evliyânın Büyüklerinden. İsmi, Nûr Muhammed Pütnî Olup, Doğum Ve Vefât Târihleri Kat’î Olarak Bilinmemektedir. On Yedinci Asrın Ortalarında Vefât Etti.
rivâyet Edilir Ki: Nûr Muhammed, Önceleri Zâhirî İlimleri Tahsîl Etmekle Meşgûl İdi. Zâhirî İlimlerdeki Tahsîlini Tamamladıktan Sonra, Tasavvuf Yolunda Da İlerlemek Arzusu Kalbine Düşüp, Bu Aşkla Yanmaya Başladı. Derdine Derman Bulmak İçin Yollara Düşüp, Kendini Rabbine Kavuşturacak Bir Yol Gösterici Aramaya Koyuldu. Hindistan’ın Çok Şehirlerini Dolaştı. Çok Kimselerin Hizmetlerinde Bulundu İse De Hiçbirinden Maksadına Kavuşamadı. Nihâyet Bahtının Dizginleri Onu, Bedeni Yerde, Rûhu Çok Yükseklerde Bulunan Hâce Muhammed Bâkî-billah’ın Yüksek Kapısına Götürdü. O Yüksek Huzurdan Kalb Zikrini Aldı. Daha Sonra Hazret-i Hâce, Onun Terbiye Ve Yetişmesini İmâm-ı Rabbânî Hazretlerine Havâle Etti.
rivâyet Edilir Ki: Şeyh Nûr Muhammed’in Tasavvuf Yoluna Girişinin İlk Zamanlarında, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Dehli’yi Teşrif Etmişlerdi. Hâce Hüsâmeddîn Ahmed Ve Diğer Bâzı Zâtlar, İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinden, avârif-ül-me’ârif kitabindan okumalarını Ricâ Eylediler. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri De Kabûl Buyurup, Okumaya Başladılar. Mevlânâ Tâhir Lâhorî Ve Şeyh Nûr Muhammed De Dinleyenler Arasında İdiler. Ders Esnâsında Bu İkisinin Kalbine Şöyle Bir Düşünce Geldi: “hazret-i İmâm, Dinleyenlerden Bâzılarının Hâllerine Dikkat Etmeden Anlatıyor. Ders Esnâsında Yüksek Hakîkatlerden Ve İnce Bilgilerden Anlatmıyor. Sâdece Okuyor. O Hâlde Bizim Onların Huzûrunda Bu Kitabı Dinlememizde Ne Fayda Vardır? Okunanları Zâten Biliyoruz.” İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, Onların Düşüncelerini Kerâmetiyle Anladı Ve Böyle Düşünmelerine Üzülüp; “şu İki Kişiyi Meclisimizden Çıkarın. Hattâ Fîrûzâbâd (dehli) Kalesinin Dışına Atın!” Dedi. Bu İkisi Günlerce Dışarılarda Dolaştılar. Hâce Hüsâmeddîn’in Şefâat Etmesi İçin Her Akşam Gelirler, Kale Kapısının Etrafında Dolanıp Dururlardı. Nihâyet Hâce Hüsâmeddîn Ahmed Onlara Yardım Etmek İstedi. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri; “bırakınız. Onların Nefsi Aldatıcıdır” Buyurdular. Hâce Hüsâmeddîn Arzetti Ki: “efendim! Fîrûzâbâd Mescidi’nin Altında Bulunan Bâzı Hücre Ve Odalar Pislik İçerisindedir. Eğer Emrederseniz, İkisi Gelsin Oraları Temizlesinler. Hem Nefsleri Kırılır. Hem De Hizmet Etmiş Olurlar.” İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Hâce Hüsâmeddîn’in Bu Sözünü Kabûl Buyurdu. Bu İki Genç Geldiler Ve O Temizlik İşini Yaptılar. Bundan Sonra Hazret-i İmâm Bunlara Lütuf Ve Şefkatle Muâmele Etti. Onların Eski Hâlleri Kalmadı.
beyt:
sâlikin Kalbi Hasta, Rehber Akıllı Doktor,
canlanmayı, Doktorun Sözünü Tutana Sor.
bu Hâdiseden Sonra, Eski Îtirâz Hâllerinin Hepsini Kalbinden Söküp Atan Nûr Muhammed, Tam Bir Zevk, Şevk, Acz Ve İtâatle İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Huzûrunda Bulundu. Nûr Muhammed, Çok Nasîbli Ve Pek Bahtiyâr İdi. Çünkü Yaratılışında Bulunan Temizlik Ve Yükseklik Sebebiyle, Hazret-i İmâm’ın Huzûrunda Husûsî Hizmette Bulunanlar Arasına Girdi. Abdest Suyunu Ve Misvâkı Hazırlamak Gibi Hizmetlerle Şereflendi. Kendine Lâyık Hâllere Ve Yüce Makamlara Kavuştu. Sekiz-dokuz Sene Gibi Uzun Müddet, İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin, Huzur, Sohbet Ve Hizmetlerinde Yetişip, Mânevî Makamları Aşarak, Daha Yüksek Mertebelere, Çok Üstün Hâllere, İnsanları Mânevî Olarak Terbiye Edip Yetiştirme Derecelerine Kavuştu. Öyle Oldu Ki, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Bu Yüksek Talebesi İçin; “şeyh Nûr, Ricâl-i Gaybdendir”, Başka Bir Defâ Da; “şeyh Nûr Muhammed Sözümüzü Tuttu” Buyurmuşlardır. Ona İcâzet Ve Hilâfet Verdi. Hindistan’ın Büyük Şehirlerinden Olan Pütne’ye Gönderdi.
emre Uyarak Pütne’ye Giden Nûr Muhammed’in Hâli, Yapısı, Tabiatı, İnzivâ Ve Yalnızlıktan Hoşlandığı İçin, Tenhâlarda Kendi Hâlinde Kaldı Ve İnsanlarla Görüşmekten Çekindi. Onun Bu Hâli, İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Kulağına Gidince, Bu Büyükler Yolunun Esâsı Olan Sohbetten Kaçmaması Îcâbettiğini Bildirmek İçin Gönderdiği İki Mektup Şöyledir:
“allahü Teâlâya Hamd Olsun. O’nun Seçtiği, Sevdiği Kullarına Selâm Olsun. Ey Akıllı Kardeşim! Allahü Teâlânın Emirlerini Yapmak Ve Yasaklarindan Kaçmak Lâzim Oldu?u Gibi, İnsanlarin Haklarini Ödemek Ve Onlarla İyi Geçinmek De Lâzimdir. “allahü Teâlânın Emirlerini Büyük Bilmek Ve O’nun Yarattıklarına Acımak Lâzımdır.” hadîs-i Şerîfi, Bu iki Hakkı Yerine Getirmenin Lâzım Olduğunu Göstermektedir. Bu İki Hakdan Yalnız Birini Gözetmek Kusur Olur. Bir Bütünün Bir Parçası, Onun Hepsi Demek Değildir. Bundan Anlaşılıyor Ki, İnsanlardan Gelen Sıkıntılara Katlanmak Lâzımdır. Onlarla İyi Geçinmek Vâcibdir. Kızmak İyi Olmaz. Sert Davranmak Yakışmaz.
beyt:
seviyorum Diyenin, Güzel Olsa Da Pek,
nazlılığı Bırakıp, Naz Çekmesi Gerek.
sohbette Çok Bulunmuştunuz. Vâz Ve Nasîhatleri Çok Dinlemiştiniz. Onun İçin Sözü Uzatmıyorum. Birkaç Kelime İle Kısa Kesiyorum. Allahü Teâlâ Bizi Ve Sizi İslâmiyetin Doğru Yolunda Bulundursun. Âmîn.” (1. Cild, 170’inci Mektup)
“allahü Teâlâya Hamd Olsun. O’nun Seçtiği Kullarına Selâm Olsun. Kardeşimiz Şeyh Nûr Muhammed Bu Fakîrleri Öyle Unuttu Ki, Bir Selâmla, Bir Haberle Bile Hatırlamamaktadır. Bir Köşeye Çekilip Uzlet Etmek İstiyordunuz. Ona Kavuştunuz. Fakat Öyle Sohbetler Vardır Ki, Uzletten Daha Kıymetlidir. Üveys-i Karnî’yi Düşününüz. Uzlet Etmek İstedi. Bunun İçin İnsanların En İyisi Olan Resûl Aleyhisselâmın Sohbetine Kavuşamadı. Sohbetin Yükselttiği Derecelere Erişemedi. Tâbiînden Oldu. Birinci Derecede Olmaktan İkinci Dereceye Düştü.
allahü Teâlânın Lütfu Ve İhsânı İle, Hergün Bir Başka Sohbet Olmaktadir. Hadîs-i Şerîfte; “iki Günü Bir Olan Aldanmıştır.” buyuruldu. Size Ve Do?ru Yolda Olanlara Ve Muhammed Mustafâ’nın Sallallahü Aleyhi Ve Sellem İzinde Bulunanlara Selâm Olsun!” (1. Cild, 270’inci Mektup)
hocasının Bu İşâret Ve Emirlerine Uyarak Şehrin Kenarında Bulunan Künk Suyu Sâhilinde Bir Yer Seçen Nûr Muhammed, Orada Samanlardan Ve Dallardan Bir Kulübe Yaptı. Çoluk-çocuğu İle O Kulübeye Taşınıp, Kanâat Ve Tevekkül Üzere Yaşadı. Kulübesinin Yanında Aynı Şekilde Bir De Mescid Binâ Edip, Sâdık Talebelere İlim Ve Feyz Vermekle Meşgûl Oldu. O Beldede Ve Civarda Bulunan İnsanların Ona Olan Îtikâd Ve Bağlılıkları Kuvvetlendi. Yolu Güzel, Yetiştirmesi Kolay Oldu. Talebelerini Yüksek Makamlara Kavuşturdu. Dünyâya, Dünyâlığa Ve Dünyâ Ehline Zerre Kadar Önem Vermedi. Kimseden Birşey Almayıp, Gönül Ve Kanâat Zengini Olarak Yaşadı.
hadarât-ül-kuds isimli Meşhûr Eserin Sâhibi Olan Bedreddîn-i Serhendî Şöyle Anlatır: “bu Fakîr Daha İmâm-ı Rabbânî’nin Huzurlarına İlk Gittiğimde, Şeyh Nûr İcâzet Alıp Pütne’ye Gitmişti. Hazret-i İmâm’ın Büyük Oğulları Muhammed Sâdık Hazretlerinin 1616 Senesinde Vefât Etmesinden Sonra Serhend’e Geldi. Yanında Ve Huzûrunda Bulundum. Nefsinden Son Derece Kurtulmuş, Fenâ, Yokluk Denizine Dalmış Olup, Alnından Yokluk Eserleri Damlıyordu. Kendini Öyle Setrederdi Ki, Görenler Sanki “elif-bâ”yı Bile Bilmiyor Ve Bu Büyükler Yolundan Hiç Nasîb Almamış Zannederlerdi. Ben Bâzan Sohbetlerinde Bulunurdum. Sohbetinde Bulunanlara Yakınlık Gösterir, İbâdet Ve Tâata Teşvik Ederdi.”
kaynaklar
1) Berekât-ı Ahmediyye; S.351
2) Hadarât-ül-kuds; S.311
3) İmâm-ı Rabbânî (abdüşşekûr Sâhib Fârûkî, Pakistan Tarihsiz); S.329
4) Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.16, S.159