istanbul'da Medfûn Bulunan En Büyük Üç Evliyâdan Biri. 1644 (h.1054) Senesinde Buhârâ'da Doğdu. Seyyid Olup, Nesebi Şöyledir: Seyyid Muhammed Murâd İbn-i Seyyid Ali İbn-i Seyyid Dâvûd Bin İmâm Ekmel Kemâlüddîn Bin Ali Eş-şehîr İbn-i Hümâm Sâlihülkâdî Bin Muhammed Bin Ömer Bin Şuayb Bin Hud Bin Ali Bin Muhammed Bin Ali Bin Mûsâ Bin Câfer Bin Muhammed Bin Ali Bin Zeynel Âbidîn İbni Hüseyin Bin Ali Bin Ebî Tâlib Radıyallahü Anhümâ. 1719 (h.1132) Senesinde İstanbul'da Vefât Etti.
murâd-ı Münzâvî'nin Babası, Semerkand Beldesinin Nakîb-ül-eşrâfı (seyyid Ve Şerîflerin İşleriyle İlgilenen Makâmın İdârecisi) İdi. Henüz Üç Yaşında İken Ayakları Felç Oldu. Kötürüm Bir Hâlde Kaldı. Fakat Ayakları Sağlam Olanlardan Daha Çok Dünyâyı Dolaştı. Tahsîl Yaşına Gelince; İlim, Fazîlet Ve Kemâl Elde Etmeye Başladı. Keşmîr'e Gitti. İlim Tahsîline Devâm Edip, Din Ve Fen Bilgilerinde Olgunlaştı.sevenlerinin Yardımı İle Kâbe-i Muazzamayı Ve Resûlullah Efendimizin Kabr-i Şerîfini Ziyâret Etti. Sonra Hindistan'a Gitti. Aklî Ve Naklî İlimleri, Maddî Ve Mânevî Kemâlâtı Kendisinde Toplayan, Yüz Kırk Bin Talebesini Vilâyet, Velîlik Makâmına Kavuşturan Ve Silsile-i Aliyye Büyüklerinden Olan Muhammed Ma'sûm Fârûkî Hazretlerine Talebe Oldu. Bir Müddet Onun Yanında Kaldı. Sohbetleri Ve Bereketli Nazarları İle Kemâle Geldi. İcâzet, Diploma Aldı. Mürşid-i Kâmil, Yetişmiş Ve İnsanları Yetiştirebilen Zât Olarak Tekrar Hicaz'a Geldi. Hicaz'da Üç Sene Kaldı.sonra Bağdât'a Gitti. Burada Büyük Zâtları Ziyâret Etti. Sonra İsfehân'dan Buhârâ'ya Gitti. Belh Ve Semerkand'daki Tasavvuf Büyüklerinin Sohbetlerinde Bulundu. Tekrar Bağdât'a Gitti. Oradan Üçüncü Defâ Hacca Gitti. Sonra Mısır Ve Kâhire'ye Buradan Da Şam'a Geçti. Şam Çok Hoşlarına Gittiği İçin, Uzun Müddet Burada İkâmet Etti Ve Evlendi. Şam'da Pek Çok Kimse Ziyâretine Gelip Kendisinden İlim Ve Edeb Öğrendiler. Şam Halkı Kendisini Çok Sever Ve Çok Hürmet Ederlerdi. Şöhreti Her Yere Yayıldı. Sultan Mustafa Hân Ona Şam'da Bir Köy Verdi. Bu Köy Hâlâ Onun Adıyla Meşhûrdur. Murâd-ı Münzâvî'nin Bereketiyle Zâlimler ıslah Olup, Şam Halkı Pek Çok Zulümden Korundu. Her Türlü Günah İşleyenlerin Barındığı Bir Evi Zulmetten Kurtarıp, Murâdî Medresesi Diye Anılan Bir İlim Yuvası Hâline Getirdi. Ayrıca Saruca Sokakta Da Bir Medrese Yaptırdı. Bu Medreselerde Okuyan Talebelerin İhtiyâçları İçin Vakıflar Kurdu. 1681 (h. 1092) Senesinde Otuz Sekiz Yaşında İken İstanbul'u Teşrif Etti. Eyyûb Sultan Semtinde, Eyyûb Sultan Hazretlerinin Kabri Civârında İkâmet Etti. Bu Arada Dördüncü Defâ Hacca Gitti. Hac Dönüşü Şam'a Gelip, Orada Bir Seneye Yakın Kaldıktan Sonra, Beşinci Defâ Hicaz'a Gitti. Bir Sene Kadar Mekke-i Mükerremede Kaldı. Tâliblere İlim Ve Edeb Öğretti. 1708 (h. 1120) Senesinde İkinci Defâ İstanbul'u Şereflendirdi. Bu Defâ Yavuz Selim'de, Bıçaklı Efendi Menzilinde İkâmet Etti. Halk Akın Akın Sohbetine Koştu. Murâd-ı Münzâvî Bir Ara Bursa'ya Gitti. Bir Müddet Bursa'da İkâmetten Sonra, Tekrar İstanbul'a Döndü. Eyyûb'de, Reîs-ül-etibbâ Nûh Efendi Yalısında Kaldı. Eyyûb Sultan İle Edirnekapı Arasında Nişancı Mustafa Paşa Caddesindeki Şeyh Murâd Dergâhında İstanbul Halkına Yıllarca İlim Ve Edep Öğretti. Kerâmetleri Her Tarafa Yayıldı. 1719 (h. 1132) Senesi Rebîü'l-âhir Ayının On İkisinde Salı Gecesi İstanbul'da Vefât Etti. Cenâze Namazı Eyüp Sultan Câmiinde Büyük Bir Kalabalık Tarafından Kılınıp, Edirnekapı Dışında, Munzavî Câmii Karşısındaki Medresenin Dershânesine Defnedildi. Bu Medrese, Birinci Sultan Mahmûd Hanın Devri Şeyhülislâmlarından Ahmed Ebülhayr Efendi Tarafından Yaptırılmıştır. Huzûruna Gelenler Ne Kadar Münkir, İnat Ve İnkarda Olsalar, Mutlaka Onun Feyz Ve Bereketine Kavuşur, Başka Bir Hâl Kazanırlardı.
muhibbî, İbn-i Abdülhâdî Diye Bilinen Şeyh Muhammed Bin Ahmed Ömerî'nin Hayâtını Anlatırken Şöyle Der: "ibn-i Abdülhâdî Vefât Ettiği Gün, Büyük Âlim Murâd-ı Münzâvî, Katîfe Denilen Yerde Bulunuyordu. Arkadaşları İle Berâber Münâsib Bir Saatte Şam'a Gitmeyi Kararlaştırdılar. Ancak Bir Müddet Sonra Yola Çıkacakları Zaman Kendisine Yolların Korkulu Ve Tehlikeli Olduğu, Arkadaşsız Yola Çıkmanın Mümkün Olmayacağı Söylendi. O İse; "mühim Bir Şey Oldu. Mutlaka Ona Yetişmem Lâzım." Dedi. Bir Ata Binerek Yola Koyuldu. Biz De Peşine Takıldık. Ona, Düme Denilen Yerde Yetişebildik. Burada Bize Şeyh Muhammed Abdülhâdî'nin Vefât Ettiğini Haber Verdiler. Şam'a Vardığımızda Murâd-ı Münzâvî Atından İnmeden Doğrucaemevî Câmiine Gitti. İbn-i Abdülhâdî'nin Cenâze Namazına Yetişti."
âriflerden Mustafa Bekrî Şöyle Anlatır: "murâd-ı Münzâvî İle Birkaç Kere Görüştüm. Onun Simâsında, Yüzünde Allah Adamlarının Alâmetlerini Gördüm. Sâlihleri Görmek Büyük Saâdettir. Murâd-ı Münzâvî, Muhammed Ma'sûm'un Bir Talebesidir. Şeyh Abdülkerîm Kattân Bana, Murâd-ı Münzâvî'nin Resûlullah Efendimizin Sünnet-i Seniyyesine Olan Bağlılığından Çok Bahseder, Onunla Görüşmeye Teşvik Ederdi. Hattâ Murâd-ı Münzâvî'yi Bir Gece Rüyâmda Üç Defâ Gördüm."
mustafa Bekrî Şöyle Der: "sohbetinde Bulunduğum Evliyâdan Birisi De Hocam Molla Abdürrahîm Hindî'dir. Molla Abdürrahîm, Murâd-ı Münzâvî'ye Çok Hürmet Ederdi.ona Çok Bağlıydı. Hattâ, Onun İlim Ve Ameldeki Makâmına Hayrandı. Molla Abdürrahîm Yüksek Hâller, Dereceler Sâhibiydi. Bu Sebeble, Murâd-ı Münzâvî'nin Derecesini Herkesten Daha İyi Biliyordu. Çünkü O, Gözünden Mânevî Perdelerin Kaldırıldığı Bir Zâttı.
yine Şöyle Anlatır: "şam'ın İleri Gelenlerinden Birisi, Murâd-ı Münzâvî'yi Dâvet Etti Ve Ayrıca Gelirken Molla Abdürrahîm'i De Berâberinde Getirmesini Söyledi. Bunun Üzerine Murâd-ı Münzâvî Ona; "siz Dâvet Sâhibisiniz Dâveti Siz Yapınız" Buyurdu. Dâvet Sâhibi Mollaabdürrahîm'e Gidip; "şeyh Murâd-ı Münzâvî Yarın Bizim Evi Teşrif Etmenizi İstiyor." Dedi. Ertesi Gün Murâd-ı Münzâvî Ve Molla Abdürrahîm, Şam'ın İleri Gelenlerinden Olan Dâvet Sâhibinin Evine Gittiler. Bir Müddet Kaldıktan Sonra, Molla Abdürrahîm Hoşuna Gitmeyen Bir Şeyden Dolayı Evine Döndü Ve; "keşke Şeyh Murâd-ı Münzâvî, Ev Sâhibine Beni Çağırttırmasaydı." Dedi. Bir Ara Uyudu. Bu Sırada Rüyâsında Murâd-ı Münzâvî'yi Gördü. Huzûruna Varıp Selâm Verdi. Münzâvî Ona Dönüp; "sizin Bize İhtiyâcınız Yok." Deyip, Onun Hâlini Beğenmediğini İfâde Eden Bir Tavır Takındı. (çünkü Uyumazdan Önce Murâd-ı Münzâvî'ye Niçin Kendisini Çağırttığı İçin Sitem Etmişti.) Mollaabdürrahîm Heyecanla Uykudan Uyandı. Hemen Murâd-ımünzâvî'nin Evine Gitti. Murâd-ı Münzâvî Onu Görünce: "geldin Mi?" Buyurdu. O Da; "evet Efendim." Deyip Özür Diledi. Murâd-ımünzâvî'nin Elini Öptü. Bu Sırada Büyük Nîmetlere Ve Hâllere Kavuştu. Onun Kapısından Bir Daha Ayrılmadı."
muhammed Bedîrî Dimyâtî Şöyle Anlattı: "bir Kere Murâd-ı Münzâvî'yi Ziyâret Etmiştim. Huzûruna Varınca, Allahü Teâlânın Vergisi Olan İlimlerin Diğer İlimlere Olan Üstünlüğünü Uzun Uzun Anlattı."
şam Ulemâsından Ve O Beldenin İleri Gelenlerinden Olan Bekrîzâde Halil Efendi İstanbul'da İlim Tahsîli Yapıp Kâdı Olmuştu. Hazret-i Ebû Bekr'in Neslinden Olduğu İçin Bekrîzâde Denmekle Meşhur Olan Bu Zât Şöyle Nakletmiştir: "şeyh Murâd Efendi Hazretleri İstanbul'da Hazret-i Eyyûb El-ensârî'nin Türbesi Civârında İkâmet Ederdi. Dergâhında Bereketli Sohbetleriyle İnsanlara Feyz Saçardı. Ben De Devamlı Ziyâretine Gider, Sohbetini Dinlemekle Şereflenirdim. Her Varışımda Benim Hazret-i Ebû Bekr Soyundan Olmam Hasebiyle İltifat Ve İkrâmda Bulunurdu. Âdeti Üzere Kahve Ve Tatlı İkrâm Eder Ve Bu İkrâmı Her Defâsında Yapardı. Bâzan Da Kendine Mahsus Macun Gibi Olan Ferahlatıcı Bir Çeşit Tatlıdan İkrâm Edilmesini Emrederek, Çok Yakın Ve Samîmi İltifatta Bulunurdu. Yine Bir Gün Ziyâretine Gidiyordum. Giderken Macun Şeklindeki Husûsî Tatlısından Yemeyi Canım Çok İstedi. Kendi Kendime Ben Herkese İkrâm Edilen Tatlıdan İstemem. Hususi Tatlıdan İsterim. Benim Bu Arzumu Keşf Ve Kerâmetiyle Anlayıp İkrâm Etseler Diye Düşündüm. Bu Düşünce İle Huzûruna Vardım. Oturduktan Sonra Hizmetçisi Âdet Üzere Herkese İkrâm Edilen Tatlıdan Getirip Bana İkrâm Etti. Hizmetçi O Tatlıyı Bana Verirken Murâd Efendi Hazretleri Hizmetçiye; "yok Yok! Git Bizim Macundan Getir." Buyurdu. Hizmetçi Derviş Gidip Tatlı Macundan Getirdi. Bana Verdi. Ben De Alıp Yedim. Şeyh Murâd Efendi Bana Bakıp Tebessüm Ederek; "bir Kaşık Daha Yiyin, Arzu Ettiğiniz Macundandır." Dedi. Ben Hayret İçinde, Mahcub Oldum. Sonra Sohbet Ve Nasîhat Ederek Buyurdu Ki: "siz Hazret-i Ebû Bekr'in Torunlarındansınız. Bizlere Feyz Onun Tarafından Gelmiştir. Mâlûmunuz, Keşf Ve Kerâmet Derecesine Yükselmek Ve Harika Göstermek Sizden Umulur, Buna Siz Lâyıksınız. Biz Sizlere Göre Yabancı Sayılırız. Hal Böyleyken Sizin Kalkıp Bunları Bizden Beklemeniz Lâyık Mıdır? Bu Garîb Bir İş Değil Midir?"
murâd-ı Münzâvî Hazretleri Şöyle Anlatmışlardır: "bir Defâsında İstanbul'a Gitmiştim. Kalmaya Niyetim Yoktu. Hemen Yola Çıkacaktım. Lâkin Ramazân-ı Şerîf Girdi Arkasından Da Kış Başladı. O Kış İstanbul'da Kaldım. Ordu, Bir Sefere Çıkmak Üzereydi. Çok Kere Bu Fakire, Adam Gönderip Duâ İsterlerdi. Bir Gece Yarısı Kitaptan Bir Meseleyi Okuyordum. Vezir Kethüdâsı Geldi Dediler, Getirin Dedim, Yanıma Gelip Oturdu. Okuduğum Meseleyi Tamamlayıp Kitabı Kapattım. Hoş Geldin Ahmedağa, Bu Vakitte Ne Oldu Da Geldin, Deyince; "acabâ Bu Vakitte Bize Duâ Etmek Şeyh Efendinin Hatırına Gelir Mi?" Diye Vezir Beni Gönderdi. Selâm Söyledi." Dedi.ben De Dedim Ki: "biz Ehl-i Sünnet Vel Cemâat Mezhebindeniz. Mezhebimiz De Şöyledir Ki, Mübârek Vakitlerde Ve Namazlardan Sonra Selâtin-i İslâma Ve Ümerây-ı İslâmiyyeye Duâ Etmemiz Lâzımdır. Fakat Mahallî İcâbet Oldunuz Dedim. "mahalli İcâbet" Ne Demektir Dedi. Dedim Ki Daha Önceden Bir Mazlumun Bedduâsını Almışsınız. Mazlumun Bedduâsı Hakkında Resûlullah Efendimiz; Allahü Teâlâ Mazlumun Duâsı İçin; "bir Müddet Sonra Da Olsa Elbette Sana Yardım Edeceğim." buyurduğunu Bildirdi, Deyince; Ahmed Ağa Ağlayıp Şimdi Bizim İşimiz Harâb Olmuştur, Deyip Hâlini Îtirâf Etti."
murâd-ı Münzâvî Dergâhını Yaptıran Şeyhülislâm Minkârizâde Yahyâ Efendinin Dâmâdı Çankırılı Mustafa Efendi İdi. Burası Medrese Olmak Üzere Binâ Edildi. Vakfeden Zâtın Oğlu Da Ebü'l-hayr Ahmedefendi Olup, 1731 (h.1144) Senesinde Şeyhülislâm Oldu. 1741 Senesinde Vefât Edince, Dergâhta Pederi Yanına Defnolundu. Sultan Mahmûd Hânın Şeyhülislâmlarından Olan Ebü'l-hayr Ahmed Efendi, Murâd-ı Münzâvî Vefât Ettiğinde, Onu Medresenin Dershânesine Defnettirdi. Medreseyi De Dergâha Tebdîl Ettirdi. Sonraları Murâd-ı Münzâvî'nin Mübârek Türbesi Yıkılmak Üzere İken, 1982 (h.1402) Senesinde Tâmir Edildi.
murâd-ı Münzâvî'nin Kabrini Ziyâret Edenler, orada Rûhânî Bir Zevk Ve Lezzet Duyarlar. Celvetî Büyüklerinden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri, ahidnâme'sinde; "ilâhî Aşk Sâhiplerine, Murâd-ı Münzâvî'nin Kabrini Ziyâret Etmek Lâzımdır. Bereketi Görülen Makamlardandır." Buyurmuştur.
murâd-ı Münzâvî Hazretleri Buyurdu Ki:
vakti Ganîmet Bilmek Lâzımdır. Vaktin Kıymetini Bilmemenin Âfetlerinden Biri Nefse Hoşgelen İsteklerdir. Bütün Ayıplar Ve Kabahatler Hevâda Toplanır. Fısk, Şirk Ve Küfür Gibi. Vaktin Kıymetini Bilmemenin Âfetlerinden Biri De Lehv Ve La'b Yâni Boş Faydasız İştir. Lehv Ve La'b Öyle Bir Şeydir Ki, Kişiyi Maksadından Alıkor. Kişi Lehv Ve La'b Olan İşlerle Meşgûl Olarak Asıl Maksadından Geri Kalır. O Halde Asıl Maksadın Dışında Kalan Her İş Lehv Ve La'bdır. Biri De Abes, Lüzumsuz İşdir. Abes, İnsanı Maksadından Alıkoymaz Fakat Faydası Yoktur. Abesle Meşgûl Olmak, Kişiyi Lehv Ve La'ba Sürükler.
ilim İki Kısımdır; Biri Îtikâda, Biri De Amele Âit İlimdir. Îtikâd İle İlgili Olanı, Allahü Teâlâyı Sıfât-ı Subûtiyye Ve Sıfât-ı Selbiyesi İle Muttasıf Bilmektir. Ameller Üç Çeşittir: Biri İnsanın İsteyerek Yaptığı İşlerdir. Biri İstemediği Halde Yaptığı İşler. Biri De İstediği Halde Yapamadığı İşlerdir. Bu Şöyle Bir Misâlle Anlatılır: Bir Kimse Çarşıdan Ekmek Almak İstese Bütün Kuvvetleri Ve Hassaları İle Bu İşe Teşebbüs Eder. Ayağı İle Yürür, Gözü İle Görür, Kulağı İle İşitir, Aklı İle Bilir. Hâsılı Bütün Âzâları Ve Hassaları İle Hareket Eder. Bunun Netîcesi Yemektir. Yemek İse Tabiî Bir İştir. Yemekte Hayvanlar İle Müştereklik Vardır. O Halde Layık Mıdır Ki, Yemek Ve İçmek İçin Bu Kadar Önem Verip De Asıl Maksada İsteyerek Ve Severek Tam Bir Yönelişle Bütün Gücü Ve Kuvvetiyle İhtimam, Gayret Ve Cehd Olunmasın. Bu Dünyâda, İnsana Bitmeyen Bir Vakit (ömür) Verilmemiştir. İnsan İçin Bir Ecel (belli Bir Ömür) Vardır. Bu Ecel (ömür) De Herkese Nasîb Değildir. Zîrâ Büluğ Çağına Kadar Olan Zamânı Saymadılar. Bir Kimse Büluğ Çağına Erse, Mâzî Geçmiştir. Artık Ona Hiçbir Sûretle Ulaşılamaz. İstikbâlin İse Geleceği Mâlum Değildir. Yarına Kavuşacağınızı Kim Kat'î Olarak Söyleyebilir. O Halde Hayat, İçinde Bulunduğumuz Andır. Vakit Bu Nefestir.
allahü Teâlâ İnsanı Kalp Ve Bedenden Meydana Gelen Bir Varlık Olarak Yaratmıştır. Bedenin Ve Kalbin Kemâle Ermesi, Peygamber Efendimizde Son Bulmuştur. Ümmetine İse Bu Kemâlâttan O'na Tâbi Oldukları Kadar Ulaşmıştır. Resûlullah Vâsıta Olmadan Kemâlât Gelmez. Allahü Teâlânın Âdeti Böyledir. Eshâb-ı Kirâm Bu Kemâlâtı Resûlullah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemden Almıştır. Tâbiîn İse Onlar Vâsıtasıyla Almışlardır. Bâzıları Da Daha Çok Vâsıta İle Almışlardır. O Halde Herkesin Zâhirî Ve Bâtınî Kemâlâtı Ancak Resûlullah Aleyhisselâm Vâsıtasıyladır.
bütün Bu Olgunluklara Kavuşmanın Yolu, Allahü Teâlâya Muhabbettir. Bu Muhabbetin Ele Geçmesi İse Resûlüne Tâbi Olmakladır. Nitekim Allahü Teâlâ Kur'ân-ı Kerîmde Meâlen; "ey Sevgili Peygamberim! Onlara De Ki: Eğer Allahü Teâlâyı Seviyorsanız Ve Allahü Teâlânın Da Sizi Sevmesini İstiyorsanız, Bana Tâbi Olunuz. Allahü Teâlâ, Bana Tâbi Olanları Sever." buyuruyor. (âl-i İmrân Sûresi: 31)
o Halde Bu Kemâlâta, Olgunluklara Kavuşmanın Resûlullah'a Tâbi Olmaktan Başka Yolu Yoktur. İttibâ Da İki Kısımdır. Biri Zâhiren, Diğeri Bâtınen Tâbi Olmaktır. Zâhiren Tâbi Olmak Âlimlerin Yazdıkları Bilgilere Uymak İle Olur. Âlimler Resûlullah'ın Emirlerini, Sözlerini Ve İşlerini Noksansız Ve İlâvesiz Aynen Yazmışlar Ve Zaptetmişlerdir. Bunlar Fıkıh İlmi, Hadîs İlmi Ve Tefsîr İlminde Bildirilmiştir.
bâtınen Tâbi Olmak İse Resûlullah'ın Beğendiği İşleri Yapmak, Hallerde Ve Ahlâkta Tâbi Olmaktır. Bunların Bir Kısmını Ulemâ Beyân Etmişlerdir. Lâkin Tamamını Beyân Etmeye Kelimeler Ve İbâreler Kâfi Değildir. Ancak Bâtınen Mânâ Anlatılabilir. Bu İşle De Meşâyıh (tasavvufda Yetişmiş Ve Yetiştirebilen Rehberler) Vazifelidir."
"muhabbet Kesbî Değil (çalışmakla Kazanılmaz) Vehbîdir. Her Kime Muhabbet Verilirse, Bir Daha Geri Almazlar."
"tasavvuf Yolunda İlerlemek İsteyen Tâlibe Üç Şey Lâzımdır; Taleb, Çalışmak, İlim."
"kul İle Rabbi Arasında Olan Muâmele, Henüz Sütten Yeni Kesilmiş Mâsum Bir Çocuk İle Annesi Arasında Olan Muâmele Gibi Olmalıdır. Mâsum Çocuk Annesini Kaybetmiş, Oturmuş Ağlar. Annemi İsterim, Der. Annenin İsmi Nedir Oğul Dediklerinde, Bilmem Der. Yine Annemi İsterim Diye Ağlar. Annenin Evi Nerededir Dediklerinde, Bilmem Der. Yine Annemi İsterim Diye Ağlar. İşte Bu Şekildeki Çocuğu Herkes Korur, Yardımcı Olur."
"allahü Teâlâ İnsanın Yüreğine Rûh Âleminden Bir Gönül Yâni Kalb Yerleştirmiştir. Bu Gönülün; Bilmek, Tanımak, İstemek, Sevmek Gibi Husûsiyetleri Vardır. Meselâ Bu Gönüle Birbirine Zıt İki Şeyin Sevgisi Sığmaz. Bu Gönüle; Kendisini Yaratanı Bilmek, O'nu Sevmek, Rızâsına Kavuşmayı Arzu Etmek, Allahü Teâlânın Rızâsına Kavuşmanın Yolu Olan Resûlullah'a Her Bakımdan Tâbi Olmak, O'ndan Başka Her Şeyden Alâkayı Kesmek, Bu Geçici Dünyâda Kalb Huzûru İçinde Vakti Allahü Teâlâya İbâdetle Geçirmek Ve Allahü Teâlânın Rızâsına Muvâfık Şekilde Konuşmak Lâyıktır.
böyle Bir Gönüle Sâhip Olmayan Bir Kimse, İnsan Sûretinde Bir Mahlûktur. Böyle Bir Seâdetten Mahrûm Olan Kimse, Kat'î Olarak Hastadır. Bunun İlâcı İse, Gafletten Uyanıp Pişman Olmak, Af Ve Magfiret Etmesi İçin Allahü Teâlâya Yalvarmak, Kabûlünü, Tevfîkini Ve Yardımını İstemek, Üzerinde Bulunan Allahü Teâlânın Ve Kulların Haklarını Ödemek, Hak Sâhiplerini Râzı Etmektir. Eğer O Anda Bu Hakları Ödemek Gücüne Sâhip Değilse, Bunları Gücü Yettiği Zaman Ödemeye Kat'î Karar Vermeli, Sünnet-i Seniyyeye Uyup, İşlerinde Azîmetlere (nefse Zor Gelen Şeylere) Sarılmalı, Bid'at Ve Ruhsatlardan Sakınmalı, Her İşinde Ve Her Hâlinde Resûl-i Ekreme Ve O'nun Eshâb-ı Kirâmına Tâbi Olmalıdır."
murâd-ı Münzâvî'nin Eserlerinden Bâzıları Şunlardır: 1) El-müfredât-il- Kur'âniyyetefsîri: çok Kıymetli Olup, Tefsîrler; Arabî, Fârisî Ve Türkçe Bir Aradadır. 2) Silsilet-üz-zeheb Fis-sülûki Vel-edeb, 3) Risâle Fit- Tasavvuf, 4) Mektûbât Vemelfûzat, Yazma Nüshaları İstanbul Kütüphânelerinde Vardır.
kerâmet Ve Menkîbeleri
kalb Huzûru
murâd-ı Münzâvî Hazretleri Buyurdu Ki: Îtikâdda Ehl-i Hak, Yâni Ehl-i Sünnet Ve Cemâat Îtikâdı Üzere Bulunup, Bilinmesi Zarûri Olan Fıkıh Bilgilerini Öğrenerek Onlara Uygun Amel Etmelidir.
kalbinde Allahü Teâlânın Rızâsından Başka Bir Şey Bulunmaması İçin, Doğruluk Ve İhlâsta Kemâl Sâhibi Kimseler İle Konuşmalı, Onların Sohbetinde Bulunmalı, Dilde Ve Gönülde Dâimâ Allahü Teâlâyı Anmalı, Bunda Aslâ Gevşeklik Göstermemelidir. Allahü Teâlâdan Başka Her Şeyi Unutmalıdır. Allahü Teâlâdan Başkası Hatıra Geldikçe İstigfâr Okumalı, Mâsivâdan Kurtarması İçinallahü Teâlâya Yalvarmalıdır. Bu Şekilde Kalb Huzûruna Kavuşmaya Çalışmalı, Zorlama İle De Olsa Mâsivâyı (allah'tan Başka Her Şeyi) Unutmaya Gayret Etmelidir. Zâhirde Halk İle Bâtında Hak İle Bulunmalı, Böylece Gönülde Allahü Teâlânın Rızâsından Başkası Kalmamalı, Mâsivâyı Tamâmen Unutmalı, Nefsi De Benlik Dâvâsından Kurtarıp, Kalb Huzûru Ve Rahatlığı İle Kulluğa Dâir Bütün Vazifeleri Yapmalıdır. Böylece Allahü Teâlânın Lütuf Ve İhsânı İle Fânî-fillah Ve Bâkî-billah Olunur Ve Allahü Teâlânın Pekçok Feyz Ve Mârifetlerine Kavuşulur.
bu Mertebeye Erişebilmek İçin, Nefy Ve İsbâtı Kendisinde Bulunduran Kelime-i Tayyibeyi Yâni "lâ İlâhe İllallah Muhammedün Resûlullah"ı Çok Söylemelidir... Mânâsı; Hak Olan Mâbûd Yalnız Allahü Teâlânın Zât-ı Pâkidir. O'nun Rızâsından Başka Hakîkî Bir Maksûd Yoktur. Muhammed Aleyhisselâm, Allahü Teâlânın Resûlüdür. O'na Tâbi Olmak Vâcibdir. İşte Bu Kelime-i Tayyibe İle Bahsedilen Seâdete Kavuşulur.
hani Söz Vermiştin Ya
mustafa Bekrî Şöyle Dedi: "bana Da Bedîrî Anlattı: "murâd-ı Münzâvî'ye Buğzedip Onu Kötüleyen Birisi İle Görüşmüştüm. Bana Ona Buğzetmeyi Îcâbettiren Bir Şey Anlatmıştı. Ben De Ona Muvâfakat Etmiştim. O Şahsa Da Murâd-ı Münzâvî'nin Yanına Çok Gittiğimi, Bundan Sonra Onun Yanına Gitmiyeceğimi Söyledim. Ertesi Gün Beni Seven Âile Dostlarımdan Birisi Geldi Ve; "haydi Murâd-ı Münzâvî'nin Ziyâretine Gidelim." Dedi. Onu Kırmayıp Teklifini Kabûl Ettim. Fakat İçimden De Bu Teklifi Çabucak Kabûl Etmeme Hayret Ettim. Yine Kendi Kendime; "hani Sen Onun Ziyâretine Gitmeyeceğine Söz Vermiştin Ya!" Dedim. Bu Sırada Nefsimin Çok Mahcûb Olduğunu Gördüm. Buna Rağmen Murâd-ımünzâvî'yi Ziyârete Gittim. Ancak Her Zamanki Gidişlerimde Hemen Huzûruna Girerdim. Fakat Bu Sefer Bana: "biraz Bekle, Münzâvî'nin Bir Mâzereti Var." Kâbilinden Sözler Söylediler. Bunun Üzerine Oturup Kendi Kendimi Kınamaya; "böyle Eşiklerde Oturup Beklemeye Niçin Râzı Oluyorsun. Hem Sen Bir Daha Ziyârete Gelmiyeceğine Karar Vermemiş Miydin?" Demeye Başladım. Bir Saat Sonra Bana Ve Arkadaşıma İzin Verildi. Onunla Berâber Murâd-ı Münzâvî'nin Huzûruna Girdik.
beni Yakınına Çağırdı Ve Selâm Verdi. Sonra Arkadaşıma Döndü Ve Şöyle Dedi: "dün Şöyle Bir Şey Oldu. İnsanlardan Birisinin Yanına Başka Birisi Geldi. İkisi Berâber Birisine Dil Uzattılar. Birisi; "o Şöyledir." Dedi. Diğeri Onu Tasdik Etti." Diyerek Bir Gün Önce Olan Şeyleri Bir Bir Saydı. Dünkü Zemmedip Kötülediğimiz Hâli Aynen Anlattı. Sonra Bana Döndü; "bu Anlattıklarım Oldu Mu?" Buyurdu. Ben De; "evet Efendim." Diyerek Özür Diledim. "hayır Olmadı." Diye İnkâr Etmedim. Sonra; "şimdi Zemden, Kötülemekten Vazgeçtim. Dünkü Zem Hâlimiz Geçici Bir Şeydi. Şimdi O Hâl Geçti. Şeytan Aramıza Girdi. Allahü Teâlâ Onu Sizin Vesîlenizle Def Eyledi" Dedim. Sonra Da Tasavvuf Yoluna Dâir Bilgiler Öğrendim. Bana Lüzumlu Bilgileri Yazdı. Murâd-ı Münzâvî'nin Pek Yüksek Hâlleri Vardı."
kaynaklar
1) Mu'cem-ül-müellifîn; C.12, S.214
2) Silk-üd-dürer; C.4, S.129
3) Câmiu Kerâmât-il-evliyâ; C.1, S.205
4) Sefînet-ül-evliyâ; C.2, S.55
5) Brockelmann; Sup-2, S.663, Gal-2, S.446
6) Hadîkat-ül-cevâmi'; C.1, S.282
7) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) S.1124
8) Mesmuât Min Hazret-i Şeyh Murâd Nakşibendî Ve Mektûbâtihi, Veliyyüddîn Efendi Devlet Kütüphânesi, No: 1780, 1781, 1838
9) Mektûbât-ı Şeyh Murâd, Üniversite Kütüphânesi, T.y., No: 3442
10) Menâkıb, Süleymâniye Kütüphânesi, Murâd Buhârî Kısmı, No: 245
11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.17, S.125
12) Vakâyi-ül-füdelâ; C.2, S.673