Bu zat buyuruyor ki: (Âlimleri, eğer biz,
Tanımamış olsaydık, ne olurdu halimiz?
Onların kitabını, dikkatle okuyarak,
Dinimizi öğrendik, hem de doğru olarak.
Ayırdık bu sayede, hakkı bâtıl olandan.
Dünyada, büyük nimet var mıdır daha bundan?
Küfürden kurtardılar bizleri o kitaplar.
Yoksa, sonsuz azaba olacaktık giriftar.
Âlimler buyurur ki: (Eğer mümin kimseler,
Cennette verilecek nimetleri bilseler,
O an, kendilerini unuturlar neşeden.
Sokakta oynarlardı, hiçbir şey düşünmeden.)
Nitekim Sahabeden, Bilal-i Habeşi de,
Oynamaya başladı bir gün mescit içinde.
Hazret-i Ömer görüp, buyurdu ki: (Ya Bilal!
Hiç mescidin içinde oynanır mı, ne bu hal?)
O ise, oynamaya yine devam ederek,
Ve Resul-i zişanı eliyle göstererek,
Buyurdu ki: (Bu dinin sahibi oradadır.
Bana mani olmaya, sırf onun hakkı vardır.)
Hazret-i Ömer Faruk, şaşırdı buna daha.
Hemen gidip arz etti bunu Resulullaha.
Çağırdı Resulullah, Bilal’i yanlarına,
Niçin oynadığını sorunca bizzat ona.
Dedi: (Ya resulallah, sevinçten oynuyorum.
Rabbime, bir şey için teşekkür ediyorum.)
(O nedir?) buyurunca, dedi: (Ya resulallah!
Sana, bir şey müstesna, her şeyi verdi Allah.
O vermediği şey de, kullara hidayettir.
İnsanların kalbine, iman ilka etmektir.
Bu, elinde olsaydı, ederdi herkes iman.
Hep müslüman olurdu bilcümle Arabistan.
Hem önce, akrabanı getirirdin imana.
Onlardan, sıra bile gelmezdi belki bana.
Senin akrabaların, seni inkâr ederken,
Ben sana iman ettim, bir habeş’li köleyken.
Allah ve Resulüne inandım, iman ettim.
Bu habeş’li köleye, bahşetti bunu Rabbim.
Bu, Onun ihsanıdır, şükür elhamdülillah.
Bu yüzden oynuyorum işte ya resulallah!)
Bir gün de buyurdu ki: (Hakiki bir müslüman,
Asla Rabbine karşı, edemez günah, isyan.
Herhangi bir ameli yapacak olsa eğer,
İlk aklına gelen şey, acaba Rabbim ne der?
Ve Rabbinin rızası yoksa eğer o işte,
Vazgeçer, yapmaz onu, tam iman budur işte.)