Merzuk ibni Hasen ki, evliya-yı kiramdan.
Şiddetle kaçınırdı, her günah ve haramdan.
Hangi bir âlim ile, herhangi bir ilimde,
Konuşsa, ihtisası görülürdü hepsinde.
İstifade ederdi, insanlar kendisinden.
Çok âlimler çıkmıştır, halka-i tedrisinden.
Hükümdar, bu velinin, büyük zat olduğunu,
Bilmeyip, imtihana yeltendi bir gün onu.
Tereddüt ediyordu onun veliliğinde,
Yemeğe davet etti, bir gün onu evinde.
Bir sığırla bir atı, kestirip ayrı ayrı,
Yine, ayrı olarak pişirttirdi onları.
Ve yine o etleri, hep ayrı tabaklara,
Koydurup, o şekilde koydurdu o sofraya.
Yani bazı tabakta, var iken sığır eti,
Bazı tabaklarda da, vardı yalnız at eti.
Merzuk bin Hasen ile, yanında talebeler,
Yemek vakti olunca, o haneye geldiler.
Sultan, karşılayarak, buyur etti onları.
Devlet erkanından da gelmişti bazıları.
Firaset yolu ile bildi ki hemen bu zat,
Sofradaki etlerin, kimi sığır, kimi at.
İçinde sığır eti bulunan tabakları,
Kendi talebesine, dağıttı ayrı ayrı.
At eti konmuş olan tabakları da, yine,
O devlet erkanının, dağıttı önlerine.
Sultan ise, geriden takib ederdi ki hep,
Bu durum karşısında, ne yapacak o acep?
Yani şunda idi ki onun bütün dikkati:
Acaba aldanıp da, yiyecek mi at eti?
Baktı ki, tabakları şaşırmadan, dikkatle,
Evvela birbirinden ayırdı maharetle.
Ve sığır etlerini alarak kendileri,
Saray adamlarına, verdi ötekileri.
Bunu görüp, içinden düşündü ki o zaman:
Bu, keramet sahibi bir kimse evliyadan.
Yine de sual etti: (Efendim, hepsi temiz.
Ne için tabakları böyle ayırt ettiniz?)
Buyurdu: (Tabaklarda, iki tür et var fakat.
Bazılarında sığır, bazısında ise at.
Sığır eti, layıktır biz gibi fakirlere.
Diğer tabaktakiler, layıktır şu beylere.)
Bu cevabı da alıp, şüphesi kalmadı hiç.
Kapandı ellerine, hürmet ile, pür sevinç.
Dedi: (Şükür olsun ki, Allahü teâlâya,
Bulunuyor ülkemde böyle büyük evliya.
İnandım ki, çok büyük velisiniz hakikat.
Kusurumu affedip, edin bana nasihat.)