Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Şemseddîn Pâni-pütî (hâce Şemseddîn Türk)
  30 Mart 2018 Cuma , 23:34
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; Hindistan evliyaları, Pânipût evliyaları, Şemseddîn Pâni-pütî (hâce Şemseddîn Türk)

hindistan’ın Büyük Velîlerinden. Hidâyet Semâsının Güneşi, Mârifet Denizinin Kabaran Dalgası, İlim Deryâsı, Hayâ Ve Hilm, Yumuşaklık Hazînesi, İnsanların Kılavuzu, Ünsiyet Meclisinin Açıcısı, Darda Kalanların Sığınağı, Yolda Kalmışların Delîli, Yol Göstericisi, Kutb-i Âzam, Hâce Şemseddîn Türk Pâni-pütî Hazretlerinin Babasının İsmi Seyyid Ahmed’dir. Şems-ül-evliyâ, Velîler Güneşi Ve Müşkül-ül-küşâ, Zorlukların Çözücüsü Olarak Tanınır. Türkistan’da Bulunan Verşâne Vilâyetindendir.

doğum Târihi Tesbit Edilemeyen Şemseddîn Pâni-pütî, 1336 (h.736) Senesinde Vefât Etti. Seyyid Olup Hazret-i Hüseyin’in Neslindendir.

âilesi Tarafından Tam Bir İslâm Terbiyesi İle Yetiştirildi. Kalbine İslâm Âlimlerinin Sevgisi Yerleştirildi. Kendisi Büyüdükçe, Kalbindeki Muhabbet Ateşi Alevlenip Fazlalaşıyordu. Bu Muhabbet Dayanılamayacak Hâle Gelince, Kendisine İrşâd Edici, Yol Gösterici Bir Mürşid-i Kâmil Aramak Üzere, Bulunduğu Verşâne Şehrinden Çıkıp, Kasaba Kasaba, Şehir Şehir Dolaşmaya Başladı. Mültan Şehri Civârına Geldiğinde, Kutb-ül-kâmilîn Hazret-i Hâce Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker İle Karşılaştı. O Büyük Zâtın Sohbetlerinde Bulunup, İcâzet Aldı. Bundan Sonra, Genc-i Şeker Hazretlerinin İzni, İşâreti Ve Emri İle, Kalyar Şehri Tarafına Gitti. Orada, Tâc-ül-evliyâ Gavs-ı Samedânî Hâce Alâüddîn Ali Ahmed Sâbir Hazretlerini Bulup, Onun Bereketli Sohbetlerine Kavuştu. Hazret-i Hâce Onu Görünce Çok Sevinip; “şemseddîn! Sen Benim Mânevî Oğlumsun. Bizim Bu Yolumuzun, Silsilemizin Senden Devâm Etmesini Ve Uzun Zaman Ayakta Kalmasını Allahü Teâlâdan Diledim. Demek Ki, Allahü Teâlâ Bu Arzumu Kabul Etti.” Buyurup, Onu Talebeliğe Kabûl Etti. O Yüksek Huzûrda, Kıymetli Sohbetlerde Ve Husûsî Hizmetlerde Bulunarak, Orada Onbir Sene Kaldı. Çetin Riyâzetler Ve Mücâhedeler İle Çok Gayret Ederek, Evliyâlık Yolunda Üstün Derecelere, Anlaşılamayan Yüksekliklere Kavuştu. Ondan İcâzet Ve Hilâfet Alıp Mezun Oldu. Zâhirî Ve Bâtınî İlimlerde, Diğer Talebe Arkadaşlarından İleride İdi. Nitekim Yüksek Hocası Onun İçin; “bizim Şems’imiz Evliyâ İçinde Güneş Gibidir.” Buyurup, Ona Şems-ül-evliyâ Lakabını Vermiştir. Alâüddîn Sâbir, Çok Sevdiği Bu Talebesini, İnsanları İrşâd Etmesi Vazifesiyle Pâni-püt Şehrine Gönderdi. Hocasından Aldığı Vilâyet Nûru İle O Tarafları Aydınlatan Şems-ül-evliyâ, Binlerce Kişiyi Evliyâlık Mertebelerine Kavuşturdu. fevâid-ül-füâd Ve Zâd-ül-ebrâr isimli Çok Kıymetli Kitapların Sâhibi Olan Celâleddîn-i Hindî Bunun Talebelerindendir. Her Tarafta Tanınıp Meşhûr Oldu. Zühd, Verâ, Takvâ, Tecrid Ve Uzlet Sâhibi İdi. Haramlardan, Şüphelilerden Son Derece Sakınır, Dünyâya Zerre Kadar Meyletmezdi. İnsanlardan Ayrı, Kendi Hâlinde Bulunurdu. Her Ân İbâdet Ve Tâat İle Meşgûldü. Öyle Ki, Sanki Bambaşka Bir Âlemde, Bambaşka Hâller İçinde Yaşıyordu. Menkıbeleri, Kerâmetleri Çok, Fazîletleri Sayısızdır.

rivâyet Edilir Ki, Her Kimin Mühim Bir İşi, Derdi, Sıkıntısı, Müşkili Bulunduğunda, Abdest Alıp, Hâce Şemseddîn’in Mübârek İsmini Yüz Bin Defâ Okusa, Bunu Yapmak Zor Geliyorsa, Bir Miktar Kimse Toplanıp, Bölüşerek Okusalar Ve Yüz Bine Tamamlasalar, Allahü Teâlâ, Şemseddîn Pâni-pütî’nin Mübârek İsmi Hürmetine, O Kimsenin Sıkıntısını, İhtiyâcını Giderir. Şu Kadar Var Ki, Bunu Yapanların Ehl-i Sünnet Îtikâdında Olup, Haramlardan Sakınmaları Ve Bunu Abdestli Olarak, Sıdk Ve İhlâs İle Okumaları Şarttır. Hâce Şemseddîn Çok Mal Ve Servete Kavuştu İse De, Bunların Hiçbirine Meyletmedi. Her Ân Gönlü Allahü Teâlâ İle Berâberdi.

bir Gün, Yanında Bulunan Atını Duâ Ederek Salıverdi. At Oradan Süratle Uzaklaştı. Bu Sırada, Şemseddîn Pâni-pütî’nin Bulunduğu Yere Uzak Bir Yerde, Dul Bir Kadın Ve Bir De Kızı Vardı. O Kadıncağız Kızını Evlendirecekti. Fakat Hiçbir Hazırlıkları, Malları Ve Paraları Da Yoktu. Şemseddîn Pâni-pütî, Allahü Teâlânın İzni İle Onların Bu Hâline Vâkıf Olup, Atını Bunun İçin Göndermiş Ve Bunun İçin Duâ Etmişti. O Duâ Bereketi İle, O At Gelip, O Dul Kadının Yanında Durdu. Kadın Bu Hâle Bir Mânâ Veremeyip Hayretle Bakarken, Gâibden Bir Sesin Kendisine; “ey İhtiyar Hanım! Bu Atı Sat! Kızının Masraflarına İhtiyaçlarına Harca!” Dediğini Duydu. Kadın Bildirileni Yaptı. Böylece Rahatlamış, Büyük Bir Sıkıntıdan Kurtulmuş Oldu. Hâce Şemseddîn Kalan Malını Da Bu Şekilde Allah Rızâsı İçin Dağıtıp, Kendisi Pâni-püt Şehrine Geldi; Orada Talebelerine Ders Okutmakla Meşgûl Oldu.

şems-ül-evliyâ Hazretleri Bir Gün, Şehrin İleri Gelenlerinin De Bulunduğu Bir Meclisde Oturuyordu. Kendisinin Seyyid Olduğunu İddiâ Eden Bir Kimse De Orada İdi. Bu Kimse Şems-ül-evliyâ’ya; “sizin Seyyid Olduğunuz Nereden Belli? Bunu Nasıl İsbât Edersiniz?” Dedi. Bu Münâsebetsiz Suâle Üzülen Şems-ül-evliyâ; “babamdan Ve Dedelerimden Duyduğum Gibi, Bunu İsbât Eden Şecere De Yanımda Saklıdır.” Dedi. O Kimse Daha Da İleri Giderek; “bu Tam Bir İsbât Değil. Daha Katî Bir Şey Göstermeniz Lâzım.” Dedi. Şemseddîn Hazretleri Buna Daha Çok Üzüldü. Celâllendi, Hâşimî Damarı Harekete Geldi Ve; “gerçi Bu İsbât Şekli Şimdiye Kadar Tatbik Edilmiş Değil Ama, Şimdi Bundan Daha Katî Bir Yol Kalmadı. Mecbûren, “seyyidlerin Kılı Ateşte Yanmaz.” Kâidesini Göstereceğiz. Hemen Büyük Bir Tandır Hazırlasınlar. Mâdem Sen De Seyyid Olduğunu Söylüyorsun, Birlikte O Tandıra Gireriz.” Buyurdu. O Kimse Daha Önce Cüretkâr Sözler Söylediği İçin, Şimdi Bu Sözlere Îtirâz Edemedi Yakınında Bulunan Büyük Bir Tandır Yakılıp, Kızdırıldı. Şems-ül-evliyâ, Hiç Çekinmeden O Kızgın Tandıra Girdi. Fakat, O Girer Girmez, Allahü Teâlânın İzni İle Tandırın Sıcaklığı Geçti. Elbisesinden Bir İplik Bile Yanmadı. Tandırın İçinde Gaybdan Bir Pınar Peydâ Oldu. Şemseddîn, O Pınardan Abdest Aldı. İki Rekat Namaz Kıldı. Sonra Dışarıda Bekleyen O Kimseye Seslenip; “ey Seyyid(!) Kardeşim. Niçin Tandıra Girmiyorsun. Beklemen Çok Uzadı.” Dedi. O Kimse, Mahcûbiyetinden Biraz Daha İlerledi, Ateşi Gördü. Pek Yakıcı Ve Korkunç İdi. Kalbine Dokundu, Yüzünün Rengi Değişti. Buna Rağmen İki Adım Daha Atıp, Tandırın Başına Geldi. Yükselen Alev, Pardesüsünün Eteğini Tutuşturunca, Feryâd Etmeye Başladı. Sonra, Şems-ül-evliyâ Hazretleri Tandırdan Çıkıp, O Kimsenin Tutuşan Pardesüsünü Söndürdü. Bu Hâdiseyi Başından Beri Tâkib Edenler, Hayretler İçerisinde Kaldılar. O Zâtın Seyyid Olmadığı, Yalancı Birisi Olduğu Anlaşılmış Oldu. Orada Bulunanların, Şems-ül-evliyâ Hazretlerine Olan Muhabbetleri, Böylece Daha Çok Arttı.

hâce Şemseddîn Türk’e, Hocası Alâüddîn Sâbir Hazretleri Senelerce Önce; “şems-ül-evliyâ (evliyânın Güneşi)” Lakabını Vermişti. Buradaki Harflerin Sayılarının Toplamı, Ebced Hesâbına Göre 736 Etmekte, Bu İse, O Büyük Zâtın Hicrî Vefât Senesine Karşılık Gelmektedir. Hâce Alâüddîn Hazretlerinin Bu İsmi Vermesinin Bir Kerâmet Ve Hâce Şemseddîn’in, Evliyânın Güneşi Olmasının, Allahü Teâlâ Tarafından Kabûl Edilmesine Bu Uygunluğun Bir İşâret Olduğunu Âlimler Bildirmişlerdir.

 

kerâmet Ve Menkîbeleri

eriyen Buz

bir Defâsında Sultan Gıyâseddîn, Bir Kaleyi Fethetmek İçin Kuşattı. Çok Zaman Geçtiği Hâlde, Bir Türlü Kale Düşmedi. Bir Gece Hava Birden Değişti. Şiddetli Yağmur Ve Rüzgâr Başladı. Öyle Ki; Rüzgâr, Çadırları Yerinden Söküp Fırlatıyordu. Sultanın Hizmetçisi, Elinde İbrik, Sultâna Abdest Suyu ısıtabilmek İçin Ateş Arıyordu. Ateş Yoktu. Nihâyet Bir Çadırda Kandil Yandığını Farkedip, Oraya Koştu. Bu, Şemseddîn Hazretlerinin Çadırı İdi Ve Kendisi İçeride Kur’ân-ı Kerîm Okuyor, Sanki, Şiddetli Yağmur Ve Rüzgâr, Ona Ve Etrâfına Hiç Tesir Etmiyordu. Kendisi, Velîlik Hâlleriyle Çok Heybetli Bir Zât Olduğundan, Sultânın Hizmetçisi Yanına Yaklaşamadı Ve Hiçbir Şey Söyleyemedi. Uzakta Durup Beklemeye Başladı. Şemseddîn Pâni-pütî, Biraz Sonra Başını Kaldırıp; “gel Kardeşim! Ateş İstiyordun. Alıp Götürebilirsin” Dedi. Hizmetçi Ateş Alıp Gitti. İbrikte Bulunan Suyu ısıtıp, Acele İle Sultana Yetiştirdi. Bu Hâl, Hizmetçinin Dikkatini Çok Çekmişti. Su Lâzım Olduğunda, Hizmetçi Etrafta Su Bulamadı. Hizmetçi, O Zâtın Çadırında Ateş Bulduğuma Göre, Su Da Bulurum Diye Düşündü. Sabah Olduğunda, O Çadıra Gitti. Çadıra Vardığında Akşamki Zâtın Yerinde Bulunmadığını Gördü. Geri Dönerken, Ordugâhın Dışında Bulunan Havuzun Yanından Geçiyordu. Akşam Çadırda Gördüğü Zatın Havuzda Abdest Aldığını Gördü. Bir Kenarda Durup Abdestini Bitirmesini Bekledi. O Büyük Zât Abdestini Tamamladı, Namazını Kıldı. Hizmetçi De Oraya Yaklaşıp Su Tulumunu Doldurdu. Bir Taraftan Da Çok Hayret Ediyordu. Zîrâ Mevsim Kış Olduğu İçin, Havuzun Donması Gerekiyordu. Bu Düşünceler İçinde Suyu Götürdü. O Gün Bu Durumdan Hiç Kimseye Bahsetmedi. Ertesi Sabah Erkenden, O Zâtın Havuza Abdest Almaya Gelme Vaktinden Evvel Oraya Gelip Baktı. Havuz Donmuş Vaziyette İdi Ve Su Alınacak Gibi Değildi. Bir Ağacın Kenarına Çekilip Beklemeye Başladı. Bu İşteki İnceliği Anlıyabilmek İçin Soğukta Beklemeye Râzı Oldu. Nihâyet Hâce Şemseddîn Geldi. Abdest Almaya Başlayacağı Zaman, Havuzun Buzu Birdenbire Eridi. Ateş Üzerinde ısınan Bir Kaptaki Su Misâli, Havuzdan Buhar Yükselmeye Başladı. O Zât Abdest Alıp Gittikten Sonra, Havuzun Yanına Gelen Hizmetçi, Biraz Önce Buz Tabakası Hâlinde Bulunan Suyun, Şimdi Eli Yakacak Derecede Sıcak Olduğunu Gördü. Bu Hâlin Şemseddîn Hazretlerinin Kerâmeti Olduğunu Anlamıştı. Su Tulumunu O Sıcak Sudan Doldurup Sultânın Yanına Geldi. Sultâna, Yalnız Olarak Arzetmesi Îcâb Eden Bir Husus Olduğunu Bildirdi. Sultan, Otağında Oturmakta İdi. Hizmetçinin Arzusunu Kabûl Etti. Hizmetçi Gördüklerini Etraflıca Anlatınca, Sultan Çok Hayret İçinde Kaldı. Hizmetçiye Kendisini Sabaha Yakın Uyandırmasını, Berâberce Oraya Gideceklerini Söyledi. Hizmetçi Gece Sultânı Uyandırıp, Berâberce Havuzun Yanına Gittiler. Baktılar, Havuzun Suyu Buz Tutmuş Hâlde İdi. Bir Kenara Çekilip Beklemeye Başladılar. Biraz Sonra Hâce Şemseddîn Gelip Abdest Aldı. Orada Namaz Kıldı Ve Gitti. Sultan, Olduğu Yerden Çıkıp Suya Baktığında, Onun Gâyet Sıcak Olduğunu Gördü. Onun Kerâmet Sâhibi Büyük Bir Zât Olduğunu Anladı. Hemen O Zâtın Çadırının Bulunduğu Yere Geldi. Şemseddîn Pâni-pütî, Çadırına Gelmiş, Kur’ân-ı Kerîm Okuyordu. Sultan, Geride Edeble Durup, Ayakta Dinlemeye Başladı. Okumayı Bitirince, Sultânın Karşısında Ayakta Beklemekte Olduğunu Görünce Hayret Etti. Ayağa Kalkıp Selâm Verdi. Sultan Daha Çok Hürmet Edip; “ne Kadar Mesûd Bir Kimseyim Ki, Hak Teâlâ Sizin Gibi Sevgili Bir Kulunu, Benim Zamânımda Ve Yakınımda Bulundurdu. Uzun Zamandır Muhâsara Ediyoruz, Kaleyi Fethedemedik. Lütfen Duâ Edin De, Kale Artık Fetholunsun” Dedi. Bunları Söylerken, Büyük Bir Edeb İle Yalvarırcasına Konuşuyordu. Şems-ül-evliyâ Şemseddîn Hazretleri, Tevâzu Edip, Kendisini Duâya Lâyık Görmediğini Söyledi. Sultan Çok ısrâr Etti. Bunun Üzerine Ellerini Açıp Fâtiha-i Şerîfe Okudu Ve; “şimdi Atınıza Binip Gidiniz. İnşâallah Fetih Gerçekleşecektir.” Buyurdu. Sultan, Sevinçle Ve İçi Ferahlamış Olarak Otağına Geldi. Komutanlarını Toplayıp, Konuştular. Bütün Hazırlıklar Tamamlanıp, Son Bir Hücûma Geçildi Ve Allahü Teâlânın İzni İle Kale Fetholundu.

bu Fethin, Şemseddîn Hazretlerinin Duâları Bereketiyle Olduğunu Bilen Sultan, Ertesi Gün, Büyük Bir Sevinçle Ve Yüksek Bir Edeble, Yalın Ayak Onu Ziyârete Gelmek İstedi. O İse, Kendisine Böyle Davranılmasını İstemiyor, Tanınmaktan, Meşhûr Olmaktan Hoşlanmıyordu. Kalb Gözüyle, Sultânın Bu Düşüncesini Anladı Ve Sessizce Oradan Ayrıldı.

 

kaynaklar

1) Siyer-ül-aktâb; S.184

2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.11, S.53

Yorumlar
Kod: OLDSK