hindistan'da Yetişen Büyük Velîlerden. İslâm Âlimlerinin Önderi, Gözbebeği, Velîlerin Baş Tâcı, Âriflerin ışığı, Tasavvuf Bilgilerinin Mütehassısı Ve İslâmın Bekçisi Olan İmâm-ı Rabbânî Müceddîd-i Elf-i Sânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî Hazretlerinin İkinci Oğludur. Babası Gibi Büyük Âlim Ve Velî İdi. 1596 (h. 1005) Senesinin Şa'bân Ayında Doğdu.
ahlâkının Güzelliği, Fazîletlerinin Çokluğu, Güler Yüzü, Yumuşak Sözü, İşlerinin Hâlis Olması İle Zînetlenmişti. Tahsîlini Genç Yaşında Bitirdi. Fen Ve Din İlimlerinde Mütehassıs Oldu. Babasının Gayretli Çalışmaları, Yardımları Sâyesinde, Büyüklerin Sevgisine Ve Yüksek Hâllere Kavuştu. On Yedi Yaşında Mânevî Kemâlâta Vâsıl Oldu. Birçok Kıymetli Kitaplara Ta'likler Ve Hâşiyeler Yapti. mişkât-i Mesâbih'e Ta'likleri Çok Kiymetlidir. Namazda Otururken Parmak Kaldirmamak İçin, Hanefî Mezhebine Göre Yazdi?i Risâlesi Şâheserdir. Bu Eserinde Parmak Kaldirmamanin Daha İyi Oldu?unu İsbât Etmiştir. Yüksek Pederinin Garîb Sirlarina, Acâib Mârifetlerine Mahrem İdi. mektûbât-i Saîdiyye kitabinda Yüz Mektup Vardır. 1660 (h.1070) Senesinde Vefât Etti.
babası İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Buyurdu Ki: "muhammed Saîd, Beş Yaşında İken Ağır Bir Hastalığa Tutulmuştu. Bu Hastalığın Şiddetli Zamânında, Kendisine "ne İstersin?" Diye Sorulduğunda; "hazret-i Hâce'yi İsterim." Dedi. (babası İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Yüksek Hocasıbâkî-billah'ı Kastetmişti.) Bu Durumu Bâkî-billah Hazretlerine Arzedilince Şöyle Buyurdu: "muhammed Saîd'in Hatırı Sayılır. Bir Söz Söyledi Ve Gaybî Olarak Bizden Nisbet Aldı."
hâce Bâkî-billah Hazretleri, İmâm-ı Rabbânî'ye Yazdığı Mektupların Bâzılarında, Bu Oğullarını, Şefkat Ve Merhamet İle Anıp Duâ Ederdi. Sevdiklerinden Birine, Hazret-i İmâm'ın Medhi Hakkında Yazdığı Bir Mektupta Şöyle Yazıyordu: "daha Küçük Olan Ahmed'in Çocukları, Hepsi Esrâr-ı İlâhîdir. Şaşılacak, İnanılmayacak Kâbiliyetleri, İstidâtları Vardır. Kısaca Şecereyi Tayyibedirler. Allahü Teâlâ Onları En Güzel Şekilde Yarattı." Hazret-i Hâcebâkî-billah'ın Bu Şerefli Sözleri, Bütün Oğullarının İstidât Ve Kâbiliyetlerinin, Yaradılışlarının Yüksek Olduğunu Gösteriyor, Yüksek Derecelere Kavuştuklarını Haber Veriyordu. Bu Mahdumzâde De Büyüyünce, Zâhirî İlmin Tahsîli İle Meşgûl Oldu. İlminin Bir Kısmını, Hazret-i İmâm'ın Huzûrunda Elde Etti. Bir Kısmını Da Ağabeyinin Yanında Kazandı. Bâzı İlimleri De Şeyh Tâhir-i Lâhorî'nin Yaninda Tamamlayip İkmâl Etti. Aklî Ve Naklî Bütün İlimlerde Tam Bir Mahâret Elde Etti. Bu Tahsîl Esnâsinda Yüksek Babalarinin Tasarruf Ve Bereketli Teveccühleriyle Bu Büyük Yola Ba?lili?i Kuvvetlendi Ve Yüksek Hâllere Kavuştu. Bütün Bu Zâhirî Olgunluklari Ve Manevî Terakkîleri On Yedi Yaşinda İkmâl Edip Bitirmişti. O Zamandan Beri Aklî Ve Naklî İlimlerde Mahâret Sâhibi Olup, Dâimâ Ders Okutur, Bâzi Kiymetli Kitaplara İlâveler Ve Hâşiyeler Yapardi. Bunlardan Biri mişkât-ül-mesâbih'e Yapti?i İlâvelerdir. Hanefî Mezhebi İmâmlarindan Alinan Sa?lam Hadîsleri Açik Delîllerle, Do?ru Şâhidlerle, En Kiymetli Kitaplardan Alip Buraya Yazmiştir. Okuyan Âlimler, Çok Be?endiler. Onu Medhedip, Çok Duâ Eylediler. hayâli Hâşiyesi üzerine De Hâşiyesi Vardır. Bu Eseri De Çok Sağlamdır. Hattâ Bunda Sırf Kendine Mahsus Sözleri De Vardır. Zamânının Âlimleri Bu Eseri Okuyunca, Muhammed Saîd Hazretlerinin Son Derece İnce İlimlere Sâhib Olduğunu Kabûl Etmişlerdir.
münâzarada, Bütün Hindistan Âlimlerini Susturacak Ayrı Bir Meziyeti Vardı. Muhammed Hâşim-i Keşmî Bu Hususta Şöyle Anlattı:
"bir Gün Bu Fakîr De Yanlarında İdim. Âlimlerden Biri Kendilerinden Usûl-i Fıkha Dâir Çok Zor Bir Mesele Sordu. Bu Soruyu, Gâyet Açık Ve Geniş Olarak Cevaplandırdı. O Âlim Kulağıma Eğilip, "bu Mahdumzâde'nin, İlimde Bir Eşi Yoktur. Biliyor Musun?" Dedi.
yine Bir Gece, Zamânın Büyüklerinden Biri Büyük Bir Meclis Hazırladı. O Memleketin Âlimlerini, Meşâyıhını Ve İleri Gelenlerini De Dâvet Ettiler. O Mecliste Tâzim Secdesi Ve İbâdetteki Secdeler Hakkında Çok Derin İlimler Ortaya Döküldü. Hazret-i Mahdumzâde Muhammedsaîd, Azîz Kardeşi Muhammedma'sûm İle Berâber Bir Tarafta İdi. Âlimlerin Büyüklerinden Kalabalık Bir Grup Bir Tarafta İdiler. Her İlimde Sözü En Yüksek Dereceye Getiriyorlardı. Mecliste Olanlar Bunların Kim Olduklarını Bilmek İçin Kalkıp, Yanlarına Gelip, Bunları Seyrediyorlardı. Bu İki Kardeşi Tanımadıklarından, Bu Azîzlerin Kim Olduklarını Soruyorlardı. Hazret-i İmâm'ın Oğulları Olduklarını Öğrenince; "bu Vilâyet Sedefinden Ne İçin Böyle Hidâyet İncileri Zuhûra Gelmesin?" Dediler.
yine Bu Mahdumzâde Teşehhüdde Parmak Kaldırmamak Hakkında Hanefî Mezhebine Göre Bir Risâle Yazıp, Buyurdular Ki: "evlâ Olan, Parmak Kaldırmamaktır." Parmak Kaldırılmasının Gerekli Olduğunu İddiâ Eden Âlimler, Risâledeki Cevaplar Karşısında Şaşırıp Kaldılar.
hâşim-i Keşmî Anlattı: "bir Gün Hazret-i İmâm Bu İki Kardeşin Zâhirî Ve Bâtınî İlimlere Sâhip Olmaları Hakkında Bu Fakîre Şöyle Buyurdular: "oğlum Muhammed Sâdık Vefât Edince, Kendi Kendime; "zâhir İlimlerde Bu Kadar Fazîletli, Kalb Hâllerinde Bu Kadar Yüksek Oğlu Nerede Bulurum?" Dedim. Allahü Teâlâ İhsân Ederek, Bu Mübârek Kardeşini, Yüksek Ağabeyinin Vekîli Eyledi.bu İhsânından Dolayı Allahü Teâlâya Hamd Ü Senâlar Olsun."
zamânın Âlimlerinden Âsaf-ı Câhî, Aklî İlimlerde Derin Bilgi Sâhibi Olup, Cevaplandıramadığı Bâzı Meseleleri Muhammed Saîd'e Arzederdi. Allahü Teâlânın Yardımıyla, Ânında En Güzel Cevapları Alır İçi Rahatlardı. Âsaf-ı Câhî Zaman Zaman Sultan Şâh Cihân'ın Huzûruna Gider, Muhammed Saîd Hazretlerini Medh Edip; "şeyh Muhammed Saîd, Müceddîd-i Elf-i Sânî'nin Oğludur. İlimde Babası İle Berâberdir." Derdi. Muhammed Saîd Ne Zaman Sultânın Huzûrunda Bulunsa, Pâdişâh, Ondan Başkasına Dînî Suâl Sormazdı. Hâlbuki Pâdişâhın Meclisinde Her Zaman Yüksek Âlimler Bulunurdu.
muhammed Saîd Hazretleri Kalb İlimlerini De, Zâhir İlimler Gibi Yüksek Babasının Sohbetinden Elde Etti. Kemâl Derecesine Kavuşup, Bu Büyükler Yolunda, Tâlipleri Yetiştirmek İçin Babalarından Hilâfet Ve İcâzet Aldı. Talebelerin Yetişmesi Ve Terbiyesi İle Meşgûl Oldu. Hattâ Babaları, Ömürlerinin Sonuna Doğru Talebeler İle Meşgûl Olmaktan El Çekip, Bunları Bu Oğlu Ve Diğer Oğlu Hâce Muhammed Ma'sûm Hazretlerine Havâle Ettiler. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, Fıkıh Bilgileri Üzerinde Bir Meseleyi Araştırmak İsteyince, Bu Oğlundan Sorardı. Verdiği Doğru Ve Sağlam Cevaplardan Çok Hoşlanırdı. Ona Duâ Ederdi. Bu İki Oğlu Hakkında; "her Kutbun İki İmâmı Olur. Siz İkiniz De İmâmsınız." Buyurdular.
yine Babası İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, Onun Hakkında Şöyle Buyurmuştur: "muhammedsaîd, Ulemâ-i Râsihînden, Derin Âlimlerin Önde Gelenlerindendir. Allahü Teâlânın Halîlidir (dostudur). O'nun Rahmet Hazînesidir. Yarın Kıyâmet Günü Rahmet Hazînelerinin Taksimi Ona Verilir. Şefâat Makâmından Büyük Payı Vardır."
"tasavvuf Yolunda Yükselirken Ve İnerken, Kavuştuğum Her Makamdamuhammed Saîd Yanımdaydı."
"inişte, Abdülkâdir-i Geylânî Hazretlerinin Makâmına Geldiğimde Gördüm Ki, Muhammedsaîd Benimle Berâberdir."
yine Buyurdu: "ikinizi De (muhammedma'sûm İle) Vilâyet-iahmedî Makâmında Buluyorum."
"keşf Ve Müşâhede Hâlinde Gördüm Ki, Kıyâmet Kopmuş, Arasat Meydanında Toplanmışız. Ardımda Eshâbımla Sırat Üzerindeyiz. Gördüm Ki Muhammed Saîd Önümüzden Hızlı Hızlı Gidiyor. Defteri De Sağ Elindedir. Böylececennet'in Kapısına Kadar Geldik."
hazret-i Mahdum Muhammed Saîd Buyurdu Ki: "vebâ Günlerinde Babama Büyük Musîbetlerin Vâki' Olduğu Sıralarda, Yâni, Üç Gün İçinde Ağabeyim Hâcemuhammed Sâdık, Kardeşlerimden Muhammed Ferruh, Muhammed Îsâ Ve Daha Başka Yakınları İle Vefât Ettiklerinde, Ben De Ağır Hastalanmıştım.neredeyse Ümîd Kesilmişti. Hazret-i İmâm Çok Üzüldüler. Bu Sırada Bir Gece Hak Teâlâ Tarafından Kendisine Öyle Husûsi Tecelliler Ve Zuhûrlar Oldu Ki, Bunların Bu Musîbetleri Unutturan İlâhî Teselli Ve Müjdeler Oldukları Bildirildi." Hazret-i İmâm Buyurdular Ki: "rabbimin Bu Lütuf Ve İhsânları Arasında İken, Mânevî Bir Emir Geldi Ki: "muhammed Saîd İle Muhammed Ma'sûm'u Getirin!" Getirdiler. İkisini De Dizlerime Oturttular. Her İkisini De Yaşlanmış Ve Sakalları Ağarmış Gördüm. Bana Şöyle Buyuruldu Ki; "bu İki Oğlunu Sana Bağışladım. Çok Yaşayacaklardır." Hazret-i İmâm, Hak Teâlânın Bu Lütfundan Çok Memnun Olup Kalktılar Ve Müjde Verdiler. Hâlbuki Bu İki Oğulları Henüz Yirmi Yaşına Gelmemişlerdi."
muhammed Saîd Buyurdu Ki: "yüksek Babam Vefâtından İki Ay Kadar Önce Buyurdular Ki: "çok Derin Sırlar Bildiriliyor. Onları Kime Anlatayım. Siz Her Zaman Burada Olmuyorsunuz." O Günden Îtibâren Dışarıdaki Dersi Bırakıp Devamlı Sohbet Ve Hizmetlerinde Bulundum. Kimseden Duyulmayan O Sırları Ve Keşfleri Dinler Oldum. O Günlerde Bu Cinsten Olan İhsân Ve İkrâmlar Öncekilere Kıyasla Çok Daha Fazlaydı. Bunlar Gizli Olup Açıklamaya Gelmez."
yüksek Babamın Son Hastalıklarında, İmâmeti Bana Verdikleri Zaman, Namazda İmâm Olmam Sebebiyle, Babama İhsân Edilen Ve Örtülmesi Lâzım Olan Sırlar Bana Da Akmaya Başladı. Yüksek Babam Buyurdular Ki: "muhammed Saîd! Bütün Bunlar Senin İmâm Olman Ve Namazda Öne Geçmenin Bereketleridir. Senin Bu Yüksek İhsânlardan Ve Derin Sırlardan Nasîbin Ve Payın Tamdır."
hazret-i İmâm'ın Bu İki Oğluna, İhsân, Merhamet Ve Muhabbet Nazarları Son Derece İdi.tenhâda Ve Kalabalıkta Sırdaşı, Hakîkat Ve Mahrem Bilgilerinde Muhâtabı İdiler. Dünyâ İşlerinde Emînleri, Müşâvirleri Ve Mutlak Vekilleri, İbâdet Ve Tâatlerinde En İyi Hizmet Edicileri Hep Bunlardı. Dünyâ Ve Âhiret Husûsunda Büyük Yardımcısı Muhammed Saîd Hazretleri İdi.
muhammed Saîd Hazretleri Sâniyesini Bile Boşa Geçirmez, Bir Günde Yapacağı İşleri Önceden Plânlardı.vakitlerini Şöyle Taksim Etmişti. Sabah Namazını Kılar, Ardından O Vakitte Okunacak Ve Yapılacak Duâ Ve Vazifeleri Okurdu. Sonra Allahü Teâlâyı Kalbinden Zikrederdi. İşrak Vakti Gelince, İşrak Namazını Kılardı. Sıcak Zamanlarda, Gecenin Uykusuzluğunu Gidermek İçin İki-üç Saat İstirahat Ederdi. Sonra Kalkar, Abdest Alır, Talebeye Ders Verir, Bu Hâl Öğleye Kadar Devâm Ederdi. Öğle Namazını Vaktin Evvelinde Edâ Eder, Sonra Hâfızdan Kur'ân-ı Kerîm Dinlerdi.bitirdikten Sonra, Kendisi Kur'ân-ı Kerîm Okurdu. Bâzan Da Öğle Namazından Önce Kur'ân-ı Kerîm Okur, Öğleden Sonra Ders İle Meşgûl Olup, Bu Durum İkindiye Kadar Devâm Ederdi.sonra Yeniden Abdest Alıp, İkindiyi Kılar Ve Ardından Vâz Ederdi. Bâzan İkindiyi Kıldıktan Sonra Husûsî Odasına Gider, Akşama Kadar Orada Kalır, Akşam Olunca Namaz İçin Çıkar, Akşam Namazını Vaktin Evvelinde Kılardı. Sonra Akşam Vazifelerini Okur, Evvâbin Namazını Kılardı. Bu Namazda Uzun Sûreler Okurdu. İmâm-ı Âzam Hazretlerinin Mezhebine Göre Yatsı Vakti Girince, Yâni Ufukta Beyazlık Kaybolunca Namazını Kılıp, Odalarına Giderdi. Soğuk Mevsimlerde Gecenin Üçte Birine Kadar Yatsı Namazını Geciktirip, Öyle Kılardı. Gecenin Sonuna Doğru Teheccüde Kalkardı, Namazda Uzun Sûreler Okurdu. Çoğu Zaman Teheccüd Namazının Abdesti İle Sabah Namazını Kılardı. Her Vakitte Okunması Bildirilen Duâları Okur, Ayrıca Vakit Belirtilmemiş Duâları Da Okurdu. Bunlarla Birlikte Her Gün Beş Bin Kelime-i Tayyibe Okurdu. Bu Kadar Devamlı Tâat, Vakitleri Gözetip Değerlendirme Ve İbâdet, İnsan Gücünün Dışında İdi. Buna Rağmen, Talebenin Yetiştirilmesinde Eshâbıyla Sohbetinde, Eksiklik Ve Kusur Etmezdi. Hak Tâliblerine Feyz Saçar, Onları İlerletir, Yüksek Makamlara Kavuştururdu. Bu Yolun Tâlibleri Çok Uzak Memleketlerden Huzûruna Gelir, Yüksek Makamlara Kavuşurlardı.
sır Mahremlerinden Çok Güvenilir Biri Anlattı: Bir Defâ Muhammed Saîd Hazretleri Hastalandı. Hastalığı Uzadıkça Ağırlaştı. Zayıfladı, Bitkin Hâle Geldi. Tabibler Çare Bulamadılar. Birgün Hazret-i İmâm Yolda Bir Kâğıt Gördü, Eğilip Aldı. Üzerinde, Allah İsm-i Şerîfi Yazılıydı. Onu Öpüp Temiz Bir Yere Koydular. Bunun Üzerine Allahü Teâlâ Tarafından Kendilerine; "bizim İsmimizi Yücelttiğin İçin, Oğlunu Sana Bağışladık Ve Hastalığını Sıhhate Çevirdik." Diye İlhâm Edildi Ve Kısa Zamanda O Hastalıktan İyileşti.
hâce Muhammed Saîd'in, Makam, Kerâmet Ve Hârikulâde Hâlleri Sayılamıyacak Kadar Çoktur. Kalblerden Geçenleri Bilmede, Kabir Hâllerini Keşfte Ayrı Bir Husûsiyeti Vardı. Bir Mesele Hakkında Bir Şey Söylese, Allahü Teâlâ Onun Hatırı İçin O İşi Söylediği Gibi Yaratırdı.
hadarât-ül-kuds Müellifi, Bedreddîn Serhendî Hazretleri Anlatır: "geniş Bir Ova Gördüm. Velîler, Sâlihler Ve Bâzı İnsanlar Oraya Toplanmıştı. Hâce Muhammed Saîd Bir Taht Üzerinde Oturuyor Ve Bütün Bu Kalabalık, Ona Yüz Dönmüş Onu Dinliyordu. Bu Kalabalığın İmâmı, Büyüğü Ve Rehberi O İdi."
hazret-i Muhammed Saîd'in Bağlılarından Olan Vezir Hanın Hâmile Olan Hanımı, Kendisine Bir Mektup Yazıp; "hak Teâlânın Bana Bir Erkek Evlâd Vermesi İçin Teveccüh Buyurun." Dedi. Hazret-i Muhammed Saîd Duâ Etti Ve Cevâbında O Hanıma; "rahat Olun, Allahü Teâlâ Yakın Zamanda Sana Bir Erkek Evlâd Verecektir." Diye Yazdı. Hâmile Olan O Hanım, Doğum Yapınca, Bir Oğlu Dünyâya Geldi.
bir Kimsenin Oğlu Ölmek Üzereydi. Oğlunu Çok Sevdiği İçin, Vefâtının Biraz Daha Gecikmesini Arzu Ediyordu. Bu Sebeple Ağlayarak Muhammed Saîd Hazretlerinin Huzûruna Geldi Ve; "ey İmâm Hazretleri! Allahü Teâlâ, Hazret-i Îsâ Aleyhisselâma Ölüleri Diriltme Mucizesini İhsân Etti. Siz De Peygamberlerin Aleyhimüsselâm Vârislerisiniz. Oğlum Şu Anda Ölmek Üzeredir. Hâline Bir Teveccüh Buyurmanızı İstirhâm Ediyorum." Diye Yalvardı. Muhammed Saîd Bir Müddet Cevap Vermedi, Murâkabe Ettikten Sonra Başlarını Kaldırıp; "oğlunun Canı Geri Geldi, Dirildi Ve Sağlamlaştı." Buyurdular. O Kimse Sevinerek Evine Koştu. Evde Yerinden Kalkamayan, Konuşamayan, Sekerât-ı Mevt Hâlindeki Oğlunu, İyileşmiş Buldu.
imâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Oğullarına Yazdığı Bir Mektup Aşağıdadır:
"allahü Teâlâya Hamd Olsun. Resûlüne Salât Ve Selâm Olsun. Kıymetli Oğullarım! Siz Ne Kadar, Bizim Sohbetimizi İstiyorsanız, Ben De O Kadar Sizi Görmek, Sizinle Konuşmak İstiyorum. Fakat Ne Yapalım Ki, Bütün Arzular Ele Geçmiyor.
mısra':
"rüzgâr, Ekseriye Geminin İstemedi?i Taraftan Eser."
bu Asker Arasında, İsteksiz Ve Rağbetsiz Kalmamda, Büyük Faydalar Görüyorum. Burada Bir Saat Kalmağı, Başka Yerlerde Bir Çok Saatler Kalmaktan Daha İyi Buluyorum. Burada Öyle Şeyler Ele Geçiyor Ki, Başka Yerlerde Bunun Zerresine Kavuşacağımı Zannetmiyorum. Buranın Mârifetlerinin Yüksekliği Başka, Hâlleri Ve Makamları Ayrıdır. Sultânın Buradan Ayrılmama Mâni Olmasında, Yüksek Bir Kemâl Kapısı Ve Hakîkî Sâhibimiz Olan Allahü Teâlânın Rızâsını Buluyorum. Kendi Saâdetimi Bu Hapiste Düşünüyorum. Bilhassa Bu Karışık Günlerde, Acâib Muâmeleler Ve Bu Tefrika Ve Fitne Zamanlarında Çok Garîb Güzellikler Görüyorum. Fakat Bu Şaşılacak Yeni Ve Tâze Nîmetlerin Günden Güne Akıp Gelmesi Karşısında Oğullarımı Düşünüyorum. Onlardan Uzak Kaldığım, Onların Yanında Olamadığım İçin Kalbim Yanıyor, Ciğerim Kavruluyor. Benim İstememin, Sizin İsteğinizden Daha Fazla Olduğunu Zannederim. Meşhûr Sözdür Ki: "babanın Oğlunu İstediği Kadar Oğul Babayı İstemez." Her Ne Kadar Asâlet Ve Füru' Olmak, Bunun Aksi İse De Bu Böyledir."
muhammed Hâşim-i Keşmî Anlattı: "bir Vakit, Halvetde İken İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Bu Fakîre; "çok Daha Yaşayacağımı Zannetmiyorum. Bu Dünyâdan Göç Yakın Görünüyor. Muhammed Saîd'in Bu Mesnedde Yerimde Oturmasını İstiyorum." Buyurdular. Bu Fakîr, Onların Bu Sözlerini Oğullarına Söyledim. Tam Bir Tevâzu İle; "benim Gibi Bir Kâbiliyetsiz, Böyle Şeylere Kendimi Hiçbir Zaman Lâyık Görmüyorum. Hazret-i İmâm Her Nereye Gitse, Kardeşim Muhammed Ma'sûm'u, Kendi Yerine Oturturlar, Bana İse, Ona Hizmet Ve Uymayı Emir Buyururlardı. Eğer Bu Ümid, Babamın Yüksek Hatırına Gelmeseydi Böyle Buyurmazlardı. Ben Şehrin Dışındaki Yüksek Dedemin Mezârının Başında Bir Hücreye Çekilir (yâni Vefât Edersem), Bu Mesnedi, O Gözlerimin Nûru Muhammed Ma'sûm'a Havâle Ederim." Buyurdular. Bu Sözleri Muhammed Ma'sûm'a Arzettim. O Da Ağladı Ve Şöyle Buyurdu: "azîz Kardeşim Muhammed Saîd Beni Kendi Hizmetine Lâyık Görmüyor. Hâllerin Doğruluğuna, İhtiyatlı Olmağa, Melek Ahlâklı Olmağa, İlmin Kuvvetine Ve Buna Benzer Şeylere Bakıyorum. Kendimi Onların En Aşağı Talebesi Buluyorum. Kendi Saâdetimi Onlara Hizmette Görüyorum. Bu Fakîr Bu Hâdiseyi, Halvette İken Hazret-i İmâm'a Arzettim. Çok Hoşlarına Gitti Ve Gözleri Yaşardı. Bu Fakîre; "görüyormusun, Bu İki Kardeş Arasında Nasıl Muhabbet Ve Bağlılık Var?" Buyurdular. Onlara Duâlar Eylediler. Allah Kabûl Eylesin."
kerâmet Ve Menkîbeleri
cinler
hâşim-i Keşmî Anlattı: "hazret-i Mahdumzâde Muhammed Saîd Bu Fakîre Anlattı: "bir Gece Kendi Evimde, Pencereleri İçerden Kapayıp Uyuyordum. Gecenin Bir Kısmı Geçmişti Ki, Bir Kimse Kuvvetle Kapıyı Çaldı. "acabâ Bu Saatte Kimdir?" Diye Hayret Ettim. Her Ne Kadar; "kim Var Orada?" Deyip Bağırdıysam Da Cevap Vermedi. Kapının Yanına Gelip, Kapıyı Açmak İstedim. O Kimse Kapıyı Kendi Tarafına Çekti. Ben De Bana Doğru Çektim. Bu Esnâda Hazret-i İmâm'ın Sesini Duydum. Bana; "muhammed Saîd Hazır Ol!" Buyurdular. Onların Sesi Gelir Gelmez, Kapıdaki Zât Kayboldu. Daha Sonra Babamın Huzûruna Gidince, Daha Ben Olayı Anlatmadan; "bu Gece Senin Evine Cin Girip Sana Eziyet Vermek İstedi. Bunu Farkettim, Bağırdım Ve Onu Kovdum." Buyurdular." Buna Temasla, Hazret-i İmâm'ın Yüksek Talebelerinden Bir Kısmı, Onların Mübârek Dillerinden Naklederek Şöyle Anlattılar: "bir Gece Evimde, Uyumak İçin Yattım. Tam Gözlerimi Kapayıp, Uykuya Dalarken, Bir Cinin Bana Tesir Ve Tasarruf Etmek İstediğini Anladım. "lâ Havle Velâ Kuvvete İllâ Billâh..." Mübârek Kelimesini Okudum. Bu Kelime Ağzımdan Çıkar Çıkmaz Meleklerin Gelip, O Cini Parça Parça Ettiklerini, Yanında Olanları Etrafımdan Koğduklarını Ve Filân Yere Götürdüklerini Gördüm."
kaynaklar
1) Hadarât-ül-kuds; S.234
2) Umdet-ül-makâmât; S.226
3) Zübdet-ül-makâmât; S.308
4) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) S.1121
5) Rehber Ansiklopedisi; C.12, S.298
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.16, S.117