Resulullah, Huneyn’e gidileceği zaman,
Halid ibni Velid’i seçmiş idi kumandan.
O, hareket emrini vererek birliğine,
Hızla sürdü atını, o Huneyn vadisine.
Vadiye girer girmez, mücahidler hep birden,
Müthiş ok yağmuruna tutuldular aniden.
Hiç beklemiyorlardı böyle şey zira onlar.
Ne yapacaklarını bir anda şaşırdılar.
Geri dönmekten başka, yoktu bir çareleri.
Bu sebeple, mecburen döndüler birden geri.
Bu ani dönüşüyle fakat öndekilerin,
Bozuldu düzenleri, arkadan gelenlerin.
Bir şaşkınlık içinde, islam mücahidleri,
Girdikleri vadiden dönüyordu ki geri,
Düşmanlar, yamaçlardan yirmibin kişi kadar,
Sel gibi, o vadiye akmaya başladılar.
Hevazin kabilesi, her attığını vuran,
Okçu bir kabileydi gerçekten de pek yaman.
Ok yağmuru altında kalınca mücahidler,
Çaresizlik içinde, geriye çekildiler.
Lakin Peygamberimiz, bu kargaşa anında,
Tek başına kalmıştı düşmanın karşısında.
Buna rağmen o Server, saldıran bu düşmana,
Hücuma geçti hemen, kendisi tek başına.
Hazret-i Abbas ile Ebu Bekr, bunu görüp,
Ve yüz kadar sahabi, bir anda geri dönüp,
Resul’ün arkasından, süratle yetiştiler.
Kendi vücudlarını Ona siper ettiler.
Tuttu Hazret-i Abbas atının dizginini.
Süfyan bin Haris ise, tutup üzengisini,
O Resul’ün hızını kesmeye uğraştılar.
Onu, düşman içine yalnız bırakmadılar.
Ve Hazret-i Abbas’a, Resulullah o ara,
Buyurdu ki: (Ya Abbas, nida eyle onlara.
Deki: Ey sahabiler ve ey Medineliler!
Ey Biat-ı rıdvan’da Resul’e söz verenler!)
Abbas, iri yapılı ve gayet gür sesliydi.
Sesi, çok uzaklardan rahat işitilirdi.
Şöyle nida etti ki: (Gelin ey sahabiler!
Ey Semüre ağacı altında söz verenler!
Bana doğru geliniz, buraya toplanınız!
Zira Peygamberimiz burada kaldı yalnız!)
Bu ses ile, kendine gelen o sahabiler,
(Biz n’apıyoruz?) deyip, hemen geri geldiler.
Ve derhal etrafında toplandılar Resul’ün.
Tekbir sedalarıyla inledi yer gök o gün.
Müthiş bir mücadele başladı ki o zaman,
Düşman dehşete düştü tekbir sedalarından.