Resulullah, Bedir’den zaferle döndüğünde,
Pay etti esirleri Eshabına o günde.
Esirler hakkında bir vahiy olmadığından,
İstişare eyledi, Eshabiyle o zaman.
Müşavere sonunda, verdi ki şöyle karar:
Fidye karşılığında onları bırakalar.
Sonra, her bir esirin mal varlığına göre,
Verecekleri fidye, tesbit oldu bu kere.
Esirler arasında ve lakin o Resul’ün,
Amcası Abbas dahi bulunuyordu o gün.
Buyurdu ki: (Ya Abbas, kendin ile Ukayl'in,
Fidyesini öde ki, iyidir senin halin.)
Dedi ki: (Ya Muhammed, ben müminim bir kere.
Kureyş, beni zor ile getirdiler Bedir'e.)
Buyurdu: (Allah bilir iman eylediğini.
Doğruysa, Hak teâlâ verir onun ecrini.
Ve lakin görünüşte, aleyhimizdesin sen.
Kurtuluş fidyesini vermelisin bu yüzden.)
Dedi ki: (Ya Muhammed, hiç malım yok ki benim.
İstediğin fidyeyi, ben nereden vereyim?
Evet, sekizyüz dirhem, elimde vardı yalnız.
Ganimet malı diye, onu da siz aldınız.)
Buyurdu ki: (Ya Abbas, bana böyle diyorsun.
Peki, o altınları niçin söylemiyorsun?)
Abbas, hayret içinde dedi: (Hangi altınlar?)
Peygamber Efendimiz buyurdular ki tekrar:
(Hani sen ayrılırken Mekke'den Bedir için,
Hanımın Ümmü Fadl'a onları vermiş idin.
O zaman, yanınızda kimse yoktu odada.
Altınları verirken, dedin ki o arada:
Bu seferde, başıma ne gelecek bilemem.
Bir felaket olur da, geriye dönemezsem,
Şu kadarı senindir, şu kadarı da Fadl'ın.
Bunlar da Ubeydullah, Kusem ve Abdullah'ın.
İşte, ona verdiğin o altınlar ne oldu?)
Diye sual edince, Abbas’ın rengi soldu.
Dedi ki: (Ya Muhammed, yemin ederim ki ben,
O gün, o altınları hanımıma verirken,
Yanımızda hiç kimse yok idi asla o gün.
Sen bunları nereden ve nasıl biliyorsun?)
(Hak teâlâ bildirdi) deyince Resulullah,
Dedi ki: (Öyle ise, hak Peygambersin Vallah.
Şehadet ederim ki, Allah'ın Resulü'sün.)
Ve şehadet getirip, müslüman oldu o gün.
Resulullah, Mekke'de vazife verdi ona,
Göz kulak olacaktı müminlere orada.
Hem de olup biteni hemen öğrenecekti.
Ondan, Resulullah'ı haberdar edecekti.