuştum, Ona Talebe Oldum. Gördüklerimi Orada Gördüm." Buyurmuştur. Daha Üç Yaşında İken, Tevhîd Kelimesini Söylerdi. Kur'ân-ı Kerîmi Kısa Sürede Ezberledi. İlim Tahsîl Ettiği Sırada, On Bir Yaşında İken, Zikr Ve Murâkabe Yolunu Babasından Aldı. İmâm-ırabbânî Hazretleri Onun Hakkinda; "muhammed Ma'sûm'un Günden Güne Ân-be-ân Bizim Nisbetimizi Elde Etme Hâli; Dedesinin Yazdi?i vikâye kitabını, O Yazdıkça Arkasından Ezberleyen Şerh-i Mevâkıf Sâhibinin Hâline Benzer." Buyurdu. Babası İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Yine Onun İçin; "bu Oğlum, Sâbikûndan (bu Ümmetin Büyüklerinden) Dir." Buyurdu.

o Daha Küçük İken, Babası Onda Tam Bir Olgunluk Ve İrşâd Eserleri Gördü. İstidâdının Yüksekliğini Anlayınca Teveccüh Ve Nazarları İle Ona Yönelip, İstidâdının Altında Gizli Kemâlâtın Açığa Çıkmasını Bekledi. Buyurdu Ki: "hâl, İlimden Sonra Olduğu İçin, İlim Okumaktan Başka Çâre Yoktur." Bu Sebeple Oğluna Aklî Ve Naklî İlimleri Okutmağa Başladı. En Zor Ve En Derin Kitapları Satır Satır, Yaprak Yaprak Okumasını Emretti. Böylece Muhammed Ma'sûm Hazretleri, İlim Tahsîline Başladı. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Ona; "ilim Tahsîlini Çabuk Bitir Ki, Seninle Büyük İşlerimiz Vardır." Buyururdu. Daha On Dört Yaşında İken Babasına; "ben Kendimde Öyle Bir Nûr Görüyorum Ki, Bütün Âlem Güneş Gibi Ondan Aydınlanmaktadır. Eğer O Nûr Sönerse Dünyâ Karanlık, Zulmetli Olur." Diye Arzedince, Babası; "sen Zamânının Kutbu Olursun." Buyurarak Müjde Verdi. Nitekim Daha Sonra Bunu Kendisi Şöyle Belirtmiştir: "allahü Teâlâya Hamdü Senâlar Olsun. Vâd Edilen Ele Geçti. Babamın Müjdelediklerine Kavuştum."

muhammed Ma'sûm, İlminin Çoğunu Babasının Huzûrunda Öğrendi. Bu Tahsîli Sırasında İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Bir Mektubunda Onun Hakkında Şöyle Yazmıştır: "bu Günlerde Oğlum Muhammedma'sûm, şerh-i Mevâkif'i Bitirdi. Bu Aradayunan Felsefecilerinin Kusur Ve Hatâlarini İyi Anladi. Nice Faydalara Kavuştu. Allahü Teâlâya Bu İhsânından Dolayı Hamd Ve Senâlar Olsun." İlminin Bir Kısmını Da Büyük Ağabeyi Muhammed Sâdık'tan Ve Babasının Halîfelerinden Olan Büyük Âlim Muhammedtâhir-i Lâhorî'den Öğrendi. Ayrıca Başka Âlimlerden De İlim Öğrendi. Hadîs İlminde Babasından İcâzet, Diploma Aldı.

on Altı Yaşında İken, Bütün İlimlerin Tahsîlini Bitirdi. Bundan Sonra Tamâmen Tasavvufa Yönelip, Babasının Feyzlerine, Üstün Makamlara, Büyük Derecelere Ve Yüksek Kemâlâta Kavuştu. Kendinden Önce Yaşayan Büyük Velîlerin Bir Ömür Harcayarak Elde Ettiklerini, O Daha Çocukluğunda Elde Etti. Bu Durumu Kendisi Şöyle İfâde Etmiştir: "bu Fakîr, (yâni Muhammed Ma'sûm) O Esrar Denizlerinin Dalgıcı Oldum. O Yüksek Efendim (imâm-ı Rabbânî), Dâimâ Bu Fakîrin Hâlini Kontrol Ve Teftiş Ederdi. İlerlememi Yakından İncelerdi. Çok Teveccüh Buyururdu. Gizli Hakîkatleri Beyân Eyledikleri Zaman Bu Fakîrden Başkası, Şerefli Huzurlarında Yoktu. Kavuştuğum Şeyleri Sorduktan Sonra Çok İltifât Eylediler. Yüksek Hâllere Kavuştuğumun Müjdesini Verdiler. Allahü Teâlâya Bunun Ve Verdiği Nîmetler İçin Hamd Ü Senâlar Olsun."

muhammed Ma'sûm, Mübârek Babasının Feyzleri Ve Teveccühleriyle Çok Çabuk Kemâl Derecelerine Ulaştı. Kavuşma Yolu Pek Kısa Oldu. Bir Ömür Boyunca Elde Edilenler, Günler Ve Aylara Sığdırıldı. Öyle Yetişti Ve Yükseldi Ki, Onun Bereketi Ve Feyzleri Bütün Âleme Yayıldı.

imâm-ı Rabbânî Hazretleri Ömrünün Son Günlerinde Onu Husûsî Odasına Çağırıp Buyurdu Ki: "benim Bu Dünyâya Bağlılığım Yalnız Bu Kayyumluk Vazifesi Ve Muâmelesi Sebebiyle İdi. Devamlı Teveccühlerden Sonra O Sana Verildi. Bütün Mahlûkât Tam Bir Şevk İle Yüzünü Sana Dönüyor. Şimdi Bu Fânî Dünyâda Kalmak İçin Sebep Bulamıyorum. Bu Denî, Aşağı Ve Hakîr Dünyâdan Göç Etmem Yaklaştı." Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî Buyurdu Ki: "bu Fakîr, Bu Gizli Müjdeyi Duyduğum Hâlde Kalbim Parçalandı. Gözlerim Yaşla Doldu. Büyük Bir Elem Ve Üzüntü İle Kendimden Geçtim. Ne Dilimde Konuşacak Kuvvet, Ne Kulağımda Dinleyecek Kudret Kaldı. Bendeki Bu Değişmeyi Görünce, Şefkât Ve Merhametinin Çokluğundan Bir Müddet Daha Yaşayacağını İşâret Edip; "allahü Teâlânın Âdeti Şöyledir Ki; Birini Kendine Çağırır, Diğerini Onun Yerine Oturtur." Buyurdu.

muhammed Ma'sûm, Babası İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Vefâtından Sonra, Vâz Ve İrşâd Makâmına Geçip Talebe Yetiştirmeye Başladı. O Da İlim Ve Feyz Saçarak İnsanları Doğru Yola Dâvet Etti. İslâm Târihinde Rüşd Ve Hidâyeti Onunki Kadar Yaygın Olan Bir Âlim Ve Mürşid Görülmemiştir. Dokuz Yüz Bin Kişi Ona Talebe Olup Elinde Tövbe Etmiş, Talebelerinden Yüz Kırk Bini Evliyâlık Mertebelerine Kavuşmuş, Yedi Bini De Mürşid-i Kâmil, Tam Ve Olgun Bir Âlim Olarak Yetişip, İrşâd İle Emrolunmuştur. Talebeleri Onun Huzûrunda Bâzan Bir Ayda, Bâzan Bir Haftada Evliyâlık Kemâlâtına Ererler

di. Bâzılarını Bir Teveccühde, Makamların Hepsine Ulaştırırdı.

muhammed Ma'sûm Hazretlerinin Yetiştirdiği Mürşid-i Kâmillerden Herbiri, Bulunduğu Yerlerde İnsanlara Feyz Vererek, Onları İrşâd Ettiler, Hak Olan Doğru Yolu Anlattılar. Böylece Onun Feyz Ve Mârifeti Her Tarafa Yayıldı. Yapılan Bu Mükemmel Hizmetler, Îzâh Edilemeyecek Kadar Umûmileşti, Yaygınlaştı Ve Asırlar Sonrasına Aksetti. Talebelerinin Meşhûrlarından Olan Murâd-ı Münzevî Hazretlerinin Kabri İstanbul'dadır. İstanbul'da Medfûn Bulunan En Büyük Üç Evliyâdan Biridir.

muhammed Ma'sûm Hazretleri 1657 (h.1068) Senesinde Hacca Gitti. Bu Sefere Çıkıp Mukaddes Beldelere Varınca Buyurdu Ki: "bu Yerlerin Her Tarafını Peygamber Efendimizin Nûrları İle Dolmuş Buluyorum." Mekke Ve Medîne'de Bulundukları Müddetçe, Beyâna Sığmaz Hâller Müşâhede Eyleyip, Bir Kısmını Yakınlarına Anlatmıştı. Buyurdu Ki: "mekke-i Mükerremeye Geldiğim Zaman Tavâf-ı Kudûm Yaptım. Melekler Ve Hûrilerin Kâbe'yi Tavaf Ettiklerini, Böyle Şevk Ve Kavuşma Hasretinin İnsanlarda Olamayacağını Gördüm. Her Defâsında Kâbe'yi Üç Defâ Medhederlerdi. Kâbe'nin Etrâfından Göğe Kadar Her Yeri Kaplamışlardı."

yine Şöyle Buyurdu: "mekke'den Arafat'a Gitmek İçin Yola Çıktım. Mina'ya Varınca, Namaz Kılmak İçin Mescid-i Hîf'e Girdim. Peygamber Efendimiz O Mescidin Yakınında Çadır Kurmuş, Konaklamışlardı. Aynı Zamanda Orada Mûsâ Ve Hârûn Aleyhimesselâmın Makamları Vardı. Bu Mescidde Oturduk. Allah'ın Peygamberi Tam Bir Heybet Ve Celâl İle Geldi. O'nun O Mübârek Latîf Vücûdu Sebebiyle Yer Gök Nûr İle Doldu. Her Şey O Nûrun İçine Gömüldü."

mekke-i Muazzamada Bulunduğu Sıralarda, Büyük Kardeşihâce Muhammed Saîd Hastalanmıştı. Hastalığı Da Ağırdı. Kurtulması İçin Duâ Etti.teveccüh Buyurdu. Ağlayarak Allahü Teâlâya Sığındı. Ellerini Kaldırarak, İçli Duâ Eyledi. Sonra Buyurdu Ki: "duâ Esnâsında Müşâhede Eyledim Ki; Huşû İle Ellerimi Kaldırıp, Allahü Teâlâya Duâ Ettiğim Sırada, Mahlûkatdan Milyonlarcası, Bana Uyarak Ellerini Kaldırdılar. Murâdımın Hâsıl Olması İçin, Duâma İştirak Ettiler. Böylece Duâm Kabûl Oldu. Ağabeyimin Rahatsızlığı Geçip Tam Sıhhate Kavuştu."

yine Buyurdu Ki: "kâbe'de İdim. Hazret-i İbrâhim'i, Makâm-ı İbrâhim'de Gördüm. Onun Yakınında İnanılmıyacak Zuhûrlar Ve Garîb Hâller Buldum."

peygamber Efendimizin Dünyâyı Şereflendirdikleri Rebî'ul-evvel Ayının On İkinci Gecesi, Kabe'de Mültezem'in Yanında İken, İrşâd İle Meşgûl Olayım Mı, Yoksa Bu İşi Bırakıp Uzlette, Kendi Başıma Mı İbâdetle Meşgûl Olayım Diye Resûlullah Efendimize Tazarrû, Yalvarma Ve İlticâda Bulundum. Çok Kıymetli Olan İrşâd İle Meşgûl Olmam İçin Emrolundum. Allahü Teâlânın Rızâsının Tamâmen Bu İşte Olduğunu Ve Bu İşe Gayret Etmemi Bildirdi. Hattâ Bunu Terketmemin Hiçbir Şekilde Rızâsına Uygun Olmadığı Anlaşıldı.

urvet-ül-vüskâ Muhammed Ma'sûm Hazretleri Mekke-i Mükerremeden Ayrılıp, Cidde'ye Geldiği Zaman Buyurdu Ki: "nûrlar Ve Esrâr, Harem-i Şerîfin Dışında, İçindekilerden Daha Çok Görünmeğe Başladı. Zîrâ, Huzurda İken, Nûrların Ziyâsının Çokluğu, Onlara Bakmamıza Mâni Oluyordu. Bu Yüzden Hiçbir Tarafa Bakamıyordum Ve Her Şeyi İyice Anlayamıyordum. Nûrların Azalması, Bakmayı Kolaylaştırdığı İçin, Anlamak Da Mümkün Oluyor." Sonra Medîne'ye Gitmek Üzere Yola Çıktı.

medîne-i Münevvere Yoluna Büyük Bir Sevgi İle Koyuldu. Mescid-i Nebînin Nûrlarının Eserlerinin, Dalgalarının Görünmesi, Duyulmağa Başlaması, Bir An Evvel Bu Kıymetli Yerlere Kavuşmağı Hızlandırıyordu. Bunun Gibi Sahâbe-i Kirâmın Mübârek Mezârlarına Ulaşmak İçin Tam Gayret Ediyordu. Bedir Vâdisine Gelince, Sugra'da Yatan Bedir Muhârebesi Şehîdlerinden Hazret-i Abdülhâris'in Mezârını Ziyârete Gitti. Yanındakilerle Berâber, Bir Müddet Mezârın Başında Murâkabe Eyledi. Sonra; "onun Mezârının Başında Teveccüh Ettim. Kendisini Bulamadım. Bir Müddet Sonra Görünüp, Bize Doğru Geldi. Büyük Bir Neşe İle Beni Karşıladı." Buyurdu.sonra Medîne'ye Girdiler. Medîne'de Peygamber Efendimizin Kabrini Ziyâret Ederek, Uzun Müddet Murâkabe İle Meşgûl Oldu Ve; "peygamberlerin Sonuncusu, Kereminin Çokluğundan Ve Merhametlerinin Fazlalığından Gözüküp Yanıma Geldi.lütf Ve İnâyet Buyurup Beni Kucakladı. O Kadar Nîmete Kavuştum Ki, Bunun Gibisine Bu Zamâna Kadar Kavuşmamıştım." Buyurdu. Orada Bulunduğu Müddetçe Peygamber Efendimizi Bu Şekilde Defâlarca Görmüştür.

muhammed Ma'sûm Hazretleri Medîne-i Münevverede Bulunan Eshâb-ı Kirâmdan Birçok Zâtın Ve Diğer Büyük Zâtların Medfûn Bulunduğu Bakî' Kabristanını Da Ziyârete Gitti.bu Ziyâreti Sırasında Da, Eshâb-ı Kirâmın Büyüklerinin Rûhâniyeti İle Görüştü. Bakî' Kabristanında Vedâ Ziyâreti Yaparken, Hazret-i Osman'ın Nûr Saçan Mezârı Başında Oturdu. Diğer Mezârları Da Ziyâret İçin Oradan Ayrılırken, Hazret-i Osman'ın Rûhâniyeti Gözüküp Onu Uğurladı Ve Üç Defâ Öptü. Ayrıca Hazret-i Abbâs'ın, Hazret-i Âişe'nin, Hazret-i Fâtıma'nın, Peygamber Efendimizin Küçük Yaşta Vefât Eden Mübârek Evlâdı İbrâhim'in Ve Diğer Büyüklerin Rûhâniyetini Görmüştür. Onların Da Feyz Ve Bereketlerine Kavuştuğunu, Herbirinden Ayrı Ayrı Hâller Gördüğünü Bildirmiştir.

muhammed Ma'sûm-i Fârûkî Hazretlerinin Yüksek Talebelerinden Olan Muhammedhanîf-ikâbilî, Gençlik Yıllarında Kâbil Şehrinde Bulunurken, Rüyâsında İki Büyük Zâtı Görür. Kim Olduklarını Merak Edince Biri Gelip; "her İkisi De Müceddid-i Elf-i Sânî İmâm-ırabbânî Hazretlerinin Oğludur. Biri Rahmetler Hazînesi Muhammed Saîd, Diğeri Urvet-ül-vüskâ Muhammed Ma'sûm'dur." Dedi. O Da Beni Muhammed Ma'sûm'un Huzûruna Götür Deyince, O Şahıs Da; "ben Senin Yanına Onun İşâreti İle Seni Götürmek İçin Geldim." Dedi. Onu Alıp Muhammedma'sûm Hazretlerinin Huzûruna Götürdü. Muhammed Hanîf, Büyük Müjdelerle Dolu Olan Bu Rüyâsından Uyanınca, Gördüklerini Yakınlarına Anlattı. Büyük Bir Şevk Ve Cezbeye Kapılmıştı. Bunun Üzerine Kâbil'den Serhend'e Gitti.serhend'e Varınca Muhammed Ma'sûm Hazretlerinin Huzûruna Girip, Aynen Rüyâsındaki Gibi Gördü. Ona Talebe Olup Bir Müddet Derslerine Ve Sohbetlerine Devâm Etti. Hocasının Büyüklüğü, İhsânı Ve Himmeti İle Aklından, Hayâlinden Geçmeyen Derecelere, Kulakların Duymadığı, Gözlerin Görmediği Mârifetlere Kavuştu. Hocasından İcâzet Ve Hilâfet Alarak Memleketi Olan Kâbil'e Döndü. İnsanları İrşâda Ve Yetiştirmeye Başladı. Orada Bulunan Bir Takım Kimseler, Hocasının Ve Onun Üstünlüğünü Anlayamayıp Karşı Çıktılar. Nihâyet Bir Grup İnsan Aralarında Anlaşıp, Hâce Muhammed Hanîf'e Geldiler: "biz Bir Kerâmet, Bir Hârika Görmeyince, Sizin Büyüklüğünüze İnanmayız." Dediler. Ve; "biz Bir Ziyâfet Hazırlayacağız. Üstâdınızı Dâvet Ediyoruz. Bugün Yemek Vaktinde Onun Serhend'den Kâbil'e Gelmesini Bekliyoruz. Eğer Gelirse, Hepimiz Senin Taleben Oluruz." Diye İlâve Ettiler. Hâlbuki, Hocası İle Arasındaki Mesâfe Değil Bir Günlük, Bir Aylıktan Daha Uzak Ve Yüzlerce Kilometre İdi. Hâce Muhammed Hanîf Hazretleri, Hocasına Olan Bağlılığının Çokluğundan Ve Allahü Teâlânın Kullarına Şefkatinden, Bunu Kabûl Eyledi Ve; "hocam Muhammed Ma'sûm Hazretleri Yemeği Ekseriyetle Yatsı Namazından Sonra Yer. Siz Yemekleri Hazırlayın, Geleceğini Ümid Ederim." Dedi.

oradakiler Gülüp Oynamaya, Alaylı Bir Şekilde Yemekleri Ve Misâfir Odasını Hazırlamaya Başladılar. Vakit Gelince Hanîf'e; "yatsı Vakti Oldu. Artık Yemek Yiyelim." Dediler. Hâce Muhammed Hanîf Hazretleri De; "yemeği Getirin, Üstâdımın Yemek Yeme Zamânı Bu Zamandır." Buyurdu. Oradakilerin Bir Kısmı Yemeğin Getirilmesi İle Meşgûl Oldular. Bir De Ne Görsünler! Muhammedma'sûm Hazretleri Altı Oğlu İle Birlikte Evin Kapısından Girip Kendileri İçin Ayrılmış Olan Minder Üzerine Oturdu. Yüksek Oğulları Da Babalarının Etrâfında Halka Şeklinde Oturdular. Oradakiler Bu Hâli Görünce, Hayretler İçinde Kaldılar. Ne Yapacaklarını Şaşırdılar. Özür Ve Af Dilediler.

muhammed Ma'sûm Hazretleri Buyurdu Ki: "yalnız Muhammedhanîf'in Hatırı İçin Geldim. Onu Çok Sevdiğim Ve O Da Bana Bağlı Olduğu İçin Onu Kırmadım. Yoksa Maksadım, Niyetim Kerâmet Göstermek Değil. Sakın Bundan Sonra Evliyâdan Kerâmet İstemeyiniz. Büyük Zarar Ve Ziyanlara Düşersiniz." Hep Berâber Yemeğe Başladılar. Hem Yediler, Hem De Konuştular. Konuşulanlar, Yenenlerden Tatlıydı. Orada Bulunanlar, Muhammed Ma'sûm Hazretlerinin Sohbetini Dinleyerek Kalblerindeki Zulmetten Kurtuldular. Onu Sevenler Arasına Girip, Saâdete Erdiler. Her Ne Kadar Muhammed Ma'sûm Hazretlerinin Orada Biraz Kalmasını İstediler Ve Bu Bizim İçin En Büyük Saâdettir Dedilerse De, Muhammed Ma'sûm Hazretleri; "hiç Kimseye Haber Veremedim, Bundan Kimsenin Haberi Yok, Belki Bize Bağlı Olanlarda Bir Merak Ve Üzüntü Hâsıl Olur." Buyurup, Ayrıldılar.

sofî Pâyende Tılâ Kâbilî Anlatır: "muhammedma'sûm Hazretleri Bana İcâzet Verdikten Sonra, Memleketime Gidip, İnsanları İrşâd Etmemi Emretti. Bunun Üzerine; "efendim, İrşâd Makâmında Bulunmak, Masraf İster. Gelen Giden Çok Olur. Benim İse Sarfedecek Bir Şeyim Yoktur." Dedim. Bu Sözler Üzerine Bana; "ey Sofi! Bir Parça Kırmızı Ve Bir Parça Da Siyah Kâğıt Getir." Buyurdu. Hemen Gidip Getirdim. Mübârek Elleri İle O Kâğıtları, Para Şeklinde Kesti. Sonra ıslatıp Bana Verdi. Bu Kâğıtlar O Anda Altın Ve Gümüş Para Oldu. Hayretler İçerisinde Kaldım. Kendi Kendime; "bu Tasarrufu Bana İhsan Etselerdi, Ne İyi Olurdu" Dedim. Kalbimden Geçeni Anlayıp, Bana Tekrar Buyurdu Ki: "peki Bu Tasarrufu Hak Teâlânın İzniyle Sana Verdim. Ama İhtiyâcın Olduğu Zaman, Kullanırsın. Kırmızı Kâğıdı Yuvarlak Yapar, ıslatırsan Altın Olur. Siyah Kağıdı ıslatırsan Gümüş Olur."sonra İzin Alarak, Memleketime Gittim. Evimize Her Gün Misâfir Geliyordu. Buyurdukları Gibi Yapıyordum. Kâğıtlar, Altın Veya Gümüş Para Oluyordu. Hocamın Bu Tasarrufu İle Gereken Her Masrafı Karşılayıp İrşâd Vazifesine Devâm Ettim. Halk Tarafından Çok Sevildim Ve Böylece Onlara Hizmet Ettim." Bu Talebesinin İsmi, Altın Yapan Kâbilli Sofi Mânâsında; "sofî Pâyende Tılâ Kâbilî" Diye Meşhûr Olmuştur.

hüdâperest Hân Adında Bir Vâli, Vâliliği Bırakıp, Muhammed Ma'sûm Hazretlerine Talebe Olmuştu. Bir Gün Evine Altı Misâfir Gelmişti. Onlara Yedirecek Ve İkrâm Edecek Bir Şeyi Yoktu. Sohbet Ve Hatmi Kaçırmamak İçin Hocası Muhammed Ma'sûm'un Huzûruna Gitti. Hocası Muhammed Ma'sûm Hazretleri Sıkıntısını Kerâmetiyle Anlayıp, Sohbetten Sonra, Kendisine Ve Altı Misâfirine Onar Tâne Olmak Üzere Yetmiş Tâne, "enbe" Denilen Yemiş Verdi. Ayrıca Altı Misâfiri İçin, "eşrefî" Denilen Altı Altın Para Verdi Ve; "sen Bizim Oğlumuz Yerindesin, Burada Bulunduğun Müddetçe, Sana Misâfir Gelirse Hiç Çekinmeden Bize Haber Ver." Buyurdu.

muhammedma'sûm Hazretlerinin, Sofî Pâyende Kerbâs Adında Bir Talebesi, Huzûrunda Yetişip Halîfelerinden Oldu. Yanından Ayrılıp Memleketine Giderken, Ona Biraz Kumaş Vermişti. Verirken De; "bu Kumaşta Bereket Vardır." Buyurmuştu. Sofî Pâyende Uzun Zaman O Kumaştan Bir Parça Keserek Satıp İhtiyaçlarını Temin Etti. Kumaş Hiç Eksilmiyordu. Hayâtının Sonuna Kadar Böyle Devâm Etti. Vefâtından Sonra Da Vasiyeti Üzerine O Kumaş Kendisine Kefen Yapıldı. Bunun İçin, Kumaş Yapan Sofî Mânâsında "sofî Pâyende Kerbâs" İsmi İle Meşhûr Olup Anıldı.

muhammed Ma'sûm Hazretlerinin Talebelerinin Meşhûrlarından Ve Halîfelerinden Olan Hâce Muhammed Sıddîk'a, Peşâver'de İrşad, Talebe Yetiştirme Vazifesi Verilmişti. Bu Talebesi Şöyle Anlatmıştır: "hocam Muhammed Ma'sûm Hazretlerini Çok Özlemiştim. Mübârek Yüzünü Görüp, Sohbetinde Bulunmak İçin Peşâver'den, Serhend'e Gitmek Üzere Yola Çıktım. Bir Katıra Binip Yola Devâm Ediyordum. Yolda Katır Birden Bire Ürküp Kaçmaya Başladı. Sonra Da Beni Düşürdü. Ayağım Üzengiye Takıldı, Bir Türlü Kurtaramadım. Katır, Beni Sürüklemeye Başladı. Yanımda Ve Çevremde Beni Bu Hâlden Kurtaracak Hiçbir Kimse De Yoktu. Tam Bir Çâresizlik İçinde İken Hocam Muhammed Ma'sûm Hazretlerini Hatırladım. Allahü Teâlânın İzni İle Hocamın İmdâdıma Yetişmesini İstedim. Daha Böyle Düşünür Düşünmez Hocam Âniden Gözüküverdi. Katırı Tutup Durdurdu. Ben Ayağımı Üzengiden Kurtarıp, Yerden Kalkıncaya Kadar Bekledi. Ayağa Kalkınca Hocamın Ayaklarına Kapanıp, Bu Yardımından Dolayı Memnûniyetimi Ve Muhabbetimi Arzetmek İstedim. Fakat Ben Ayağa Kalkar Kalkmaz Hocam Gözden Kayboldu, Onu Orada Göremedim."

yine, Talebelerinin Büyüklerinden Hâcemuhammedsıddîk Şöyle Anlatmıştır: "hocam Muhammedma'sûm Hazretlerinin Sohbetine Ve Derslerine Devâm Ettiğim Sırada, Memleketime Gidip Gelmek Üzere İzin Almıştım. Yola Çıkıp Bir Müddet Gittikten Sonra, Yolda Derin Bir Su Kenarında Durdum. Gömleğimi Yıkamak İstedim. Fakat Bu Sırada Ayağım Kaydı. Birden Bire Suya Düşüp Batmaya Başladım. Su Beni Boyluyordu. Yüzme De Bilmiyordum. Bir Batıyor Bir Çıkıyordum. Ölmek Üzereydim. Tam Bu Sırada Hocam Muhammed Ma'sûm Hazretleri Gözüküp Elimden Tuttu Ve Beni Boğulmaktan Kurtardı. Sonra Da Gözden Kayboldu."

yine Bu Talebesi Şöyle Anlatmıştır: "bir Gün Kendimden Geçip Muhabbet Ateşiyle Yanarak Sahralara Düşmüştüm. O Kadar Gitmişim Ki Sahraya Dalıp Şehirden Çok Uzaklaşmışım. Sahrada Öyle Susamıştım Ki, Neredeyse Susuzluktan Ölecektim. Ben Bu Hâlde Çâresiz İken, Hocam Muhammed Mâ'sûm Hazretleri Uzaktan Gözüküverdi. Hemen Şevk İle Sevinerek Hocamın Yanına Koştum. Tam Huzûruna Varınca Hocam Gözden Kayboldu. Fakat Hocamın Bana Gözüküp, Sonra Da Gözden Kaybolduğu Yerde Bir Pınar Buldum Ve Suyundan İçtim. Böylece Şiddetli Susuzluktan Ve Helak Olmaktan Kurtuldum."

muhammed Ma'sûm Hazretlerinin Sohbetinde Bulunmakla Şereflenen Ve Talebesi Hâce Muhammed Sıddîk'ın Talebesi Olan Bir Zât Şöyle Anlatmıştır: "bir Defâsında Hayvanıma Odun Yükleyip Getirirken Yük Devrilip Yıkıldı. Yalnızdım Ve Tekrar Yüklemek İçin Yardım Edecek Kimsem Yoktu. Çâresiz Kalakaldım. Tam Bu Sırada Muhammed Ma'sûm Hazretleri Birden Bire Karşıma Çıkıverdi. Yıkılan Yükü Hayvanın Üzerine Koydu Ve Gözden Kayboldu."

muhammed Ma'sûm Hazretlerinin Talebelerinin Büyüklerinden Olan Hâce Mûsâ Şöyle Anlatmıştır: "hocam Muhammed Ma'sûm Hazretleri Bana, İcâzet-i Mutlaka Ve Hilâfet Verip; "size İtâat Ederler, Sözünüzü Dinlerler." Buyurup, Memleketime Dönmemi Söylediği Zaman Kendisine; "bizim Memleketimizdeki Halk, Sert Tabiatlıdır, Böyle Şeyleri Bilmezler, Zâhirî Bir Kerâmet Ve Tasarruf Görmezlerse Bu Yola Girmezler. Hattâ Böyle Olunca Alay Ederler. Oradaki İnsanlar, Sert Tabiatlı Ve Sıkıntı Vericidirler. Onlar Hakkında Öyle Bir Teveccüh Buyurunuz Ki, İtâat Etsinler. Böyle Olunca Elbette Oradakiler De Sevenlerden Ve Muhlislerden Olurlar." Diye Bildirdim. Bunun Üzerine Hocam; "senin İsminin Anıldığı Yerde, Sana İtâat Ederler. Bir De, Senin Duân Her Hastalığa Şifâdır. Onunla Hastaları İyi Edersin. Oradaki Bütün İnsanlar Sizi Severler." Dedi. Gerçekten Hocamın Buyurduğu Gibi Oldu."

sa'dullah Hân, Şâh Cihân'ın Yanındayken, Muhammed Ma' Sûm Hazretlerinin Büyük Bir Mürşid-i Kâmil Olduğunu İnkâr Ederek, Dil Uzatıp Hâllerini Yalanlamıştı. O Anda Kulunç Hastalığına Tutuldu. Bu Hastalığa Birdenbire Yakalanıvermesinin, Muhammed Ma'sûm Hazretleri Hakkında Söylediği Kötü Sözlerden Olduğunun Farkına Vardı. Pişmân Oldu Ve Muhammedma'sûm Hazretlerine Beş Yüz Rupye (o Zamânın Parası) Ve Bâzı Hediyeler Gönderdi. "benim Kusur Ve Anlayışsızlığımı Affetsin." Diye Haber Yolladı. Bir Bardak İçerisinde De Su Gönderip Şifâ Olması İçin Suya Okumasını Da İstemişti. Fakat Muhammed Ma'sûm Hazretleri Bunları Aslâ Kabûl Etmedi. Oğulları O Kimseyi Kurtarmak İçin Çok Yalvarınca, Buyurdu Ki: "yalan Söyleyenlerin Nefesinde Bereket Ve Şifâ Olmaz. Bize Yalancı Dedi." O Hânın Adamlarına; "çabuk Gidiniz. Onun Rûhu, Bu Cevâbı Bekliyor." Buyurdu. Sa'dullah'ın Adamları, Utanarak Geri Döndüler Ve Duyduklarını Söylediler. Sa'dullah Hân Bu Sözleri İşitince O Anda Öldü.

berekât-ı Ma'sûmî Kitabının Müellifi Şöyle Anlatmıştır: "bir Gün Evrengzîb'in Oğlu, Zamânın Pâdişâhı Muhammed Muazzam Şâh'ın Meclisindeydim. Muhammedma'sûm Hazretlerinin Tasarruflarından Bahsediliyordu. Muhammed Muazzam Şâh Dedi Ki: "sultan Evrengzîb, Keşmîr'e Giderken, İrşâd Diyârı Olan Serhend'den Geçiyordu. Urvet-ül-vüskâ Muhammed Ma'sûm Hazretlerini Ziyâret İle Şereflendi. O Sene, Pâdişâh Olmasının Beşinci Senesiydi. Ben De Babamın Yanındaydım. Muhammed Ma'sûm Hazretleri; "baban Vefât Ettikten Sonra, Pâdişâhlık Sana Geçecektir." Buyurdu. Kırk Beş Sene Sonra Bu Müjdesi Doğru Çıktı. Evrengzîb'in Pâdişâhlık Müddeti Elli Sene İdi."

muhammed Ma'sûm Hazretlerinin, Vefât Ettiği Sene, Şa'bân Ayının On Beşinci Gecesi, Yâni Duâların Kabûl Olduğu, Ecellerin Takdir Edildiği Berât Gecesinde, Talebelerinden Bâzı Hâdiseleri Sorup Cevap Aldı. Sonra Da; "bir Kutbun İsmini Yaşayanlar Defterinden Sildiler." Buyurarak, Vefât Edeceğine İşâret Etti.yine Vefâtına Yakın Bir Zamanda Bir Yerde Durup; "pek Yakında Kemâl Sâhiplerinden Birinin Mezârı Burası Olur." Buyurdu. Vefât Edince Kabrinin Orası Olduğunu Görenler Bu Sözdeki İşâreti Anladılar. Yine O Günlerde Babası İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Kabrini Ziyâret Ettiği Sırada Ondan Âhiretin Hâllerini Sorduğunu Ve Babasının Cevâbında; "burada Her Şey Rahmet İledir" Buyurduğunu Bildirdi Ve Ertesi Gün Vefât Etti.vefâtları 1668 (h.1079) Senesi Ağustos Ayının On Yedinci Günü Öğle Vakti İdi. Cenâzesini, Ahund Sücâdil Yıkadı. Mübârek Ağzını Yıkamaya Sıra Gelince, Yıkayıcı; "bu Mübârek Ağzı Açmaya Tâkat Getiremiyorum." Dedi. Bunun Üzerine Muhammed Ma'sûm Hazretleri Kendisi, Hayatta Olanlar Gibi Ağzını Açtı, Suyu Ağzına Aldı Ve Ağzını Çalkaladı. Orada Bulunanlar Bu Hâli Görünce Şaşırdılar. Namazını En Küçük Kardeşi, Şeyh Yahyâ Kıldırdı. Mezârı, Hayatta İken; "burada Kemâl Mertebelerine Kavuşan Bir Fakîrin Mezârı Bulunur" Buyurduğu Yer Oldu. Bâbür Sultânı Ve Talebesi Olan Evrengzîb Âlemgir, Kabri Üzerine Yüksek Kubbeli Bir Türbe Yaptırdı. Türbesi, Babası İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Türbesinin Birkaç Yüz Metre Kuzeyindedir. İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Mektûbât'ında, Bu Oğluna Yazdığı Mektuplar Vardır.

muhammed Ma'sûm Hazretlerinin Kıymetli Neslinden Pekçok Veli Yetişmiş Ve Zamanlarının Kutbu Olmuşlardır. Bütün İslâm Memleketlerine Feyzleri Yayılıp Nûrlandırmıştır. Ecdâdlarının Vârisleri Ve Yeryüzünün Meşhûrları Olmuşlardır. Hidâyet Ve İrşâdda Yüksek Derece Kazanmışlardır.

muhammed Ma'sûm Hazretlerinin Üç Ciltlik;mektûbât-i Ma'sûmiyye adli Bir Eseri Vardir. Bu Üç Cildde Toplam Alti Yüz Elli İki Mektup Vardir. Son Olarak 1976 (h.1396) Senesinde Pakistan'in Karaçi Şehrinde Bastirilmiştir. Fârisî Olan Bu Mektuplar Arasindan Yüz Kirk Bir Adedi Seçilerek;müntehâbât-i Ma'sûmiyye adi İle İhlâs Holding A.ş. Tarafindan Bastirilmiştir. Muhammed Ma'sûm Fârûkî Hazretleri mektûbât-i Ma'sûmiyye'sinin 1. Cild 4. Mektubundaşöyle Buyurmaktadır:

"bu Bir Köşede Unutulmuşu Hatırlıyarak, Kardeşim Mevlânâ Muhammed Hanîf İle Gönderdiğiniz Mektup Geldi. Okuyunca, Çok Sevindirdi. Ortağı, Benzeri Olmayan Cenâb-ı Hakk'a Bağlılığınızı Ve O'nun Muhabbetinin Ateşi İle Yandığınızı Okuyunca, Sevincimiz Kat Kat Arttı. Bu Âhir Zaman Fitne Ve Zulmeti İçinde, Allahü Teâlâ, Bir Kulunun Kalbine, Kendi Sevgisini Yerleştirir Ve Kendi Hicrânı, Ayrılığı İle Onu Yakarsa Ne Büyük Nîmettir! Bu Nîmetin Kıymetini Bilip, Şükrünü Yapmak Lâzımdır. Durmayıp, Bunun Artmasına Çalışarak, Aşk-ı İlâhînin, En Son Derecesine Yükselmesini Beklemelidir. Hakîkî Matlûbdan Başka Hiçbir Şeye Gönül Bağlamamalı, Faydası Olmayan Şeylerle Uğraşmamalıdır. Muhabbet Ateşi, Nefs-i Emmârenin Azgınlığından, Yükselmesinden Meydana Gelen, İzzet-i Nefs Perdesini Tamâmen Yakarak, Ezelî Ve Ebedî Kemâlâtin Nûrlari, Kalbi Aydinlatmalidir. "nîmetlerime Şükrederseniz, Onlari Arttiririm." (ibrâhim Sûresi: 7) Buyrulmuştur.

ey Mes'ud Ve Bahtiyâr Kardeşim! Allahü Teâlânın Sevdiği Kullarının Yolunda Yürümek Arzusunda İsen, Bu Yolun Şartlarını Ve Edeblerini Gözetmelisin! En Önce, Sünnet-i Seniyyeye Yapışmak Ve Bid'atlerden Sakınmak Lâzımdır. Çünkü Allahü Teâlânın Sevgisine Ulaştıran Yolun Esâsı Bu İkisidir. İşlerinizi, Sözlerinizi Ve Ahlâkınızı, Dînini Bilen Ve Seven, Dindâr Âlimlerin Sözlerine Ve Kitaplarına Uydurmalısınız. Sâlih Kullar Gibi Olmalısınız Ve Onları Sevmelisiniz. Uykuda, Yemekte Ve Söylemekte Aşırı Gitmeyip, Orta Derecede Olmalısınız. Seher Vakti (yâni Gecelerin Sonunda) Kalkmağa Gayret Etmelisiniz. Bu Vakitlerde İstigfâr Etmeyi, Ağlamayı, Allahü Teâlâya Yalvarmayi Ganîmet Bilmelisiniz. Sâlihlerle Berâber Olmayi Aramalisiniz. "insanin Dîni, Arkadaşinin Dîni Gibidir." hadîs-i Şerîfini Unutmayınız! Şunu, İyi Biliniz Ki, Âhireti, Seâdet-i Ebediyyeyi İsteyenlerin, Dünyâ Lezzetlerine Düşkün Olmaması Lâzımdır.

mübâh Olan Lezzetleri Bırakamazsanız, Hiç Olmazsa, Haramlardan Ve Şüphelilerden Kaçınınız. Böylece Âhirette Kurtulmak Umulsun. Fakat, Her Türlü Altın Ve Gümüş Eşyânın Ve Çayırda Otlayan Hayvanların Ve Ticâret Eşyâsının Zekâtını, Topraktan, Tarladan, Ağaçtan Alınan Mahsüllerin Öşrünü De Her Hâlükârda Vermek Lâzımdır. Bunların Verilecek Mikdârları, Fıkıh Kitaplarında Bildirilmiştir.

zekâtı Ve Fıtraları, İslâmiyetin Emrettiği Kimselere Seve Seve Vermelidir. Akrabâyı Ziyâret Etmeli, Mektupla Gönüllerini Almalıdır. Komşuların Haklarını Gözetmelidir. Fakirlere Ve Borç İsteyenlere Merhamet Etmelidir. Malı, Parayı, İslâmiyetin İzin Vermediği Yerlere Harcetmemeli, İzin Verilen Yere De, İsrâf Etmemelidir. Bunlara Dikkat Edince, Mal Zarardan Kurtulur Ve Dünyâlıklar, Âhiretlik Hâlini Alır. Belki De Bunlara Dünyâ Denmez.

iyi Biliniz Ki, Namaz Dînin Direğidir. Namaz Kılan Bir İnsan, Dînini Doğrultmuş Olur. Namaz Kılmayanın Dîni Yıkılır. Namazları, Müstehap Zamanlarda, Şartlarına Ve Edeblerine Uygun Kılmalıdır. Bunlar Fıkıh Kitablarında Bildirilmiştir. Namazları Cemâatle Kılmalı, Birinci Tekbîri İmâm İle Birlikte Almağa Çalışmalıdır Ve Birinci Safta Yer Bulmalıdır. (câmiye Geç Gelip, Birinci Safa Geçmek İçin, Safları Yarmak, Cemâate Eziyet Vermek Haramdır.) Bunlardan Biri Yapılmazsa Mâtem Tutmalıdır. Kâmil Bir Müslüman, Namaza Durunca, Sanki Dünyâdan Çıkıp Âhirete Girer. Çünkü Dünyâda Allahü Teâlâya Yaklaşmak, Çok Az Nasîb Olur. Eğer Nasîb Olursa O Da Zılle, Gölgeye, Sûrete Yakınlıktır. Âhiret İse, Asla Yakınlık Yeridir. İşte Namazda, Âhirete Girerek, Burada Nasîb Olan Devletten Hisse Alır. Bu Dünyâda Hasret Ve Firâk Ateşi İle Yanan Susuzlar, Ancak Namaz Çeşmesinin Hayat Suyu İle Serinleyip Rahat Bulur. Büyüklük Ve Mâbûdluk Sahrâsında Şaşırmış Kalmış Olanlar, Namaz Gelininin Çadır Etekleri Altında Vuslatın (matlûba Kavuşmanin) Kokusunu Duyarak Hayrân Olurlar. Allahü Teâlânin Sevgili Peygamberi Buyurdu Ki: "bir Mümin Namaz Kilma?a Başlayinca, Cennet Kapilari Onun İçin Açilir. Rabbi İle Onun Arasinda Bulunan Perdeler Kalkar. Cennet'te Olan Hûriler Onu Karşilar. Bu Hâl, Namaz Bitinceye Kadar Devâm Eder."

bu Yolun Büyüklerinden Birini Buluncaya Kadar; Kur'ân-ı Kerîm Okuyarak, İbâdetleri Yaparak, Kıymetli Kitaplarda Ve Hadîs-i Şerîflerde Bildirilen Duâları, Tesbihleri Okuyarak Vakitlerinizi Mâmûr Ediniz! Bu Duâ, Tesbîh Ve İbâdetlerden Bir Kısmını Bu Fakîr, Toplamıştım. Mevlânâ Muhammedhanîf Almıştı. Zamânınızın Çoğunu; "lâ İlâhe İllallah" Kelimesini Söylemekle Geçiriniz. Kalbi Temizlemekte Çok Tesirlidir. Her Gün, Belli Mikdâr Okursanız İyi Olur. Abdestli Ve Abdestsiz Söylenebilir. Bu Yolun Büyüklerini Sevmeyi Saâdetin Sermâyesi Biliniz! Bu Yolda İlerleten En Kuvvetli Vâsıtanın, Bu Muhabbet Olduğunu Biliniz.fârisî Beyt Tercümesi:

 

aradığın Hazînenin Nişânını Verdim Sana!

belki Sen Kavuşursun, Biz Varamadıksa Da!

 

allahü Teâlâ Size Ve Doğru Yolda Gidenlerin Hepsine Selâmet Ve Rahatlıklar Versin!" (birinci Cild, On Dördüncü Mektup.)

muhammed Ma'sûm Fârûkî Hazretleri Buyurdu Ki: "âdet Olarak, Riyâ, Gösteriş Olarak Değil De, Allah Rızâsı İçin, Fakirlere Yemek, Sadaka Verip, Sevâblarını Meyyitin Rûhuna Göndermek İyi Olur Ve Büyük İbâdet Olur."

"insanlar Arasına Karışmak, Eğer Onların Haklarını Yerine Getirmek İçin Olursa Zikr Olur."

"belâların Ve Şiddetli Şeylerin Kalkması İçin İstigfâr, Tövbe Etmek Çok Faydalıdır."

"kulun ıslah Olması, Kalbinin ıslah Olmasına Bağlıdır. Fesâdı Da Kalbin Fesâdına Bağlıdır."

"sâlih Amellerin Sevâbını Bütün Müminlerin Rûhuna Hediye Etmek İyi Ve Makbûldür. Her Birine Ayrı Sevâb Ulaşır. Hakkında Hediye Etmek İçin Niyet Edilip Okunan Ve Hediye Edilen Meyyitin Sevâbı Hiç Eksilmez."

"insanın İzzeti, Îmân Ve Mârifet İledir. Mal Ve Mevkî İle Değildir."

"insan Her Neye Kavuşursa, Başına Ne Gelirse Bunların Hepsi Takdir-i Ezeliyye İledir."

"insandan Bu Fânî Dünyâda İstenen, Kulluk Vazifesini Yerine Getirip, İbâdetleri Yapmasıdır."

"allahü Teâlâ İnsanı Beyhûde Yaratmadı Ki, İnsan Kendi Hâline Terk Olunsun. İstediğini Yapsın, Hevâ-yı Nefse Ve Hoşuna Giden Şeye Uysun!o, Emirlere Uymakla Ve Yasaklardan Sakınmakla Mükellef Kılınmıştır. İnsan İçin Bunu Yapmaktan Başka Çâre Yoktur. Bunu Yapmayıp, Nefsine, Arzu Ve Hevesine Uyanlar, Âsi, İnadcı Olup, Allahü Teâlânın Gazabına Uğrarlar Ve Çeşitli Azablara Müstehak Olurlar."

"vakitleri Zikr Ve Tefekkür İle Mâmûr Etmek Lâzımdır. Vakti En Mühim İşler İle Geçirmelidir. Yalnızken Ve Başkaları İle Birlikte İken Takvâ Ve Havf (korku) Üzere Olmalı Ve Ölüm Ânını Düşünüp, Tefekkürü Terk Etmemelidir."

"allahü Teâlânın Rızâsını Kazanmak İçin Can Atarak Gayret Göstermek, Vakti Zikr Ve Tefekkür İle Geçirmek Lâzımdır. Gecelerin Karanlığını İstiğfâr İle Aydınlatmalı(geceleri Çok Tövbe Etmeli) Ve Bu Az Vakitte (dünyâ Hayâtında) Âhiret Azığını Hazırlamalıdır.

"bid'atler Yayılıp Sünnetler Terkedildiği Zulmetli Zamanda, İslâm İlimlerinin Tahsîli Ve Neşri En Mühim İşlerdendir. Ve Muhammed Aleyhisselâmın Sünnetini Yaymak En Büyük Maksattandır."

"günahlardan Hemen Sonra Tövbe Yapılırsa Ve Tövbe Günahtan Sonra Üç Saat İçinde Yapılırsa O Günah Amel Defterine Yazılmaz."

"tövbe Kapısı Açıktır. Allahü Teâlâ Raûf Ve Rahîmdir. Kimse Kusurdan Hâli Değildir. Ümidli Olmalıdır."

"kur'ân-ı Kerîm Okumak, Allahü Teâlâ İle Tekellüm (konuşmak) Olur."

"cennet'e Girmek Ancak Rahmet-i İlâhî İledir."

"ömrün En Kıymetli Zamânı Gençlik Zamânıdır. En Kıymetli Şey İse Mârifetullahdır. Gençliğini En Kötü Şey Olan Hevâ Ve Heves Peşinde Harcayıp, Mârifetullahı, Ömrün En Kötü Zamânı Olan İhtiyârlık Zamânına Bırakanlara Yazıklar Olsun!"

"kıymetli Ömrünü Bu Fânî Ve Denî, Alçak Olan Dünyâ İçin Sarf Eden Kâbiliyetli Gençlere Çok Yazık! Onlar Gençliklerini Dünyâ İçin Harcamakla, Aldatıcı Bir Kahpeye Âşık Olmuşlar, Kıymetli Cevherleri Saksı Parçaları İle Değişmişlerdir!"

"müminin Hesâbı Kısa Bir Zaman İçin Olacaktır. Birinin Hesâbı Diğerinin Hesâbını Geciktirmez."

"dünyâ Hayâtı Çok Kısadır. Bu Birkaç Günlük Kısa Fırsat Zamânında, Kabri Ve Kıyâmeti Unutmamak (hazırlanmak) Lâzımdır."

"dünyâ Hayâtı Gâyet Kısadır. Ebedî Saâdete Kavuşmak Dünyâ Hayâtına Bağlıdır. Saâdetli Kimse; Bu Kısa Dünyâ Hayâtındaki Fırsatı Ganîmet Bilip, Âhirette Kurtuluşa Sebeb Olacak İşleri Yapan Ve Âhiret Azığını Hazırlayandır."

"son Nefes Korkusu Bir Nîmettir Ki, Hakk'ın Dostları Bu Derde Tutulmuş, Giriftâr Olmuşlardır."

"dünyâ Hayâtı Geçicidir. Bu Birkaç Günlük Hayâtı Ganîmet Bilip, Allahü Teâlânın Rızâsını Kazanmaya Sarfetmek Lâzımdır. Alçak Dünyânın Nîmetlerine Dalmayıp, Âhireti İstemek Lâzımdır. Ebedî Olan Âhireti Ve Âhiret Nîmetlerini Kazanmak İçin Çalışmalıdır."

"rızık Mukadderdir. Ziyâde Ve Noksan İhtimâli Yoktur. Rızkın Noksan Veya Ziyâde Olması, Hak Teâlânın Husûsî Fazlı İledir. Hiç Kimsenin Bunda Bir Katkısı Yoktur."

"sadakanın Sevâbını Evvelâ Resûlullah Efendimizin Rûhuna, Sonra Da Diğer Meyyitin Rûhuna Hediye Etmelidir."

"seher Vakitlerinde Ağlamayı Ve İstigfâr Etmeyi Ganîmet Bilip, En Büyük İş Olarak Addetmelidir."

"seher Vaktinde Uyanık Olmayı Mümkün Olduğu Kadar Elden Bırakmamalı Ve Ağlayarak Namaz Kılıp İstigfâr Etmeyi Ganîmet Bilmelidir."

"attâr-ışiblî Kırk Sene Ağladı Ve Başını Kaldırıp Semâya Bakmadı. Ağlamasının Sebebi Sorulunca; "kabrin Korkusundan Ve Kıyâmet Gününün Heybetinden Ağlamaktayım" Dedi. Semâya Neden Bakmıyorsun? Diye Sorulunca Da; "meclislerde Kahkaha Atarak Çok Güldüm. Bu Yüzden Utanıp Başımı Kaldırıp Bakamıyorum." Buyurdu."

"islâmiyete Uymadıkça, Hiçbir Vakit Mârifet-i İlâhî Hâsıl Olmaz."

 

kerâmet Ve Menkîbeleri

bol Nîmet Ve Bereket

muhammed Ma'sûm Hazretleri Buyurdu Ki: Peygamber Efendimizin Mihrâbının Yanında Öğle Namazını Kılıyordum. Bu Mübârek Yerlerden Ayrılık Düşüncesinin Verdiği Hüzün Ve Elemin Tesiriyle Ağlamağa Başladım. Bu Üzüntü Ve Gam İçerisinde İken, Kabr-i Seâdetten, O Temiz Ve En Güzel Kokulu Mezârdan Etrâfa Nûr Saçılmağa Başladığını Gördüm. Peygamber Efendimiz Tam Bir Heybetle O Nûrlar Arasından Göründü. Mübârek Kabrinden Çıktı. Yanımıza Geldi. Kerem Ve İhsânının Çokluğundan, Benzerini Hiçbir Zaman Göremediğim, Sultanların Tâcı Ve Hil'atı Gibi, Bir Tac Ve Hil'atı Bana Giydirdi. Bu Tac Çok Süslü Ve Pek Kıymetliydi. O Anda Bana Bildirdi Ki: "mübârek Vücudlarına Değen Ve Şimdi Çıkarıp Sana Verdikleri Bu Hil'at, Diğerlerine Benzemez." Görüyorum Ki, Ravda-i Mutahharadan, Gece Gündüz Devâm Üzere, Bütün Mahlûkâta Nîmetler Ve Bereketler Nehir Gibi Akiyor. Nitekim, onun Hakkinda Kur'ân-i Kerîmde Allahü Teâlâ Meâlen; "biz Seni Ancak, Âlemlere Rahmet Olarak Gönderdik"buyuruyor.

 

ibriğin Sırrı

muhammed Ma'sûm, Bir Gün Abdest Alırken Abdest Aldığı İbriği Kuvvetle Duvara Fırlattı. Hizmetinde Bulunan Talebesi Gitti Ve Başka Bir İbrik Getirdi.talebesi, Önce Verdiği İbriğin Böyle Atılıp Kırılmasına Üzüldü. "acabâ Ne Kusur Ettim." Deyip, Muhammed Ma'sûm Hazretlerinin Yakınlarından Birine Gidip Durumu Anlattı. O Da, Talebesinin Bu Üzüntülü Ve Korkulu Hâlini Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî Hazretlerine Bildirdi. Muhammed Ma'sûm Hazretleri Buyurdu Ki: "ona Söyleyiniz Korkmasın. O İbriği Attığım Sırada, Bizi Sevenlerden Birisi Sahrada, Kana Susamış Bir Arslana Rastladı. Arslan O Anda Onu Orada Öldürecek, Parça Parça Edecekti. O Talebem İse Tam Bir Âcizlik İçinde Bizden Yardım İstedi. O Anda Elimde Ve Yanımda İbrikten Başka Bir Şey Yoktu. Bunun İçin İbriği Arslana Fırlattım Ve O Zavallıyı Kurtardım."

bu Hâdiseyi Yaşayan Talebesi Başından Geçenleri Sonra Şöyle Anlattı: "sahrâda Âniden Bir Arslan Gördüm. O Anda Hocam, İmâm-ı Muhammed Ma'sûm Hazretlerini Hatırladım. Hemen Baş Gözüm İle Gördüm Ki, İmâm-ı Ma'sûm Hazretleri Geldi, Elindeki İbriği Arslana Fırlattı. Arslanda Hareket Edecek Kuvvet Kalmadı.sonra Hocam Gözümden Kayboldu. Böylece Beni O Arslandan Kurtardı. Sonra, O İbriğin Kırılmış Parçalarını Yerden Topladım. Hâlâ Yanımda Saklıyorum."

 

kısa Ömür

muhammed Ma'sûm Hazretleri Buyurdu Ki: "insanın Ömrü Çok Azdır. Sonsuz Olan Âhiret Hayâtında, İnsanın Karşılaşacağı Şeyler, Dünyâda Yaşadığı Hâle Bağlıdır. Aklı Başında Olan, İleriyi Görebilen Bir Kimse, Dünyâdaki Kısa Hayâtında, Âhirette İyi Ve Rahat Yaşamağa Sebeb Olan Şeyleri Yapar. Âhiret Yolcusuna Lâzım Olan Şeyleri Hazırlar."

"bir Kimse Âhirete Yönelirse, Allahü Teâlâ Keremiyle, Onun Dünyâ Ve Âhiret İhtiyaçlarını Giderir."

 

boş Hayallerden Vazgeç

bir Genç, Muhammed Ma'sûm Hazretlerinin Sohbetine Gelirdi. Bu Genç, Bir Kıza Âşık Olup, Dalgın Ve Dağınık Bir Hâldeydi. Muhammed Ma'sûm Hazretleri Bir Gün O Gencin Hâlini Anlayıp Buyurdu Ki: "bu Bozuk Düşünceden Ve Lüzumsuz Hayâlden Vazgeç! Himmet Ve Arzu Yüzünü Hakîkat Bahçesine Çevir! Mârifet Bostanından Meyveler Topla! Elbette Bu Diğerinden Daha İyi Olacaktır." Bu Hâl İçerisinde Ezilen Ve Sıkıntı İçinde Olan Genç, Hâfız-ı Şirâzî'nin Bir Beytini Okuyarak Bu Hâlden Kurtulması İçin Duâ Ve Himmet Etmesini İstedi. Muhammed Ma'sûm Hazretleri, Gencin Bu Sözü Üzerine, O Hâlden Kurtulması İçin Duâ Ve Himmet Etti Ve; "seni Bu Hâlden Kurtardılar!" Buyurdu. Genç Bu Sözü Duyar Duymaz, Kendini Toplayıp Aklı Başına Geldi. Mecazî Olan Aşk Ve Sevgisi, Hakîkî Aşka Döndü. Muhammed Ma'sûm Hazretlerinin Sâdık Talebelerinden Oldu. Hattâ Onun Feyz Ve Bereketlerinden O Kadar Faydalandı Ki, Sâlih, Velî Ve Kâmil Bir Zât Oldu.

 

ehl-i Sünnetin Şerefi

bir Gün İran Kumandanlarından Râfızî Îtikâdlı Biri, Hindistan'ın Başşehrine Gitmek Üzere Yola Çıkmıştı. Serhend Şehrinden Geçerken, Alay Edercesine, Hizmetçilerinden Birini Muhammed Ma'sûm Hazretlerinin Huzûruna Gönderip, Ziyâretine Gelmek İstediğini Bildirdi. Muhammed Ma'sûm Hazretleri; "misâfir Kâfir De Olsa Ona İkrâmda Bulununuz." Sözü Gereğince, Misâfir İçin Hazırlık Yaptırdı. İkindiye Kadar Beklediler. Gelmedi. Sonunda O Kumandanın Gittiği Haberi Geldi. Maksadı, Ehl-i Sünnetin En Büyük Âlimlerinden Ve Koruyucularından Olan Muhammed Ma'sûm İle Alay Etmek, Onu Küçük Görüp Hafife Almakmış. O Sırada, Muhammed Ma'sûm Hazretlerinin En Yüksek Halîfelerinden Olan Hâce Muhammed Hanîf-i Kâbilî Misâfir Geldi. Hazır Olan Yemekleri Onun İçin Getirdiler. Hâce Muhammed Hanîf, Hediye Olarak Birkaç Tâne Bıçak Getirmişti.başka Hediyeler De Vardı. Muhammed Ma'sûm Hazretleri Bıçaklardan Birini Alıp; "bir Salatalık Getirin." Buyurdu. Salatalık Getirdiler. O Bıçakla Salatalığı Kesti Ve Buyurdu Ki; "salatalığı Keserken, Bizimle Alay Etmeye Kalkışan O Râfizînin De Başının Kesildiğini Gördüm." Hakîkaten Buyurduğu Gibi Oldu.

 

on İki Sene Sonra

ekberâbâd Şehrinde Tasavvufta Yetişmiş Bir Âlim Vardı. Hastalanıp Ölmek Üzere İken, Talebesi Olan Kız Kardeşinin Oğlunu İstedi. Sonra; "senin Hâllerin Tamamlanmadı. Ben De Ölüyorum. Şimdi Senin, Muhammed Ma'sûm Hazretlerinin Huzûruna Gidip, Sülûk Eylemen, Tasavvufta Yetişmen Ve Böylece Kemâl Mertebelerine Kavuşman Gerekiyor. Zannedersem, Bu Büyük Nîmete Ancak, On İki Sene Sonra Kavuşabileceksin." Buyurdu. Bu Zât Söylenilen Müddet İçinde, Her Ne Kadar Birçok Yere Gittiyse De, İrşâd Diyârı Olan Serhend'e Yolu Düşmedi. Ancak On İki Sene Sonra, Serhend Şehrine Geldi. Muhammed Ma'sûm Hazretlerinin Ziyâreti İle Şereflendi. Muhammed Ma'sûm Hazretleri Onu Görünce; "üstâdının Sana Söylediği On İki Sene Bugün Doldu." Buyurdu. Gelen Talebe Hesâb Etti Aynen Buyurdukları Gibiydi. Sonra Buyurdular Ki: "bu Mânâyı, Üstâdının Büyüklüğünü Göstermek İçin İzhâr Eyledim. Burada Bulunanlar Da, Onun Kemâlini Böylece Öğrensinler Diye Söyledim."

 

beyitler

yetiş Ey Hocam!

icâzetini Verip, Talebeden Birine,

gönderdi Hizmet İçin, Kendi Memleketine.

 

hâce Muhammed Sıddîk, Adlı Bu Talebesi,

gidip, Allah Yoluna, Dâvet Etti Herkesi.

 

lâkin Özlediğinden, Pek Fazla Üstâdını,

ziyâret Maksadiyle, Yaptı Hazırlığını.

 

sonra Ata Binerek, Yola Çıkıp Giderken,

at Ürküp, Kendisini, Düşürdü Üzerinden.

 

ve Hem De Bir Ayağı, Takıldı Üzengiye,

başladı Hayvan Onu, Yerde Sürüklemeye.

 

etraf Da ıssız Olup, Kimsecikler Yoktu Pek,

nerdeyse Ölecekti, Yerde Sürüklenerek.

 

çâresizlik İçinde, Kapadı Gözlerini,

istedi Üstâdının, Yardım Ve Himmetini.

 

“allah’ın İzni İle, Ey Hocam, Yetiş Hemen,

çok Zor Bir Durumdayım, Kurtar Beni Bu Hâlden.”

 

kalbinden Geçirince, Hemen Bu Murâdını,

o, Bir Anda Yetişti Ve Durdurdu Atını.

 

takılan Ayağını, Atın Üzengisinden,

çıkarıp Halâs Oldu, Ölüm Tehlikesinden.

 

ayağa Kalktığında, Düşündü Ki O İlkin:

“teşekkür Eyliyeyim, Hocama, Bu İş İçin.”

 

ve Lâkin Göremedi, Onu Kendi Yanında,

zirâ O, Göz Önünden Kaybolmuştu Ânında.

 

aynı Zât Anlatır Ki, Hocamın Derslerine,

muntazaman Gittiğim, Günlerde Bir Gün Yine,

 

âile Efrâdımı, Ziyaret Etmek İçin,

memlekete Gitmeye, Hocamdan Aldım İzin.

 

hazırlığımı Yapıp, Yola Çıktım Nihâyet,

sonra Bir Su Yanında, Mola Verdim Bir Müddet.

 

bir İnsan Boyundan Da, Derindi Hem De O Su,

gömleğimi Çıkarıp, Yıkamak Ettim Arzû.

 

ve Lâkin Birden Bire, Ayaklarım Kayarak,

düştüm Suyun İçine, Yüzü Koyun Olarak.

 

suda Yüzmesini De, Mâlesef Bilmiyordum.

“beni Bu Vaziyetten, Kim Kurtarır?” Diyordum.

 

böyle Çok Zor Durumda, Kalınca En Nihâyet,

yine Ben Üstâdımdan, İstedim, Yardım Medet:

 

“allah'ın İzni İle, Çabuk Yetiş Ey Hocam,

yoksa Bu Su İçinde, Az Sonra Boğulacam.”

 

ben Böyle Düşünürken, Üstâdım Geldi Birden,

beni, Sudan Çıkarıp, Kayboldu Göz Önünden.

 

yolculuk Yapıyordum, Bir Gün Yine Sahrada,

susuzluk Tesîriyle, Otururdum Arada.

 

yürüyecek Tâkatim, Kalmadı En Nihâyet,

hattâ Yoktu Etrafta, Sudan Eser, İşâret.

 

“ne Yapacağım” Diye, Düşünürken Böyle Ben,

baktım, Yine Üstâdım, Teşrîf Etti Âniden.

 

beni Tutup, Bir Suyun, Başına Götürerek,

bekledi Baş Ucumda, Kendime Gelene Dek.

 

o Sudan Kana Kana, İçip Döndüm Ben Geri,

baktım Yine Üstâdım, Terk Eylemiş Bu Yeri.

 

kaynaklar

1) Mektûbât-ı Ma'sûmiyye (muhammed Ma'sûm (kuddise Sirruh)

2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) S.1118

3) Zübdet-ül-makâmât; S.315

4) Hadarât-ül-kuds; S.262

5) Umdet-ül-makâmât; S.251

6) Hadâik-ül-verdiyye; S.191

7) Hak Sözün Vesîkaları; (2. Baskı) S.319

8) Kıyâmet Veâhiret; (5. Baskı) S.102

9) İrgâm-ul-merîd; S.72

10) Hadîkat-ül-evliyâ; S.109

11) Reşehât Zeyli; S.39

12) Nesîmât-ül-üns

13) Ma'den-i Cevâhir

14) Eşcâr-ül-huld

15) Esmâr-ül-eşcâr

16) Mahzen-ül-envâr-ı Sâfî Fî Keşfi Esrâr-il-müceddidî

17) Câmiu Kerâmât-il-evliyâ; C.1, S.199

18) Rehber Ansiklopedisi; C.12, S.291

19) Yevâkît-ül-haremeyn

20) Makâmât-ı Ahyâr; S.28

21) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.16, S.89

Yorumlar
Kod: URIXR