Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Muhyiddîn-i Arabî
  30 Mart 2018 Cuma , 23:41
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; Sûriye evliyaları, Şam evliyaları, Muhyiddîn-i Arabî

on İkinci Ve On Üçüncü Yüzyıllarda Endülüs'te Ve Şam Taraflarında Yaşamış Büyük Velîlerden. İsmi, Ebû Bekir Muhammed Bin Ali Olup, Künyesi Ebû Abdullah'tır. İbn-i Arabî Ve Şeyh-i Ekber Diye Meşhûr Olmuştur. Âilesi Meşhûr Tayy Kabîlesine Mensuptur. Cömertliğiyle Meşhûr Adiy Bin Hâtem'in Kardeşi Abdullah Bin Hâtem'in Neslindendir. 1165 (h.560) Senesinde Endülüs'teki Mürsiyye Kasabasında Doğdu. 1240 (h.638) Senesinde Şam'da Vefât Etti. Kabrişam'da Olup Sevenleri Tarafından Ziyâret Edilmektedir.

küçük Yaşında İlim Tahsîl Etmeye Başlayan Muhyiddîn-i Arabî, Sekiz Yaşındayken Babasıyla Birlikte İşbiliyye'ye Gitti. Pekçok Âlimin İlim Meclislerinde Bulunup, İlim Öğrendi. Keskin Zekâsı, Kuvvetli Hâfızası İle Dikkatleri Çekti.

bir Gün Muhyiddîn-i Arabî Hastalandı. Hastalığın Tesirinden Bayıldı, Hattâ Öldü Zannettiler. Muhyiddîn-i Arabî Baygın Hâldeyken, Kendisine, Çirkin Yüzlü Bâzı Kimselerin Eziyet Ve Sıkıntı Vermek İstediklerini Gördü. Ayrıca Bu Çirkin Yüzlüleri Kovalamaya Çalışan Nûrânî Yüzlü, Hoş Kokulu Bir Kimse Kendisine Yardım Ediyordu. Nihâyet Bu Güzel Zât, Ötekileri Dağıttı. Onların Şerrinden Kendisini Kurtardı. O Şahsa Kim Olduğunu Sorduğunda; "yâsîn Sûresi" Cevâbını Aldı. Kendisine Gelip Gözlerini Açtığında, Başında Bekleyen, Gözleri Yaşla Dolu Halde Yâsîn-i Şerîf Okuyan Babasını Gördü.

muhyiddîn-i Arabî Pekçok İlimleri Tahsîl Etti. Filozof İbn-i Rüşd'le Görüştü. 1194 (h.590) Senesinde Endülüs'ten Ayrılarak Tunus'a, 1195'de Fas'a Gitti. Karşılaştığı Birçok Âlimle Sohbet Edip, İlim Meclislerinde Bulundu. 1199 Senesinde Tekrar Endülüs'e Dönüp Kurtuba'ya Geldi. 1201 Senesinde Tekrar Endülüs'ten Ayrılıp Doğuya Gitmek Üzere Tunus'a Geçti. Hacca Giderken Mısır'a Uğradı. Oradan Mekke-i Mükerremeye Giderek Hac Farîzasını Yerine Getirdi. İki Yıl Kadar Mekke'de Kalıp, Medîne-i Münevvereye Geldi Ve Sevgili Peygamberimizin Kabr-i Şerîfini Ziyâret Etti.

endülüs'te, Fas'ta, Tunus'ta, Mısır Ve Mekke-i Mükerremede Kaldığı Zamanlarda Hadîs İlmini Ve Diğer İlimlerden Bir Kısmını; İbn-i Asâkir Ve Ebü'l-ferec İbn-il-cevzî, İbn-i Sekîne, İbn-i Ülvan, Câbir Bin Ebû Eyyûb Gibi Büyük Âlimlerden Öğrendi. Gittiği Yerlerde Büyük Âlimler İle Görüşüp, Onlardan İlim Öğrenmek Sûretiyle, Fen Ve Din İlimlerinde En İyi Şekilde Yetişti.

tefsîr, Hadîs, Fıkıh, Kırâat Gibi Pekçok İlimlerde Büyük Âlim Oldu. Tasavvufta, Ebû Midyen Magribî, Cemâleddîn Yûnus Bin Yahyâ, Ebû Abdullah Temim, Ebü'l-hasan Ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî Hazretlerinin Rûhâniyetinden feyz Aldı, Yüksek Derecelere Kavuşup, Meşhûr Oldu. Mekke'de Bulunduğu Sırada fütûhât-ı Mekkiyye adlı Eserini Yazdı.

gavs-ül-a'zam Seyyid Abdülkâdir Geylânî Hazretleri, Bir Gün En Önde Gelen Talebelerinden Cemâleddîn Yûnus Bin Yahyâ'yı Yanına Çağırarak; "benden Sonra, Benim Künyem Olan Muhyiddîn İsminde, Allahü Teâlânın Çok Sevdiği Evliyâsından Bir Kimse Gelecektir. Bu Hırkamı Ona Teslim Edersin." Buyurdu. Yûnus Bin Yahyâ, Uzun Yıllar Sonra Talebesi Olan Muhyiddîn-iarabî'ye, Hocasının Vasiyeti Olan O Hırkayı Teslim Etti. Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, Zamânında, İlminden Ve Feyzinden İstifâde Etmek İçin Kendisine Mürâcaat Edilen Belli Başlı Büyük Âlimlerden Oldu. Şam, ırak, Cezîre Ve Anadolu Taraflarına Seyâhat Etti. Konya'ya Gelip, Selçuklu Sultanı Tarafından Çok İkrâm Ve Hürmet Gördü. Sultanlardan Kendisine Birçok Tahsisat Tâyin Olunduğu Ve Hediyeler Gönderildiği Halde, Hepsini Fakirlere Dağıtırdı. Sofiyye-i Âliyyeden Ve Kelâm Âlimlerinden Olan Sadreddîn-i Konevî'nin Hocası Ve Üvey Babası Oldu.

hocasının Üstâdı Olan Abdülkâdir-i Geylânî Hazretlerinin Hırkasını Üvey Oğlu Ve Talebesi Olan Sadreddîn-i Konevî'ye Giydirdi.

konya'da Bir Müddet Kaldıktan Sonra Haleb'e Giden Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, 1215 Senesinde Tekrar Konya'ya Döndü. Aynı Sene İçinde Sivas'a, Oradan Da Malatya'ya Gitti. 1230 Senesinde Şam'a Giderek Oraya Yerleşti.

büyük Âlimler, Muhyiddîn-i Arâbî'nin Hâl, Makam Ve İlim Bakımından Pek Yüksek Olduğunu Kabûl Ettiler. Evliyânın Büyüklerinden Ebû Midyen Magribî Ona; "âriflerin Sultânı" Demişdir. Şeyh Safiyyüddîn Bin Ebû Mensûr Onun Hakkında; "o, Şeyhdir, İmâmdır. Hem De Tam Kâmil Ve Hakîkatı Bulanlardandır. Onu Üstün İrfan Sâhiplerinin Başında Saymak Lâzımdır. Öyle Açık Gönül Âlemi Vardı Ki, Özüne Erip, Bulduğu Her Şeyi Oradan Geçirir Ve Bulurdu. Keşf Âlemi Açık Ve Aydınlıktı. Kavuştuğu Hâllere Gelince, Ancak "hârika" Diye Vasıflandırmak Mümkündür. En Tatlı Feyizler Onun Gönlüne Akardı. Hak Âlemine Yaklaştıran Merdivenlerin En Üst Basamağında Onun Da Yeri Vardı. Bilhassa Velâyet Ahkâmına Dâir Tasavvuf Deryâsında Pek Uzun Kulaçlar Atardı. O Ummânın Da Süratli Bir Yüzücüsü İdi. Ve Nihâyet O, Bu Yolda Vaz Geçilmez Bir Zât İdi. Böyle Kabûl Edip, Onun Şânını Bu Şekilde Yüceltmek Ona Lâyıktır." Derdi.

talebelerinden Sadreddîn-i Konevî Şöyle Anlatmıştır: "hocam İbn-i Arâbî, Geçmiş Peygamberlerin Ve Velîlerin Ruhlarından İstediği İle Rüyâsında Veya Uyanık İken Görüşürdü."

muhyiddîn-i Arabî Hazretleri Şöyle Anlatır:

"bir Gün Tunus Limanında İdim. Vakit Geceydi. Kıyıya Yanaşmış Gemilerden Birisinin Güvertesine Çıktım. Etrâfı Seyretmeye Başladım. Denizin Üzerinde Ay Doğmuş, Fevkalâde Güzel Bir Manzara Teşkil Ediyordu. Bu Manzarayı, Cenâb-ı Hakk'ın Her Şeyi Ne Kadar Güzel Ve Yerli Yerinde Yarattığını Tefekkür Ederken Dalmıştım. Birden Ürperdim. Uzaktan, Uzun Boylu, Beyaz Sakallı Bir Kimsenin Suyun Üzerinde Yürüyerek Geldiğini Gördüm. Nihâyet Yanıma Geldi. Selâm Verip Bâzı Şeyler Söyledi. Bu Arada Ayaklarına Dikkatle Baktım, ıslak Değildi. Konuşmamız Bittikten Sonra, Uzakta Bir Tepe Üzerindeki Menare Şehrine Doğru Yürüdü. Her Adımında Uzun Bir Mesâfe Katediyordu. Hem Yürüyor, Hem De Allahü Teâlânın İsmini Zikrediyordu. O Kadar Güzel, Kalbe İşleyen Bir Zikri Vardı Ki, Kendimden Geçmiştim. Ertesi Gün Şehirde Bir Kimse Yanıma Yaklaşarak Selâm Verdi Ve; "gece Gemide Hızır Aleyhisselâm İle Neler Konuştunuz? O Neler Sordu, Sen Ne Cevap Verdin?" Dedi. Böylece Gece Gemiye Gelenin Hızır Aleyhisselâm Olduğunu Anladım. Daha Sonra Hızır Aleyhisselâm İle Zaman Zaman Görüşüp Sohbet Ettik, Ondan Edeb Öğrendim.

"bir Defâsında Deniz Yolu İle Uzak Memleketlere Seyahate Çıkmıştım. Gemimiz Bir Şehirde Mola Verdi. Vakit Öğle Üzeriydi. Namaz Kılmak İçin Harâb Olmuş Bir Mescide Gittim. Oraya Gayr-i Müslim Bir Kimse De Gelmiş Etrâfı Seyrediyordu. Onunla Biraz Konuştuk. Peygamberlerden Meydana Gelen Mûcizelerle, Evliyâdan Hâsıl Olan Kerâmetlere İnanmıyordu. Biz Konuşurken, Mescide Birkaç Seyyah Geldi. Namaza Durdular. İçlerinden Biri, Yerdeki Seccâdeyi Alıp, Havaya Doğru Kaldırıp Yere Paralel Durdurdu. Sonra Üzerine Çıkıp Namazını Kıldı. Dikkatlice Baktığımda, Onun Hızır Aleyhisselâm Olduğunu Anladım. Namazdan Sonra Bana Dönerek; "bunu, Şu Münkir Kimse İçin Yaptım" Dedi. Mûcize Ve Kerâmete İnanmıyan O Gayr-i Müslim, Bu Sözleri İşitince İnsâf Edip Müslüman Oldu."

zenginlerden Biri, Muhyiddîn-i Arabî Hazretlerine Kıymetli Bir Ev Bağışlamıştı. İbn-i Arabî Hazretleri Bu Evde Oturuyordu. Bir Gün Bir Fakir Gelip Dedi Ki: "allah Rızâsı İçin Bana Bir Şey Ver." Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri De Buyurdu Ki: "bu Evden Başka Bir Şeyim Yoktur. Al Onu Sana Vereyim. Senin Olsun." Böyle Söyleyip, Evi O Fakire Verip Terketti.

muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, İmâm-ı Gazâlî'ye Muhabbet Ve Bağlılığından, Şam'da Gazâliye Medresesinde Çok Oturur, İmâm-ı Gazâlî Hazretlerinin Eserlerini Okurdu. Bir Gün Müderris Derse Gelmedi. Muhyiddîn-i Arabî Orada İdi. Fakîhler Kendisine; "efendim, Bugün Bize Dersi Siz Veriniz." Deyip ısrâr Ettiler. O Da; "ben Mâlikî Mezhebindenim. Mâdem Ki Çok ısrâr Ediyorsunuz Akşamki Dersinizi Söyleyiniz" Buyurdu. İmâm-ı Gazâlî'nin Fıkha Dâir vesît kitabından bir Yer Gösterdiler. Muhyiddîn-i Arabî Onlara Ders Verdi, Uzun Uzun Îzâh Ve Açıklamalar Yaptı. Öyle Ki, Onlar; "biz Böyle Bir Üstâd Görmedik." Dediler.

horasan'da Muhyiddîn-i Arabî Hazretlerine Çok Dil Uzatan, Ona Ve Onu Sevenlere Eziyet Eden Bir Adam Vardı. Çok Eziyet Görenler, Muhyiddîn-i Arabî'ye Bunu Şikâyet Edip, Sabra Tahammülümüz Kalmadı, Cezâsını Veriniz Dediler. O Da; "bana Şöyle Şöyle Bir Bıçak Getirin." Buyurdu. Bir Kâğıdı İnsan Şeklinde Yapıp, Bıçakla Kesti Ve; "ey Cemâat, Şu Anda, Horasan'daki O İnatçı Adamı Boğazladım. Evindeki Duvarın Çatısındaki Köprü Şeklindeki Kalası Kaldırdım Ve Bıçağı Onun Altına Koydum. Onu Yirmi Kişiden Az İnsan Kaldıramaz. Bıçağın Üzerine, Onun Kanı İle, Bunu Muhyiddîn-i Arabî Boğazladı Diye Yazdım." Buyurdu.şikâyet Edenlerden Biri Horasan'a Gitti. O Evi Buldu. Filân Kimse, Falan Günde, Falan Saatte Onu Kesti Dediler. Hâdise, Hocalarının Buyurduğu Şekildeydi. Onlara Vâkıayı Anlattı. Birçokları Töhmetten Kurtuldu. Bildirilen Kalası Kaldırdılar. Bıçağı Ve Yazıyı, Muhyiddîn-i Arabî'nin Buyurduğu Hâlde Buldular.

bir Kimse, Muhyiddîn-i Arabî Hazretlerinin Büyüklüğüne İnanmaz, Ona Buğzederdi. Her Namazının Sonunda Da, Ona On Defâ Lânet Etmeyi Kendisine Büyük Bir Vazife Kabûl Ederdi. Aradan Aylar Geçti, Adam Öldü. Cenâzesinde Muhyiddîn-i Arabî De Bulundu. Cenâzenin Affedilmesi İçin Cenâb-ı Hakk'a Yalvardı. Definden Sonra Arkadaşlarından Biri, Muhyiddîn-iarabî'yi Evine Dâvet Etti. O Evde Bir Müddet Murâkabe Hâlinde Bekledi. Bu Arada Yemekler Gelmiş, Soğumuştu. Ancak Saatler Sonra Murâkabeden Gülümseyerek Ayrıldı Ve Yemeğin Başına Gelip Buyurdu Ki: "bana Her Gün Namazlarının Sonunda On Defâ Lânet Okuyan Bu Kimse, Af Ve Magfiret Edilinceye Kadar Allahü Teâlâya Hiçbir Şey Yememek Ve İçmemek Üzere Ahdetmiştim. Onun İçin Bu Hâlde Bekledim. Yetmiş Bin Kelime-i Tevhîd Okuyarak Rûhuna Bağışladım. Elhamdülillah, Rabbim Dileğimi Kabûl Buyurdu. Artık Yemek Yiyebilirim."

muhibbüddîn-i Taberî, Vâlidesinden Şu Hâdiseyi Rivâyet Etti: "şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, Bir Gün Kâbe-i Muazzamada, Kâbe'nin Mânâsı Hakkında Bir Vâz Veriyordu. İçimden Onun Söylediklerini İnkâr Ettim. O Gece, Mânevî Mânâda Kâbe'nin Muhyiddîn-iarabî'nin Etrâfında Dönerek, Onu Tavaf Ettiğini Gördüm."

şihâbüddîn Sühreverdî İle Muhyiddîn İbni Arabî Yolda Karşılaştılar. Bir Saat Kadar Sonra Bir Şey Konuşmadan Ayrıldılar. Daha Sonra Sühreverdî'ye Denildi Ki: "ibn-i Arabî Hakkında Ne Dersin?" Buyurdu Ki: "hakîkatler Deryâsı, Kutb-i Kebîr Ve Gavs'dır."

ibn-i Arabî'ye Sühreverdî'den Sorulunca Buyurdu Ki: "baştan Ayağa Kadar Sünnet-i Seniyye İle Doludur."

"ruhlar İle Nasıl Görüşüyorsunuz?" Diye Sordular. Onlara Verdiği Cevapta; "üç Şekilde: 1) Rüyâ Yoluyla, 2) Onların Rûhâniyetlerini Dâvet Edip Görüşerek, 3) Bedenimden Rûhumu Ayırıp, Rûhumla Onların Yanına Giderek" Buyurdu.

muhyiddîn-i Arabî Hazretleri Kendinden Nasîhat İsteyen Bir Kimseye Buyurdu Ki:

"ey Nefsinin Kurtuluşunu İsteyen Kimse! Herşeyden Önce Sana Lâzım Olan, Sana Kendi Ayıb Ve Kusûrlarını Gösterecek, Seni Nefsine İtâattan Kurtaracak Bir Üstâd, Hoca Lâzımdır. Şâyet Böyle Bir Zâtı Aramak İçin Uzak Memleketlere Gideceksen, Sana Bâzı Nasîhatlerde Bulunayım. O Zâtı Bulduğun Zaman, Huzûrunda, Yıkayıcının Elindeki Meyyit, Ölü Gibi Ol. Çünkü Meyyit, Yıkayıcının İrâdesine Göre Hareket Eder. Yıkayıcı Onu İstediği Tarafa Çevirir. Meyyit, Yıkayıcıya Aslâ Îtirâz Etmez.

sakın Hatırına O Zâta Karşı Îtirâz Gelmesin. Hâlini Ondan Gizleme Ve Onun Yerine Oturma. Elbisesini Giyme. Onun Huzûrunda, Kölenin, Efendisinin Huzûrunda Oturuşu Gibi Otur. Sana Emrettiği Şeyi Yap. Sana Emrettiği Şeyi İyice Anla Ve İyi Öğrenmeden O İşin Peşinde Koşma. Ona Bir Rüyânı Veya Başka Bir Hâlini Arz Ettiğin Zaman, Ona Cevâbını Sorma, Ona Düşman Olandan Allah İçin Uzak Dur. O Düşman İle Berâber Olma. Arkadaşlık Etme. Hocanı Seveni Sev Ve Ona Yardımcı Ol.

o Zâta, Hiçbir İşinde Îtiraz Etme. Bunu Niçin Böyle Yaptın? Deme. Sana Ne İş Vermişse Yap. Oturduğunda Onun Senin Oturuşundan Haberdâr Olduğunu Unutma. Edebi Aslâ Terketme. Yolda Giderken Onun Önünde Yürüme. Devamlı Ona Bakma. Çünkü Böyle Yapmak, Hayâyı Azaltır, Ona Karşı Hürmeti Kalbten Çıkarır. Ona Olan Sevgini, Onun Emirlerine Uyup, Yasak Ettiklerinden Sakınmak Sûretiyle Göster. O Zâta Yemek Ve Yiyecek Takdîm Ettiğin Zaman, Diğer Lâzım Olan Şeyler İle Berâber Önüne Bırak, Kapının Yanında Edeble Dur. Eğer Sana Seslenirse Cevap Ver. Yoksa Yemeğini Yiyinceye Kadar Bekle. Yemeğini Yiyip Sana Sofrayı Kaldırmanı Söylediği Zaman Hemen Kaldır. Sofrada Bir Şeyler Kalıp, Senin Yemeni Emrettiği Zaman, Îtiraz Etmeden Ye. Başkasına Verme.

o Zâtın Denemesinden Çok Sakın Ve Kork. Çünkü Bâzan Onlar, Talebelerini Denerler. Onunla Berâber Olduğunda Pek Dikkatli Ol. Eğer Senden O Zâta Karşı Edebe Uymayan Bir Husus Meydana Gelip, Onun Bundan Haberi Olduğu Hâlde, Sana Müsâmaha Gösterdiğini, Seni Cezâlandırmadığını Görürsen, Bilki O Seni Denemektedir. O Zât, Bulunduğu Yerden Çıkıp Gitmek İstediği Zaman, Gittiği Yeri Sorma. Ona, İşleri Hususunda Sana Görüşünü Sormadan, Görüş Beyân Etme. Şâyet Seninle İstişâre Ederse, Ona Uygun Şekilde Sana Göre De Muvâfık Olduğunu Söyle. Haddizâtında Onun Seninle Meşveret Etmesi, Senin Görüşüne Muhtac Olduğundan Değil, Sana Olan Sevgisindendir.

böyle Bir Zâtı Aradığın Müddet İçerisinde, Şunlara Dikkat Et: İlk Yapacağın Şey; Tövbe Etmek, Üzdüğün Kimseleri Râzı Etmek, Üzerinde Hakkı Bulunanlara Haklarını Geri Vermek, Günah Ve İsyân İçerisinde Geçen Ömrün İçin Ağlamak, İlim İle Meşgûl Olmaktır. Abdestsiz Olma. Abdestini Şartlarına Uygun Al. Abdestin Bozulunca, Hemen Abdest Al. Abdest Aldığın Zaman İki Rekat Namaz Kıl. Cemâatle Beş Vakit Namaza Ve Evinde Nâfile Namaza Devâm Et.

abdesti En Güzel Ve Şartlarına Uygun Olarak Al. Her Hareket Ve İşine Besmele İle Başladığın Gibi, Abdest Almaya Da Besmele İle Başla. Ellerini, Dünyâyı Terk Etme Niyeti İle Yıka. Ağzına Gelince, Ağzı Yıkarken Okunan Duâları Oku. Tevâzu Ve Huşû İçerisinde, Kibir Hâlinden Sıyrılmış Bir Vaziyette Burnuna Su Al. Yüzünü Hayâ Ederek Yıka. Ellerini, Dirseklere Kadar Tevekkül Hâli Üzere Yıka. Başını, Kendini Alçaltarak, Muhtaç Kabûl Eden Kimsenin Tavrı İle Mesh Et. Kulaklarını, En Güzel Ve Doğru Sözleri Dinlemek İçin Mesh Et. Ayağını Da Rabbinin Nîmetlerini Müşâhede Etmek İçin Yıka. Sonra Allahü Teâlâya Hamd Ü Senâda Bulun. Resûlullah'a Salâtü Selâm Oku. Sonra, Namaz Kılarken, Allahü Teâlânın Huzûrunda Durur Gibi Dur. Yüzün İle Kâbe-i Muazzamaya Döndüğün Gibi, Kalbin İle De Allahü Teâlâya Dön. Kul Olduğunu, Rabbine İbâdet Ettiğini Düşünerek, Hürmetle Tekbîr Al. Rükû'dan Kalkınca, Secdede Ve Diğer Bütün Hareketlerinde, Allahü Teâlânın Kudreti İle Yaşadığını Düşün. Selâm Verinceye Kadar Ve Selâm Verdikten Sonra Bu Düşünce Üzere Kal. Evine Girdiğin Zaman Da İki Rekat Namaz Kıl.

acıkmadıkça Yeme. Yemeği Doymadan Bırak. Fazla Su İçme. Yemeği İhtiyâcın Kadar Ye. Yemek Yerken, Lokmayı Ne Büyük Ne De Küçük Al. Orta Derecede Al. Lokmayı Ağzına Koymadan Önce Besmele-i Şerîfeyi Oku. Lokmayı İyice Çiğne, Sonra Yut. Yemekten Sonra Allahü Teâlâya Hamd Ü Senâda Bulun."

muhyiddîn-i Arabî Hazretleri Velîlik Yolundaki Yüksek Derecesini İfâde Ederek Buyurdu Ki:

"allahü Teâlâ Bana Öyle Nîmetler İhsân Etti, Bildirdi Ki, İstersem Kıyâmete Kadar Gelecek Bütün Velîleri, Kutubları, İsim Ve Nesebleriyle Bildirebilirim. Fakat Bâzıları İnkâr Ederler De, Mânevî Kazançlarından Kaybederler Diye Korkuyorum."

muhyiddîn-i Arabî Hazretleri Kendisinden Yüzlerce Sene Sonra Ortaya Çıkacak Olan Telgrafın Çalışma Tekniğini Bildirdi.edison'u (1847-1931) Dahi "üstâdım" Demek Mecbûriyetinde Bıraktı. Fâtih Sultan Mehmed Hanın İstanbul'u Fethedeceğini, Yavuz Sultanselîm Hanın Şam'a Geleceğini Keşf Yoluyla Haber Verdi.

şeceret-ün-nu'mâniyye Fî Devlet-il-osmâniyye isimli Eserinde; "sin, Şın'a Gelince, Muhyiddîn'in Kabri Meydana Çıkar." Buyurdu. Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, Şam'da, Kalbi Para Sevgisiyle Dolu Bir Grup Kimseye; "sizin Taptığınız, Benim Ayağımın Altındadır." Dedi. Orada Bulunanlar Bu Sözü Anlayamadılar. 1240 (h.638) Rabî'ul-âhir Ayının 28. Cumâ Günü, Yetmiş Sekiz Yaşında İken Şam'da Fânî Dünyâdan Âhirete İrtihâl Etti. Sâlihiyye'de Defnolundu. Şam Halkı, Onun Büyüklüğünü Anlayamadıkları İçin Kabrinin Üzerine Çöp Döktüler. Osmanlı Sultânıyavuz Selîm Hân Şam'a Geldiğinde; "sin, Şın'a Gelince, Muhyiddîn'in Kabri Meydana Çıkar." Sözünün Ne Demek Olduğunu Anladı. Kabrini Araştırıp Buldurdu. Çöpleri Temizleterek, Kabrin Üzerine Güzel Bir Türbe, Yanına Bir Câmi Ve İmâret Yaptırdı. Ayrıca Muhyiddîn-i Arâbî'nin Vefâtından Önce Ayağını Yere Vurarak, "sizin Taptığınız, Benim Ayağımın Altındadır" Buyurduğu Yeri Tesbit Ettirip, Orayı Kazdırdı. Orada Küp İçinde Altın Çıktı. Bundan, "siz, Allahü Teâlâya Değil De, Paraya Tapıyorsunuz" Demek İstediği Anlaşıldı.

muhyiddîn-i Arabî Hazretlerinin, Onu Çok Seven Bir Hizmetçisi Vardı. Onun Vefâtından Sonra Gece Gündüz Ağlardı. Bir Gece Hizmetçinin Kapısı Açıldı. İçeriye Muhyiddîn-i Arabî Sağlığındaki Hâliyle Girdi. Hizmetçisine; "ağlamayınız." Diyerek Onu Teselli Etti.

büyük Âlimlerden Birisi Kâbe-i Muazzamaya Gelmiş Tavâf Ediyordu. O Esnâda İhrâmını Giymiş Bir Kimsenin Ayağa Kalkmadığını Gördü Ve Kendi Kendine; "benim Gibi Bir Âlime Hürmet Etmemek Ne Ayıp Şey." Dedi. Biraz Sonra Büyük Bir Câmide Vâz Verecekti. Câmi Çok Kalabalıktı. Bütün Cemâat Onun Vâzını Dinlemek İçin Bekliyorlardı. Büyük Âlim Ağır Ağır Kürsüye Çıktı. Fakat Hiçbir Şey Söyleyemedi. Aklındaki Bilgiler O Anda Silinmişti. Bir An Aklı Durur Gibi Oldu. Ter İçinde Kaldı. "bugün Biraz Rahatsızım, Konuşamayacağım." Dedi Ve Kürsüden İndi. Evine Gidip; "yâ Rabbî! Ne Gibi Bir Hatâ Ettim, Ne Gibi Bir Kusûr İşledim De Bunlar Başıma Geldi." Diye Allahü Teâlâya Yalvarıp Ağladı. O Gece Rüyâsında Muhyiddîn-i Arabî'yi Gördü. Hatâsının Ona Karşı Olan Düşüncesi Olduğunu Anlayıp Pişman Oldu. Muhyiddîn-i Arabî'yi Aradı Fakat Bulamadı. Ümitsiz Bir Halde Otururken Kapısı Çalındı. Gördü Ki, Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri Karşısında Durmaktadır. "buyurun." Deyip İçeri Aldı Ve Af Diledi. Muhyiddîn-i Arabî Onun Özrünü Kabûl Etti. Allahü Teâlâya Onun İçin Duâ Etti. O Âlim Kimsenin İlmi, Kendisine İâde Olundu.

muhyiddîn-i Arabî Hazretleri Her İşini Allahü Teâlânın Rızâsına Kavuşmak İçin Yapardı. Allahü Teâlânın Rızâsına Ve Mârifet-i İlâhiyyeye Kavuşmak İçin İslâmiyete Tam Uymak Gerektiğini Belirtirdi.

"islâmiyetin Emirlerinden Bir Emri Yapmayanın Mârifeti Sahîh Değildir." Buyururdu.

muhyiddîn-i Arabî; "ârifin Niyeti, Maksadı Olmaz" Buyuruyor. İslâm Âlimleri Bu Cümleyi Şöyle Açıklamaktadırlar: "allahü Teâlâyı Tanıyan Kimse, Belâdan Kurtulmak İçin Bir Şeye Başvurmaz Demektir. Çünkü, Derd Ve Belâların Sevgiliden Geldiğini, O'nun Dileği Olduğunu Bilmektedir. Dostun Gönderdiği Şeyden Ayrılmak İster Mi Ve O Şeyin Geri Gitmesini Özler Mi? Evet Duâ Ederek, Gitmesini Söyler. Fakat, Duâ Etmeğe Emr Olunduğu İçin, Bu Emre Uymakdadır. Yoksa, Gitmesini Hiç İstemez. O'ndan Gelen Her Şeyi De Sever, Hepsi Kendine Tatlı Gelir. Evet, Çünkü Sevgilinin Düşmanlığı, Düşmanlar İçindir. Dostlarına Düşmanlığı, Görünüştedir. Bu İse Merhametini, Acımasını Bildirmektedir. Böyle Düşman Görünmesinin, Sevene Nice Faydaları Vardır, Bu Anlatılmakla Bitmez. Bundan Başka, Dostlarına Düşmanlık Gibi Görünen İşler Yapması, Bunlara İnanmıyanları Harâb Etmekte, Onların Belâlarına Sebeb Olmaktadır."

şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri Hadîs İlminde Sâhib-i İsnâd Ve Fıkıh İlminde İctihâd Makâmında İdi. Buyururdu Ki: "peygamber Efendimiz"hesâba Çekilmeden Evvel, Hesâbınızı Görünüz." emri İle, Bâzı Meşâyıh, Her Gün Ve Her Gece Yaptıkları İşlerden Kendilerini Hesâba Çekiyor. Ben, Hesâbda Onları Geçtim Ve İşlediklerimle Berâber, Düşündüklerimde De Hesâbımı Görüyorum."

dört Mezhebin Âlim Ve Ârifleri, Muhyiddîn-i Arabî'yi Hep Medhetmişlerdir. İmâm-ı Şa'rânî el-yevâkit Vel-cevâhir'inde Ondan Uzun Uzun Bahsetmekte, Şeyh Abdülganî Nablüsî Ve Ârif-i Billah Seyyid Mustafa Bekrî, Onun İçin Ayrı Birer Kitap Yazmışlardır. Abdülganî Nablüsî'nin Eseri er-redd-ül-metîn Alâ Müntakıs-il-ârif Muhyiddîn, seyyid Mustafa Bekrî'nin Eseri, es-süyûf-ül-haddâd Fî A'nâki Ehl-iz-zendeka Vel-ilhâd'dır. Şihâbüddîn Sühreverdî, Şeyhülislâm Zekeriyyâ, İbn-i Hacer Heytemî, Hâfız Süyûtî, Ali Bin Meymûn, Celâlüddîn Devânî, Seyyid Abdülkâdir Ayderûsî, İbn-i Kemâl Paşa, kâmûs sâhibi Necmüddîn Fîrûzâbâdî Hep Onu Medh Etmişlerdir.

osmanlı Devletinin Yetiştirdiği Âlimlerin En Büyüklerinden Olan İbn-i Kemâl Paşa Hazretleri, İbn-i Arabî Hakkında Sorulan Bir Suâle Şöyle Cevap Vermiştir: "kullarından Sâlih Âlimler Yaratan, Bu Âlimleri Peygamberlerine Vâris Kılan Allahü Teâlâya Hamd Olsun. Dalâlette Olanlara Doğru Yolu Göstermek İçin Gönderilen Muhammed Mustafâ'ya, O'nun Ehl-i Beytine Ve Dînimizin Emirlerini Tatbikte Gayretli Olan Eshâbına Salât Ve Selâm Olsun. Ey İnsanlar, Biliniz Ki; Şeyh-i Âzam Âriflerin Kutbu, Muvahhidlerin İmâmı, Muhammed Bin Ali İbniarabî Et-tâî El-endülüsî, Kâmil Bir Müctehid, Fâzıl Bir Mürşîd, Hayret Verici Menkıbeler, Garip Hârikalar Sâhibi Bir Âlimdir. Çok Talebesi Olup, Âlimler, Fâzıllar İndinde Makbûldür. İbn-i Arabî'yi İnkâr Eden Hatâ Etmiştir. Hatâsında ısrâr Eden Sapıtmıştır. Sultânın Onu Edeblendirmesi Ve Bu Bozuk Îtikâddan Sakındırması Lâzımdır. Zîrâ, Sultan İyiliği Emredip, Kötülükten Sakındırmak İle Memurdur Ve Vazifelidir.

ibn-i Arabî'nin Birçok Eseri Vardır. füsûs-i Hikem ve fütûhât-ı Mekkiyye adlı Eserlerinin Bâzı Meseleleri Lafz Ve Mânâ Bakımından Mâlûm Olup, Emr-i İlâhîye Ve Şer'i Nebevî'ye Uygun, Bâzı Meseleleri İse, Zâhir Ehlinin İdrâkinden Hafîdir (gizlidir). Bunu Ancak Ehl-i Keşf Ve Bâtın (gönül Ehilleri) Bilirler. Meram Olan Mânâyı Anlayamayan Kimsenin, Bu Makamda Susması Gerekir. Zîrâ Allahü Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîmde Meâlen Buyuruyor Ki: "hakkında Bilgi Sâhibi Olmadığın Bir Şeyin Ardınca Gitme, Çünkü Kulak, Göz Ve Kalb, Bunların Hepsi Ondan Sorumludur" (isrâ sûresi: 36). Allahü Teâlâ Doğru Yola Götürendir."

imâm-ı Süyûtî, tenbîh-ül-gabî kitabında, Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin Büyüklüğünü Vesîkalarla İsbât Etmektedir. Ebüssü'ûd Efendi Fetvâlarında Da, Ona Dil Uzatılamayacağı Yazılıdır.

bununla Berâber, Îmân, Îtikâd Ve İbâdet Bilgilerine Tam Vâkıf Olmayanların Ve Tasavvufun İnceliklerini İyi Bilmeyenlerin, Muhyîddîn-i Arabî'nin Kitaplarını Okumaları Ve Sözleri Üzerinde Düşünmeleri, Çok Defâ Zararlı Olmaktadır. Geçmiş Asırlardaki Velîlerin Ve Âlimlerin Bâzıları Da, Onun Sözlerini Anlamakta Acze Düşmüşler Ve Yanlış Yollar Tutmuşlardır. Ayrıca Tasavvufta Vahdet-i Vücûd Bilgisi Ve Mertebesi Çok Yüksek Ve Kıymetli Olmakla Berâber, Nihâyetin Nihâyeti Değildir. Asıl Maksad Yanında, Bu Mertebe Çok Gerilerde Kalmaktadır. (vahdet-i Vücûd Ve Muhyiddîn-i Arabî Hakkında, İhlâs Holding A.ş. Tarafından Yayınlanan müjdeci Mektuplar ve seâdet-i Ebediyye kitaplarında Geniş Bilgiler Vardır.)

muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, 1230 (h.627) Senesinde Şam'da İken, Bir Gece Mânâ Âleminde Peygamber Efendimizi Gördü. Peygamber Efendimiz Elinde Bir Kitap Tutarak; "bu füsûs-ül-hikemkitabıdır. Bunu Al Ve İnsanların Faydalanması İçin Muhteviyâtını Açıkla." Buyurdu. Muhyiddîn-i Arabî De Sevgili Peygamberimizin Mânevî İşâretine Uyarak, Emir Ve İlhâm İle, Kitabın İhtivâ Ettiği Hususları Ne Eksik, Ne De Fazla Yazdı. Bu Kitapta Kısa Bir Başlangıç Vardır. Ve İsmi Bildirilen Her Peygambere Aleyhimüsselâm, Bir Hikmet Verildiği Bildirilmiştir. Çok Kıymetli Bir Kitaptır. Sonra Gelen Âlimler, Bu Kitabın Kırktan Fazla Şerhini Yapmışlardır.

muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, Evliyâ-i Ârifînin En Büyüklerinden Olduğu Gibi, Zâhir Âlimlerin De Büyük İmâmlarındandır. Sultan Melik Muzaffer Behâüddîn Gâzî'ye İcâzet (diploma) Verdiği, câmiu Kerâmât isimli Kitapta Bildirilmektedir. Yine Aynı Kitapta, Üstâdlarının İsimleri Uzun Uzun Yazılıdır. Bu Kitapta, Yazdığı Eserlerden İki Yüz Otuz Dört Tânesinin İsmi Bildirilmekte, Hepsi Bu İcâzette Yazılmış Bulunmaktadır. Eserlerinden Bâzıları Şunlardır: fütûhât-ı Mekkiyye, Et-tedbîrât-ül-ilâhiyye, Et-tenezzülât-ül-mevsûliyye. El-ecvibet-ül-müsekkite An Süâlât-il-hakîm Tirmizî, Füsûs-ül-hikem, El-isrâ İlâ Makâmil Esrâ, Şerhü Hal'in-na'leyn, Tâc-ür-resâil, Minhâc-ül-vesâil, Kitâb-ül-azamet, Kitâb-ül-beyân, Kitâb-üt-tecelliyât, Mefâtîh-ül-gayb, Kitâb-ül-hak, Merâtibü Ulûm-il-vehb, El-i'lâm Bi-işâreti Ehl-il-ilhâm, El-ibâdet Vel-halvet, El-medhal İlâ Ma'rifetil-esmâ, Künhü Mâ Lâ Büdde Minh, En-nükabâ, Hilyet-ül-ebdâl, Esrâr-ül-halvet, Akîde-i Ehl-i Sünnet, İşârât-ül-kavleyn, Kitâb-ül-hüve Vel-ehâdiyyet, El-celâlet, El-ezel, Anka-i Mugrib, Hatm-ül-evliyâ, Eş-şevâhid, El-yakîn, Tâc-üt-terâcim, El-kutb, Risâlet-ül-intisâr, El-hucb, Tercümân-ül-eşvâk, Ez-zehâir, Mevâkı-un-nücûm, Mevâiz-ül-hasene, Mübeşşirât, El-celâl Vel-cemâl, Muhâdarât-ül-ahrâr Ve Müsâmerât-ül-ahyâr. buhârî, Müslim, Tirmizî'nin Eserlerini Muhtasar Hâle Getirmiştir. sırrü Esmâillah-il-husnâ, Şifâ-ül-alîl Fî Îzâh-üs-sebîl, Cilâ-ül-kulûb, Et-tahkîk Fil-keşfi An Sırr-is-sıddîk. El-vahy, El-ma'rifet, El-kadr, El-vücûd, El-cennet, El-kasem, En-nâr, El-a'râf, Mü'min, Müslim Ve Muhsin, El-arş, El-vesâil, İ'câz-ül-lisân Fî Tercemetin An-il-kur'ân".

 

kerâmet Ve Menkîbeleri

sözleri Doğrudur

şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, Hızır Aleyhisselâm İle Karşılaşmasını Şöyle Anlatır: "hocalarımdan Ebü'l-abbâs Hazretleri Bir Zâtı Anlatıyordu. Ben, Hocamın Bu Zât Hakkında Beslediği Hüsn-i Zanna Hayret Etim. O Kimsenin Bâzı Uygun Olmayan Hareketlerinin Olduğunu Söyledim. O Gün Evime Giderken, Yolda Bir Kimse İle Karşılaştım. O Zâtın Yüzü Nûr İle Dolu Olup, Ayın On Dördü Gibi Parlıyordu. Bana Selâm Verdikten Sonra; "ey Muhyiddîn! Üstâdın Ebü'l-abbâs'ın O Zât Hakkındaki Sözleri Doğrudur. Onu Tasdîk Et." Buyurdu. Ben Hayret Etmiştim. Geriye Dönüp Hocama Durumu Anlattım. Bana; "sana Söylediğim Sözün Doğru Olduğunu İsbât Etmek İçin Hızır Aleyhisselâmdan Yardım İstedim" Buyurdu. Bunun Üzerine Hocama Îtirâz Şeklinde Hiçbir Sözde Bulunmayacağıma Söz Verdim Ve Tövbe Ettim."

 

allahü Teâlâ Emretmedikçe Yakmaz

bir Gün Sohbetine İnkârcı Bir Felsefeci Gelmişti. Bu Felsefeci, Peygamberlerin Mûcizelerini İnkâr Ediyor, Filozof Olduğu İçin Her Şeyi Felsefe İle Çözmeye Kalkışıyordu. Soğuk Bir Kış Günüydü. Ortada, İçinde Ateş Bulunan Büyük Bir Mangal Vardı. Filozof Dedi Ki: "avâmdan İnsanlar, İbrâhim Aleyhisselâmın Ateşe Atıldığı Ve Yanmadığı Kanâatindedirler. Bu Nasıl Olur? Zîrâ Ateş Herşeyi Yakar Kavurur. Çünkü Yakma Özelliği Vardır." Devâm Edip Bir Takım Sözler Söyleyince, muhyiddîn-i Arabî Hazretleri; "allahü Teâlâ, Enbiyâ Sûresinin 69. Âyet-i Kerîmesinde Meâlen: "biz De: Ey Ateş İbrâhim'e Karşı Serin Ve Selâmet Ol! Dedik" buyurmaktadır." Dedi. Ortada Bulunan Mangalı alıp, İçindeki Ateşi Filozofun Eteğine Döktü Ve Eliyle İyice Karıştırdı. Bu Hâli Gören Filozof Donup Kalmıştı. Ateşin, Elbisesini Ve Muhyiddîn-i Arabî Hazretlerinin Elini Yakmadığını Ve Tekrar Mangala Doldurduğunu Görünce İyice Şaşırmıştı. Ateşi Tekrar Mangalı Doldurup, Filozofa; "yaklaş Ve Ellerini Ateşe Sok!" Deyince, Filozof Ellerini Uzatır Uzatmaz, Ateşin Tesirinden Hemen Geri Çekti. Muhyiddîn-i Arabî Bunun Üzerine; "ateşin Yakıp Yakmaması, Allahü Teâlânın Dilemesiyledir." Buyurdu. Filozof Onun Bu Kerâmetini Görünce, Kelime-i Şehâdet Getirerek Müslüman Oldu.

 

kazdığı Kuyuya Düştü

evi, Muhyiddîn-i Arabî Hazretlerinin Türbesine Çok Yakın Olan Ahmed Halebî, Bizzat Gözleriyle Gördüğü Şu Kerâmeti Anlattı: "bir Gece Yatsı Namazından Sonraydı. Muhyiddîn-i Arabî Hazretlerini Kötüleyenlerden Biri, Elinde Bir Ateşle Türbeye Doğru Yaklaştı. Maksadı Sandukasını Yakmaktı. Hemen Ateşi Atacağı Zaman, Ateş Söndü Ve Kabr-i Şerîfinin Yanıbaşında, Ayaklarının Altında Bir Çukur Açıldı Ve Adam Âniden Çukurun İçinde Kayboldu. Hâne Halkı, Onun Kaybolduğunu Anlayınca Aramağa Çıktılar. Ben Durumu Kendilerine Haber Verdim. Gelip Gömüldüğü Yeri Kazmaya Başladılar Ve Başını Buldular. Çekip Çıkarmak İstediler. Fakat Bütün Uğraşmaları Boşuna Oldu. Zîrâ, Onlar Çıkarmağa Çalıştıkça, O, Durmadan Aşağı Doğru İndi. Kazıldıkça İndi Ve Çıkarmaları Mümkün Olmadı. Nihâyet Kurtaramayacaklarını Anladılar. Kazdıkları Yeri Tekrar Toprakla Doldurup, Yorgun Ve Perişân Bir Hâlde, Elleri Boş Olarak Bırakıp Gittiler."

 

beyitler

yakmayan Ateş

muhyiddîn-i Arabî, Zamânında Bir Kişi,

felsefeyle Îzâha, Çalışırdı Her İşi.

 

açık Mûcizeleri, Ederdi O Hep İnkâr,

derdi Ki: “bu Şeylere, Câhiller İnanırlar.”

 

geldi Bir Gün Bu Kişi, Muhyiddîn-i Arabî’ye,

kapıdan İzin Alıp Ve Girdi İçeriye,

 

soğuk Bir Kış Günüydü, Mangal Vardı Odada,

şöyle Söze Başladı, Bu Filozof Orada.

 

“bâzı Câhil İnsanlar, Şuna İnanırlarmış,

nemrud Halîlullah'ı, Bir Gün Ateşe Atmış.

 

ve Lâkin Halîlullah, Yanmamış O Ateşte,

bu İşi Akıl Mantık, Kabûl Etmiyor İşte.

 

ateşin Özelliği, Yakıcıdır Muhakkak

böyle Hurâfelere, Câhil İnanır Ancak.”

 

üzüldü O Velî Zât Onun Bu Sözlerinden

ona Cevap Olarak, Kalktı Hemen Yerinden,

 

ateş Dolu Mangalı, Alarak Ellerine,

boşalttı Tamamını, Kilimin Üzerine.

 

karıştırdı Eliyle, Hem De O Ateşleri,

sonra Da Avuç Avuç, Mangala Döktü Geri.

 

bunu Gören Filozof, Şaşırdı Hayretinden,

dedi Ki: “bu Gördüğüm, Gerçek Mi Hakîkaten.”

 

peşinden Buyurdu Ki, Muhyiddîn-i Arabî:

“sok Sen De Şu Ateşe, Elini, Benim Gibi.”

 

o Dahî Bir Elini, Uzatınca Ateşe

ateşin Şiddetinden, Geri Çekti Acele.

 

çok Hayret Etmiş İdi, O Kişi Olanlardan,

muhyiddîn-i Arabî, Buyurdu Ki O Zaman:

 

“ateşin Özelliği, Yakıcıdır Ve Fakat,

ibrahîm Peygamberi, Yakmadı, Bu Hakîkat,

 

bıçak Da Kesicidir, Mantığa Bakar İsek,

ve Fakat İsmâil’i, Kesmedi, Bu Da Gerçek.

 

sen Yanlış Biliyorsun, Hakîkat İşte Budur,

her Şey Hak Teâlânın, Dilemesiyle Olur.”

 

pişman Oldu O Kişi, Önceki Sözlerine,

şehâdeti Söyleyip, Girdi İslâm Dînine.

 

kaynaklar

1) Tenbîh-ul-gabî

2) El-a'lâm; C.6, S.281

3) Mu'cem-ül-müellifîn; C.11, S.40

4) Lisân-ül-mizân; C.5, S.311

5) Şezerât-üz-zeheb; C.5, S.190

6) Kâmûs-ül-a'lâm; C.5, S.4, 233

7) Fevât-ül-vefeyât; C.3, S.435

8) Zeyl-i Ravdateyn; S.170

9) Câmiu Kerâmât-il-evliyâ; C.1, S.118

10) Mîzân-ül-i'tidâl; C.3, S.659

11) Nefehât-ül-üns; S.621

12) Tabakât-ül-kübrâ; C.1, S.188

13) Tabakât-ül-müfessirîn; C.2, S.202

14) Et-tefsîr Vel-müfessirûn; C.2, S.407

15) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye (49. Baskı) S.1122

16) Müjdeci Mektublar-mektûb; No:100, 131, 200, 220, 234

17) Tabakât-ı Evliyâ; S.469

18) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.9, S.153

Yorumlar
Kod: LIBOI