Kabil ile Serhend’in arası, en azından,
Binlerce kilometre uzak idi o zaman.
Gerçi o, hocasına pek çok güveniyordu.
Lakin buna, onları inandıramıyordu.
Dedi: (Hocam, yemeği yatsıdan sonra yerler.
Siz yemeği pişirin, o hemen teşrif eder.
Ve lakin yalnız gelmez, hocam böyle yerlere.
Oğullarını dahi getirir çoğu kere.)
Onun bu sözlerini, ciddiye almadılar.
Ve çeşitli sözlerle, istihzaya aldılar.
İhtimal vermediler asla geleceğine.
Yemeği hazırlayıp, geldiler kendisine.
Dediler ki: (Üstadın gelmedi, nedir sebep?
Daha bekleyelim mi, ne dersin buna acep?)
Muhammed Hanif ise, hiç merak etmiyordu.
Nasıl olsa üstadım teşrif eder diyordu.
Sofralar hazırlandı ve konuldu yemekler.
Ve yedi kişilik de bırakıldı boş yerler.
Oturdu kendileri yerdeki minderlere.
Dediler: (Onlar dahi, oturur şu yerlere.)
Lakin böyle demekle, alay ediyorlardı.
Zira geleceğine inanamıyorlardı.
O an Muhammed Hanif, (yemekler hazır) diye,
Çağırdı üstadını kalp yoluyla yemeye.
Henüz murakabeden açılmadan gözleri,
Girdi altı oğluyla o büyük zat içeri.
Bunu, oradakiler gözleriyle gördüler.
Hatta hayretlerinden, hep şaşkına döndüler.
Hepsi çok şaşırmıştı ne yapacaklarını.
İyi anlamışlardı, bu kabahatlarını.
Az sonra, o büyük zat buyurdu ki onlara:
(Muhammed Hanif için geldik biz buralara.
Onu çok sevdiğimden, kabul ettim yemeyi.
Yoksa biz istemeyiz, keramet göstermeyi.
Siz de istemeyiniz, velilerden keramet.
Yoksa, büyük zarara uğrarsınız akıbet.)
Bir yandan yemek yerken, bir yandan konuştular.
O sohbet eyledikçe, davetliler coştular.
Sohbetin tesiriyle, sevdiler onu gayet.
Onun büyüklüğüne inandılar nihayet.
Dediler: (Ey efendim, sizden özür dileriz.
Lütfen bizi affedin, hata ettik çünkü biz.
Biraz daha kalınız, bir imkanı var ise.
Bu sohbet, deva oldu kararmış kalbimize.)
Buyurdu ki: (Kimseye haber verememiştik.
Bu davet üzerine, aniden gelmiş idik.)
Sonra veda ederek, ayrıldılar o evden.
Oradaki insanlar, bu hali görüp hemen,
Dediler: (Hakikaten bu zat büyük bir veli.
Zira bir anda aldı, üç aylık mesafeyi.)